Değerli Okuyucular:
Ankara’da kavurucu sıcaklarla boğuşurken Almanya’daki kardeşim Leyla, telefon açtı:
“Alan ile birlikte yarın İsviçre’nin Laax köyüne gideceğiz. Dağlara tırmanacağız, yaylalarda dolaşacağız, kiraladığımız evde mangal yapacağız vs vs..”
Alan, yeğenimdir. Son model Tesla arabayla, Almanya’nın Darmstadt şehrinden İsviçre’nin Laax köyüne 3-4 saatte ulaşmayı planlıyordu.
Ertesi gün WhatsApp’ıma resimler ve kısa vidolar yağmaya başladı. Dağ manzaraları, yaylada otlayan hayvanlar, küçük dereler, şelaleler, orman içinden geçen dar patikalar…
Bir video, gürül gürül akan bir şelaleyi gösteriyordu. Odamda sıcaktan kıvranırken, izlediğim bu video sanki İsviçre’deymişim gibi beni rahatlatınca, videoyu defalarca seyrettim. Şelaleden sıçrayan sular sanki damlalar halinde bana ulaşıyor, üzerimde bir yaz serpintisi etkisi yaratıyordu. Derken zihnimde parça parça birbirinden kopuk olaylar ardı ardına canlandı.
Laax köyünde Leyla ve şelale
BREZİLYALI FERNANDİNHO
Hayır! Hayır! Sizlere Pele, Ronaldinho gibi futbol yıldızlarından bahsetmek niyetinde değilim.
Hayatımızda en çok izlediğimiz filmleri sıraya koyarsak muhtemelen savaş filmleri birinci, banka/müze soygunları da ikinci sırayı alır. Soygunları konu edinen filmleri, çoğunuz gibi ben de zevkle izlerim. Koskocaman Hollywood, Türkiye’de iki film çevirdi: Ankara’da 1952 yapımı “Five Fingers / Baş Parmak” ve İstanbul’da 1964 yapımı “Topkapı”. Her ikisinin de konusu soygunla ilgilidir. (Not: “Five Fingers” filmini izlemenizi özellikle tavsiye ederim.)
İşte böyle! Leyla’nın gönderdiği, İsviçre’nin insan ruhuna ferahlık veren videolarını izlerken sizlere Brezilya’da yaşanan ilginç ama gerçek bir banka soygununu yazmak istedim. Bu soygununu planlayan büyük “zekâ”nın ismi Luis Fernando Ribeiro veya halk arasında efsaneleşen ismiyle Fernandinho’dur.
“Fernandinho” ismi niçin efsaneleşti? Brezilya, 2005 yılından beri irili ufaklı yüzlerce banka soygunu teşebbüsüyle karşı karşıya geldi. Bazıları başarılı oldu bazıları son anda fark edildi. Hepsinde de soyguncular tünel kazarak bu hedeflerine ulaşmak istediler. Örneğin soyguncular 2017 yılında Sao Paulo şehrinde 600 metre tünel kazdılar. Tam, 330 milyon dolarlık vurgunu yapmak üzerelerken son anda yakalandılar. Eğer bu vurgun gerçekleşmiş olsaydı, tarihin en büyük soygunu “unvanını” kazanacaktı. Fernandinho, Brezilya’da tünel kazarak banka soyma geleneğini başlatan ilk isim olduğu için tarihe mal oldu. Fernandinho’nun tünel kazarak yaptığı soygun eylemine kısaca değinmek isterim.
***
Atlas Okyanusu kıyısındaki Fortaleza, Brezilya’nın dördüncü büyük şehridir. Ceara (kiyara) isimli eyaletin başkentidir. Her eyaletin kendi Merkez Bankası vardır.
Fortaleza Şehri Merkez Bankası
8 Ağustos 2005 Pazartesi sabahı Fortaleza Merkez Bankası yetkilileri polisi arayıp bankanın soyulduğu bilgisini ulaştırırlar. Polis, şaşkındır, çünkü Merkez Bankası çok iyi korunmaktadır, ayrıca o güne kadar herhangi bir soygun teşebbüsünün de hedefi olmamıştır.
Polis, derhal bankaya ulaşır. Merkez Bankasının 164 milyon Rio (80 milyon dolar /3,5 ton ağırlığında) değerindeki rezervinin saklandığı zemin katına indiğinde odanın bir köşesinde açılmış bir delik görür. Ortalıkta sağa sola saçılmış paralar vardır. Soyguncular, takipten kurtulmak için yeni basılmış, seri numarası kayıtlı banknotlara dokunmazlar; bunun yerine tedavülde olan para tomarlarını çuvallara doldururlar.
Tünel
Zemindeki dar delik, bir tünele açılmaktadır. Zayıf, ince yapılı bir polis delikten inmek ister ancak şefi, engel olur. Öyle ya, soyguncular hâlâ tünelde saklanmış veya bubi tuzağı kurarak takiplerini engellemiş olabilirlerdi. Ancak cesur polis, şefini dinlemez. Delikten tünele iner. 70 metre uzunluğundaki tünelde sürünerek ilerler. Tünelin sonuna ulaştığında bu kez karşısına yukarıya doğru açılan, dört metre yüksekliğinde, içinde ahşap bir merdivenin olduğu başka bir tünel çıkar. Polis memuru, dikkatlidir. Merdivenin basamaklarını ağır ağır çıkar, ahşap kapağı kaldırır, kendisini bir odada bulur. Ortalıkta kimse yoktur. Etraf, parmak izlerini kaybettirmek için beyaz tozla kaplanmıştır. Salon ve odalar içi toprak dolu torbalarla tıklım tıklımdır. Soruşturma hemen başlar.
Banka zemininde açılan delik
Yeşile boyalı evin odasından tünele giriş deliği
Durum anlaşılır: Soyguncular bankadan 70 m uzakta, küçük bir ev kiralar, şüphe çekmesin diye de evin adresini, yapay çim satan bir şirketin merkezi olarak Ticaret Odasına kaydeder, hemen ardından da evi yeşile boyarlar. Zamanı gelince planlarını uygulamak için kolları sıvarlar. Üç ay sürecek tünel kazma işlemi böylece başlamış olur.
Yeşile boyalı, içinde tünelin kazıldığı ev
Sayıları 34 olan soyguncular, tünelde her defasında 7 kişi olmak üzere üç vardiya halinde gece-gündüz demeden çalışırlar; ses çıkmaması için de sadece kürek ve kazma kullanırlar. İlk haftalarda bir kamyon düzenli olarak gelmekte, içi toprak dolu torbaları alıp gitmektedir. Bir zaman sonra mahallelilerde şüphe oluşur. Soyguncular bu kez mecbur kalıp torbaları odalara istif ederler. Odalar da yer kalmayınca bu kez toprağı evin arka bahçesine, güya peyzaj çalışması yapıyor havasında, sağa sola dağıtırlar.
Soyguncular her türlü tedbiri alırlar. Çökme ihtimaline karşı tünelin duvarlarını 900 adet ahşap ve demir direkle destekleyerek kazma işlemine devam ederler. Böylece bankanın zemin katına ulaşırlar. Bankanın beton zeminini delmek için hafta sonu tatilini beklerler.
Tüneldeki ve evdeki soyguncular, koordinasyon sağlamak için telefon hattıyla haberleşmektedirler. Ayrıca çalışanların su ihtiyacını karşılamak için bir hortum da tünele uzatılmıştır. Suyu, hem toprağı ıslatıp kazmak hem de kendi ihtiyaçları için kullanırlar. Tünelin uzunluğu 78 metre, tünel ağzının yüksekliği 1,7 metre, genişliği 70 cm’dir.
Soyguncular, cuma akşamı 19’dan itibaren beton zemini delmeye başlarlar. Küçük bir delik açarak para destelerinin saklandığı bölmeye ulaşırlar. Etrafta kameralar vardır, ancak kontrol odasındakiler olup biteni fark etmezler, çünkü kameraların görüş alanı kapalıdır.
Polis, olaya el koyar, çok yönlü soruşturma başlatır. Uzun süren kovalamacadan sonra 8 soyguncu yakalanır, bir kısım para ele geçirilir. Geriye kalan soyguncular ve paralar kayıplara karışırlar.
Yakalanan soyguncuların itirafı, olayı aydınlığa kavuşturur:
Fortaleza şehrinden 2370 km uzaklıktaki Sao Paulo şehri, 22 milyonluk nüfusuyla Brezilya’nın ve Güney Amerika’nın en büyük şehridir. Her Brezilya şehrinde olduğu gibi Sao Paulo’da da yoksulların yaşadığı gecekondular vardır. Buralara polis bile giremez. Bu yoksul ve kalabalık muhitte hayat zordur. Fakirlik ve işsizlik, gençleri suça itmektedir. Uyuşturucu kullanmak ve silah taşımak ilkokul çağındaki çocuklar için bile sıradan ve doğal sayılmaktadır. Fernandinho, işte böyle bir ortamda büyür, uyuşturucu satışından hatırı sayılır bir servet edinir.
(Brezilya’daki büyük şehir gecekondularında yaşanan acımasız yoksulluğu, gençlerin bir parçası oldukları mafya yaşamını merak edenlere 2002 yapımı Cidade de Deus / City of God /Tanrı Kent isimli filmi izlemelerini salık veririm.)
Fernandinho, bir gün, cezaevinden dört kez tünel kazarak kaçan bir suçluyla arkadaş olur. Fernandinho, Fortaleza Merkez Bankasını tünel kazarak soymak istediğini, bunun için gerekli olacak 3 milyon Rio’yu vermeye hazır olduğunu söyler. 34 kişilik bir grup oluşturup, Fortaleza şehrine giderler. Bankada çalışan ve güvenlik kameralarının yerlerini bilen görevliyi rüşvet vererek ikna ederler, zemin kattaki güvenlik hakkında bilgi edinirler. Banka görevlisi, kameraların görüş alanını kapatacak şekilde zemin katta bazı değişiklikler yapar.
Fernandinho
Soygundan sonra Fernandinho, en büyük hisseyi alıp kayıplara karışır. Ancak bu para başına bela olacaktır. Saklandığı gecekonduda herkes Fernandinho’dan bu parayı almanın planını yapar. 7 Ekim 2005 tarihinde kendilerini polis olarak tanıtan, polis elbiseli iki kişi Fernandinho’yu gece kulübünde sıkıştırır, kelepçe takar, bilinmeyen bir yere götürüp ailesinden fidye isterler. 890 bin dolar alırlar ancak sözlerinde durmaz Fernandinho’yu öldürürler.
Fortaleza Merkez Bankası soygunundan sonra, Brezilya’nın büyük şehirlerinde tünel kazarak banka soymak moda olur. Bunların bir kısmı engellenir ama çoğu başarıyla sonuçlanır.
Bugün bile Brezilya’da sık sık tünel kazarak banka soygunu yapmak soyguncuların gözdesi bir yöntem durumundadır. Soyguncular da “vefalı” davranır, kendilerine bu yolu gösteren Fernandinho’yu rahmetle anıp onun hatırasına parklar, okullar yaparlar.
SUÇSUZ SUÇLU
Her vatandaş yargının verdiği kararın âdil olduğuna inanmak ister. Ancak bu her zaman gerçekleşmez.
1977 yılında ABD’nin Memphis şehrinde iki kişi bir eve zorla girer, ev sahibi kadına tecavüz ederler. Kadın, saldırganlarından birisinin komşusu 22 yaşındaki Lawrence McKinney olduğunu söyler.
Lawrence McKinney
Lawrence, hırsızlık ve tecavüz suçlamasıyla 115 yıl hapis cezasına çarptırılır. Uzun süren hukuki mücadeleden sonra 2009 yılında yapılan DNA testiyle Lawrence’in suçsuz olduğu anlaşılır. Lawrence, 31 yıl cezaevinde kaldıktan sonra serbest bırakılır. Tennessee Eyaleti Cezaevi Müdürlüğü, tazminat bedeli olarak 75 dolarlık çek verir. Haksız yere 31 yıl cezaevinde yatan Lawrence, 75 dolarla yeni bir hayat kuracaktır(!).
Lawrence şaşkındır: “Hayatımı elimden aldınız, şimdi de elime 75 dolarlık çek veriyorsunuz,” diyerek isyan eder. Üstelik kimlik kartı sorunu nedeniyle 75 dolarlık çeki bozdurmak için üç ay beklemek zorunda kalır. Lawrence, Eyalet Valisine başvurur, 1 milyon dolarlık tazminat ister. Eyalet Valisi, bu isteği reddeder. Gerekçe olarak da Lawrence’in cezaevi yıllarındaki “kötü” davranışını gösterir.
Adalet, en kutsal haktır. Ancak yargının bu “kutsal hakkı” her zaman vatandaşlara tanıdığını söylememiz maalesef mümkün değildir.
HİTLER’İN NİHAİ HEDEFİ NEYDİ?
Tarihçiler, bu sorunun cevabını hep merak etmişlerdir. Hitler’in nihai hedefi neydi?
Varılan ortak kanı şudur: Hitler, Büyük Aryan İmparatorluğunu kurmak istiyordu. Bunun için “Lebensraum” yani “Yaşam Alanı” yaratmak için büyük bir bölgeyi ele geçirmek için plan yapıyordu. Sovyetler Birliği’nden sonra sıra Orta-Doğu ve Kuzey Afrika’ya gelecekti. Hitler, Aryan ırkının Orta-Doğu’da ortaya çıktığına ve buradan dünyaya yayıldığına inanıyordu.
1935 yılına kadar “Persia” yani “Acemistan” kelimesi kullanılıyordu. Ahameniş İmparatorluğunu kuran Kiros (Cyrus), Parsa isimli etnik bir gruba mensuptu. Yunanlılar, bu nedenle Kiros’un ülkesini “Persia” olarak adlandırdılar. Osmanlılar ve Araplar, İran’a “Bilad-i Acem / Acem Ülkesi” adını verdiler.
Hitler, Avrupa’da güç kazanıyor, Aryan propagandası yapıyordu. İran Şahı, Almanların dostluğunu kazanmak için 21 Mart 1935 tarihinden itibaren yabancıların kendi ülkelerine “Persia” yerine “Iran” demesini şart koştu. “Iran”, Aryan ırkının ülkesi anlamına geliyordu.
Eğer Hitler, Sovyetleri ele geçirseydi en önemli müttefiki Farslılar, Kürtler, Osetler vb Aryan ırkına mensup diğer halklar olacaktı.
ZEHİRE ALERJİMİZ VAR
Sovyetler Birliği ilan edildikten hemen sonra Lenin, 5 Aralık 1917 yılında “Çeka” isimli gizli polis örgütünü kurdu. “Çeka”, acımasızdı. Sonraki yıllar “Çeka”nın ismi defalarca değişti, en sonunda “KGB” adıyla bilinir oldu ama kendi aralarında “Çekist” kelimesini kullanmak alışkanlığından vazgeçmediler.
Çeka’nın en önemli görevlerinden birisi, önemli yabancı ve yerli devlet adamlarını zehirlemekti. Örneğin, yabancı bir devlet adamı Sovyetleri ziyaret eder, konuyla ilgili üst düzey pazarlıklar yapılır. Artık pazarlığın son aşamasına gelinmiştir. Masaya oturulur. Misafirin çayına zehir katılır. Eğer pazarlık istenildiği gibi olumlu sonuçlanırsa hemen ardından içinde panzehir olan çay ikram edilerek misafir devlet adamının ölümü engellenirdi. Yoksa da Allah rahmet eylesin!
Bunu bilen iki yabancı devlet adamı KGP kökenli ünlü Çekist Putin’i ziyarete giderler. Amaçları petrol satışlarıyla ilgili pazarlık yapmaktır. Masaya otururlar. Pazarlık başlamadan önce Putin, kendi eliyle, misafirlerine çay ikram etmek ister. Elbette çayda zehir falan yoktur. Ancak her iki devlet adamı hızlı davranıp ellerini “hayır” anlamında havaya kaldırır, “Çok teşekkür ediyoruz Bay Putin! Zehre alerjimiz var,” derler. Putin, bu şakayı çok sever, misafirlerinin bütün isteklerini kabul edip onların memnun ayrılmasını sağlar.
Putin çay ikram ediyor, ama misafirler nazikçe reddediyor
İSRAİL GERÇEKLİĞİ
14 Mayıs 1948’de kurulan, Konya’nın yarısı kadar yüz ölçüme sahip 10 milyonluk (Nüfusun %20’i Arap) İsrail hakkında ilginç bazı gerçekleri sıralamak isterim:
- İsrail, dünyada ağaç ve orman sayısını en fazla artıran ülkedir.
- Nüfus başına dünyada en fazla müzenin olduğu ülkedir.
- Ölü Denizin yüzeyi deniz seviyesinden 430 m aşağıda olup dünyanın en alçak yüzey seviyesini oluşturur.
- Dünyanın en büyük güneş enerjisi üretim merkezi İsrail’in Negev Çölünde, 80 km karelik bir alanda kurulmuştur.
Dünyanın en büyük güneş enerjisi üretim merkezi (Aşalim Santrali)
5. Nüfus başına dünyada en fazla üniversite mezunu İsrail’dedir.
6. Dünyada girişimci şirketlerin en yoğun olduğu ülke İsrail’dir.
7. Dünyada kadın ve erkeklerin mecburi askerlik hizmetine tabi olduğu tek ülke İsrail’dir. Erkekler üç yıl, kadınlar iki yıl askerlik yapmakla mükelleftirler.
8. Dünyada çölde ekim yapılan tek ülke İsrail’dir. Ülkenin %60’nı kaplayan Negev Çölü her geçen yıl daha da yeşillenmekte, tarım alanları açılmakta, hayvan yetiştiriciliği yapılmaktadır.
KİNYAS HUN FIKRASI
KURSİ NAŞİN
Kinyas Hun, her önüne gelenin masasına oturmasından rahatsızlık duyardı. Masaya teşrif edeceklerin bunu hak etmiş olması gerektiğine inanırdı. Ancak, dinleyen kim? Önüne gelen iskemleyi çekip masaya yaklaşır, Kinyas Hun’un literatürüne uygun olmayan sözler edip canını sıkar, üstelik çay parasını vermeden ortadan sıvışırdı.
İşte böyle bir günde, Kinyas Hun, gazetede ilginç bir haber okur: Hindistan, İngiliz sömürgesiyken, Hintlilerin, İngilizlerin olduğu bir mekânda iskemleye oturabilmesi için “Kursi Naşin” denilen bir “Oturma Sertifikası” taşıyor olmaları gerekiyormuş.
Kinyas Hun, bu habere sevinir. O günden sonra masasına gelenlere, “Kursi Naşin sertifikan var mı? Varsa oturabilirsin!” demeye başlar. İnsanlar da bu soruya bir anlam veremez, “Hayır!” deyip uzaklaşırlardı.
İngiliz sömürgecilerin Hintlilere verdikleri “İskemleye oturma hakkı” sertifikası (Kursi Naşin)
Dostlarından birisi merakla sorar:
“Kinyas Abi, Kursi Naşin sertifikasını nasıl elde edebilirim?”
“Kaymakamlığa müracaat etmeniz gerekir.”
Kinyas Hun’un hoş sohbetine hasret kalan dostları Kaymakamlığa müracaat edip, “Oturmayı hak kazanmak için Kursi Naşin sertifikasının tarafıma verilmesini saygılarımla arz ederim,” türünden dilekçeler yazarlar. Dilekçeler üst üste birikince Kaymakam merak eder, “Kursi Naşin Sertifikası”nın ne olduğunu Ankara’ya yazar.
Aldığı cevap ilginçtir: “Kursi Naşin, yabancılara verilen oturma belgesidir. Vatandaşlar için böyle bir belge gerekmez. T.C. kimlik kartını göstermek yeterlidir.”
Kaymakamlık yapılan müracaatlara cevap verir: “T.C. kimlik kartını göstermeniz yeterli olacaktır.”
Dostları, Kinyas Hun’un masasına yaklaşır, kimlik kartlarını çıkartıp uzatır, Kinyas Hun da kimlik kartlarını dikkatlice inceler, istediklerini kabul eder, istemediklerine de “Bu resim sana hiç benzemiyor. Derhal kaybol! Bir daha da gözüme görünme,” diyerek reddederdi.
(Soldan sağa) Ali Yiğit, Kinyas Hun, Yaşar Aydın, Ahmet Hun, İsmail Güneş
(Vefat edenleri rahmetle anıyorum. Mekânları cennet olsun!)