TOPLAM GÖRÜNTÜLENME: 522
Bir önceki yazımda Ağrı Dağı İsyanının tek boyutlu olmadığını iç içe girmiş sarmal bir yapıya sahip olduğunu özellikle belirtmiştim. İlk sarmalı yani ilk nüveyi birlikte ele almış, isyan hareketinin haksız bir karara direniş olarak ortaya çıktığını ifade etmiştim. Ancak çok geçmeden harekete yeni bir boyut eklenir. Bunu tetikleyen faktör de Lübnan’da kurulan Xoybûn (Hoybun) Cemiyetidir. Ağrı Dağındaki direniş kısa sürede siyasi bir öz kazanır.
Sizleri Hoybun Cemiyetinin kuruluşuna ve isyan hareketinin derinliğine davet etmeden önce tarihi veya sosyal konulara ilgisi az olan okuyucularımı üç farklı konuda bilgilendirmek isterim. Bu değişkenleri dikkate almadan Ağrı Dağı İsyanını irdelemek veya anlamak mümkün olmayacaktır.
BİRİNCİ FAKTÖR: KÜRT TOPLUMSAL GERÇEKLİĞİ
Ortalama okuyucu gerek tarih kitaplarında gerekse de medyada hep şu ifadeyi ya okumuş ya da işitmiştir: “Kürt İsyanı”. Bu genel bir bakıştır. Şöyle bir anlam verir: “Türkiye’de Kürtler var ve isyan etmişler!” İşte bu genel değerlendirmeyi detaylandırmak zorundayız. Yoksa da 1920’den beri yaşanan Kürt İsyanlarını anlamamız mümkün olmayacağı gibi konumuz olan Ağrı Dağı İsyanını da değerlendirmekte zorlanacağız.
Türkiye’de Kürt Toplumu dil olarak en genel haliyle ikiye bölünmüştür: Zazaca ve Kurmançça. (Daha önceki bir yazımda ifade etmiştim: Standart Kürtçe yoktur. Zazaca ve Kurmançça birbirinin lehçesi değildir. Bunların her biri bağımsız bir dildir. Aynı şekilde Soranice, Goranice ve Lurca da bağımsız dillerdir.)
Türkiye’de Kürt Toplumu mezhep olarak en genel haliyle ikiye bölünmüştür: Alevi ve Sünni
Elbette Êzidi Kürtler de vardır ama ben en genel yaklaşımı tercih ediyorum.
Bu durumda Türkiye’deki Kürt toplumu dört ana bileşenden oluşur:
Zazaca (dil)-Alevi (mezhep)
Zazaca (dil)-Sünni (mezhep)
Kurmançça (dil)-Alevi (mezhep)
Kurmançça (dil)-Sünni (mezhep)
Bu dört grubun coğrafi bölgeleri de farklıdır. Çok nadiren iç içe yaşamaktadırlar. Örneğin Iğdır Kürtlerinin hepsi Kurmançça-Sünni grubuna dahildir. Farklı dil-mezhep toplumsal gruplaşmasının oluşması gerçekliği Kürt İsyanlarının kaderini belirlemede önemli bir rol oynamıştır. Örneğin Koçgiri İsyanına katılanlar Kurmançça-Alevi topluluktur. Şeyh Sait İsyanın temel gücü Zazaca-Sünni grubudur. Dersim İsyanının temel gücü Kurmançça-Alevi ve Zazaca-Alevi gruplarıdır. Ağrı Dağı İsyanının ana gücünü oluşturan aşiretlerin tamamı Kurmançça-Sünni grubuna dahildir. Yukarıda bahsi geçen dört gruptan birisi isyan ederken diğerleri büyük ölçüde seyirci kalmıştır. Bazen de seyirci kalmakla yetinmemiş devletle birlikte hareket etmiştir.
Eğer Türkiye’deki bütün Kürtler bu dört gruptan sadece birisine dahil olsaydı o zaman Kürt İsyanlarının başarı şansı yüksek olacaktı. Bu gruplar arasındaki “yabancılaşmaya” bir örnek vermek istiyorum:
Daha sonra Ağrı Dağı İsyanına dönüşecek olan Ağrı Dağı direnişini başlatan İbrahim Ağa, Hükümete üç konuda kızgındır:
- Ruslar 1915 yılında Bayezid vilayetine karşı saldırıya geçtiği zaman Gur Hesso ile birlikte Rus birliklerine karşı kahramanca savaştım.
- 1919-1920 yıllarında Hamidiye Alaylarına bağlı bir komutan olarak Ermeni Komitacılara karşı savaştım, Iğdır ovasındaki Azeri Müslüman ahaliyi kurtardım.
- 1925 Şeyh Sait İsyanı sonrasında kaçan lider kadronun İran’a geçiş yapmasına engel olmak için orduyla işbirliği içinde hareket ettim
İbrahim Ağa bu üç nedenden dolayı devlete öfkelidir. Bu nedenle 1926 sürgün kararına karşı çıkar, eline silah alıp Ağrı Dağına sığınır. Eğer Kürtlük bilinci, bütün Kürt coğrafyasında aynı şekilde var olsaydı İbrahim Ağa’nın Zazaca-Sünni grubuna mensup isyancı (Şeyh Sait İsyanı) liderlerini yakalamak gibi bir derdi olmayacak, hatta onlara destek verecekti.
Zazaca-Sünni ağırlıklı Şeyh Sait İsyanı sırasında Kurmançça-Sünni grubuna dahil olan Iğdır ve Bayezid Vilayeti bölgesinden Şeyh Sait İsyanına yardım gitmemiştir. Bu konuda toplantılar olmuş ama halkı ikna etmekte zorlanmışlardır. Aynı şekilde “Doğu İlleri ve Varto Tarihi” isimli kitabın yazarı Mehmet Şerif Fırat’ın mensubu olduğu Zazaca-Alevi Holmeki Aşireti devletle işbirliği yaparak Zazaca-Sünni Şeyh Sait İsyanının bastırılmasında önemli bir görev üstlenmiştir.
Kısacası, “Kürt” denildiği zaman karşınızda “tek bir grup” değil dört farklı toplumsal grup ve gerçeklik vardır. Kürt Milliyetçileri bu gerçekliği ya görmek istemezler ya da “sosyalist” ideolojiye sarılarak “evrensel ve tek boyutlu bir Kürt” kimliğini yukarıdan aşağıya dikte etmeye çalışırlar. Bu yaklaşımın halkta hiçbir zaman karşılığı yoktur. Din ve dil yüzyılların derinliğinden gelen iki toplumsal kimliktir, bir günde veya bir ideolojiyle yok edilemez!
İKİNCİ FAKTÖR: AĞRI DAĞI BÖLGESİ DEĞİŞKENLERİ
- AĞRI DAĞI LOJİSTİĞİ: Ağrı Dağı üç sınıra komşudur. Eğer Doğu Anadolu’nun orta yerinde bir dağ olsaydı isyan farklı bir çizgide (olumlu veya olumsuz) gelişebilirdi. Ayrıca isyan yıllarında Küçük Ağrı Dağı İran sınırı içindedir. İsyanın son yılında Küçük Ağrı Dağı önem kazanır. Türkiye Cumhuriyeti Van bölgesindeki bir bölgeyi İran’a terk eder, karşılığında Küçük Ağrı Dağını Cumhuriyet sınırlarına dahil eder. Çepeçevre sarılan isyancılar lojistik desteklerini kaybederler.
- CELALİ AŞİRETİ: Ağrı Dağı İsyanının gidişatını ve kaderini belirleyen Celali Aşiretidir. Brukan, Redkan, Hayderan ve diğer aşiretlerin isyan bölgesindeki varlığı hemen hemen hiç yoktur.
Üç ana koldan (Helikan, Hesesori, Sakan) oluşan Celali aşiretinin isyan sırasında öne çıkan ana özellikleri şöyledir:
- Ağrı Dağı bölgesinin hem Türkiye hem de İran tarafındaki aşiretlerinin tamamı Celali aşireti mensubudurlar. Bu anlamda Ağrı Dağı İsyanı zamanla bir “Celali Aşireti” isyanına dönüşür. Asıl vurucu ve savaşan güçler bu aşiret mensubudur.
- Celali aşireti bir aşiretler konfederasyonudur. Aşiretlerin bir kısmı isyana destek verir, bir kısmı devlet güçleriyle birlikte hareket eder bir kısmı da tarafsız kalmayı yeğler.
- Celali aşiretinin bir kısmı tamamen Türkiye tarafında (Gêloî, Gıskan, Kotan vb) bir kısmı tamamen İran tarafında (Mala Bozo ve Helikan) bir kısmı da hem Türkiye hem de İran tarafında (Sakan, Kızılbaşoğlu) yerleşiktir.
- Celali aşiretinin bir kısmında Şeyhlik kurumu (Sakan) önemlidir bir kısmında (Helikan) böyle bir kurum yoktur.
- Celali aşireti üç ülke arasında dağınıktır: Türkiye, İran ve Sovyetler Birliği. Ancak isyan sırasında Sovyet sınırı kapalıdır. Gidiş-geliş olmaz. Ayrıca, Iğdır tarafındaki Celali aşiretleri uzun yıllar Rus yönetiminde Glava sistemiyle yönetildiklerinden veya Güneş Ailesinin yönetiminde olduklarından farklı bir kültür ve anlayışa sahiptirler. Bayezid Vilayeti yani Osmanlı Devleti tarafındaki Celali aşiretleri Hamidiye Alayları şeklinde örgütlendiği için isyana katılan her iki grup arasında yönetim anlayışı anlamında büyük farklılıklar vardır.
- Celali aşireti içinde iki ciddi aşiret çatışması yıllardır devam etmektedir: Iğdır tarafında Gêloî-Kızılbaşoğlu, Doğubayazıt tarafında Kotan-Sakan
- Celali aşiretinin bir kısmı yoksul bir kısmı zengindir.
- Kısacası eğer bütün Celali aşireti tek güç olarak ve tek liderlik altında isyana koşulsuz destek verseydi isyan ya uzar ya da geniş bir coğrafyaya yayılarak etkisini artırabilirdi.
- İRAN: İran da Türkiye gibi bir Kürt devletinin kurulma ihtimalinden rahatsızlık duymakta, bu yüzden bölgede önemli bir askeri güç bulundurmaktadır. Bazı aşiret güçleri (Milan) İran askerleriyle birlikte hareket etmekte, özellikle Büyük ve Küçük Ağrı Dağı arasında kalan bölgeyi kontrol etmek için çaba sarf etmektedirler. Eğer İran, Kürt isyanını destekleyen bir taraf olsaydı her şey farklı bir çizgide gelişebilirdi.
- 1929 DÜNYA EKONOMİK BUNALIMI: İsyancılar, Hoybun Cemiyetinin kuruluşunda kararlaştırıldığı gibi Ermenilerden gerekli para ve erzak desteği alamadılar. Bunun önemli nedeni diasporada yaşayan Ermenilerin 1929 dünya ekonomik krizinden etkilenmesi, söz verdikleri parasal kaynakları isyancılara ulaştıramamasıdır. Altın ve değerli mücevherat toplanarak bu finansal katkı aşılmaya çalışılmıştır ama günün koşullarında altın “takas” değerinden başka bir şey ifade etmediğinden toplanan altınlar elde kalmış, silah ve erzak alımında kullanılamamıştır.
- ATATÜRK-KAZIM KARABEKİR PAŞA GERGİNLİĞİ: Kurtuluş savaşı yıllarında Kazım Karabekir Paşa, Doğu Anadolu’da Hamidiye Alaylarını yeniden canlandırdı, lider kadroyla yakın ilişki içinde oldu. 1921 yılında Doğu sınırı karşılıklı anlaşmalarla güvenceye alınınca Kazım Karabekir Paşa Hamidiye Alaylarını lağvetti. Çok ilginçtir tam da aynı tarihte Kurtuluş Savaşı sırasında Batı Cephesinde olağanüstü yararlılıklar göstermiş Çerkez Ethem ve birlikleri de İnönü tarafından lağvedilir. Hamidiye Alayı liderleri 1926’da sürgüne gönderilir, Çerkez Ethem de yakalanmamak için önce Yunanistan’a sığınır oradan da Ürdün’e geçer. Orada vefat eder.
Ancak çok geçmeden Kazım Karabekir Paşa ile Atatürk karşı karşıya gelir. Kazım Karabekir Paşa’nın kurduğu parti, Şeyh Sait isyanı ile ilişkisi olduğu şüphesiyle kapatılır. İzmir Suikastından sonra idamla yargılanır. 1927 yılında emekliye sevk edilir. İnzivaya çekilir.
Bütün bunların Ağrı Dağı İsyanı ile ne ilişkisi olabilir diye düşünebilirsiniz. “Doğu Anadolu’nun Fatihi” Kazım Karabekir Paşa Kurtuluş Savaşı yıllarında bölgedeki Kürt liderleriyle yakın temas halinde olmuştur. Hepsiyle dostluğu ve muhabbeti vardır. Onlarla sürekli yazışma içindedir. 1926 Ağa ve Beylerin Sürgün Yasasına karşı olduğu bilinmektedir ama o yıllar yetkileri elinden alınmıştır. Ağrı Dağı İsyanı sırasında eğer Kazım Karabekir Paşa bölgeye gönderilmiş olsaydı mutlaka isyana katılan Hamidiye Alayı lider ve kadrolarını ikna edebilecek, isyanı kontrol altına alabilecekti. Kazım Karabekir Paşa Kürtler arasında sevilmekte hatta büyük bir saygı ile anılmaktadır.
Merhum Mecit Hun çocukluk yıllarındaki anılarında şöyle yazar:
“Karahacılı, Kolikent ve Hıdırlı gibi yakın köylerdeki akrabalarımız babamın evde bulunduğu akşamları misafir odamızda toplanır, sohbet ederlerdi. Genellikle Ermenilerle olan savaştan, Kürt milislerle Hamidiye Alaylarının fedakarlıklarından ve özellikle Erivan ve Nahcıvan’daki Azeri direnişinden bahsedilirdi. Herkes Kazım Karabekir Paşa’yı özel bir saygı ile anardı.”
Atatürk ismi bu bölgedeki Kürt evlerinde sadece “uzaktaki devlet adamı” olarak algılanır, kendilerinden biri olarak görmezlerdi. Çocukluk yıllarımda (1965-1972) gittiğim Kürt evlerinde arada bir Kazım Karabekir Paşa’nın resmini görürdüm ama Atatürk resmi asla asılı olmazdı. Muhtemelen bu durum halen devam ediyor olabilir.
İsyanın bastırılması uzayınca Atatürk, bu durumdan bölgede bulunan ve muhtemelen Kazım Karabekir Paşa’ya bağlılıklarını devam ettiren komutanların “işgüzarlığına” bağlar, kendisi gibi Selanik doğumlu Salih Omurtak Paşayı İsyanı bastırmakla görevlendirir. Bu öngörüsünde haklı olabilir çünkü Salih Paşanın bölgeye gelmesiyle denge ordu lehine değişir.
- SAVAŞ UÇAĞI: İsyan yıllarında Türkiye’nin savaş uçağı sayısı 100 kadar tahmin edilmektedir. İhsan Nuri Paşa’nın anılarında da belirttiği gibi savaş uçaklarının varlığı isyancı güçleri büyük ölçüde yıldırmış, yenilgiyi hızlandırmıştır. Savaş uçakları kullanılmasaydı ordunun ilerlemesi oldukça zorlaşacaktı.
1930 yılı ilkbaharına kadar savaş uçaklarının isyancılar üzerinde yıldırıcı bir etkisi olmamıştır. Çünkü en nihayetinde savaş uçakları semada göründüğü zaman isyancılar kayalıkların arasında rahatça kaybolabilmektedirler. Ancak İhsan Nuri Paşa belki de isyan boyunca en büyük hatasını yapar. 1930 yılı ilkbaharında geniş bölgedeki (Van, Bitlis, Tendürek, Süphandağ) Kürt aşiretlerine aileleri ve hayvanlarıyla birlikte Ağrı Dağı’na gelmelerini ister. Ne zaman ki Ağrı Dağı’nda siyah çadırlar kurulup sivil ahali yerleşince uçakların artık vurabileceği bir hedefi vardır. Siviller öldükçe savaşçıların da morali bozulur. İsyan hızla yenilgiye doğru gider. Bu konuya daha sonra yeniden ele alacağız.
- ÇAPULCU ZİHNİYET: Ağrı Dağı İsyanı sırasında lider kadroya yakın duran ama ondan bağımsız hareket eden bir grup hayvan hırsızlığı ve çapulculuğa başvurur. Bu grup öylesine güç kazanır ki ne İhsan Nuri Paşanın ne de İbrahim Ağa’nın bunları engellemeye gücü yetmez. İki örnek vermek istiyorum: Birincisi, değerli Kürt Aydını Dr. Naci Kutlay Bey’in ağabeyi Merhum Süleyman Kutlay’ın kendi anlatımdan:
“Ağrı Dağı İsyanıyla ilgili birçok kitaplar yazıldı. Romantik ve kahramanlık dolu sayfalarla methiyeler yağdırıldı. Ancak gerçekte yaşanan olayların bununla hiç bir ilgisi yoktu. Hareket başından itibaren çapulcu bir zihniyete dayanıyordu. Birçok insanın bu satırları okuduğu zaman beni yargılayacaklarını biliyorum. Ama doğruları konuşmayı görev biliyorum. Öte yandan beni bu kadar kesin sözlü konuşmaya iten neden bizzat tanık olduğum olaylardır. Unutmayın ki bu isyan sonra erdiği zaman 13 yaşında bir delikanlıydım!
İsyanın belki de tek idealist yöneticisi İhsan Nuri Paşaydı. O da isyan bastırılmadan iki ay önce İran’a kaçıp gitmişti.
Ş.Z adında bir şahıs vardı. Aslen Iğdırlıydı. İsyancı güçlerin yanında yer almıştı. Silahı gruplarıyla gelip civar köylerdeki hayvanları zorla alır, İran’a götürüp satardı. Düşünün “seni kurtaracağım” dediğin zavallı Kürt köylülerinin malına göz koyan bir hareket ciddiye alınabilir mi? Ne yazık ki bu çığırtkanlık köylünün malıyla sınırlı kalmıyordu. Ellerine geçen her fırsatta, aşirettin saygın isimlerinin namusuna da el atıyorlardı. Ş.Z. Torun ailesinin ve bölge Kürtlerinin ileri geleni Eleşref Bey’in kardeşi Mahmut Bey’in kızını zorla dağa kaçırmıştı. Kendisine yapılan haksızlıklara ve aşağılanmaya dayanamayan kız üç ay sonra tüfeği kafasına dayayarak intihar etti. Bu hareketin anlaşılabilir bir mantığı yoktu. Bir gün Ş.Z’ın kardeşi Ş.A’la tanışma şansım olmuştu. O da kardeşi gibi isyancı güçlere katılmıştı. Konuşmalarımız Ağrı İsyan yıllarına kayınca, kendisine merakla sordum:
“Siz o zamanlar dağa niçin çıktınız?”
“Kürt halkını kurtarmak için!”.
“Ama nasıl olur? Hangi halkı kurtarmak peşindeydiniz? Köylüsünün malına, beyinin namusuna el attınız!”
Ş.A, bu çıkışımı suskunlukla karşılamıştı.
Ağrı Dağı İsyanındaki çapulcu çetelere halk arasında ‘Cer’ denirdi. Bunlar keyifleri istediği zaman atlara biner ellerinde silahları, hayvan gaspına çıkarlardı. Köylüler onların gelişinden korkuya kapılır, evlerine kapanırlardı. Kimse onlara karşı direnemezdi. Zaten kimsede silah yoktu!
Tehlike bizim köye doğru geliyordu. Dedem köyümüzü ve hayvanlarımızı bu eşkıya baskınlarından korumaya karar verdi. Bir gün yanına birkaç köylüyü alarak Sarıkamış yakınlarındaki Allahuekber Dağlarına gitti. Oradaki ormanların birinde yıllar önce Enver Paşanın 90.000 kişilik ordusu soğuktan donarak ölmüştü. Bu katliamdan geriye kalan silah ve teçhizat halen toprak altındaydı. Demirleri paslanmış, tahta kaplamaları çürümüş olan mavzerlerden toplayabildikleri kadarını sırtlayıp geldiler. Paslar temizlendi, demir parçalar yeni kundaklara sokuldular. Bu şekilde köyü savunacak silahlarımız oldu.
Köyde hemen görev bölümü yapıldı. Sekiz köylü, bekçilik görevini üstlendi. Dördü gündüzleri dördü de geceleri köyün etrafındaki alanı gözetime alacaklardı.
Köydeki bütün hayvanları her sabah bir araya getirilir, ‘Naxır’ dediğimiz tek bir sürü halinde köyün arka tarafındaki Medyen yaylasına gönderilirdi. Babam çobanı tembihlerdi:
“Tek bir silah patlaması duyar duymaz hayvanları topla köye getir!”
Birkaç güne kalmadan köyü çevreleyen derin vadilerde silahlı atlıların olduğu haberi geldi. Dedem dürbünle olup biteni dikkatle izliyordu. Evet, eşkıyalar gelmişti!
Hemen bir silah atışı yapıldı, çobana mesaj iletildi. Hayvanlarımız tozu dumana katarak köye girdiler. Hemen savunma hazırlıkları yapıldı. Atlıların sayısı gittikçe çoğalıyor ve kararlı bir şekilde köye yaklaşıyorlardı. 200 metre kadar bir mesafe kalınca dedem yaklaşmamalarını aksi halde ateş açacaklarını söyledi. Karşı taraftan cevap geldi:
“Yusuf Ağa, yanlış anlama kötü bir niyetimiz yok! Sadece karnımız aç!”
“Yaklaşmayın! Olduğunuz yerde kalın! İstediğiniz ekmekse gönderiyorum.”
Annem hemen ocağı yaktı. ‘Nanış Keva’ dediğimiz ekmekten pişirdi. Yoğurt ve peynirle birlikte paketleyip bir bekçinin elinde eşkıyalara gönderdik.
Yemekten sonra tekrar atlarına bindiler. Köye doğru bağırdılar:
“Yusuf Ağa müsaade et köyün ortasında geçip yolumuza devam edelim!”
“Kesinlikle hayır! Yemeğinizi yediniz şimdi gidin!”
Dedem tedbiri son ana kadar elden bırakmaya niyetli değildi. Silahlı atlılar köyün altındaki bir yolu izleyerek dağların ardında ve derin vadilerde kayboldular.
Bu kez dedemi başka bir korku almıştı: Ya birileri “Yusuf Ağa eşkıyaya yemek verdi!” diye jandarmaya ihbar etse! Dedem vakit kaybetmeden Tuzluca kaymakamına gider, durumu bilgisine sunar. Gerçekte de bir zaman sonra bu yönde bir ihbar yapılacak, dedem yeniden sorgulanacaktı.”
***
Bir başka tarihi anekdot şöyledir: Ahmed Şemo’nun, yakın arkadaşı ve aralarında geçmişe dayalı derin dostluk bağı olan, isyancı lider İbrahim Ağa’ya bir görüşmede söyledikleridir. İbrahim Ağa, Ahmed Şemo’dan isyana katılmasını ister. Ahmed Şemo’nun cevabı nettir:
“Kürt halkının malına ve rızkına zorla el koyan bir hareketten bereket gelmez. Ben isyan için değil senin akıbetine üzülüyorum. Seni vuracak bir kurşun ola ki yine bir Kürt kurşunu olsun.”
ÜÇÜNÇÜ FAKTÖR: HAMİDİYE ALAYLARI
Bazı yazarlar şu iddiada bulunmuşlardır: Osmanlı döneminde Kürtler kurnaz (!) bir şekilde hareket edip Hamidiye Alayları şeklinde örgütlenmeyi kabul ettiler, masum (!) Osmanlı yöneticilerini tuzağa düşürüp Ermenileri Doğu Anadolu’dan attılar, boşalan köy ve kasabalara el koyduktan sonra bu bölgede bir “Kürdistan” yaratmak için harekete geçtiler. Maalesef bu saçma tezi işleyen birçok kitap ve makale vardır. Bu grupta olanlar daha ileri gider, 1914-15 Ermeni tehcirinden de Kürtleri sorumlu tutarlar.
Özellikle 1970’li yıllardan itibaren uluslararası diplomaside “Ermeni soykırımı” tezleri karşısında köşeye sıkışan Dışişleri Bakanlığı ve Türk Düşünce Kuruluşları bu yönde ciddi (!) raporlar hazırlarlar, uluslararası kuruluşlara sunarlar. Bu raporların ciddiyetsiz olduğunu ilk kabul eden diasporadaki Ermeniler olur. Ermeniler, Hamidiye Alaylarını tehcirde görev almakla suçlamakta ama tehcirin planlayıcısı olarak görmemektedirler. Bu yüzden Hamidiye Alayları ne Osmanlı yöneticilerini tuzağa düşürmüş ne de tehcir kararını Osmanlı yönetimiyle birlikte planlamışlardır. Üstelik İbrahim Ağa olayında görüldüğü gibi Osmanlı/Türk yönetim kadrosu Hamidiye Alaylarını sadece Ermeni tehcirinde değil aynı zamanda Kürt İsyanlarını bastırmak veya kontrol altına almak için de kullanmışlardır. Eğer Hamidiye Alaylarının amacı “Kürdistan” kurmak olsaydı başka bir Kürt İsyanını başlatanları yakalayıp devlete niçin teslim etsin ki?
Şimdi gelelim en önemlisine: Yukarıda Kürtlerin dört ana grupta toplandığını yazdım. Hamidiye Alayları sadece (veya büyük bir çoğunlukla) Kurmançça-Sünni gruba mensup Kürt aşiretlerinden oluşturulmuştur. Osmanlı Devleti, Yavuz Sultan Selim’den beri Alevi nüfusa karşı (Türk, Zaza, Kurmanç) mesafeli olmuş, onları olası bir savaşta İran’ın gizli müttefiki olarak görmüşlerdir. Bu yüzden Zazaca-Alevi ve Kurmançça-Alevi gruplar içinde Hamidiye Alayları oluşturulmamıştır. Aynı şekilde Hamidiye Alayları kurulurken Zazaca-Sünni grup da devre dışı bırakılmıştır.
Bütün bu söylediklerim, konuyu derinliğine bilmeyen yazarların “Kürtler kurnaz (!) davranıp Ermenileri kovduktan sonra onların toprağında bir Kürdistan kurma gibi gizli bir planları vardı” şeklindeki tezlerini çürütür. İlginç yani Kurmançça-Sünni Kürtlerden oluşturulan Hamidiye Alayları, bölgedeki Alevi Kürtlere, tehcir halindeki Ermenilere yaptıklarından daha fazla zulmetmişlerdir.
Bazı Türk yazarlar, “Kürt isyanlarının amacı Halifeliği geri getirmekti,” şeklinde tezler ileri sürmüşlerdir. Yukarıda bahsettiğim üç grup zaten Halifelik veya merkezi otorite tarafından dışlanmıştır. Halifelik davasını görecek tek bir grup vardır: Kurmaçça-Sünni grup. Ağrı Dağı İsyanına katılan aşiretlerin tamamı Kurmançça-Sünni gruba dahildir. İsyan sırasında hiçbir anlatımda veya belgede “Halifeliği” geri istiyoruz şeklinde bir istek olmamıştır. Sadece Şapka ve Kıyafet devrimine bir direnç gösterilmiş, bu da isyancı liderler tarafından fırsata çevrilerek bir anlamda propaganda amaçlı kullanılmıştır.
Burada bir parantez açmak isterim beş farklı dilin (Kurmançça, Zazaca, Soranice, Goranice, Lurca) ve çeşitli din ve mezheplerin (Sünni, Şia, Êzidi, Musevi vb) olduğu bu coğrafyada insanları birbirine bağlayan iki tanım vardır: Kürt ve Kürdistan. Bu anlamda “Türk” ve “Turan” düşüncesiyle bir paralellik kurmak mümkündür. Nasıl ki gerektiğinde bir Özbek, “Ben Türk değilim, Özbeğim” demesi gibi bir Zaza da gerektiğinde, “Ben Kürt değilim, Zazayım” diyebilmektedir.
***
Şimdi XOYBÛN Cemiyetinin kuruluşuna bir göz atalım:
XOYBÛN (HOYBUN) CEMİYETİ
Hoybun Cemiyeti 5 Ekim 1927’de Lübnan’ın Bihamdun kentinde Taşnak Ermeni lider Vahap Papazyan’ın evinde kurulur. Celadet Ali Bedirhan, Kamuran Ali Bedirhan, Haco Ağa, Mehmet Şükrü Sekban, Nuri Dersimi, Ekrem Cemilpaşa ve Memduh Selim gibi ünlü Kürt aristokrat ve milliyetçilerin yanı sıra Taşnak kökenli Ermeniler de kuruluşta yer alırlar. Xoybûn herhangi bir şeyin kısaltılmışı değildir. Kürtçe bir kelimedir. Kelime kelime çevirirsek: “Kendin Olmak” gibi bir anlam verir. Elbette Kürtçe konuşan veya bilen birisi için bu kelime “Bağımsızlık” demektir.
Ortak deklarasyon kabaca şöyledir: Doğu Anadolu’da Ermeni nüfus kalmamıştır. İlk aşamada Bağımsız Kürdistan kurulacaktır. Bu mücadelenin askeri gücünü Kürtler sağlayacaktır. Diasporada (Suriye, Lübnan, İran, Avrupa, Amerika ve diğer ülkeler) yaşayan Ermenilerin askeri güç göndermesi mümkün değildir. Sovyetler Birliği sınırları içerisinde kalan Sovyet Ermenistan Cumhuriyeti’nin de askeri yardımı imkansız görünmekte çünkü Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında iç işlerine karışmama yönünde bir anlaşma vardır. Sınır olan Aras nehri Sovyet askerlerince kontrol altında tutulmaktadır.
Anlaşmaya göre, ilk aşamada diasporadaki Ermeniler para (ve silah) yardımı yapacaktır. İsyan güç kazanınca ve Bağımsız Kürdistan ilan edilince diasporadaki Ermeniler diplomatik ağırlıklarını koyup yeni kurulan devletin uluslararası kuruluş ve devletler tarafından tanınması için gerekeni yapacaklardır. Bağımsız Kürdistan kurulduktan sonra diasporadaki Ermenilerin Bağımsız Kürdistan’a göçü sağlanacak, oluşacak nüfus dengesine göre ileriki bir tarihte referandumla Bağımsız Ermenistan’ın sınırları belirlenecektir. Kısacası Kürtler ve Ermeniler, değişen koşullarda biri askeri güç diğeri para ve diplomatik destekle birbirini tamamlayacak şekilde yola çıkma kararı alırlar.
Ağrı Dağı’nda süre gelen kendiliğinden direniş hareketine siyasi bir öz vermek ve ilk isyanı başlatmak üzere Osmanlı asker kökenli İhsan Nuri Paşa ve Ermeni kökenli Ardeşir Muradyan (Zîlan Beg), 20 kişilik bir grupla Ağrı Dağı’na gönderilir. Artık Ağrı Dağı İsyanında ikinci dönem yani siyasi dönem başlamıştır.
İhsan Nuri Paşa hareketin lideri olur. Ağrı Cumhuriyeti ilan edilir. Kurdava başkent olur. İbrahim Ağa ise “İbrahim Paşa” ismiyle taltif edilerek Bayezid (Ağrı) Valisi olarak atanır bir anlamda ikinci adam pozisyonuna indirgenir.
Okuyucunun aklına şu soru gelebilir: Niçin tek bir Ermeni yani Zîlan Bey Ağrı İsyanında yer almıştır. Zîlan Beyin varlığı Taşnak Ermenilerinin Hoybun Deklarasyonunda öngörülen Kürt Devletinin tanınması anlamında diplomatik manevra yapmalarına bir gerekçe sunacaktır. Örneğin New York’ta yaşayan Ermeni kökenli bir Taşnakçı olan Vahan Cardashian ABD Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği bir mektupta, Ağrı’daki operasyonların başında birkaç Ermeni subay olduğunu yazarak ilan edilen Kürt Devletinin meşrutiyetinin kabul edilmesi yönünde baskı yapar. Yani Zilan Bey’in Ağrı Dağı’ndaki varlığı daha çok diplomatik manevra için gerekli olmuştur.
DEVAM EDECEK