Son Yazılarımız

FIRILDAK

Loading

IĞDIR’IN İLK VE SON MİZAH GAZETESİ: FIRILDAK

Değerli okuyucular! Her şeyden önce mutlu ve huzurlu 2020 yılı diliyorum. Bugünkü yazımda Iğdır’ın ilk (ve son) mizah gazetesi Fırıldak’ı sizlere tanıtmak istedim.

Bildiğiniz gibi Kafkas halkları mizahı sever. En ciddi polemikleri bile iğneleyici bir ustalıkla mizah arenasına taşır, yerel kelime ve deyimlerle süsler. Kıvamını bulan deyim ve cümleler nihayet ağızdan ağıza dolaşarak kamuoyuna malolur. Örneğin Avukat (sonraki yıllar Milletvekili) Cengiz Ekinci, Kars’ta siyasi bir çatışmanın neden olduğu çetin bir polemik ortamında Kars valisi için gazetesinde “yoksa dıbızlarım ha!” cümlesini icatederek, sadece Valinin direnişini paramparça etmekle kalmamış, ta bu günekadar gönüllerde yer eden bir mizah güzelliğini de efsaneleştirmişti.  Vali, Cengiz Ekinci hakkında şikayetçi olur. Mahkeme salonunun da Cengiz Ekinci, Hakim ve Savcı için de “yoksa dıbızlarım ha!” diye karşı gelince olaylar yeni bir boyut kazanır. Hakim ve Savcı, “dıbızlamak” kelimesinin ne anlama geldiğini bilmedikleri için, bir bilirkişi heyetinin oluşturulmasına karar verilir. Bilirkişi de “dıbızlamak” kelimesinin tam olarak ne anlama geldiği yönünde bir karara varamayınca, Hakim çaresiz bir şekilde Cengiz Ekinci hakkında açılan mahkemeyi, “Dıbızlamak kelimesinin anlamı tam olarak anlaşılamadığından,” notunu düşerek sonlandırır.

Cengiz Ekinci avukatlık hayatına ilk Iğdır’da başladığı için burada edindiği dostları da boş durmaz ellerindeki gazetelerde içinde “dıbızlamak” geçen kelimelerle onlarca şiir yazarak Cengiz Ekinci’ye destek çıkarlar. Kısacası siyasi mizah ustası Cengiz Ekinci Ayhavar gazetesini Kars’taçıkarınca (6 Kasım 1952), çok geçmeden Mecit Hun da eski dostu Cengiz Ekinci’den ilham alarak Fırıldakgazetesini Iğdır’da çıkararak bir eksiği kapatmaya çalışır (21 Ocak 1953).

Fırıldakgazetesi, Iğdır’ın ilk mizah gazetesidir. Üzülerek belirtmeliyim ki, bu güne kadar Iğdır’ımız, ikinci bir mizah dergi veya gazetesine hâlâ kavuşamadığı için, Fırıldak gazetesinin Iğdır kültür tarihindeki yeri oldukça önemlidir. Fırıldak gazetesinde Mecit Hun kendisine “Fırıldakçı” mahlasını uygun görmüştür.

İsterseniz bir yandan Fırıldak gazetesinde yer alan bazı bölümleri size aktarayım bir yandan da Iğdır’a mal olmuş tarihi anekdotları araya sıkıştırayım. Hiç olmazsa yeni yıla ağız dolusu bir kahkaha veya nazik bir gülümsemeyle başlayalım.

***

MÜCAHİT’İN ÖN AÇIKLAMASI: 1953 yılında Iğdır, Kars’ın bir ilçesidir. Iğdır’da seçilen İl Genel Meclisi üyeleri toplantı için sık sık Kars’a gitmek zorundadırlar. Ancak bu görevi hakkıyla yerine getirmeyen iki İl Genel Meclisi üyesi Fırıldak’ın dikkatini çeker. Anlaşılan o yıllar İl Genel Meclisi üyelerinin aylığı 1200 TL’dir. Şimdi habere göz atalım:

HABER:

FIRILDAK GAZETESi    Tarih: 21 Ocak 1953

(Çarşamba Günleri Çıkar Haftalık Mizahi Gazete)

SAHİBİ: MECİT HUN YIL: 1 SAYI: 1

DÖRT KELİMEYE 1200 BANGNOT

İl Genel Meclisi mensuplarından Eşref Kaya ile Timur Toksöz 39 gün izinli kaldıktan sonra Meclisin 40’ncı günü son içtimada hazır bulunarak hakkı huzurlarını (maaşlarını) hak (!) etmişlerdir. Bizzat hazır bulunduğumuz bu toplantıda Timur Toksöz 3 ve EşrefKaya da 1 kelime konuşmak suretiyle Iğdırlılar tarafından kendilerine tevdi edilen  (verilen) hizmeti ifa etmişlerdir.

***

MÜCAHİT’İN AÇIKLAMASI: Iğdır Daimi Komisyon Üyesi Musa Doğan Kars’ta tuzağa düşürülür.

HABER

SAHİBİNİN İŞİ: FIRILDAKÇI 21 OCAK 1953

MESUL MÜDÜR: MECİD HUN YIL: 1 SAYI: 1

ADRES: M. ÇAVUŞ CAD. NO:28-A  (Bedava okunması günahtır.10 kuruşu veren okuyabilir).

HABER

İki fırıldakçı üyemiz 4 kelime ile 1200 papel koparmışlardır.

ŞEYH DOĞAN’A ĞILLİYİ GİYDİRDİLER

Bir ilden (yıldan) beri ayda 300 banginotla (lira)bığını (bıyığını) yağlayan vilayet daimi komisyon azamız Şeyh Doğan’ın çöreğini elinden alarak İdir’e yolcu elediler.

Allah baistin evini darma diyar elesin!.

***

MÜCAHİT’İN ÖN AÇIKLAMASI: O yıllar Iğdır Belediye Başkanı Mir Ali (Mireli) Ural, Kars Belediye Başkanı Nevruz Gündoğdu, Tuzluca Belediye Başkanı Hüseyin Bayram’dır. Fırıldak bu başkanları hedef alır.

HABER

BELEDİYE REİSLER ARASINDA NAKİLLER

Esaslı haberler almakla meşhur ve maruf bulunan NadirTaşdemir’den öğrendiğimize göre Kars, Tuzluca ve Iğdır Belediyebaşkanları arasında nakiller yapılmıştır.Ekmekçilik mevzuundaki ihtisas ve tecrübesinden bilistifade Kars’ınekmek davasını hal etmek ve Ankara’da yaptırdığı klişelerini Ekinci’de bolbol bastırmak üzere Tuzluca reisi Hüseyin Bayram Kars’a, Topal’ın (Cengiz Ekinci) dıbızından bizar olan Narvız Iğdır’a, Mireli de Tuzluca belediye işleriniyoluna koymak üzere Tuzluca belediye başkanlığına tayin edilmişlerdir.

KANDRABATÇI KELBAY ASKER EMMİ BİR HACIDAN YUMUŞAK KAZIK YEDİ

Geçenlerde sayın kaymakamımızı kafesleyerek kazık marka bir pamuk satışı yapan Melekli Kelbay Esker emminin pişmiş aşına muhterembir hacımız tarafından su katılmıştır. Bu yumuşak pamuk kazığından sinirlenen Esker emminin pes dediği Hacımızı yarın siz tahmin edin!…

KARS ŞEHİR KULÜBÜNÜN ASAYİŞİNDEN ŞİKAYET

Kars’ın Fırıldak muhabirinden aldığımız habere göre, Şehir Kulübü poker odasındaki asayişsizlikten Cumhuriyet Halk Partililer şikayet ederek durumun ıslahını ilgililerden talep etmişlerdir. Rasim Hoca verdiği dilekçede bir gün olsun gönül rahatlığıyla poker oynayamadığından şikayetçi olduğunu belirtmiştir.

***

MÜCAHİT’İN ÖN AÇIKLAMASI: Aziz Güney ve Ali Orkun 1948 yılında Iğdır’ın ilk sineması olan ARAS’ı hizmete sokarlar

HABER

SİNEMACILARIN KURNAZLIĞI

Her film için ilan edilmek üzere ayrı bir reklam külfetindenkurtulmak isteyen fırıldakçı sinemacılarımız, yerli yabancı eski yeni bütün filmler için muteber olmak üzere aşağıdaki müşterek rakamı hazırlayarak birsuretini gazetemize vermişlerdir:“Aşk, macera, cinayet, saadet, fedakarlık, en güzel sahnelerle mücehhez (donanmış); mevsimin en muazzam, mutantan (görkemli), muhteşem müstesna filmi(???) Aras sinemasında gösterilecektir.Loca ve mevkiler kapanmak üzeredir. Bu harikulade filmi mutlaka görmelisiniz. Yer temini için acele ediniz.”

***

MÜCAHİT’İN ÖN AÇIKLAMAM: 1828 yılından önce Iğdır bölgesi İran Hanlıklarının yönetimindeydi. O yıllarda kullanılan para biriminin adı da ŞAH’dır. Iğdır’dan İran’a (o yıllar Erivan da İran hanlığıdır) doğru gitmek isteyenler için en büyük zorluk Aras nehrini kazasız belasız geçmektir. Her geçiş için kılavuza altı Şaha ödemek gerekmektedir.

HABER

ALTI  ŞAHA

Eskiden Aras nehrini geçmek isteyenler, kayık ve köprü bulunmadığından kılavuzlara müracaat eder ve kafile halinde geçerlermiş. Maişetlerini (geçimlerini) kılavuzluk yapmakla temin eden iki arkadaş her şahıstan 6 Şaha almak suretiyle Aras’ın geçit yerlerindenmüşterilerini geçirirlermiş.

Bir gün iki arkadaş bir kafileyi yine Aras’tan geçirirlerken, kafileninarkasından gelen ve akıntıya kapılan yolcuları kılavuza haber vermeklevazifeli bulunan Ali, kılavuzluk yapan Hasan’a seslenir:

“Ulan Hasan! Abbasali aktı..” (Yani suya kapılıp gitti!)

6 Şaha almaktan başka bir gailesi olmayan Hasan sinirlenir ve Ali’ye şu cevabı verir.

“Beynimi aparma, koy ağsın, olmasın onun da 6 Şahası…”

 ***

MÜCAHİT’İN AÇIKLAMASI: Fırıldak gazetesi okuyucularından mektup almakta ve bu yazıları Fırıldak Postası bölümünde yayımlamaktadır

HABER

FIRILDAK POSTASI

BİRİNCİ MEKTUP

Bay Hasan Tezel Değirmenci IĞDIR

Sual: İran’a gideceğim. Gürbulak kapı karakolunda soyulmamak için neyapmalıyım?

Cevap: Kolayı var beyim. Dil Gazetesi sahibi Mecid Hun’dan bir tavsiye mektubu alırsınız.

İKİNCİ MEKTUP

Bay Ali Yeniaras Avukat KARS

Soru: Cengiz’in Ayhavar’ı yetmez mi, sen de başımıza fırıldak çıkardın?

Cevap: Yanılıyorsun! İki gözüm. Fırıldaksız Ayhavar olmaz. Benfırıldakları tespit ederim. Cengiz de havar eyler.

ÜÇÜNCÜ MEKTUP

Sayın Bederi Münir Şefkatli Avukat ve Yayla Gazetesi Baş Yazarı AĞRI

Soru: Ayhavar isminin manasını bilmiyorum. Lütfen izah eder misiniz?

Cevap: Cengiz de bilmiyordu. Fi tarihinde Hacı Kulem (Hacı Gulem Parlar) emmi, fırıldaklı bir pamuk satışından dolayı emniyet makamlarından müsaade almadan sokakortasında bir sandalyenin üzerine çıkmış ve “Ayhavar! Goymayın Eşref (Başaran) apardı” diye bağırmıştı. Sonra anladık ki ayhavar “imdat” manasına imiş!

Mamafih zahmet buyurup bir gün Iğdır’a teşrif ederseniz, bu defa ortakların Hacı emminin derdinden nasıl “ay havar” eylediklerini görebilirsiniz.

DÖRDÜNCÜ MEKTUP

Latif Polat  İnşaat Müteahhitti IĞDIR

Soru: Ben apartman yapmayı öğrendiğim halde kravat bağlamasınıöğrenemedim. Ne dersiniz?

Cevap: Kusura bakmayınız. Sen, Timur Toksöz ve Sadık Tezel, kravat bağlanmasını öğrenirseniz dahi her gün biraz daha yoğunluyup kısalan boynunuza gelecek kravatta zor bulunur.

 ***

MÜCAHİT’İN AÇIKLAMASI: İş Kanunu gereği tayini Iğdır’a çıkmış ve Azerice bilmeyen bir müfettiş FIRILDAK gazetesine baskın yapar. Mecit Hun gazeteyi tek başına çıkarmaktadır.

HABER

İŞ MÜFETTİŞİ VE BİZ

Fırıldağımızın klişesini hazırlıyordum ki kelli felli silindirli bir zat kapıyı da çalmadan içeri girdi. Hal hatır sormadan, çalışma müfettişi olduğunu hatırlattıktan sonra:

“Gazetenin sahibi siz misiniz?”

“Beli…”

“Başmuharririniz?”

“Dilsiz”

“Neşriyat müdürü?”

“Fırıldakçı”

“Mürettip?”

“Menem”

“Satıcı”

“Özümem”

“Muhabiriniz var mı?”

“Vardı begim. Allah tufağını yığsın, başımıza kelek geldi. İmdi Mecid Hun yapır”

“Demek ki sizinle birlikte 6 kişi çalışıyorsunuz değil mi?”

“Beli”

“İş kanununa göre bu işçilerin her türlü zaruri masraflarını teminedeceksiniz. Burası iş yeri olduğuna göre, iş kanununa göre hareketetmediğiniz taktirde hakkınızda takibat yapılacak”

“Baş üste…”

Müfettiş söylediklerimden bir şey anlamamakla beraber muazzam bir matbaa sahibi ile karşı karşıya olduğunu tahmin ederek bize bir de silindir çıkararak ayrıldı.

ZEMANE FIKRALARI

KIZ İLE ANNESİ

“Kızım, böyle gece yarılarına kadar kalma. Komşumuz görse ayıp olmaz mı?”

“Neden ayıp olsun ki anne? Komşunun oğluyla beraberdim”

KOCASININ LÜTFÜ

“İlk kocamın bana yaptığı iyiliği ömrümün sonuna kadar unutmam”

“Neden?”

“Bilmeyecek ne var? Evlendikten on gün sonra öldü. 15.000 liramiras bıraktı. Bundan daha büyüklük iyilik olur mu?”

CAN DEMİŞEM!

Bir dostuma Ankara’dan bir zarf geldi.

“Fi tarihinde bilmem hangi yüksek makama yazdığı bir dilekçe pulsuz olduğundan, 16 kuruşluk damga pulu ile 50 kuruş ceza ki cem’an (toplam) 66 kuruşun tahsili emredilmektedir”

Zarfın üzerine de 60 kuruş posta pulu yapıştırılmış.

FIRILDAK GAZETESİ SON

***

Değerli okuyucularım! İsterseniz Iğdır mizah antolojisinden birkaç fıkrayla bugünkü yazımı tamamlayayım.

ŞARAP VE SİYASET

1940’lı yılların Iğdır’ında iki yerde kaliteli şarap üretilirdi: Taşburun’daki Altunzade Çiftliği ve Nağı Odoğlu’nun özel üretim tesisi. İki şarap arasında her ne kadar gizli bir rekabet olsa da her ikisi de gerçekten son derece lezzetlidir, ikisi arasında bir ayrım yapmak haksızlık olacak gibidir.

O yıllar Iğdır Belediye Başkanlığı için acımasızca yarışan iki isim vardır: Osman Ataman ve Rıza Yalçın.

Yine bir seçim zamanıdır. İlçede gerginlik son haddine ulaşır. Buna müdahale etmek isteyen eşraftan kimseler heyet halinde her ikisini ziyaret edip aynı masada birlikte konuşmaya ikna ederler.

Toplantı başlar. Osman Ataman ve Rıza Yalçın, her biri masanın bir ucunda, birbirlerine sert bir şekilde bakmaktadırlar.

Masaya önce Altunzade Çiftliği şarapları servis edilir. Şaraplar içilir, gerginlik azalır. Çok geçmeden bu kez NağıOdoğlu şarapları masaya servis edilir. Gerginlik daha da azalır.

Hatta Osman Ataman, bir ara kendini tutamaz, görüşünü beyan eder:

“Bu şaraplar gerçekten çok lezzetli, ikisi arasında ayrım yapmak çok zor.”

Bu kez siyaset konuşulur. Durum tekrar gerginleşir. Osman Ataman, Rıza Yalçın’a döner, şöyle der:

“Bırakalım eşraf (ileri gelenler) karar versin kimin belediye başkanı olacağına!”

Bu iddialı teklife Rıza Yalçın sessiz kalmaz, “Kabul!” der.

İleri gelenleri bir huzursuzluk, bir düşünce alır ki sor-mayın. Kimin yanında olmaları gerekir? Ya desteklemedikleri aday vazgeçmeyip aday olsa ve seçimleri kazansa? Korkunç bir senaryo!

Sonunda bir sözcü seçerler, o da iki başkan adaya gider, eşrafın kararını açıklar:

“Siz ikiniz masaya servis edilen şu iki şarap gibisiniz. İkiniz arasında bir ayrım yapmamız çok zor!”

SERSERİ KOLİ

Iğdırlı Oruç Vurgun, İstanbul’da Iğdır Nakliyat Ambarı’nı kurar (1955) ve kısa zamanda işlerini büyütür. Önceleri sadece Iğdır’daki tacirlerin mallarını göndermek amacıyla kurduğu nakliyat şirketi, talep ve ilgi artınca Doğu Anadolu’daki tüm şehirlere hizmet vermeye başlar.

Oruç Vurgun gerçek bir kitapseverdir. Fırsat buldukça önemli dünya klasiklerini okur. 1970’li yıllarda Iğdır’da kitap okuyanların sayısı gittikçe azalmaktadır. Sağ-sol ideoloji el altından kendi yollarıyla kitaplarını gençliğe ulaştırdığı için ve revaçta sadece ideolojik kitaplar olduğundan kitabevleri artık klasik kitap siparişi vermez.

Bir gün bir koli İstanbul’dan Iğdır’a gönderilir. Ne hikmetse bu koli yanlış bir kargoyla Kars’a gider, sonra da Erzurum’a sonra da Ağrı’ya… Koli nerdeyse bütün illeri dolaşır ama Iğdır’a gitmez.

Koliyi bekleyen müşteri İstanbul’a telgraf çeker, durumu bildirir. Oruç Vurgun işinin düzgün yapılmasına önem veren birisidir. Kolinin bulunması için derhal gerekli talimatı yardımcılarına iletir.

Nihayet aranan koli dönüp dolaşır, İstanbul’a Oruç Vurgun’un masasına gelir: Oruç Vurgun koliye bakar, şöyle der:

“Dene görüm ay gardaş! Niye Iğdır’a getmek istemirsen.”

Rivayete göre Oruç Vurgun kendi çakısıyla koliyi açar, içinde dünya edebiyatının en gözde eserleri vardır.

Gözleri sulanır:

“Men de olsam vallah billah getmem Iğdır’a!”

ZEHLEM GEDİR (NEFRET EDİYORUM)

Kız evine bir elçi gelir:

“Menşure Hanım, Memed’in oğlu Abbas’ın gözü sizin qızdadı. Hele bir sor, qız da onu istiyir mi?”

Menşure Hanım, kızını yanına çağırır, durumu anlatır:

Kızın cevabı kesindir:

“Ay ana valla zehlem (nefret) gedir ondan!”

Menşure Hanım başlar anlatmaya:

“Ay qız sen ne danışırsan! Mahallenin en zengini onlardı. Her yerde qoxumları (akrabaları) var.”

Kız biraz meraklanır, yumuşar. Menşure Hanım anlatmaya devam eder:

“Gardaşlarının hammısı parada puldadı. Üç manifatura dükkânları var. Abbas’ın özü (kendisi) de indi İstanbul’a gedip mal getirmeye.”

Kız daha da yumuşar:

“Ana, Abbas ne vaqt qayıdacak(dönecek)?”

Menşure Hanım konuşmasını sürdürür:

“Abbas’ın bir amcası İzmir’de, bir amcası Almanya’dadır. Ne isteseler ellerinin altındadı.”

Kız bu kez endişeyle sorar:

“Ay ana! Ne deyirsen, Abbas meni alar?”

HELE Kİ KOYASAN AY HESEN

Iğdır’da bir bağbozumu günüdür. Gülsüm Hanım üzüm pekmezi yapmaya karar verir.

Eşi, çizmelerini giyer, siyah üzümleri uzun uzun çiğner, şırasını çıkarır. Gülsüm Hanım kocaman bir kazanı bahçede hazırladığı ateşin üzerine koyar, şırayı kaynatmaya başlar. Hesen Emmi de yanı başında durur, elinde tuttuğu kaplardanbir yemek kaşığı ölçüsünde kireç ve odun külünü karısının komutuyla kazana atar. Gülsüm Hanım bir yandan dibi tutmasın diye kazanı kepçeyle karıştırırken diğer yandanda eşine seslenir:

“Ay Hesen, biraz kireç koy görüm!”

“Ay Hesen, biraz odun külü koy görüm!”

Zaten bütün gün üzümleri çiğnediği için kendini yorgun hisseden Hesen Emmi ayakta durmaktan ve karısının verdiği komutlardan yorgundur:

“Avrat, hele ki yetme di?”

“Yox, hele ki koyasan ay Hesen.”

Akşam olur. Yorgun düşen çift yataklarına çekilir. Yediği pekmezin afrodizyak etkisinden mi bilinmez ama ge-cenin bir yarısı Hesen Emmi uyanır, büyük bir şehvet ve arzuyla karısının üzerine atlar. Gülsüm Hanım da geri kalmaz, birlikte şiddetle sevişmeye başlarlar. Bir ara Hesen Emmi yorgun düştüğünü anlar, eşine sorar:

“Avrat, hele ki yetme di?”

“Yox, hele ki koyasan ay Hesen.”

Bir zaman daha sevişmeye devam ederler. Hesen Emmi gerçekten yorgundur. Biraz kızgınlıkla tekrar sorar:

“Avrat, hele ki yetme di???”

“Yox, hele ki koyasan ay Hesen.”

Hesen Emmi dayanamaz patlar:

“Ay avrat, bu pekmez yapmaya benzemir. Elimde ne kireç kaldı ne de odun külü.”

ZELZELE OLSUN

Köyden gelen iki Kürt Iğdır sokaklarında dolaşmakta-dırlar. Uzaktan müzik sesi duyar, o tarafa yönelirler.

Bir Azeri düğünü vardır. Şah Abbas’ın oğlu Kral ve ekibi görkemli elbiseleri içinde Şeyh Şamil oyununu oynamaktadırlar. Erkekler ellerini kartal kanatları gibi açmış uçarken kızlar da sülün gibi süzülmektedirler.

Oyunun en hareketli anında oyuncular ayaklarını ze-mine öylesine sert vururlar ki yer titrer.

İki Kürt’ten biri haset ve kıskançlıkla oyuna bakmaktadır. Arkadaşı dirseğiyle dürter:

“Tu dibejîerddiheje!” (Sanki zelzele oluyor!)

“Keşke! Zelzele olsa da bu ev onların başına yıkılsa!”

İki Kürt ayrılırlar, başka bir sokağa saparlar. Kulaklarına yine müzik sesi gelir.

Azeri bir ailenin sünnet düğünü vardır. Sünnet edilecek çocuk başında kırmızı takkesi, üzerinde Şehzade sünnet kıyafeti ve çapraz olarak elbisenin önüne takılan “Maşallah” yazılı kumaş şeridi ve elinde asasıyla şatafatlı bir şekilde koltuğa oturmuştur. Bahçede yemek kazanları kaynamakta, müzik çalmakta, kocaman bir telaş yeri göğü adeta titretmektedir.

Arkadaşı dirseğiyle dürter:

“Tu dibejîerddiheje!” (Sanki zelzele oluyor!)

“Keşke! Zelzele olsa da bu ev onların başına yıkılsa!”

İki Kürt ayrılır, başka bir sokağa saparlar. Kulaklarına yine müzik sesi gelir.

Bu kez bir Kürt düğünüdür. Akşam olmuştur. Küçük bir bahçede 40 voltluk sönük bir ampulün ışığında insanlar karaltılar halinde, isteksiz şekilde sağa sola gitmekte, davulcu ve zurnacı hayatlarından bıkmış halde, düğün bitse de gitsek tarzında, uyumsuz olarak çalmakta, bir kadın sesi, “Zûbikin! Zûbikin! (Acele edin!)”diye önüne geleni azarlamaktadır.

Şatafatlı Azeri düğün ve sünnet merasimine haset eden Kürt, bu manzara karşısında içi burkulur, dayanamaz, şöyle der:

“Keşke zelzele olsa, bu ev bunların da başına yıkılsa!”