Son Yazılarımız

IĞDIR VE AĞRI DAĞI İSYANI (3)

Loading

1928 YILI: AF VE SİYASİ KİMLİK

1928 yılında iki önemli gelişme aynı anda yaşanır:

BİRİNCİSİ, 1926 yılında sürgüne gönderilen Ağa ve Beyler affedilir, memleketlerine dönmelerine izin verilir. Geri dönen ağa ve beylerin çoğu haksız bir sürgünün vermiş olduğu kızgınlık ve hayal kırıklığıyla Ağrı Dağı İsyanına sempati duyar, destek verirler. Garip bir durum ortaya çıkmıştır: Daha on yıl önce, Doğu Anadolu’da, Bayezid ve Iğdır bölgesinde, Ermeni ve Êzidi güçlerle çatışan hatta katliam yapan Hamidiye Alayı liderleri şimdi Ermeni Taşnak örgütüyle birlikte hareket ediyor, birlikte bağımsızlık için işbirliği yapıyorlardı. Daha önce dediğim gibi Ağrı Dağı İsyanı kendi içinde anlaşılması zor denge ve eğilimleri barındırmıştır.

İsyan bölgesinde tek bir Ermeni vardır: Zîlan Beg. Arada bir gelip giden Ermeniler vardır ama onların amacı bağlantı sağlamak ve istihbarat bilgisi ulaştırmaktır. Bölgede uzun süreli kalmazlar.

İsyana katılan Kürt aşiretleri bir yandan Hoybun’un etkisiyle ideolojik anlamda “Bağımsız Kürdistan” ülküsüyle tanışmakta bir yandan da Şeyh Sait İsyanı sonrasında bölgede oluşturulan askeri baskıya ve zulme karşı bir “direniş” için mücadele etmektedirler. Bazen iki bileşen yani Bağımsız Kürdistan ve Askeri Baskıya Direniş örtüşmekte, bu da bir anlamda İhsan Nuri Paşa’nın işini kolaylaştırmaktadır. Ne zaman ki özellikle İran’daki Ermeni diasporasından isyana askeri birlik gönderme isteği gelse, özellikle İbrahim Ağa geçmişte yaşanan kötü hatıraların canlanmasından korktuğu için buna izin vermezdi. Hatta bazı kitaplarda Sovyet Ermenistan’ındaki Ermenilerin kendi aralarında gönüllü savaşçı grupları oluşturdukları, Aras nehrini geçerek Ağrı Dağı İsyanına destek vermek istedikleri yazılır. Bu iddia iki nedenden dolayı doğru olamaz: Birincisi, sınır boyu Sovyet askerlerince sıkı bir şekilde korunuyordu. Tek bir insanın bile geçişi neredeyse imkansızdı. İkincisi, o yıllar Sovyet Ermenistan’ında ciddi bir Müslüman Kürt nüfus vardır. Eğer Ağrı Dağı İsyanına bir yardım ulaştırılacaksa önce bu Kürtlerin harekete geçmesi beklenirdi.

İKİNCİSİ, İhsan Nuri Paşa kuryelerle Bitlis, Van, Muş, Ağrı bölgesindeki aşiret liderlerine özel çağrı yapar, harekete katılmalarını ister. Kısa sürede Ağrı Dağı İsyanın etki alanı geniş bir coğrafyaya yayılır. 1926-28 yılları arasındaki direniş hareketini, “bir avuç eşkıya” olarak değerlendiren Cumhuriyet Hükümeti yeni durum karşısında panikler, yeni bir Şeyh Sait İsyanına meydan vermemek için daha çok askeri birliği Ağrı Dağı bölgesine sevk eder.

Asker kökenli İhsan Nuri Paşa Kürt güçlerini “deste” adı verilen gerilla grupları halinde örgütler, vur-kaç taktiğiyle ordunun Ağrı Dağı’nda ilerlemesine engel olur. Burada “deste” örgütlenmesi fikri her ne kadar İhsan Nuri Paşa’ya ait olsa da bunun uygulamada sorumlusu İbrahim Ağa’dır. Çünkü Ağrı Dağı bölgesini adım adım bilmektedir. Ancak zamanla her “deste” kendi başına buyruk bir tavır içine girer, merkezi otorite yapısı bir anlamda çöker. Bu gerçeklik pek bilinmez. Ağrı Dağı İsyanının başarısızlığa iten faktörlerden birisi de iyi bir koordinasyon ve askeri disiplinin oluşturulamamasıdır.

Önemli “deste” liderlerini saymak gerekirse: İbrahim Ağa, Ferzende Beg, Halis Öztürk (Hamidiye Alayı komutanı Abdulmecit Bey’in oğlu), Seyitxan, Süleyman Ahmed, Şeyh Zahır ve kardeşi Şeyh Abdurrahman ve Kör Hüseyin Paşa’nın iki oğlu Nadir ve Mehmet. Ayrıca Şemkan aşiretinden Temıre Şemki, Çarxê, Osê ve Fettto gibi savaşçılar cesaretleriyle ün kazanmışlardı.

Iğdır’dan Erzurum’a, oradan Bitlis’e uzanan geniş bir coğrafyada yaşayan Kürt aşiretleri kendi güçleriyle orantılı bir vur-kaç savaşçı gücü oluşturmuş, Ağrı Dağına ilerleyen ordu güçleriyle savaşarak onları taciz etmiş, isyan bölgesine ilerlemelerine engel olmaya çalışmışlardır.

Asıl vurucu ve “deste” liderleri daha çok Ağrı Dağı eteklerinde veya yakın köy ve kasabalarda etkinliklerini devam ettirmişlerdir. Şunu da ifade etmem gerekir ki ordu güçleri Ağrı Dağı eteğinden zirveye doğru ilerlemek istediğinde “deste” güçleri olağanüstü kahramanlıklar göstermiş, ellerindeki çok az insan, silah ve mühimmatla ölümüne bir direniş sergilemişlerdir. Bu konuyla ilgili çok anlatım vardır. Ancak ben daha çok genel çerçeveyi çizmekle yetiniyorum.

O yıllar 12 yaşında bir çocuk olarak babasının yanında isyan yerinde bulunan -İbrahim Ağa’nın oğlu- Hacı Abdullah Çoktin önemli savaşçı isimlerini anılarında bizlere aktarır:

“Şemkan (Şemkî) aşireti mensupları isyana katılanlar arasında en vurucu ve mücadeleci olanıydı. Otuz hane kadar gelmişlerdi. Temır, Çerxe, Celil, Yusuf, Nadır, Fetto gibi cesur ve gözü pek savaşçılar isyan hareketinde cesaretleriyle bilinir olmuşlardı. Gêloi aşiretinden (Doğubayazıt tarafındaki Gêloîler) Mısto, Davo ve Celil kardeşler, Cihangir ve Mıhê de büyük kahramanlıklar gösterdiler. İbrahim Ağa özellikle Mısto’yu yanından ayırmazdı.”

Diaspora ve İran’da yaşayan Ermeniler kendi aralarında para toplar, isyancı güçlere lojistik destek sağlardı. Hacı Abdullah Çoktin bu durumu şöyle özetler:

“Bir gün kamp yerine birisini adı Zilan, iki Ermeni gelmişti. Yanlarında üç kilo kadar altın vardı. Tebriz ve Tahran Ermenileri bağış toplayıp göndermişlerdi. Zilan’ın getirdiği erzak yardımı arasında 10-15 adet telli telefon ve bir bölük askeri donatacak elbise ve giyecek de vardı. Babam ve İhsan Nuri için de birer paşa rütbeli özel elbise yaptırılmıştı. Ermeniler ayrıca, silahlı gruplar halinde gelip Ağrı Dağı’nda mücadele etmek istediklerini komiteye bildirmişlerdi. İbrahim Ağa bu düşünceye sıcak bakmadı.”

İhsan Nuri Paşa askeri bir karargâh kurar. Kürt bayrağını karargâhın girişine asar. Teksir makinesinde Agrî (1929-1930) isimli bir gazete çıkarır. Ancak gazeteyi okuyanların sayısı elbette fazla değildir. Askeri bir örgütlenme sistemini uygulamaya koyar, rütbe vererek isyancılar arasında hiyerarşi oluşturur. Bununla yetinmez manyetolu telefon ağını Ağrı Dağı’nın dört bir yanına uzatır, bu şekilde ordunun hareketini anında birbirlerine iletme şansı olur. Ancak yukarıdan aşağıya uygulanan bu değişimler isyancı grup ve alt lider kadro arasında destek bulmaz. İhsan Nuri Paşa harekete “milli” bir karakter kazandırmak istemektedir. Ancak isyancılar arasında bunun karşılığı yoktur. İhsan Nuri Paşa yavaş yavaş yalnızlığa itildiğinin farkındadır.

İhsan Nuri Paşa eğitimli ve idealist bir Kürt lideridir. Modern anlamda ulus-devlet prensiplerine uygun bir Kürdistan arzulamaktadır ancak bu düşüncesinde yalnızdır. Etrafı birbiriyle uyum içinde olmayan çeşitli aşiret liderleriyle çevrelenmiştir.

Diğer yandan Hoybun Cemiyetinden beklediği lojistik, para ve silah yardımını da alamaz. 40 tabanca ve silahın Ağrı Dağına ulaştırılmak üzere yola çıkarıldığı haberini alır ama bu silahlar asla eline geçmez. Çok geçmeden kendisini çok farklı bir gerçekliğin içinde bulur: Aşiret çatışmaları, çapulcu hareketler ve din faktörü.

Ağrı Dağı İsyanına en büyük lojistik desteği Helikan aşireti vermiştir. Tamamı İran sınırları içinde olan Halit Ağa’ya bağlı Helikan daha sonraki yıllar bu desteğin bedelini ödeyecekti. Yaralanan savaşçılar Helikan köy ve zomalarında tedavi görmüş, iyileşince tekra cepheye geri dönmüşlerdir. İsyanın son yılında Türk ve İran hükümetleri anlaşır, İran hükümeti Helikan aşireti üzerinde olağanüstü bir baskı oluşturur, Helikan aşireti de Türkiye’ye sığınır. Bu durumu isyanın son yılında tekrar ele alacağız.

DİN FAKTÖRÜ

1960’lı yıllardan itibaren Şeyh Sait İsyanı ile ilgili birçok kitaplar yazıldı. Kitapların tek bir amacı vardı: “Şeyh Sait İsyanı bir Kürt İsyanı değildir. Kürdistan isteyen milliyetçi bir isyan hiç değildir. Tek bir amacı vardı: Atatürk’ün 3 Mart 1924 yılında kaldırdığı hilafetin geri getirilmesini sağlamaktı.” Her nedense 1960’lı yıllardaki Türk Solu daha ileri gidiyor, “İngilizlerin de desteği vardı” diyerek saçma tez içinde saçma bir iddia ile durumu daha da karmaşık bir hale getiriyorlardı.

Bu kitapların etkisi o kadar büyük ve derin oldu ki, Türk Solu, Türkiye coğrafyasından binlerce kilometre uzakta yaşayan veya yaşamış olan “Che Guevara” “Ho Chi Minh” gibi isimler hakkında derinlemesine bilgi sahibi iken veya bunu kendisine bir görev sayarken yanı başlarında yaşamış olan Şeyh Sait ile ilgili iddia edilen tezin doğruluğunu araştırmak ihtiyacını duymamışlardır.

Sonuçta Türk Sol hareketi yayınlarında, Şeyh Sait İsyanını “gerici” bir isyan olarak ilan etmiş, bir anlamda isyan hareketini “yok” saymıştır. “Şeyh” kelimesi de “ruhani bir unvan” olarak bu tezin inandırıcılığını artırmıştır. Çok geçmeden Kürt Solunda da önemli bir kesim bu teze inandı. Hâlbuki daha önceki yazımda da belirttiğim gibi Şeyh Sait İsyanının nüvesini oluşturan Zazaca-Sünni grup, Osmanlı İdaresi ve Hilafet tarafından zaten yüzyıllardır göz ardı edilmişti. Şeyh Sait’in hilafeti geri getirmek gibi bir düşüncesi mantıksızdı ve olamazdı. Zaten olmadı da. Olan neye oldu biliyor musunuz? Şeyh Sait İsyanını “hilafeti geri getirmek isteyen gerici bir isyan” olarak göstermek için yazılan binlerce kitap, gazete ve dergiye… Bir doğasever olarak “saçma bir tezi” savunmak için kesilen ağaçların sayısına üzülüyorum.

Konumuz elbette “Şeyh Sait İsyanı” değil. Biliyor musunuz durup dururken niçin bu konuyu gündeme getirdim? Ağrı Dağı İsyanı için de buna benzer tezler öne sürüldü. Yine bir önceki yazımda ifade ettiğim gibi Osmanlı İdaresine ve Hilafet Kurumuna en yakın duran Kurmançça-Sünni Kürt grubuydu. Ağrı Dağı İsyanına katılan tüm aşiretler Kurmançça-Sünni grubuna mensuptu. “Hilafeti geri getirmek veya bunu seslendirmek” en çok da bu grubun hakkıydı. Ama kesin bir dille ifade etmek istiyorum: Ağrı Dağı İsyanı sırasında “Hilafeti geri isteriz” şeklinde tek bir söz söylenmemiş veya propaganda amaçlı da olsa bile böyle bir ifade kullanılmamıştır. Hareketin lider kadrosunda yer alan Şeyh Abdülkadir gibi isimlerin “Şeyh” unvanına sahip olması isyan hareketini derinlemesine bilmeyen belli çevreler tarafından bu hareketin “gerici” bir hareket olduğuna kanıt (!) olarak öne sürülmüştür. Ama ilgisi yoktur. Şeyh Abdülkadir asla “Hilafet” kurumunun yeniden tesisiyle ilgili olmamıştır.

Bütün bunları söyledikten sonra şu soru akla gelebilir? Ağrı Dağı İsyanında “din” faktörü hiç mi etkili olmadı? Oldu, ama hilafeti geri getirmek anlamında değil.

Ağrı Dağı İsyanında din faktörü iki şekilde kendisini hissettirmiştir:

  • Atatürk’ün şapka ve kıyafet devrimine tepki
  • Uzun yıllardır aşiretler arasında var olan Şeyhlik kurumu

ŞAPKA DEVRİMİ

Ağrı Dağı İsyanına katılanları isyana bağlamak ve haklılık düşüncesi oluşturmak için lider kadro din faktörünün doğal yapısına müdahale etmemiştir. Zaten Kürt gençlerinin çoğu medrese eğitimi almıştır. Ancak dini anlamda bugünkü İŞİD veya benzeri fanatik örgütler gibi oluşumlar asla ortaya çıkmamıştır.

Ağrı Dağı İsyanı lider kadrosu, yeni kurulan Cumhuriyet’e karşı oluşan doğal tepkileri kendi haline bırakmış, engellemek için çaba sarf etmemiştir. Bölge halkı örneğin “şapka” giyiminden rahatsız olmuştur, bunu Cumhuriyet’in bir “simgesi” olarak görüp reddetmiştir. Lider kadro bu konuda herhangi bir telkinde bulunmamıştır, bu tepki kendiliğinden ve doğal mecrası içinde gerçekleşmiştir.

Bildiğiniz gibi Atatürk 1925 yılında şapka devrimi yapar. İsyanın lider kadrosu bir yandan Kürt milli kimliğini veya isyanın gerekliliğini savaşçılara kabul ettirmeye çalışırken diğer yandan , “şapka ve kıyafet devrimini” isyana bağlılığı artırmak için bahane olarak göstermiş olması ihtimali yüksek görünüyor.

Merhum Gurci Selçuk’un anlatımında şöyle bir ifade var: “İsyancılar arasında, bize zorla şapka giydirecekler, karılarımızın yüzündeki peçeyi açacaklar, şeklinde bir söz dolaşıyor, sanki bunun için savaşıyorlarmış gibi bir izlenim bırakıyorlardı.”

Yine buna benzer bir anlatımı Merhum Şamil (Ayrım) Bey’in hatıratından da anlıyoruz. İsyancılar arasında çapulculuk yapan, Kürt-Azeri demeden yoksul halkın koyun, at, deve gibi mallarına zorla el koyup İran’a kaçıran ve orada satan bir çete oluşmuştur. Bu çete Şamil Bey’in de develerine el koymuştur. Şamil Bey binbir zahmetle Ağrı Dağı’na isyancılarla görüşmeye gider. Merhum Ziya Ayrım Bey, babasının başından geçenleri şöyle özetler:

“Ağrı Dağı yamacında Serdarbulak’a yakın bir yerde bir kışlak binası vardır. 1950’li yıllarda Çiftlik Müdürü iken orasını yaylak haline getirmiş, suyunu düzene bağlamış, peynir üretimi falan yapmıştık. İşte rahmetli babam yanında Ali Mirze Bey’in oğlu İsa Yiğit Bey ve diğer atlılarla bu kışlağa gider. Randevu yeri orasıdır. Yol üzerinde Bilican köyüne yakın bir yerde önlerine üç dört atlı çıkar. Babamı ve kafileyi karargâha götürmekle görevliymişler. İçlerinden birisi babamı görür görmez tanır, atından atlar, babamın üzengisine sarılıp, elini öper. Meğerse Milli Mücadele yıllarında Tuzluca’da babamla beraber aynı cephede çatışmışlar! Sonra hep birlikte karargâha varmışlar.

Lider, sırtını yere serili yastıklara dayamış, gururla oturuyormuş. Etrafında da tepeden tırnağa silahlı adamları hazır bekliyormuş. Babam kendisine eşlik eden akrabalarının beş on adım ilerisinde yürüyormuş. Lidere yaklaşır, orta yere beş-altı paket sigara atar. Sigara en çok içilen ve aranan şeydir. Babam başındaki şapkayı çıkarır, yere kor, yastıklara abanıp konuşmaya başlar. Lider, arada bir ayağa kalkıp dolaşıyor, hepsi de yere çömelmiş babamın akrabalarının arkasında duruyor, Nurettin Kirman’ın babası rahmetli Meşe İbrahim’e dipçikle vuruyor, “Ew filleye!” yani ‘Bu gavurdur!’ diyormuş. Diğer devriyeler de liderin aynısını tekrar ediyor, Meşe İbrahim’i dipçik altında inletiyorlarmış. Babam bu kızgınlığın şapka yüzünden olduğunu anlar. Ne de olsa şapka, Avrupai yani gayrimüslim giyim tarzı olarak biliniyor, Şapka Devriminin ise buralarda henüz emaresi okunmuyormuş. Meşe İbrahim şapkasını çıkarmadığı için, tacize hedef oluyordu.”

ŞEYHLİK KURUMU

Ağrı Dağı İsyanı sırasında “Şeyh” unvanıyla öne çıkan bir lider kadro vardır.

Konuya yabancı okuyucularımı bir konuda aydınlatmak isterim: Iğdır, Ağrı ve civar bölgedeki “Şeyh” veya “Seyit” unvanlı şahsiyetleri iki grupta toplamak mümkündür. Birinci grup, medresede ders veren, zamanının büyük çoğunluğunu öğrencileriyle geçiren, özellikle Bediüzzaman Said Nursi ve diğer alimlerin kitaplarını okuyup yorumlayan bu anlamda kendilerini gerçek anlamda “ruhani” dünyaya adamış din adamlarıdır. Kendilerini aşiretler üstü görür, hatta öğrencilerinin arasında Arap ve Türk kökenliler de bulunmaktadır. Bu gruba mensup din adamlarının isyan hareketiyle doğrudan bir ilgisi olmamıştır.

İkinci grup Şeyh Abdülkadir gibi elinde sosyal, ekonomik, aşiretsel, siyasi ve ruhani gücü tutan kesimdir. Bunlar isyana doğrudan destek vermişlerdir. Aşiretler üzerindeki etki güçleri önemli ve bazen de belirleyici olmuştur.

Burada hem bir not düşmek hem de bir anekdot anlatmak isterim. Daha önce söylediğim gibi Ağrı Dağı İsyanına damgasını vuran Celali Aşireti üç ana koldan oluşur: Helikan, Sakan ve Hesesori (Bırxkî). Helikan grubunda Şeyhlik kurumu yoktur.

Mensubu olduğum Gêloî aşireti de Helikan grubuna mensuptur. Aynı şekilde Kotan Aşireti lideri Merhum Hüsrev Bey (Xosrof Beg) Helikan grubuna bağlıdır. Bundan sonrasını Merhum Hüsrev Konyar Bey’in kendi anlatımına bırakıyorum:

“Helikanlı aşireti tarihsel gelişimi içinde hiçbir zaman “şeyhlik” kurumunu kendi içinde barındırmamıştır. Mademki konu Helikanlıların dine bağlılığından açıldı Mecit Hun’le olan bir anımı anlatmak isterim.

Mecit Hun, Ankara’ya taşındığı zaman komşum olmuştu. Bir gün yazıhanemde sohbet ediyorduk:

“Mecit, günün nasıl geçiyor?”

“Sabahları çok erkenden kalkıp yürüyüşe çıkıyorum. Sonra bir duş alıp kahvaltımı yapıyorum”

Hemen ileri atıldım:

“Mecit güne sabah namazını kılarak başlasan daha iyi olmaz mı?”

Mecit Hun gülerek cevap verdi:

“Dedem Ahmed (Konyar) Ağa namaz kıldı mı ki ben de kılayım!” Burada kast ettiği Ahmed Ağa öz dedemdi. Mecit Hun haklıydı. ”

Kısacası Ağrı Dağı İsyanında şeyhlik kurumu ruhani, sosyal ve siyasal özü bir arada kendi içinde barındırmıştır. Şeyh Abdülkadir hem Sakan aşiretinin sosyal ve siyasal lideri hem de ruhani lideridir. Bu yüzden olağanüstü bir gücü temsil etmektedir.

Bir sonraki yazımda İsyan yıllarına damgasını vuran Ağrı Dağına yerleşik iki Kürt aşireti çatışmasından bahsedeceğim.

DEVAM EDECEK