IĞDIR 1945-65 ALTINCI BÖLÜM: NURETTİN KİRMAN
27/07/2020
NOT: Değerli okuyucular! 63 yıl önce şehit edilen Merhum Nurettin Kirman’la ilgili bölümde gerek o dönemin gazetelerinde gerek diğer anlatımlarda gerçek isimler kullanılmıştır. Yazının amacı şahısları, aileleri zımnen veya alenen yargılamak veya suçlamak değil, bir dönemin gerçekliğini gözler önüne sermektir. Buna rağmen hala bir rahatsızlık hissediliyorsa sorumlusu elbette benim. Iğdır gerçekleriyle yüzleşmek zorundadır. Bedelini ödemeye hazır olduğumu bilmenizi istiyorum.
GİRİŞ
Beşinci Bölümde Iğdır’da genel anlamda Kürt-Azeri ayrışmasına neden olan iki temel olayı (Abdürrezak Güneş’in veto edilmesi ve Sırrı Atalay’ın yargılanması) detaylandırmış, bilginize sunmuştum. 1950’li yılların başında, Iğdır’ın siyasi ve ekonomik tercih anlamında birbiriyle gizli rekabet halinde üçlü bir yapıya sahip olduğunu da ayrıca ifade etmiştim. Bu üçlü yapıyı tekrar hatırlatmak isterim:
- Kürtler ( o yıllar Kürtlerin ilçe merkezindeki sayıları azdır)
- “Bu Taylı” yani yerli Azeriler
- “O Taylı” yani Diaspora Azerileri
Bu bölümde “O Taylı-Bu Taylı” çekişmesinden ve bunun sonucu olarak “Bu Taylı” Merhum Nurettin Kirman’ın şehadetinden bahsedeceğim. Nurettin Kirman’ın öldürülmesi “O Taylı” ve “Bu Taylı” Azeriler arasındaki çekişme ve yarışın bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Planlı bir cinayettir.
Nurettin Kirman gibi önemli bir şahsiyetin öldürülmesi siyasi ve ekonomik rekabetin bir anlamda“O Taylı” yani Diaspora Azerilerinin lehine sonuçlanmasına neden olmuştur. Geçen zamanla özellikle 1970’li yıllarda ülkücü-devrimci veya Azeri-Kürt çatışmasında Iğdır dışındaki illerde yaşayan Azeri devrimci gençlik Iğdır’a geldiğinde Diaspora Azeri gençliğin yani ülkücülerin baskısı altında kalmış, ülkücü gençlikten çekindikleri için ya Iğdır’a gelmemeyi, geldikleri zaman da evlerinden dışarı çıkmamayı tercih ediyorlardı. Ülkücülerin, Iğdırlı bir Azeri’nin devrimci olmasına tahammülleri hiç yoktu. Devrimci Azeriler doğrudan ölüm tehditti altındaydılar.
Hürriyet Gazetesi
1957 TÜRKİYE GENEL SEÇİMLERİ
1957 Türkiye genel seçimleri, 27 Ekim 1957 tarihinde yapıldı. DP normal seçim tarihini erkene çekti. 1957 seçiminin önemli bir özelliği Türkiye’nin ilk erken seçimi olmasıdır. Seçime katılan partiler ve genel başkanları şöyleydi:
- Demokrat Parti (DP) Adnan Menderes
- Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İsmet İnönü
- Cumhuriyetçi Millet Partisi (CMP) Osman Bölükbaşı
- Hürriyet Partisi Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu
- Vatan Partisi Hikmet Kıvılcımlı
MENDERES’İN HATASI
Menderes muhalefet üzerinde baskısını artırmaya başlar. Bu dönemin dikkat çeken olaylarından birisi de, 12 Ağustos 1955 günü CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek’in Zonguldak’ta yaptığı konuşma sonrası Sinop’ta bulunurken tutuklanarak İstanbul’a getirilip, Paşakapısı cezaevine konmasıdır. Gülek, bir gün sonra mahkeme tarafından tahliye edilse de ana muhalefet partisinin Genel Sekreterinin tutuklanabilmesi üzerinde düşünülmesi gerekli bir olaydır.
6 Eylül günü İstanbul Ekspres gazetesi büyük manşetlerle Atatürk’ün Selanik’teki evine Yunanlılar tarafından bomba atılarak hasara uğradığını yazmış. Bugün bile kimler tarafından tertip edildiği tam anlamıyla bilinemeyen 6-7 Eylül olayları Türkiye’nin uluslararası arenada saygınlığına ve Kıbrıs konusundaki haklı tavrına zarar vermişti.
Hadise öğleden sonra başlamış saat 19:00 civarında nümayiş manzarasından tahrip durumuna geçmiş, saat 22:00’de de ordu işe müdahale etmiş askeri birlikler her tarafta hadiseleri bastırmaya çalışmış, gece yarısı örfi idare ilan olunmuş fakat hadiseler sabaha karşı bastırılabilmişti. Tarihimizde halen aydınlığa kavuşmamış olaylar arasında olan 6-7 Eylül olaylarında gayrimüslim vatandaşlarımız İstanbul’u terk etmiş ayrıca olayların görüldüğü illerde sıkıyönetim ilan edilmiştir
FAŞİZM NEDİR?
Değerli okuyucular! Maalesef siyasi literatürümüzde kaba gücün ve haksızlığın olduğu durumlarda insanlara faşist ve yönetime faşizm demek gibi bir alışkanlığımız olduğunu biliyorum. Faşizmin diğer despot rejimlerden ayıran önemli bir yönü vardır: Faşist yönetimlerde sivil güçler harekete geçer. Örneğin Almanya’da SS Gençliği, İtalya’da Siyah Gömlekliler, İspanya’da Flanjist siviller iktidarı ele geçirmişlerdir. Türkiye’deki askeri darbeleri “Faşizm” olarak nitelemek doğru değildir çünkü sokaklarda ellerinde silahlı siviller yoktu. Türkiye’deki askeri darbeleri “acımasız despot” yönetim olarak değerlendirilmelidir.
Türkiye’de Faşizmin ilk denemesi 6-7 Eylül (1955) olaylarıdır. Siviller bu olayların başını çekmiş ve hükümet bilerek seyirci kalmıştır. Demokrat Parti 6-7 Eylül olaylarından sonra adım adım sivilleri sokağa dökerek faşizme doğru yol almıştır. DP tarafından kışkırtılan sivillerin sokakları işgal etmeleri, orduyu ve polisi dinlemeyen çığırtkanlıkları nedeniyle İnönü illere girememiş, taşlanmış, linç edilmek istenmiştir.
Menderes 1956 Nisan’ında Gaziantep mitingi ile yeni bir strateji ortaya koyar. CHP ile basını acımasızca eleştirir. 1950’ye kadar DP’ye destek veren gazetelerin büyük çoğunluğu muhalefetin sesi olur. Seçim tarihinin 27 Ekim 1957 olarak belirlenmesi ile CHP, HP ve CMP Menderes’e karşı birleşirler. Bu sırada aynı zamanda Kıbrıs sorunu da oldukça karmaşık hal almıştır. 1957 yılında ülkede ekonomik sıkıntılar artmıştır. Ekonomik sıkıntılar öyle bir hal almıştır ki halk ekmek ve et bulamaz hale gelmiştir. DP karşıtı ittifak, yayınladıkları bildiride; Parlamento’nun kurucular meclisi olarak çalışması, altı ay içinde rejimin temellerini kurması ve işçiye grev hakkının verilmesi talepleri yer aldı. 1957 seçimleri iktidar ve muhalefet arasında tam bir kırılma yarattı. Türkiye birdenbire çatışan iki gruba bölündü.
DP, hileye başvurdu. Oy kullanma tamamlanmadan secim sonuçları radyodan ilen edildi. Seçim yasağına rağmen saat 14.30’dan itibaren radyoda sadece DP’nin kazandığı yerler açıklanmış, böylece oy kullanmamış vatandaşlar üzerine “DP kazanıyor” şeklinde psikolojik bir baskı oluşturulmuştur.
Seçim saat 17.00’de bitecekti fakat saat 14.30’da devletin tek radyosu, oy verme işlemleri sürerken DP’nin kazandığı illeri açıklamaya başlar. CHP lideri İsmet İnönü, Devlet Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’yu telefonla arar:
“Sizden bu suçun işlenmesine engel olmanızı talep ediyorum.”
Bakan Zorlu, Adnan Menderes’e gider, İnönü’nün söylediklerini aktarır. Menderes inat eder: “Radyo, sonuçları açıklamaya devam etsin!” CHP, bu kez Yüksek Seçim Kuruluna başvurur. Radyo yayını durdurulur fakat DP, zaten istediğini almıştır. Kimi CHP’liler, “DP kazandı” diye sandığa gitmezler.
Bir de 1957 seçimlerinde seçmen kütüklerinde bariz hileler yapılır. Seçmen kütükleri hazırlanırken CHP’li seçmenler kütükten yok edilir. Yerlerine DP’li seçmenlerin adı, hem de birkaç kütükte yer alır. Yani bir DP’li birkaç sandıkta oy kullanır. DP, kurduğu seyyar ekipler bu seçmenleri sandık sandık taşır. CHP’li seçmenler kütükte isimlerini göremeyince oy kullanamadan evlerine dönerler.
Kısacası DP, seçimi kazanmak için her yola başvurur. Bu bir anlamda çaresizliğin belirtisidir
SEÇİLEN CHP’Lİ MİLLETVEKİLLERİ (%58 OY ORANIYLA)
- Fevzi Aktaş
- Sırrı Atalay
- Şemsettin Ataman
- Kemal Güven
- Hasan Erdoğan
- Turgut Göle
- Mehmet Hazer
- Rasim İlker
- Behram Öcal
- İbrahim Us
- Osman Yeltekin
- Ali Yeniaras
1957 KARS DP ADAY MİLLETVEKİLLERİ LİSTESİ
- Lâtif Aküzüm
- Zeki Aras
- Zarif Akman
- İsmail Alaca
- Abbas Çetin
- H. Dursunoğlu
- Mecit Gezer
- Veyis Koçulu
- C. Nuri Koç
- Alaaddin Metan
- Rüştü Öktem
- İsa Taşdemir
Değerli okuyucular!
Dikkatinizi çeken bir isim olabilir diye bir hatırlatma yapmak istiyorum. 1954 Genel Seçimlerinde CHP listesinden Kars Milletvekili seçilen Iğdırlı hemşerimiz Rıza Yalçın bu seçimde CHP listesinde yoktur. Onun yerine listeye yine Iğdırlı olan Behram Öcal alınır. Nedenini yazının sonlarına doğru açıklayacağım.
Cengiz Ekinci
EKİNCİ GAZETESİ 19 Eylül 1957
YAZAN: CENGİZ EKİNCİ
BEHRAM ÖCAL CHP’YE GİRDİ
Vilâyetimiz Teknik Ziraat müdürü iken seçimlere katılmak üzere memuriyetten istifa eden Behram Öcal, evvelsi gün CHP’ne girmiştir. Behram Öcal, hizmeti müddetince çalışması hem mensup olduğu Bakanlık hem İcra Vekilleri Heyeti tarafından en çok takdir edilen bir gencimiz olup iktidar taraftarı arkadaşlarının her türlü telkin ve vaatlerine rağmen siyasi hayata muhalefet cephesinde başlamak suretiyle de hususi bir takdir ve itimat kazanmıştır. Esasen münevver (aydın) bir kimseden DP devrinin fenalıklarına iştirak etmek gibi düşüncesiz bir hareket beklenemezdi.
Öcal’ı tebrik eder siyasi hayatının de başarılı olmasını dileriz.
***
Şimdi isterseniz Merhum Hamza Aygün’ün anlatımıyla “ÖCAL” ailesini tanımaya çalışalım:
“Iğdır’ın Sultanabat Beylerinden Şefi Öcal Bey Iğdır’da büyük arazileri olan bir beydi. Kendisi ve ailesi aydın insanlardı. Rus yönetimi zamanında liseye kadar okumuş, dünya ahvaline vakıf kültürlü bir insandı. İstanbul gazetelerini takip eder, kahvehanelerde oturduğu zaman masası onu dinleyen meraklılarla dolup taşardı. Tahsile önem verirdi. Bu yüzden çocuklarının eğitimiyle yakından ilgilenirdi.
Büyük oğlu Yunus Öcal Bey, Orman Mühendisi olduğundan yurdun çeşitli yörelerinde görev yapıp emekli oldu. Ankara’da ikamet eden Yunus Bey burada vefat etti.Ondan küçük kardeşi Yakup Bey, zamanın şoför esnafındandı.
Üçüncü oğlu rahmeti Behram Öcal Bey, Ziraat Mühendisi idi. Ziraatçılar içinde çok sevilip sayılırdı. Vefatına, Ankara’da bulunan arkadaşları ve sevenleri çok üzüldü. Anısına Ziraat Mühendisleri Odasında “Behram Öcal Kütüphanesi” adıyla bir oda açıldı. Bu oda etkinliklerine ve hizmetine halen devam etmektedir.
Behram Öcal, 1957 seçimlerinde Kars’tan Milletvekili oldu. O zaman Mecliste CHP’ni temsilen Bütçe Komisyonu’nda görev yaptı. İsmet İnönü ile çalışma şerefine eren değerli bir hemşerimiz Behram Bey, talihsiz bir şekilde kendi arabasıyla Yalova yolunda geçirdiği bir trafik kazasında oğlu, kızı ve eşiyle birlikte olay yerinde vefat ettiler. Allah’tan hepsine rahmet dileriz. Kalan tek kızı Gözde’ye uzun ömürler dilerim. Gözde Bursa da Elazığlı bir beyle evlidir. Küçük oğlu İslam Öcal Bey ticari işleri nedeniyle Iğdır’dan İzmir’e taşındı. Orada hemşerileri tarafından çok seviliyordu; ancak bir hastalık nedeniyle zamansız olarak aramızdan ayrıldı. Allah rahmet etsin.”
Değerli okuyucularım!
Iğdır Sevdası kitabını okuyanlar için bir tekrar olacak ama Merhum Nurettin Kirman’la ilgili 2001 yılında kaleme aldığım ve 2002 yılında yayımladığım yazıya olduğu gibi yer vermek istiyorum. Daha sonra farklı açılardan olayı ele alacağız:
“IĞDIR SEVDASI” KİTABINDAN
GİRİŞ (Mücahit Özden Hun)
Nurettin Kirman… 33 yaşında, ince uzun boylu, düzgün ve kısa kesilmiş bıyıkları, arkaya taralı dalgalı uzun saçları, oval yüzünün ortasına oturmuş derin bakışlı gözleri… Evet bu genç adam, bir dâvanın ateşini yüreğinde taşımaktadır… 1950 demokrasi hareketi hem Türkiye’nin hem de bu genç adamın gönlünde yeni ufuklar açmıştır… Yorgun ve yaşlı düşen İmparatorluk kuşağı elindeki meşaleyi uzatmış onu sahiplenecek bir Cumhuriyet gencini beklemektedir. Nurettin Kirman, adımını atmış elini uzatmıştır. İnce uzun parmakları, meşaleye ha değdi ha değecek… Kararlı ve inançlı bu genç, siyaset kürsülerinde halkının özlemlerine bir ses,bir haykırış olmuş, coşku dolu konuşmaları dört bir diyarda yankı bulmuştur.
Nurettin Kirman, halkının kaderini avucuna almış, güvenle yürümektedir. Korkusuzdur. Ödün vermeyi oldum olası sevmez. Düşüncesi ve sözü birdir. Açılmayan kapılar, direnen eski yapılar onun önünde titremekte, bu idealist genci kendi içlerinde “Nurettin’le nereye kadar?” diye sorgulamaktadır. Onu hem sevmekte hemde kıskanmaktadırlar. Cazibesi ve karizması halkın üzerine bir bulut gibi çökmüştür. Girdiği her toplantıdan geriye hayranlarını ve düşmanlarını bırakarak çıkmaktadır. Bu yağız genç çoğu insan için bir muammadır. Yeni bir şeyler haykıran, özgüveni tam, cesur ve atılgandır… Bütün siyasi hesaplarında listenin birinci maddesidir. “Nurettin’i ne yapacağız?” sorusu bazılarını acı acı düşündürmektedir.
Nurettin; uzlaşmayı, geri adım atmayı, boyun eğmeyi, yağcılığı ve siyasi menfaati sevmez. Hepsini elinin tersiyle bir çırpıda iter. Onun için yaşam bir kez fakat onurlu olacaktır. Düşmanlarının, kıskananlarının, çekemeyenlerinin olması onu korkutmaz. Yeni kimlik, yeni hayat, yeni umut, yeni insan… İşte,Nurettin Kirman bu yeni özlemleri hissetmiş, bu yeni değerleri kanının akışında ve nabzının her darbesinde yeniden yaşamıştır. Kim durdurabilir çığ gibi büyüyen bu tok ve inançlı sesi?
Mart 25, 1957… Saatler gece yarısına doğru sarkmıştır. Hava soğuk,ortalık karanlık… Şehir kulübü, yoğun sigarı dumanıyla ağır ağır solumaktadır. Loş ışığa boğulmuş odanın birisinde Nurettin Kirman, bürokrat vesiyaset adamı dostlarıyla bazen zevkli bazen çekişmeli, canlı bir konuşmaya dalmıştır. Azrail sırtını kapıya dayamış ona gülmektedir. Nurettin, ruhunu sahiplenmek isteyen Azrail’i ne görmüş ne de ihtimal vermiştir. 33 yaşındaki bu genç adamın gönlünde, yaklaşan genel seçimlerde kaderin kendisine hangi rolü vereceği hesabı ve merakı vardır. “Ölüm” ve “Azrail” kelimeleri onun yabancısıdır.
İşte o an… Nurettin kalbine giren tek kurşunla yere yığılmış, kafası arkadaşlarının ellerine dayalı, hüzünlü gözlerle, elinde tabanca ayakta duran sevdiği dostuna “Sen de mi Brütüs?”der gibi bakar, “Beni niçin vurdun?”sözünü derin bir inilti halinde mırıldanır.
Nurettin Kirman, demokrasiyi beceremeyen, anlayamayan veya alışamayan bir zihniyetin neden olduğu koşullarda “Demokrasi şehidi” olarak Iğdır tarihindeki onurlu yerini almıştır. Nurettin Kirman, büyük bir dâva adamı olarak, bunca yıl geçmesine karşın, gücünden ve varlığından hiçbir şey kaybetmeden halkının hafızasında yaşamaktadır. Her gittiğim yerde, her sorguladığım kalpte, sanki “Yasımı tutacaksın!” diye haykıran bir “NurettinKirman sesi” vardı. Nurettin Kirman, huzur içinde yat! Savunduğun demokrasi dâvası bugün artık hepimizin dâvası…
NURETTİN KİRMAN’IN EŞİ ÜLKER KİRMAN ANLATIYOR
1932 yılına Tuzluca ilçesine bağlı Gaziler (Pernavut) köyünde dünyaya gelmişim. Babam Hanlar Ayrım, Şamil Bey’in kardeşiydi. İlkokul üçüncü sınıfa kadar köy ilkokuluna devam ettim ancak kız çocuklarının okumasına aileler pek önem vermediklerinden okulu terk etmek zorunda kaldım.
Nurettin’in babası Meşe İbrahim kardeşleriyle birlikte, bugün Ermenistan sınırları içinde kalan Çobankere köyünden muhacir olarak Iğdır’a (tahminen 1921-22) gelmiş ve Şamil Bey’in kız kardeşi Semizer Hanımla evlendikten sonra da Iğdır merkezde arsa alarak buraya tamamen yerleşmişti.
Meşe İbrahim’in kardeşleri çok sonraları Trabzon ve İstanbul’a giderek Iğdır bölgesini terk ettikleri halde, Meşe İbrahim vefatına kadar Iğdır’da kaldı.
Meşe İbrahim’in ikisi oğlan üçü kız beş çocuğu olmuştu. Bir oğlu da 17 yaşında vefat etmiş. Evlendiği yıllar faytonculuk mesleğini icra ediyormuş. Çocukları büyüdüğünde bu işine son verip, tarım ve ziraat işleriyle aile geçimini temin etmiş.
Nurettin ortaokul mezunuydu. Benimle evlenmeden önce Evci ve diğer köylerde öğretmenlik yapıyormuş. Dayı-hala çocukları olduğumuzdan Nurettin sık sık Pernavut’a gelir giderdi. Tanışmamız ve evlenmemiz de bu nedenle olmuştu. Nurettin evlilikten sonra öğretmenlik mesleğini terk edip, manifatura(Bahar Manifatura) mağazası açtı.
Evimiz Şehit Mehmet Çavuş Caddesinde, Askeri Lojmanların olduğu yerdeydi. Karşımızda Kazancılı Ali Yılmaz’a ait buz ve gazoz fabrikası vardı. Evin bir odasında kayınpeder, kayın validem ve görümcem birlikte kalırlardı. Ben ve çocuklar da evin diğer odasını paylaşırdık.
Nurettin, parti ve toplantı işini çok severdi. Fırsat buldukça kasabanın sivil ve askeri bürokratlarını ve parti arkadaşlarını bahçede ziyafete davet ederdi. Sofranın zenginliğine ve hazırlanışına özel bir önem verirdi. Daha sonra Jandarma komutanlığı yapan Eşref Bitlis, Iğdır’da görevliydi ve Nurettin’in çok yakın arkadaşıydı. DÜÇ müdürü Ziya Ayrım da evimize sık sık gelenler arasındaydı.
Nurettin’in her kesimden dostları vardı. Seçim zamanı, kalabalıklar evimizden eksik olmazdı. Özellikle Evci köyünden Latif Kesemen ve akrabaları Nurettin’e arka çıkar, ona her türlü desteği verirlerdi.
Nurettin, anne-babasına ve kardeşlerine son derece bağlıydı. Çok defalar onun ağzından, aile fertleri için, “Allah sizin ölümünüzü bana göstermesin!” lafını söylediğini duymuştum. Özellikle babasına karşı oldukça vefalı ve saygılıydı.
Nurettin, ev ortamında oldukça sakin ve kendi halinde birisiydi. Çarşıdan getirdiği gazeteleri ve kitapları dikkatlice okur, arada bir yazıp çizerdi.
Benden sık sık yoğurt çorbası ve kuru köfte yapmamı isterdi. Yeşil otlu pilavı da çok severdi. Giyim kuşamına da aşırı derece titizdi. Pantolonunun ütüsü dümdüz ve tek çizgi gibi olmasa asla giymezdi. Çeşitli renkten gömleklerine bir kravat takıştırır,çarşıya öyle çıkardı. Kış ve sonbahar aylarında da uzun paltosu ve hafif yana eğik şapkasını giymeden sokağa adımın atmazdı.
Nurettin uzun boyluydu. Evimizin kapısından sadece Mecit Hun ve Nurettin, kafalarını hafiften eğer, öyle içeri girerlerdi.
NURETTİN’İN ÖLDÜRÜLMESİ (Ülker Kirman Anlatıyor)
Havalar serindi. Nurettin o gün (25 Mart 1957) pardösü ve şapkasıyla evden çıkmıştı. Akşamleyin manifatura dükkanından ayrılıp evin yolunu tuttuğu sırada bir dostuna rastlamış.
“Nurettin, gel Rahim’in kulübüne gidelim!” demiş. Nurettin parti meselesi yüzünden Rahim’le daha önce tartıştığından onunla dargınmış. Nurettin,“Rahim’le küsüm. Oraya gitmek istemiyorum” deyince, arkadaşı,“Aman Nurettin söylediğin lafa bak! Sen kulüplerin ve kahvelerin kralısın. Senin için küsmenin sözümü olur!” deyip Nurettin’in koluna girip, kulübe doğru birlikte yola çıkmışlar.
Nurettin ve arkadaşları özel bir odaya geçip bir masa etrafında sohbet ederler. Kasabanın hakim ve savcısı da oradadır. Hep birlikte hoşça vakit geçirirlerken, kıvırcık saçlı, kısa boylu garson odadan içeri girer, Nurettin’in kulağına fısıldar: “Yenge Hanım dışarıda seni bekliyor” der. Nurettin,söylenene inanmaz: “Yalan konuşma!” diyerek garsonu başından savar. Ancak garson inat eder, çok geçmeden tekrar odadan içeri girer, daha ciddi tavırla, “Abi,vallahi yenge dışarıda bekliyor!” der.
Nurettin gayriihtiyari yerinden kalkar,arkadaşlarını bırakıp, odadan ayrılır. Pardösüsünü giyinir, şapkasını kafasına geçirip iki eliyle oturtmaya çalışır. O sırada arkadan patlayan tabanca sol omuz hizasından kalbine doğru ateşlenir. Nurettin yere yığılırken karşısında elinde silah ayakta duran dostuna, “Beni niye vurdun?” diye acıyla sorar.
Nurettin’i bir faytona bindirip, Abbas Çöllü’nün muayenehanesine götürürler.
Olayın olduğu saatlerde odalarımıza çekilmiş uyumaya hazırlanıyorduk. Görümcem odama girip, “Abimi vurdular!” diye çığlık attı. Kayınpederim hazırlığını yapıp yıldırım hızıyla evden çıktı. Biz kadınlar evde kalıp gelecek haberi beklemeye koyulduk.
Kayınpederim, Abbas Çöllü’nün muayenehanesine gittiğinde, Nurettin’i bir masanın üzerine uzatılmış kanlar içinde bulmuştu. Doktor tedavi için uğraşıyor ama kurşun kalbine zarar verdiği için yapılacak fazla bir şey olmadan çaresiz sağa sola koşturuyormuş. Can çekişen Nurettin babasını görünce kafasını ona çevirmiş, kendisini zorlayarak iki defa, “Baba! Baba!” demiş ve ruhunu teslim etmiş. (25 Mart 1957)
Nurettin’in öldürülmesi tüm aileyi şoka ve derin üzüntüye boğmuştu. Kayınvalidem, “Iğdırlılar oğlumu öldürdüler. Ben de onu buraya gömdürmeyeceğim” deyip Nurettin’in, Pernavut’ta, dayısı Şamil Bey’le aynı mezarlığa defin edilmesini istedi. Büyük bir kalabalığın eşliğinde Nurettin’i son yolculuğuna uğurladık.
Nurettin ölümünden sonra ailemizin üzerine sanki bir uğursuzluk çökmüştü. Nurettin’in acısı henüz yüreğimizdeyken kayınpederim vefat etti. Kayınvalidem de felçli olduğundan evin sorunlarıyla ilgilenmek bana kalmıştı. Baba evine yakın olmak düşüncesiyle Pernavut’a taşındık, böylece çocukların ilkokula gitmesini sağladım.Acılarla ve zorluklarla dolu yıllar gelip geçti. Çocuklarımın iyi kötü bir meslek sahibi olup hayatlarını kazanmalarını istedim. Oğlum Ertuğrul,ortaokulu bitirdikten sonra eğitimine devam etmedi. Akrabadan bir kızla evlenip İstanbul’a taşındı. Devlet Hava Meydanlarında görev yaparken, 1993 yılının Nisan ayında bir trafik kazasında aramızdan ayrıldı. O günden sonra yüreğimdeki acı daha da arttı ve en değerli iki varlığını kaybetmiş olmanın umutsuzluk ve kaygısıyla yaşama tahammül etmeye çalışıyorum.
“ÜLKER KİRMAN” SON
***
EKİNCİ GAZETESİ 27 Mart 1957
YAZAN: CENGİZ EKİNCİ
IĞDIR’DAKİ KORKUNÇ CİNAYET
NURETTİN KİRMAN ŞEHİR KULÜBÜNDE ÖLDÜRÜLDÜ
Kirman’ı tabanca ile vuranın, kulüp müsteciri Rahim Akyüz olduğu bildiriliyor. Bedbaht Nurettin’in nâaşı dün Pernavut’a getirilerek aile makberine (mezarlığına) defnedildi. Bütün Iğdır, hadisenin derin teessürü içindedir.
Gazetemizin telefon zili, dün sabah saat 10 civarında konuşacak birini çağırdığı zaman, alelâde mükalemelerden (konuşmalardan) biri diye düşünmüş, biraz da kayıtsız olarak makineyi kulağımıza götürmüştük.
Bizi telefonun öbür ucunda konuşmaya çağıran arkadaşımızı dinlediğimiz vakit meslek hayatımızın en şaşırtıcı haberi ile karşılaştık. Nurettin Kirman’ın öldürüldüğü, öldürenin Rahim Akyüz olduğu bildiriliyordu. Arkadaşımız Kağızman’dan aldığı bir telefon haberine atfen bu haberi veriyordu. İkimizde derin bir üzüntü içine idik. Bir yanlışlık olmalıydı. Nurettin Kirman’ın öldürülmüş olacağına, katil mevkiinde Rahim Akyüz’ün bulunmasına imkân tasavvur edemiyorduk.
Şu devirde Iğdır ile doğrudan doğruya telefonla konuşabilmek imkânı henüz bizlere lütfedilmemiş olduğu için Jandarma Kumandanının yardımını rica ettik. Yarım saat sonra maalesef, Sayın Kumandan haberi teyit ediyor; öğrendiğimiz gibi Pazartesi gecesi (25 Mart) Nurettin Kirman’ın öldürüldüğünü söylüyordu.
Bu satırlar yazıldığı sırada alabildiğimiz malumata göre Iğdır Şehir Kulübü Müsteciri (Kiracısı) ve Trabzon Oteli sahibi Rahim Akyüz, hadise gecesi Şehir Kulübünde vaki bir kavga esnasında tabanca ile Nurettin’i vurarak öldürmüş, cesedi Pernavut’a nakledilen bedbaht Kirman dün aile kabristanında toprağa tevdi olunmuştur.
Kavganın nasıl bir sebepten çıktığı, hadisenin sureti cereyanı şu dakikada meçhulümüzdür. Iğdır ile temas halinde olduğumuzdan öğrenebileceğimiz tafsilatı okuyucularımıza bildireceğiz.
SON DAKİKA
Iğdır Şehir Kulübü cinayetinin ne suretle işlendiği hususunda bilgi edinmek için dün gece geç vakitlere kadar yaptığımız teşebbüsler sonunda aldığımız malumat şudur:
“Şehir Kulübünün küçük odalarından birinde akşamdan kurulan bir içki sofrası saat 22:30 raddelerine kadar devam etmiş, bu dakikalarda çok sarhoş bir hale gelen Nurettin Kirman’ı dışarı çıkarmak teşebbüsü, Kulüp müsteciri (kiracısı) Rahim Akyüz ile Kirman arasında bir münakaşanın başlamasına sebebiyet vermiştir.
Bu başlangıcı müteakip her geçen saniye münakaşanın büyümesine sözlerin çeşitli küfürlerle rencide edici bir mecraya dökülmesine sahne olmaktadır. Ve işte müessif akıbet de bu saniyelerde zuhur etmiş, yüzüne karşı savrulan küfürlerden çok ani bir infial duyduğu tahmin edilen Rahim Akyüz tabancasını çekerek kendini bilmeyecek derecede sarhoş olduğu söylenen Nurettin Kirman’ı öldürmüştür.
Silahın cepheden sıkıldığı, kurşunun sağ omuzdan girip göğüste seyrettikten sonra sol omuz altından çıktığı bildirilmekte, derhal hastaneye kaldırılan Kirman’ın 20 dakika kadar yaşadıktan sonra öldüğü ayrıca haber verilmektedir.
Diğer bir haber de eğer doğru ise hukukçu gençlerimizden Iğdır hakimi Celâl Nuri Koç’un da aynı sofrada yahut hadise anında orada bulunduğu merkezindedir. Rahim Akyüz tevkif edilmiştir.
Şuna da işaret edelim ki bütün bu malumat, bilgisi olanlarla hadiseyi hikâye edişlerine istinat etmekte olup henüz tarafımızdan teyit edilmemiştir. Mütemmim ve daha başka mahiyette bir bilgi aldığımız taktirde onuda okuyucularımıza arz edeceğiz.
EKİNCİ GAZETESİ 28 Mart 1957
YAZAN CENGİZ EKİNCİ
NURETTİN KİRMAN NASIL ÖLDÜRÜLDÜ?
Iğdır Şehir Kulübünde kulüp müsteciri (kiracısı) Rahim Akyüz tarafından tabanca ile öldürülen Nurettin Kirman’ın nâaşı, Salı günü çok kalabalık bir cemaat tarafından, aile kabristanında toprağa verilmek üzere Pernavut’a getirildiği saatlerde bedbaht arkadaşımıza karşı son vazifemizi ifa etmek ve cinayetin sebebi ile sureti cereyanını öğrenmek için Kars’tan hareket etmiş bulunuyorduk. Pernavut’a ancak saat 23’den sonra varabildik.
Son 24 saatin hudutsuz üzüntüsü Nurettin’i birkaç saat evvel herkesi, mecalsiz bir vaziyette yastıkların üzerine sermiş, yakın kimselerin odaları, soyunmadan halı ve kilimlere uzanan yaslı adamlarla dolmuştu. Merhumun o saatte ayakta kalabilen akrabaları tarafından karşılandık. Bizim için de sabahı beklemekten başka yapacak bir iş yoktu.
Güzel bir bahar sabahının öncü ışıkları odayı doldurduğu sırada şöyle düşünüyorduk: “Olan olmuş, Iğdır’ın en popüler genci birkaç dakika içinde öteki dünyaya kanlı bir ceset götürmüş. O’na kıyan elin sahibi aynı anda kendi ocağını da söndürmüştü ama ortada bilinen bir husumet olmadığına göre, en az iki ocak birden bire niçin sönmüştü?” Biraz sonra Iğdır’dan gelenlerden izahat istediğimiz vakit, duyduklarını bize şöyle anlatıyorlardı: “Cinayete şahit olanlar süratle başlayan tahkikat dolayısıyla Iğdır’da alıkonmuşlardı. Biz, kulak bilgilerini dinliyorduk”
“Pazartesi akşamüzeri kulübün küçük odalarından birinde küçük bir sofra kuran birkaç arkadaş, Nurettin Kirman, Sadık Tezel, Celâl Nuri Koç(Hâkim), Hüseyin Altay (Sarıkamış Belediye Başkanı), Nevzat Şamiloğlu ve Topal İskender saat 22 civarına kadar oturduktan sonra Kulüp Müsteciri(Kiracısı) Rahim Akyüz, Nurettin’i dışarı çıkarması için garsonlarından birine emir veriyor. Nurettin bu istek üzerine çıkmıyor ise de bilahare topluca kalktıkları vakit vestiyerde Rahim Akyüz ile karşılaşıyorlar. Bu karşılaşma aynı zamanda bir kavganın da başlangıcı oluyor”
Hadisenin bize nakledilen hikâyesini burada kesip şu ciheti tebarüz (belli) ettirelim ki, bu kısımda söylenenler birbirini tutmamaktadır. Bazıları,Nurettin’in kendisini kulüpten çıkarmak isteyenlere küfrettiğini ve bunun üzerine Rahim’in cinayeti işlediğini hikâye etmekte, bazıları da Rahim Akyüz’ün vestiyerde Nurettin’i görünce, “Senin burada ne işin var?” diye sorup hemen arkasından kuvvetli bir yumrukla Kirman’ı yere çökerttiğini,müteakiben de silahını çekerek üzerine boşalttığını anlatmaktadırlar.
Muhakkak olan şey, vestiyerde Nurettin ile Rahim’in karşılaşmış bulunması,cinayetin bu esnada işlenmiş olmasıdır. Vakayı nakledenlerin hikâyesine devam edelim:
“Küçük odadan çıkanlar ile salondan Rahim’in arkasından gelen Aliasker adlı birisi bu sırada vestiyerdedirler. Katilin ilkin maktula (vefat eden) kuvvetli bir yumruk vurarak yere çökerttiği ve arkasından silahına davrandığı müşahede ediliyor. Bu esnada yere çökmüş bulunan Nurettin bir sandalye alarak mukabele etmek pozisyonundadır. Ve işte o anda ayakta duran RahimAkyüz silahını çökmüş vaziyetteki Nurettin’in omuzu istikametinde ateşliyor.
Birinci kurşun maktulün vücuduna girmiş, ikinci kurşun Aliasker adlı bir şahsın Rahim’in koluna aşağıdan yukarıya vurması üzerine tavana gömülmüştür. Bu anlarda Nurettin ile beraber vestiyere çıkanların her biri bir tarafa sinmişlerdir”
Kurşunun seyri ertesi sabah yapılan otopside tespit edilmiş, anlatıldığına göre, sol omuz boşluğundan vücuda giren çekirdeğin, aşağı bir yol takip ve kalbi, mideyi tahrip ederek bel kemiğine saplandığı görülmüştür.
Yediği öldürücü kurşunla kulübün çıkış kapısına yığılan Nurettin Kirman’ın artık her dakika can vermesi beklenmektedir. Derhal yetişen Dr. Abbas Çöllü acil bir yardım düşüncesiyle olacak Kirman’ı yakınında bulunan kendi muayenehanesine götürerek bir iğne yapıyor. Bu dakikada bedbaht babasını getiriyorlar. Nurettin babasını görünce ağlamağa başlamıştır. İğneyi müteakip hastane yolunda işitilen son sözleri: “Abbas(Çöllü) kurtar beni!” cümlesinden ibarettir. Birkaç dakika sonra da ameliyat masasında artık bir Nurettin Kirman değil, bir et ve kemik yığını yatmaktadır.
Dün saat 16 raddelerinde bu satırlar yazıldığı zaman katil Rahim Akyüz, Iğdır Ağır Ceza Mahkemesinde meşhut suç hükümlerine tabi olarak işlediği cinayetin hesabını veriyordu. Hazırlık tahkikatı süratle ikmal edilmiş dosya mahkemeye tevdi olunmuştu. Salı günü gece saat 23’e kadar devam eden mahkeme Çarşamba günü saat 14.00’e talik edilmiştir. Biz, dün sabah Pernavut’dan Kars’a müteveccihen (bir yere doğru gitmek) ayrıldığımız sırada, Genç Ölü’nün cesedini aile mezarlığına getirenler de kamyonlarla Iğdır’a hareket ediyorlardı. Yeni bir günün bahar güneşi, Kirmanların sönen Güneşinden habersiz olarak, mustarip (acı çeken) kamyon yolcularının üstünde yükselmekte idi.
***
AZİZ GÜNEY ANLATIYOR (IĞDIR SEVDASI)
Nurettin Kirman anne tarafından Ayrım ailesiyle akrabaydı. Faytonculuk yaparak ailesini geçindiren babası gerçekten çok iyi bir insandı. Nurettin ortaokul mezunuydu. İyi bir hatip ve örgütleyici olduğu için kısa sürede Azerilerin önemli bir kesimini etrafında toplamıştı. Cesur ve atılgandı. Onun bu yapısı bazı çevreleri rahatsız ediyordu.
O yıllarda Azeriler arasında yerli-muhacir denilen, seçimden seçime alevlenen bir sosyal kutuplaşma olurdu. Rus İhtilalinden ve Stalin’in baskısından kaçıp gelen Azeriler, kültür ve sosyal yaşam bakımından daha farklıydılar. Bu yüzden yerli Azerilerle aralarında doğal bir kutuplaşma olmuştu. Nurettin bu kutuplaşmada, yerli kesimi temsil ediyordu.
Öte yandan, DP saflarında da siyasal bir kutuplaşma kendisini hissettiriyordu. Rahim Akyüz ve Sadık Tezel gurubu, Nurettin Kirman’ın karşısında güçlü bir muhalefet olarak mücadele ediyordu. Nurettin Kirman’ın öldürülmesini bu çatışmaların bir devamı olarak düşünmek gerekir.
1950-59 yılları arasında Nurettin Kirman’la DP saflarında birlikte mücadele yürüttük. Sadece bir kez ve kısa süreli olarak karşı karşıya geldik. Nurettin Kirman’ın ölümünden sonra Azeriler arasındaki Yerli-Muhacir çekişmesi de son buldu.İyi bir arkadaş ve iyi bir particiydi. Allah rahmet etsin.”
***
YEŞİL IĞDIR GAZETESİ 1 Nisan 1957
YAZAN: FAZIL ŞIKTAŞ
PERNAVUT’A
Kulaktan kulağa ağızdan ağıza
Bir fısıltı dolaşıyor
Fısıltı değil inilti dolaşıyor…
Kirman’ı vurdular!…
Gitti aramızdan sonsuza doğru,
Al kanlara boyandı omuzu,
Artık particileri karşılamayacak,
Parmağını sallayarak kürsüde konuşamayacak,
Particilere cevap veremeyecek!..
Bir kalabalık bir topluluk var,
Mahşerdi hastanenin önü…
Kalpler kırık gözler nemli
Birisini bekliyorlar!..
Otopsi bitti herkes heyecanda,
Figânlar koptu bir anda!
Cinayetin kurbanı Nurettin tabutta,
O da gençlerin omzunda,
Kars caddesine doğru gidiyor…
Hıçkırıklar boğazda düğümleniyor!
Naaşı Pernavut’a uğurlanırken kalpler mahzun
KAYBOLAN GENÇ
YAZAN: SADIK AKIN
Nasıl tufan eyledi yirmi beş Martın gecesi,
Umulmayan kurşun ile kesilmişti nefesi.
Razı olmaz cihan buna, vakitsiz koptu gülü..
Elimizden de uçurduk kürsü seven bülbülü!..
Taze açılmış güle insan kurşun atar mı?
Tanınmış bir Türk gencinin kanı boşa akar mı?
İmdada koşan gençlik inleyene ağladılar,
Nemli, yaşlı gözlerle hastaneye kaldırdılar.
Kirman aramızdan gideceğin sanki yalandı!
İsmin ve hatıraların kalbimize dolandı…
Razı olmaz Ortaokul bunca acı tufana,
Masum, fakir talebeler dua edin başkana
O’NA
YAZAN: T. TURAN ATASEVER
Sanadır gözlerde nemlenen buğu,
Sanadır, kalplere çöken bu mâtem,
Ey azmi kuvvetli Aras çocuğu,
Hep senin içindir gözlerdeki nem…
Hayatın boyunca her an, her zaman,
Kendini Iğdır’ın derdiyle buldun…
Bu içli hayata daha doymadan,
Feleğin kahrına kurban mı oldun?
Ey, bizi zamansız terk eden Kirman,
Seni kalbimize gömdük, bizdesin…
Gözlere yaş oldu bu erken hîcran,
Bütün özleminle içimizdesin!.
SIRRI ATALAY’IN RIZA YALÇIN-BEHRAM ÖCAL TERCİHİ
Rıza Yalçın 1954 Genel Seçimlerinde CHP listesinden Kars Milletvekili seçildi. Ancak çok geçmeden Rıza Yalçın-Sırrı Atalay arasında bir çekişme yaşanır. Bunun nedeni şudur: Iğdır DP yönetimi daha önce açıkladığım gibi Samet Ağaoğlu ve Abbas Çetin’den gelen talimatla Enver Sever ve Iğdır DP Yönetimini kullanarak Sırrı Atalay’a iftira atarlar ve Iğdır’da yargılanmasına neden olurlar. Sırrı Atalay’ın yargılanması 2 yıl sürer. Mahkeme için Sırrı Atalay defalarca Iğdır’a gelir-gider.
Yargılamalar devam ederken Rıza Yalçın tarafsız kalmış, Sırrı Atalay’ı yalnız bırakmıştır. Hiçbir mahkemesinde hazır bulunmamıştır. Sırrı Atalay’a sadece her partiden Kürtler sahip çıkarlar halbuki Rıza Yalçın’ı 1954 seçimlerinde CHP milletvekili listesine Sırrı Atalay dahil etmiştir.
Sırrı Atalay’ın doğal beklentisi duruşmalarda Rıza Yalçın’ın da hazır olması, “O Taylı”komplosuna karşı “Bu Taylı” bir Azeri olarak dayanışma göstermesidir. Rıza Yalçın, Sırrı Atalay’ı yalnız bırakınca Kars’ta CHP milletvekili listelerinin hazırlanmasında son sözü söyleyen Sırrı Atalay, 1957 seçimlerinde Iğdır’dan Rıza Yalçın yerine Behram Öcal’ı ön plana çıkarır ve listeye koyar. (Hatırlatma: Mecit Hun o yıllarda CHP’li değildir). Rıza Yalçın’ın istifa haberi ve Cengiz Ekinci’nin yorumu şöyledir:
EKİNCİ GAZETESİ 15 ŞUBAT 1958
YAZAN: CENGİZ EKİNCİ
RIZA YALÇIN CHP’DEN İSTİFA ETTİ
Sarıkamış CHP ilçe başkanı Ruhi Bey Iğdır’dan avdetini müteakip konuştuğumuz sırada 10nuncu devre mebuslarından Sayın Rıza Yalçın’ın CHP’den istifa ettiğini söylediği vakit, “Biraz geç kalmış” demekten kendimizi alamadık. Eski Sayın Milletvekilinin 1957 seçimleri yoklamalarından sonraki tutumu, kendisini mebusluğa kadar yükselten partisine küstüğünü meydana koymuştu. Bu küskünlüğü seçimlerde“aleyhte” faaliyet gösterecek kadar de ileri idi. Bir şahıs mensup olduğu partinin mağlubiyeti için çalıştıktan sonra da, elini vicdanına koyup çekilmesi icap ederdi. Rıza Yalçın, meselenin bu cephesinde beklenileni yapmış oldu.
Ancak bir de Rıza Yalçın’dan beklenmeyen şey vardı: Sayın Sabık Mebus, hemşerisi Abbas Çetin veya Lâtif Aküzüm gibi mutlaka ikbal ve mebusluk için değil biraz da partisi için partici olmalıydı.
Rıza Yalçın Halk Partisine ne yapmıştı? Iğdır’da ilçe başkanlığı,daha başka? Beş altı köylük taraftar, biraz daha zorlanalım on köylük taraftar…Posof, Sarıkamış, Digor, Arpaçay, Çıldır ve diğer kazalar Rıza Yalçın’ı tanır bilirler miydi?
Hayır. Rıza Yalçın bütün vilâyetin tanıyıp mebus seçmek istediği bir şahıs olduğu için mi yoksa CHP listesinde bulunduğu için mi milletvekilliği pâyesi ile Ankara’ya gönderilmişti? Kendisi de itiraf eder ki, CHP listesinde olduğu için. Bu vilâyette Abbas Çetin mi yoksa Rıza Yalçın mı daha çok tanınmış, halka mal olmuştur? Yüz misli ile Abbas Çetin. Pekiyi nasıl olmuş da Abbas Çetin kazanmamış, Rıza Yalçın Milletvekili seçilmişti?
Çünkü Rıza Yalçın CHP listesinde idi. Ve bu parti Bay Rıza Yalçın’ı mebus yapmak kararında bulunuyordu. Bu muhakemeden sonra mantık bizi şu hükme götürüyor: Eğer CHP olmasaydı Bay Rıza Yalçın Milletvekilliğini rüyasında görmezdi. Fakat RızaYalçın olmasaydı CHP’ye bir ilçe başkanı bulur, seçimleri yine kazanırdı.
Son delil 27 Ekim imtihanıdır. Bay Rıza Yalçın Sayın hemşerisi Bay Abbas Çetin ile Iğdır’da CHP’yi dize getirmek için tevhidi kuvvet ederek canlarını dişlerine takıp çalıştıkları halde, Karslıların “kadirşinas” hükmü ikisi de CHP’nin sayesinde (Not: Abbas Çetin 1950 seçimlerinde CHP listesinden milletvekili olmuştu) Mebusluğa yükselmiş olan bu iki sayın hemşerimizi aleyhtarlığını 35 bin rey fazlasıyla cevaplandırarak ibret dersini vermişti.
CHP, 1957’de iktidara gelseydi Bay Rıza Yalçın partisinden istifa eder miydi? Zannedilmez. Yahut Bay Rıza Yalçın, 1957 yoklamasında da CHP’nin adayı olsaydı, partisini “tahakküm” isnadı altında bırakıp çekilir miydi? Yüz kere hayır. Demek Bay Rıza Yalçın CHP için değil kendi tatlı canı için partici idi. Böyle olduğu cihetle de tekrar mebus olmayınca“particiliğinin” manası kalmadı ve çekildi. Kararın kendisi için hayırlı olmasını dileriz.
SONUÇ DEĞERLENDİRMESİ (Mücahit)
Menderes erken seçimlerin 27 Ekim 1957 tarihinde yapılacağını açıklayınca siyasi arena yeniden hareketlendi. 1950 ve 54 seçimlerinde Kars’tan yenilgiyle çıkan Menderes, Kars’a özel bir önem veriyor, milletvekili çıkarmayı ümit ediyordu. Elbette bu görevi Samet Ağaoğlu üstlenir. Samet Ağaoğlu da Abbas Çetin’i devreye sokar.
O dönem Iğdır DP İlçe Başkanı Hacı Nağdali Parlar’dır. Etrafında Sadık Tezel, Enver Sever, Feyzullah İnan gibi güçlü isimler vardır. Birlikte bir seçim planı yaparlar. İşin kötü tarafı Genel Seçimden önce DP İlçe Kongresinin yapılması gerekmektedir. Örneğin CHP İlçe Kongresinin 19 Ağustos 1957 yapılacağını duyuran haberi vermek isterim.
EKİNCİ GAZETESİ 9 Ağustos 1957
YAZAN: CENGİZ EKİNCİ
CHP İLÇE KONGRELERİNİN TARİHİ BELLİ OLDU
Kars CHP İl kongresi 24 Ağustos Pazar günü 9’da açılacaktır.
Tarih sırasıyla ilçe CHP kongreleri yapılacak kazalar şunlardır:
19 Ağustos: Iğdır
20 Ağustos: Tuzluca ve Kağızman
Benzer şekilde DP’nin de Ağustos ayı içerisinde Iğdır İlçe Kongresi yapılacaktır. İlçe Başkanı Hacı Nağdali Parlar’dır. Ancak DP’nin Iğdır’daki kurucusu ve ilk ilçe başkanı Nurettin Kirman da adaylığını açıklar. Amacı ilçe başkanı seçilmek ve DP’nin Kars Milletvekili listesinde yer almaktır.
Nurettin Kirman’ın seçimi kazanacağına kesin gözüyle bakılmaktadır. Bu yüzden İlçe Kongresi olmadan Nurettin Kirman’ın etkisiz hale getirilmesi gerekmektedir. Yukarıda gerek dönemin gazete haberlerinden gerek kendi ailesinin ve bazı önemli şahsiyetlerin anlatımından bazı bilgiler vermeye çalıştım.
Iğdır Sevdası kitabını yazarken hazırladığım 100 Temel Soru içinde “Nurettin Kirman’ın Öldürülmesi” olayı da vardı. “Nurettin Kirman Cinayeti”ni yüzlerce hemşerime sordum. Bütün söylenenleri dikkate alarak gerçeğe en yakın senaryo şu şekilde olmuştur:
Merhum Nurettin Kirman manifatura dükkanını kapatır. Hava serindir. Üzerinde pardösüsü, başında hafif eğik şapkası ve koltuğunun altında gazete tomarı vardır. Evine doğru sakin adımlarla yürürken dostlarından Sadık Tezel ile karşılaşır. Sadık Tezel, Nurettin Kirman’ı kulübe gitmeye davet eder. Nurettin Kirman eve gitmekte ısrarlıdır ama Sadık Tezel’in hatırını kırmaz, kulübe gider.
Kulübün işletmecisi Rahim Akyüz’dür. Rahim Akyüz ilçede aşırı alkol alımı ve üzerinde silah bulundurmasıyla bilinmektedir. Kulüpte ilçenin Savcısı ve Hakimi de vardır. Aynı masada oturup o dönem bürokratlarına özgü bir sohbet havası oluşur. Sonra hep birlikte evlerine gitmek üzere kalkarlar. Pardösü ve şapkalarını giymek için kulübün antresindeki (hol) vestiyere yönelirler. Aniden holdeki ışık söner, bir el silah sesi duyulur. İçeridekiler panik halinde “Ne oldu? Işığı yakın!” bağrışmaları ve hezeyanı içindeyken, ışık tekrar yanar. Yerde sahipsiz bir tabanca vardır. Nurettin Kirman ağır yaralı vaziyette yerde yatmaktadır.
Nurettin Kirman henüz giydiği pardösüsüyle acilen faytonla Abbas Çöllü’nün muayenehanesine götürülür. Faytoncu Hacı Ali Asker Bağcı’dır. Onunla da söyleşi yapmış, Iğdır Sevdasında yer vermiştim. Hiç kimse Rahim Akyüz’ün elinde tabanca görmemiştir. Zaten görmüş olsalardı dava Iğdır’da görülürdü. Olay yerinde bulunan bütün şahıslar şüpheli konumundadırlar. Davaya geç de olsa Ağrı Savcılığı el koyar. Iğdır Savcısı ve Hakimi de dahil olmak üzere olay yerinde bulunan herkesin ifadesi alınır. Rahim Akyüz olayı itiraf eder. Ceza alır.1974 Ecevit affıyla serbest kalır.
Nurettin Kirman öldürüldüğünde Iğdır’da belli kesimler kasıtlı olarak sırayla şu dedikoduları yaymışlardır (2000-2002 yılları arasında Iğdır Sevdası kitabını yazarken hemşerilerime Nurettin Kirman’ı kim ve niçin öldürdü diye sorduğumda verdikleri cevaplardan birkaçını sizinle paylaşıyorum)
- Mecit Hun, Nurettin Kirman’ı öldürdü. (Ancak Mecit Hun’un Kars’ta olduğu öğrenilince bu kez ikinci bir dedikodu dalgası yayılır.)
- Mecit Hun bir Kürde silah verip Nurettin Kirman’ı öldürttü, kendisi de şüphe çekmemek için Kars’a gitti.
- Savcı ve Hakim ifadelerinde dışarıdan kimsenin kulübe gelmediğini söyleyince bu kez Nurettin Kirman’ın namus meselesi yüzünden öldürüldüğü dedikodusu yayılır
- Namus iftirası da tutmayınca borç para yüzünden öldürüldüğü söylenir. Bu dedikodular Rahim Akyüz’ün cinayeti itirafına kadar devam eder.
İşin acı tarafı Nurettin Kirman’ın en samimi dostu ve en güvendiği arkadaşı Mecit Hun’dur. Kürsü konuşmalarında atışırlar ama hemen sonra kol kola girip birlikte çay içmeye gidecek kadar birbirlerine kalben bağlıdırlar.
Merhum Hüseyin Akbulut’un anlatımına göre cezaevinden çıkan Merhum Rahim Akyüz olup bitenleri ve gerçekleri sadece Mecit Hun’a anlatmıştır. Bu sır da Mecit Hun’la toprağa gitmiştir. Merhum Rahim Akyüz pastanenin önünde Mecit Hun’la baş başa yaptığı konuşmayı bitirip iki büklüm ve yorgun şekilde ayrıldığında Mecit Hun’un, “Be insafsızlar! Nurettin gibi bir değere nasıl kıydınız?” diye yüksek sesle bağırdığını Merhum Ali Yiğit anılarında nakletmişti.
Olayın senaryosu planlandığı zaman Rahim Akyüz’e şu güvence verilir: “Hakim Celal Nuri Koç koyu DP’lidir. (Zaten 1957 DP Milletvekili listesinde yer alacaktır.) Vestiyer yerinde kalabalığın olduğu anda tek bir kurşun sıkılacak ve tabanca yere atılacaktır. Merminin hangi yönden geldiğinin belli olmaması için omuzdan aşağıya doğru ateşlenecektir. Işıklar yandığı zaman ne olup bittiğini kimse bilmeyecektir. Mahkeme Iğdır’da görüleceği için Celal Nuri Koç olayın üzerini kapatacak şekilde yardımcı olacak, birkaç ay sonra takipsizlik kararı verilerek dosya kapatılacaktır. Rahat ol!”
Rahim Akyüz ceza almadan bu cinayetten kurtulacağını ümit eder ama kimsenin hesaba katmadığı bir durum vardır. Tabanca yerde olduğu için herkes şüpheli durumundadır. Davaya Iğdır Savcılığı değil Ağrı Savcılığı el koyar. Planlar bozulur.
Halk arasında yıllarca konuşulan birkaç yanlış tezi çürütmek istiyorum. Bu tezlerin amacı cinayeti “siyasi” değil “adi” bir cinayet olarak Iğdır halkına inandırmaktır:
BİRİNCİ İDDİA: “Nurettin Kirman aşırı alkol alır, Rahim Akyüz kulüpten attırmak ister. Kavga olur. Rahim Akyüz yumruk atar. Nurettin Kirman yere düşer. Rahim Akyüz silahına sarılıp ateş eder.” Bu iddia birçok açıdan mümkün değildir. Birincisi, Nurettin Kirman Hakim, Savcı, Sarıkamış Belediye Başkanının olduğu masada kendisini mahcup duruma düşürecek kadar alkol alan bir şahsiyet değildir. İkincisi, kavga veya ağız dalaşı olduğunu varsayalım. Böyle bir durumda aynı masada oturanların araya girmesi, tarafları sakinleştirmeye çalıştırması beklenirdi. Öyle anlatılır ki Rahim Akyüz ile Nurettin Kirman yumruk kavgası yaparken diğerleri masada oturarak olup biteni izlemekle yetinmişler. Üçüncüsü, eğer Savcı ve Hakim Rahim Akyüz’ün elinde silah görselerdi davaya Iğdır’da bakılacaktı.
İKİNCİ İDDİA: “Nurettin Kirman ile Rahim Akyüz arasında eskiye dayalı bir husumet vardır. Rahim Akyüz, Nurettin Kirman’ın bu husumete rağmen kendi gazinosuna gelmesinden rahatsız olur, kavga çıkar, silah patlar.” Bu iddianın da doğru olması mümkün görünmüyor. Birincisi, eğer Rahim Akyüz Nurettin Kirman’ın gazinoya gelişinden rahatsız olmuşsa daha ilk anda içeriye girmesine engel olurdu. Hâlbuki Nurettin Kirman arkadaşlarıyla gece yarısına kadar oturmuş sohbet etmiştir. İkincisi, Rahim Akyüz gazino işletmecisi olarak saygın kişiliğine zarar verecek bir ağız dalaşını veya küfürleşmeyi yapacak durumda değildir.
ÜÇÜNCÜ İDDİA: İki el silah sıkıldığı yönündedir. Güya Aliasker isimli bir şahıs Rahim Akyüz ikinci kez tetiğe basmadan önce eline vurmuş mermi tavana saplanmıştır. Sonraki günler veya haftalar yerinde yapılan keşiflerde ikinci mermi izine rastlanmamıştır.
Eğer Merhum Nurettin Kirman evine giderken gece karanlığında bilinmeyen kişiler tarafından vurularak öldürülseydi bu bir “siyasi” cinayet olarak algılanacak, bazı kesimleri açıkça zan altında bırakacaktı. O yüzden böyle bir öldürme şekli asla uygulamaya konmak istenmemiştir.
Kısa ve öz bir şekilde ifade edersek Iğdır DP içinde etkin olan “O Taylı”bir grubun planlaması sonucu “Bu Taylı” Nurettin Kirman öldürülmüştür. Iğdır’ın ilk Demokrasi Şehididir. Allah rahmet etsin!Nurettin Kirman öldürülmesi Iğdır siyasi tarihinde bir dönüm noktasıdır. Bu cinayetten sonra yerli Azeriler bir adım geri atar, kontrol Diaspora Azerilerinin eline geçer. Bu durum hala ve güçlenerek devam etmektedir.
Yazımı sonlandırmadan önce özellikle Iğdırlı okuyucularımın dikkatine bir gerçeği daha sunmak isterim:
Iğdır gerek ilçe gerekse de il olduğu zaman kürsülerde yüzlerce Iğdır kökenli siyaset insanı tanıdı. Sizleri bütün samimiyetimle temin ederim ki hiçbir Azeri siyasetçi kürsü konuşmalarında Merhum Nurettin Kirman’ın belagatine, konuşma yeteneğine, içeriğinin kalitesine ve kitleleri coşturma yeteneğinin yanından bile geçemedi. Yine aynı şekilde sizlere temin ederim ki hiçbir Kürt siyasetçi kürsü konuşmalarında Merhum Mecit Hun’un belagatine, konuşma yeteneğine, içeriğinin kalitesine ve kitleleri coşturma yeteneğinin yanından bile geçemedi. Biri Kürt biri Azeri merhum iki siyaset insanın kürsülerden yükselen sesleri hala Ağrı Dağı’nda yankı bulmakta, hala Iğdır’ın onur sayfalarına altın harflerle yazılı durmaktadır.
DEVAM EDECEK