Değerli Okuyucular:
Kürtler; tarih boyunca, kısa veya uzun ömürlü imparatorluklar, krallıklar, devletler, hanedanlıklar, bağımsız beylikler ve özerk bölgeler kurdular. Her yıl yapılan araştırmalar, Kürt tarihinin karanlık yönlerini aydınlatıyor, Kürtler üzerindeki sis perdesini biraz daha aralıyor, bilinmeyen gerçeklikler net bir şekilde gözler önüne seriliyor.
18’nci yüzyılda (1751-79 yılları arasında) İran’da kurulan Zend Şii Kürt Devleti de tarihin unuttuğu veya unutturduğu kısa ömürlü ama etkisi büyük devletlerden birisidir. Bu yazımda kısaca Zend Şii Kürt Devleti hakkında bilgi sunacağım.
Zend Hanedanlığını kaleme almadan önce, ortalama okuyucuları bilgilendirmek için Kürtlerle ilgili din-dil konularında bilinmeyen veya az bilinen gerçeklikleri şematik olarak aktarmak istiyorum:
KÜRTLERDE DİL VE DİN
Değerli Okuyucular:
“Kürt” kelimesi günlük yaşamda ve siyasi literatürde “Homojen” yani “Tek Tip” bir yapı olarak algılanır. Öyle zannedilir ki bütün Kürtler aynı dili konuşur aynı dine inanır, aynı alfabeyi kullanırlar.
Bu çok büyük bir yanılgıdır. Kürt toplumunun çok yönlü gerçekliği tam olarak kavranmadan “Kürt Sorununa Çözüm” adı altında piyasaya sürülen tüm siyasi çözüm önerileri ve manifestolar bir yalandır, seçmeni aldatmadır.
Kürt Toplumu, sadece Kürdistan coğrafyasında yaşayan halkların da sorunu değildir. İran’ın Kuzey Horasan bölgesinde 2 milyona yakın Kürt yaşamaktadır, ama “Kuzey Horasan” Kürdistan coğrafyasının bir parçası değildir. Aynı şekilde, İç Anadolu Kürtlerinin (Cihanbeyli, Şereflikoçhisar, Kulu, Haymana vb) nüfusu da 2 milyona yakındır, ama İç Anadolu Bölgesi, Kürdistan coğrafyasının bir parçası değildir. Eski Sovyetler Birliği ülkelerinde yaşayan Kürtler de Kürdistan coğrafyasının dışındadırlar. (Ermenistan ve Azerbaycan arasında yer alan tarihi “Kızıl Kürdistan” isimli bölgede bugün artık Kürtlerin yaşamadığını biliyoruz.)
Artık, rengarenk bir gül bahçesini andıran Kürtleri tüm yönleriyle ve gerçekliğiyle tanımaya sıra geldiğini düşünüyorum.
KÜRTLERDE DİL
Aşağıdaki şemada “Bağımsız Dil” statüsündeki altı Kürt dilinin şematik gösterimini veriyorum. Üzülerek söylüyorum, birçok Kürt aydını, Kürt Enstitüsü vb şahıs ve kurumlar hâlâ “Kurmançça, Soranca vb” dillerini “Kürtçenin bir lehçesi” olarak tanımlıyorlar.
Bağımsız Kürt Dilleri Şeması
Şu soruyu sormak istiyorum: Varsayalım ki Kurmançça, Soranca, Zazaca gibi diller, “Kürtçe” denilen bir üst dilin alt lehçeleri olsunlar. Acaba, “Kürtçe” diye isimlendirilen bu dille hangi dil kastediliyor? Hangi dil, Kürtçedir?
Yukarıdaki şemada gösterilen bağımsız Kürt dillerden başka bir “Kürtçe” dili var mıdır?
“Kürtçe diye bir dil yoktur,” diye yazdığımda tepkiler çok oldu. Hâlâ söylüyorum: “Kürtçe” diye tek bir dil yoktur ama Bağımsız Kürt Dilleri vardır. Bu bağımsız diller arasında gramer, morfolojik, fonetik anlamda ciddi farklılıklar olduğu bir gerçektir. Elbette lehçeler vardır. Örneğin, Serhedi, Behdinani gibi bilinen şive veya ağızlar Kurmançça Bağımsız Dilinin alt lehçeleridir. Aynı şekilde Erdelanî, Silêmanî, Mukiryanî, Germiyanî şiveleri de Soranca Bağımsız Dilinin lehçeleridir. Orta Anadolu Kürtlerinde yoğun olarak konuşulan Şeyhbızın şivesi Kelhurcenin, Bahtiyari, Mamasani şiveleri de Lurcanın birer lehçeleridirler.
Diğer ciddi bir sorun da Kurmançça ve Soranca gibi kelimelerin Türkçe yazılışında ortaya çıkan hatalardır.
Türkçe: “Ben Kurmançça biliyorum.”
Kurmançça: “Ez Kurmancî dizanim.”
Bu iki cümleyi birleştiren birçok Kürt yazar, Türkçe yazarken, “Kurmançça” kelimesi yerine “Kurmanci” yazarlar. Bu hatadır! Aynı şekilde “Soranca” yerine de “Soranice” yazmayı tercih ediyorlar. Bu da bir hatadır! “Goranca” yerine “Goranice” yazılması da hatadır.
Örnekler:
“Ben bir Alman’ım. Almanca konuşurum.”
“Ben bir Fransız’ım. Fransızca konuşurum”
“Ben bir Türk’üm. Türkçe konuşurum.”
“Ben bir Kürd’üm. Kürtçe konuşurum.” (Dikkat: Ses uyumu nedeniyle T harfi D oldu)
“Ben bir Zaza’yım. Zazaca konuşurum.”
“Ben bir Kurmanç’ım. Kurmançça konuşurum.” (Yanlış: Ben bir Kurmanc’ım)
“Ben bir Soran’ım. Soranca konuşurum.” (Yanlış: Ben bir Sorani’yim)
“Ben bir Goran’ım. Goranca konuşurum” (Yanlış: Ben bir Gorani’yim)
“Ben bir Lur’um. Lurca konuşurum.”
Diğer büyük bir hata da “Kürt” yerine “Kürd veya Kurd” yazılmasıdır. Örneğin, “Kürtlerin geleceği” yazılmak istendiğinde “Kürdlerin geleceği veya Kurdlerin geleceği” gibi cümleler yazılarak Türkçe ses uyumuna aykırı durumlar ortaya çıkmaktadır. Eğer “D” harfiyle Kürt kimliği ilan edilmek isteniyorsa veya asimilasyona meydan okunmak isteniyorsa bu bir zavallılık ve aşağılık kompleksidir.
Bildiğiniz gibi geçen yıl seçmeli ders programı uygulamaya kondu. Bu listede “Kurmançça” kelimesi yerine “Kurmancca” yazılmıştı. Bu da bir hatadır! Bu hataları ben değil, Türkçe Fonetik kuralları kabul etmiyor.
Bazı okuyucular da şöyle düşünür: “Kürtleri bölmek için emperyalistler farklı Kürt lehçeleri yarattılar.”
Bu iddia da tamamen geçersizdir. 11. yüzyıl şairi Ali Hariri, “Divan” isimli kitabını Kurmançça yazdı. Ahmed Hani (Ehmedê Xanî) 16. yüzyılda kitaplarını Kurmançça kaleme aldı; hatta Nûbihara Biçûkan isimli kitabını “ji bo zarokên Kurmanca” yani “Kurmanç çocukları için” yazarak çocuklara ithaf etti. Ünlü Sovyet Kürt yazarı Ereb Şemo’nun (Erebê Şemo) kaleme aldığı ilk Kürt romanının adı “Şivanê Kurmanca” dır. Emperyalist komplo teorilerini lütfen unutunuz!
KÜRTLERDE DİN / MEZHEP
Kürtlerde DİN konusu da tam olarak açıklanmamış, zihinlere yerleşmemiştir. Türkler öyle zannederler ki, kendileri Sünni / Hanefi ama Kürtler, Sünni / Şafi’dirler. Bu sığ görüş de tıpkı dillerde olduğu gibi Kürt toplumunun var olan zenginliğini ve gerçekliğini yansıtmıyor.
KÜRTLERDE DİL-DİN GRUPLARI
Kürtlerde tarih boyunca kendiliğinden oluşmuş “dil-din” grupları vardır. Her “dil-din” grup tarihi serüven içinde kendi devletini, beyliğini, hanedanlığını kurmuş, sonra sırayı başka bir Kürt grubuna devretmiştir.
Yukarıdaki şemada görüleceği gibi Kürtler arasında ondan fazla GRUP kimliği vardır. Bazılarında, örneğin Êzidi, Alevi ve Musevi gruplarında, “din/mezhep kimliği”, bazılarında da “dil” kimliği ön plandadır. Gruplar arasında ciddi tarihsel kopukluklar olduğunu da hemen ifade etmeliyim. Türkiye’yi örnek alırsak, dört önemli grubun öne çıktığını görürüz:
DİL DİN / MEZHEP
- Kurmançça Sünni /Şafi (Ağrı Dağı İsyanı/Direnişi)
- Kurmançça Alevi (Koçgiri İsyanı/Direnişi)
- Zazaca Sünni / Şafi (Şeyh Sait İsyanı / Direnişi)
- Zazaca Alevi (Dersim İsyanı / Direnişi)
Gördüğünüz gibi 1921-1938 yılları arasında devam eden dört isyan/direnişin her biri farklı bir Kürt (Dil-Mezhep) grubuna ait olmuştur. Biri isyan ederken veya direnirken, diğer üçünden yardım alamamıştır. Kürt İsyan/Direnişlerinin başarısızlığının temel nedeni budur.
KÜRT DİLLERİ ALFABELERİ
Yukarıda “Bağımsız Kürt Dilleri” şeması altında vermiş olduğum altı dil, farklı alfabeler kullanılarak yazı diline aktarılmıştır. Alfabe farklılığı da Kürt Ulusunun içinde bulunduğu dil-din gruplaşmasının daha da parçalı bir yapıya dönüşmesine neden olmuştur. Her ne kadar Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra Kiril Alfabesinin kullanım değeri düşmüşse de bu alfabeyle binlerce roman, araştırma kitabı, gazeteler, belgeler yayımlandı. Kürtler, hafızalarını canlı tutmak istiyorlarsa Kiril Alfabesini bilmek zorundadırlar.
Sadece Kurmançça Bağımsız Dilinin yazıya geçirilmesinde hangi ülkelerde hangi alfabelerin kullanıldığını dikkatinize sunmak isterim:
Bu şu anlama geliyor: Örneğin Kurmanççayı Latin, Kiril ve Arap alfabesiyle yazan üç Kurmanç, bir araya geldiklerinde birbirleriyle rahatça konuşabilecekler ama yazı dilinde anlaşamayacaklardır. Çok karışık bir durum, değil mi?
Yine örneğin Kurmançça bilen bir Musevi, bir Êzidi, bir Alevi, bir Şii, bir Şafi bir araya geldiklerinde Kurmançça konuşarak anlaşabileceklerdir, ama ibadet zamanı, her biri farklı bir mekana giderek kendi dini ritüelini gerçekleştirecektir.
Kürt Ulusunun mozaik yapısını anlayamayan siyasetçiler bütün Kürtler için “Büyük Bağımsız Kürdistan” hedefini koyarken veya Türkiye’deki siyasi partiler Türkiye’deki “Kürt Sorununu” çözmek için “Federal Kürdistan” veya “Demokratik Cumhuriyet” söylemlerini ön plana çıkarırken Kürt Toplumunun bu gerçekliğini hep göz ardı ederler. “Federal” bir yapının oluşması için belli bir sınır, aynı dil, aynı din bir zorunluluktur.
Ayrıca şunu da eklemeliyiz ki Sosyalist ideoloji, dinleri yok saydığından (veya önemsiz gördüğünden), sosyalist Kürt aydınları uzun yıllar, dinleri yok sayarak, Kürt devlet yapılanmalarını hayal ettiler. Ancak bugün biliyoruz ki Alevilik, Musevilik ve Êzidilikte, dini kimlik dil kimliğinden daha baskındır ve önemlidir.
Federal devlet, “tek tip” anlayışı zorunlu kılar. Örneğin, İspanya’nın Katalan bölgesi, federal bir bölgedir. Katalan Bölgesinin sınırları bellidir. Herkes aynı dili konuşur, aynı alfabeyi kullanır ve hepsi de Katolik’tir.
Diğer bir çarpıcı örnek Belçika’daki Flaman ve Valon bölgeleridir. 1985 yılında Flaman bölgesindeki Anvers şehrinde çalışıyordum. Flaman-Valon sınırı bir köyün tam ortasından geçiyordu. Birkaç ev, acaba Flaman bölgesine mi ait yoksa Valon bölgesine mi ait diye medyada çok ciddi tartışmalar yaşandığını hatırlıyorum. Benzer şekilde Brüksel’in hangi sokağı veya mahallesi Flaman veya Valon sınırındadır diye ciddi tartışmaların halen yaşandığını biliyorum.
Türkiye Kürdistan’ında böylesi bir durum söz konusu değildir. Köy köy, sokak sokak bir sınır yoktur. Eğer federasyonu savunan siyasi partiler, sınırları zorla çizmeyi, bir dili, bir dini, bir alfabeyi ön plana çıkarıp diğerlerini bastırmayı, yok etmeyi planlayarak hedef koyuyorlarsa, bu yaklaşım, kısacası imkansızı denemek, Kürt halkını hem kendi içinde hem de merkezi hükümetle iç savaşa sürüklemek anlamına gelir.
Türkiye’de, ne “Demokratik Cumhuriyet” ne de “Federasyon” gerçekçi siyasi çözüm önerileri değillerdir. Kürtlere zaman kaybı yaşatmaktan başka bir anlama gelmezler. Günün gerçekliğine göre adım atmak yerine halkı, “hayal” dünyasında çözüm aramaya itmek anlamındadır. STK’lar ve Siyasi Partilerin, ele ele vererek, yapacakları çalıştay ve benzeri toplantılarla, yapıcı, gerçekçi ve beklentileri karşılayan çözüm modelleri ortaya çıkarabileceklerine inanıyorum.
Şunu unutmayalım: “Kürtler sadece Kürdistan’la sınırlı değildir; Kürdistan da sadece Kürtlerin ülkesi değildir.” “Kürt Ulusu” endemik yani belli bir toprağa bağlı veya belli bir toprakla sınırlı bir ulus değil; evrensel bir ulustur.
Selahaddin Eyyubi, her ulusun sahiplenmek istediği evrensel bir lider değil miydi? Ziryab, her ulusun sahiplenmek istediği evrensel bir şahsiyet değil miydi? Kürtler, “Evrensel Adalet”in bekçileri oldukları sürece varlıklarını devam ettirebilirler. Tarih, Kürtlere, “evrensel adaletin” bekçileri olma sorumluluğunu yüklemiştir. Kürtler, küçük düşündükleri zaman hep kaybetmişlerdir ve kaybedeceklerdir.
Bu gerçekliği dikkate alacak modeller ortaya çıkarılmalıdır. Yoksa da yapılanlar siyasi demagoji ve aldatmacadır. Kürtlerin dil ve din zenginliğini, mozaik yapısını koruyacak ve geliştirecek siyasi projeler anlamlıdır; gerisi zaman kaybıdır.
ZEND Şİİ KÜRT DEVLETİNİN KURULUŞU
Zend Şii Kürt Devleti veya Hanedanlığı 1750’de bugünkü İran topraklarının büyük kısmı üzerinde kuruldu. (Farsça, Zend Devleti için ( سلسله زندیه yani Selseleye Zandiye/ Zendi Hanedanı) tabiri kullanılır.)
Zend Devletinin kuruluşuna geçmeden önce bu hanedanı kuran Lurlar ve onların yaşadığı Luristan bölgesi hakkında bilgi vermek isterim.
LURİSTAN
Tarihi Kürdistan coğrafyası sınırları içinde kalan Luristan, bugün İran’ın 31 eyaletinden birisinin adıdır. Eyalet, Zagros Dağları arasında yer alır. Luristan bölgesinin nüfusu 2006 yılında1.716.527 kişi olarak tespit edilmiştir. Yüzölçümü 28.392 km2 kadardır. Şu andaki yönetim merkezi Hürremabad şehridir.
Yukarıdaki şemalarda gösterdiğim gibi Lurlar, Kürtlerin bir koludur. Lurca konuşurlar. 12 İmam / Şii inancına bağlıdırlar.
AFŞAR HANEDANIN ÇÖKÜŞÜ VE KERİM HAN ZEND
Safevi Devleti 1501-1736 yılları arasında İran’a hükmetti. Son Safevi Şahı ölünce, ordu komutanı Nadir Şah yönetimi eline geçirir, büyük bir devlet kurar. Ancak devletin ömrü kısa olur. Nadir Şah, 1747’de vefat edince İran’da üç yıl devam eden otorite boşluğu ortaya çıkar. İşte böyle bir zamanda Kerim Han Zend, 1751’de iktidarı ele geçirir, Zend Kürt Devletini kurar.
Kerim Han, Lur (Kürtlerin bir kolu) Aşiret Konfederasyonu içinde yer alan Zend aşiretine mensuptu. Aşireti, Safeviler zamanında diğer Kürt aşiretleri gibi Kuzey Horasan’a sürülür, ancak Kerim Han, Zend aşiretini tekrar Zagros Dağlarına geri getirir.
Zend aşiretinin lideri Kerim Han, önce güney ve orta İran bölgesini ele geçirir. Şiraz şehrini başkent yapar. Bunun nedeni, ciddi bir saldırı olursa Şiraz’ı terk edip yakındaki Zagros Dağlarına sığınma şansı bulmaktır. (Kerim Han, 1778’de Tahran’ı ikinci başkent yapar)
Kerim Han Zend, çok geçmeden sınırlarını genişletir Horasan ve Belucistan bölgeleri dışında kalan tüm İran’ı ve Irak’ın bazı bölgelerini ele geçirir. Bugünkü Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan bölgeleri de fiiliyatta hanlar tarafından yönetilen otonom yapıya sahip olsalar da Zend Devletinin kontrolüne girerler. Aynı şekilde Basra Körfezindeki Bahreyn adası da Zend Devletinin sınırlarına dahil olur.
Kerim Han zamanında, İran en huzurlu ve refah dönemini yaşar. Şiraz kenti, görkemli mimari yapıların ve sanatın merkezi olur. İslam öncesi dönemde İran’da kurulan Aşamenid ve Sasani İmparatorluklarının mirasını devralır, o döneme ait mimari sanat yeniden canlandırılır. Bununla yetinmez Orta Çağ İran’ının en büyük iki şairi Hafız ve Saadi Şirazi’nin mezarlarını yeniden yaptırır. Zend Hanedanlığı döneminde ortaya çıkan sanat öyle bir gelişme gösterir ki sonraki yıllar İran’ı yönetecek olan Kaçar Hanedanlığının sanat ve zanaat anlayışının temelini oluşturur.
Kerim Han, 1779 yılında vefat edince, mirasçıları arasında liderlik için kavga başlar, Hanedanlık da hızla gücünü kaybeder. Son yönetici, yeğeni Lotf Ali Han Zend, 1794’de Kaçarlar tarafından öldürülünce Zend Devleti de son bulur.
KERİM HAN ZEND’İN KİŞİLİĞİ
Oxford İslam Ansiklopedisi, Kerim Han’ı şöyle tanımlar: “Kerim Han, İran’ın İslam Dönemindeki en insancıl, en bağışlayıcı, en cömert yöneticisi olarak tarihe geçmiştir.”
1979 İslam Devriminden sonra, yeni İslam hükümetinin ilk uygulaması, cadde ve sokaklara verilmiş olan geçmişteki İranlı yöneticilerin isimlerinin yasaklanması ve kaldırılması olur. Şiraz’ın iki ana caddesinin adı Kerim Han Zend ve Lotf Ali Han Zend idi. Şiraz halkı bu değişikliğe karşı gelir, ayaklanır. Hükümet de bu iki caddenin isimlerini değiştirmekten vazgeçer.
Kerim Han Zend, kendisine “Halkın Vekili” unvanını verir. “Krallar Kralı” anlamına gelin “Şehinşah” unvanını kullanmayı reddeder, şöyle der: “Ben halkımın hizmetkarıyım. Sorunları çözmek için sadece bir vekilim. Ne onların Kralı ne de Şehinşahıyım. Ben Halkın Vekiliyim.”
Kerim Han Zend döneminde, yüzyıllardır savaşlarla alt üst olmuş İran coğrafyası nihayet derin bir nefes alır. Kerim Han, tarımın gelişmesini özendirir; dönemin en büyük imparatorluğu İngiltere ile ticari ilişki kurar. Basra Körfezi kıyısındaki Buşehr, büyük bir ticaret merkezine dönüşür. Dünyanın en büyük şirketi olan “East India Company / Doğu Hindistan Şirketi)” ile yaptığı kârlı ticaret anlaşmaları sayesinde, halkın refah düzeyi artar. Vergileri indirir; adil bir yargılama sistemini uygulamaya koyar.
Kerim Han, 1763’de Gence şehrinde gümüş para bastırır. Kerim Han, Şii inancına bağlıydı ama dini ritüellere uyma anlamında oldukça ılımlıydı. Bazı paraları, 12 İmam ve Mehdi adına bastırır.
Kerim Han Zend’in Gence şehrinde bastırdığı gümüş paraların ön ve arka yüzü
Kerim Han, sanata ve mimariye önem verir. Resim sanatı zirve yapar. Özellikle mermere oyulmuş çiçek, hayvan ve insan desenleri ile sırlı çiniler döneme damgasını vurur.
Kerim Han zamanında ülke huzur bulur. Şehirler arasındaki yollarda eşkıyalık sona erer. Tarihçiler, Kerim Han’ın dönemini bugünkü anlamda “Demokrasi” ve “Demokratik Değerlere Sistemine” benzeterek ele almışlardır. Kerim Han’dan sonra demokrasi bir daha İran’a gelmemiştir.
İranlı tarihçi ve sosyolog Saeed Naficy, kaleme aldığı “Zandiye Tarihi” isimli kitabında şöyle yazar:
“İslam sonrası dönemde hiçbir yönetim Zend Hanedanı kadar adil ve iyi yönetici olamadı. Kerim Han; şövalyeliğe, erdeme, adalete, ahlaka, nezakete sahipti. Kerim Han Zend, tarihin en sevilen yöneticilerinden birisiydi. İnsanlık için etik bir model olarak hizmet etti. Kerim Han, İran halkına zulmetmedi, yerleşim yerlerini yıkmadı, hiçbir şahsın geçimine zarar vermedi. Ayrıca Kerim Han’ın yaşadıkları ve mücadelesi düşünüldüğünde, katlandığı olağanüstü zorluklar, hayret vericidir ve cesareti şayana dikkattir.”
Columbia Üniversitesi’nden sosyolog ve tarihçi William S. Haas, İkinci Dünya Savaşı yıllarında askerlik görevini İran’daki ABD birliklerini eğitmekle geçirir. İran tarihi üzerine derinlemesine araştırma yapar. Kerim Han Zend ile ilgili şöyle bir değerlendirme yapar:
“Nadir Şah’ın ölümünden sonra, güneydeki Zend kabilesinden Karim Han Zend, yönetimi ele geçirdi. İran tahtını yöneten en sevimli ve en insancıl hükümdarlardan birisiydi. Onun hatırası hala Pers halkının zihninde aziz bir yere sahiptir. Onun dönemi ve ülkesi, baskı ve zulümlerle dolu bir dünyada gerçek bir mutluluk vahası gibiydi.”
KERİM HAN ZEND’İN REFORMLARI
- Ülkede düzen, barış ve güvenliğin sağlanması
- Sosyal adalet
- Dinsel özgürlük (Din ve Devlet işlerinin ayrılması)
- Devlette sorumluluk
- En düşük vergi oranları
- Halkın Avukatı ofisinin kurulması
- Uluslararası ticaretin yeniden kurulması ve teşvik edilmesi
- Dış ilişkileri geliştirmek
- Arap kabileleri tarafından Basra Körfezi’ndeki korsanlık ve terörizmin ortadan kaldırılması
- Etnik ve dini azınlıkların haklarını aktif olarak korumak
- Ülkede eğitimin kurulması
- Tarım, zanaat, ticaret dahil olmak üzere ekonominin canlandırılması
- Devletin mali sorumluluğunun şeffaf hale getirilmesi (hesap verilebilirlik)
- Silolarda acil durum ve kıtlık için rezervlerin oluşturulması
- Sanat, şiir ve kültürel etkinliklerin himaye altına alınması
- Devletin düşmanlarına karşı merhamet göstermesi
- “Mutluluk” hakkının bir kararnameyle hükümet ilkesi olarak ilan edilmesi
Tarihçi Sir John Malcolm, Kerim Han Zend dönemini şöyle yazar:
“İran toprakları iki adil yönetici tanıdı: Birincisi Büyük Kiros, ikincisi de Kerim Han Zend’tir. Her ikisi de farklı dinlere, etnik gruplara ve dillere saygılı olmuş, onları himayeleri altına almışlardır.”
SONUÇ
Değerli Okuyucular:
Niçin önce Kürtlerin dil-din yapısı, sonra da İran’da 18’nci yüzyılda kurulmuş olan Şii Zend Kürt Devletinden bahsettiğimi merak etmiş olabilirsiniz.
Yukarıdaki şemalarda gösterdiğim gibi ondan fazla Kürt Dil-Din (Mezhep) grubu vardır. Tarihsel bilgiler dikkate alındığında aralarının iyi olmadığını da biliyoruz.
Kuzey Irak’taki Kürt Federasyonu binbir zorlukla kuruldu. Taraflar, üç yıl süren (1994-97) çok ciddi bir iç savaş yaşadılar. Binlerce peşmerge öldü. Celal Talabani, İran Devrim Muhafızlarını Erbil’e davet ederken, Mesut Barzani, Halepçe katili Saddam Hüseyin’den yardım aldı ve O’nun desteğiyle Erbil’i ele geçirdi. Kısacası Güney Kürdistan’da gizli ve yaralı bir fay hattı vardır. Soranca ön plana çıkarılırken Kurmançça ilkokul seviyesinde tutuluyor. Kısacası Güney Kürdistan’da Kürt, Kürd’ü asimile etmeye çalışıyor. Vahim bir durum!
Birçok Kürt aydını gelecekte, Güney Kürdistan’da, Kurmançça ve Sorancanın bütünleşerek tek dilin ortaya çıkacağını, tekli bir yapının oluşacağını ümit ediyorlar. Bu doğru değildir. Her iki grup, fedakarlık yaparak federasyonu devam ettiriyorlar. Yarın Irak çok zayıflarsa, Kurmançça ve Soranca bölgeleri muhtemelen ayrılacak, iki farklı federatif yapı ortaya çıkacaktır. Veya tersine, Irak (merkezi hükümet) çok güçlenirse, Kurmanç ve Soranlar, tıpkı Kerkük olayında yaşandığı gibi birbirlerini suçlayacak ya iç savaşla ya da sessizce ayrılacaklardır ama sınır savaşı hep devam edecektir. Eğer Güney Kürdistan’ın tamamı örneğin Kurmançça konuşan-Şafi (veya diğer dinlerden biri) veya Soranca konuşan-Şafi (veya diğer dinlerden biri) olsaydı Bağımsız Kürdistan rahatlıkla kurulmuş olurdu.
Bana şu soruyu sorabilirsiniz: Dünyadaki bütün Kürt gruplarını birleştiren bağ nedir? Bu bağın, ortak vatan toprağı, dil ve din olmadığını biliyoruz. Bu grupları birbirine yakınlaştıran tek gerçeklik hepsinin yüzyıllardır içinden geçtikleri “Tarihsel Ortak Acıdır.”
İç Anadolu Kürtlerinden Kuzey Horasan’a; Diyarbakır’dan Erbil’e; Mehabad’tan Kamışlı’ya; Şengal’den eski Sovyet Cumhuriyetleri ve Avrupa’ya kadar tüm Kürtler; dil, din ayrımı gözetmeksizin tarih yolculuğunda acı ve trajediyi yaşadılar ve halen yaşamaya devam ediyorlar. Hepimizin ayrım gözetmeksizin sahiplenmesi gereken işte bu “ORTAK ACIDIR.” Bunun da panzehiri “Evrensel Adalet” yaklaşımı ve anlayışıdır.
Büyük Kürt lideri Kerim Han Zend; hoşgörü, eşitlikçi, adil bir yaklaşımla Kürt olsun veya olmasın insanların “mutluluk” temelinde birleşebileceğini kanıtladı. Görevimiz Kerim Han Zend’in değerleri doğrultusunda yolumuza devam etmektir.
Amerikalı bir tarihçi şöyle der: “İnsanlık tarihi dört adil, cömert ve bağışlayıcı lider tanıdı: Büyük İskender, Büyük Kiros, Selahaddin Eyyubi ve Kerim Han Zend.”
Bize düşen de Selahaddin Eyyubi ve Kerim Han Zend’in evrensel adalet mirasını devam ettirmektir. Her ikisi de önce Arap, Türkmen, Fars, Ermeni, Süryani yani başka halkların sevgisini kazandı, en sonunda da Kürtlerin…
Eğer bir Kürt olarak “evrensel adalet” davamızın peşinden gidersek, varlığımızı ve kimliğimizi tarihe yazmaya devam ederiz.