Son Yazılarımız

KÜRT TARİHİNİN EN BÜYÜK ASKERİ DEHASI: ŞÎRKÛH (ŞÊRGO)

(Not: “2007 Iğdır Bağımsız Adaylığımın Anatomisi” isimli yazım, gazete sahibi Akay Aktaş Hoca’nın tehditler alması sonucu yayımdan kaldırıldı. Korkaklara söyleyeceğim şu: Cesaretiniz varsa beni (0543 901 38 57) arayın, tehdit edin! Kürt Sultan Selahattin Eyyubi’nin çadırının üzerinde, ipek kumaşa işlenmiş bir vecize vardı: “Selahattin, herkes gibi ölüme mahkûm bir kuldur.” Ben, Sultan Selahattin’in manevi torunuyum. Bunu sakın unutmayın sahte siyasi mafya bozuntuları! Saygılarımla. )

 Değerli Okuyucular:

Her kavmin, her milletin askeri bir kahramanı vardır. Bu çok doğal ve anlaşılır bir şeydir. İnsanlık tarihi savaşlarla biçimlenmiş, bugünlere gelinmiştir. Hâlâ savaşlarla da yoluna devam etmektedir. Amacım hangi kavmin veya milletin askeri liderinin diğerinden üstün olduğunu kanıtlamak değildir.

Kürt Tarihi açısından bakıldığında en büyük askeri deha Şîrkûh’dur. Bu kadar önemli bir şahsiyet hakkında ne ciddi bir makale ne de kitap vardır. Bunun nedeni, Sultan Selahattin’in isminin ön planda olmasıdır. Unutmayalım ki Sultan Selahattin, savaş sanatının inceliklerini amcası Şîrkûh’tan öğrenmiştir. Halbuki Şîrkûh, savaş stratejisi anlamında Makedonyalı Büyük İskender, Kartacalı Hannibal ile aynı seviyede yeteneğe sahipti.

ŞÎRKÛH (ŞÊRGO) KİMDİR?

İsterseniz önce “Şîrkûh” adının anlamını açıklayayım: Bildiğiniz gibi Kürtçe ve Farsça aynı dil grubuna aittirler. Bu nedenle ortak kelimeler oldukça fazladır. “Şîr” kelimesi “Aslan”; “Kûh” kelimesi de “Dağ” anlamına gelir. Böyle olunca “Şîrkûh” kelimesini, “Dağ(lar)ın Aslanı” olarak çevirmek mümkündür. Arapça, “Aslan” kelimesinin karşılığı “Esad”tır. Bu yüzden Arap tarihçiler O’na “Esad ad-Din” yani “Dinin Aslanı” adını verirken, Avrupalılar eserlerinde Latince bir kelime olan “Siraconus” ismiyle anmışlardır.

Şîrkûh, bugün Ermenistan sınırları içinde kalan, Divin şehrinde dünyaya gelir. Babası Şadi ve dedesi Mervan, bugünkü Azerbaycan ve Ermenistan’ın büyük kısmını kaplayan Şedaddi Kürt Devletinin hizmetindeydi.

Bağdat Valisi Bihruz, Şadi’yi bugün Irak sınırları içinde kalan Tikrit şehrine vali olarak atar. Şadi ve iki oğlu Necmettin Eyyüb ve Şîrkûh, Tikrit’e yerleşirler. Şadi, vefat edince bu görevi Necmettin Eyyüb üstlenir. Şîrkûh, bölgedeki Hıristiyanlarla bir husumet yaşar, hatta birkaçını öldürür. Bunun üzerine, Bihruz, Necmeddin Eyüb’i Tikrit Valiliğinden azleder. İki kardeş 1137 yılında bir gece Musul’a doğru yola çıkarlar. O gece, İslam Dünyasının en büyük kahramanı Selahattin dünyaya gelir. İki kardeş daha önce, kendilerine sığınan ve yardım ettikleri Türk Atabeyi İmadeddin Zengi’nin yanına giderler, O’nun hizmetine girerler.

İmadeddin Zengi’nin öldürülmesinden sonra yerine oğlu Sultan Nurettin geçer, Halep’i ele geçirir. Gösterdiği üstün kahramanlık nedeniyle Şîrkûh, en büyük yardımcısı olur. Şîrkuh’u, General olarak atar. Şam’ı ele geçirince, Necemettin Eyüb’ü de kale komutanı olarak görevlendirilir.

Şîrkûh Heykeli

Çok fazla detaya girmeden Şîrkûh’un tarih sahnesine çıkaran önemli bir olaya değinmek istiyorum: O yıllar Mısır’da İsmaili mezhebine bağlı Fatimi Devleti vardı. Bir gün Türk Sultanı Nurettin, Kürt General Şîrkûh’u Mısır’ı almakla görevlendirir. Şîrkûh, yola çıkmadan önce hazırlıklarını yapar.

Ordusu iki bölümden oluşur: Tamamı Kürtlerden oluşan, Şîrkûh’un Arapça isminden dolayı ‘Eseddiye’ olarak adlandırılan 10 bin kişilik Kürt süvari birliği ile Türkmen ve az sayıda Araptan oluşan piyade birliği.

Şîrkûh, yanına yeğeni Selahattin’i de alarak sefere çıkar. Şîrkûh, Selahattin’e görev vermekte, tecrübe kazanmasına yardımcı olmaktadır.

İnsanlık tarihi boyunca at, savaşlarda önemli bir oynamıştır. Şîrkûh, “Eseddiye” adını verdiği Kürt süvari birliğine yeni bir savaş tekniği öğretir. Savaşta, Eseddiye süvari birliği aniden dört ayrı kola ayrılmakta, ikisi düşmana yan cepheden hücum ederken, diğer ikisi çevirme hareketi yaparak, düşmana arkadan saldırmaktadır. Böylece düşmanın karşısında sadece piyade birlikleri kalır. Bu taktikle Şîrkûh, bütün savaşları kazanır, sonunda Mısır’ı fetheder, Vezir olur.

Şîrkûh, kısa boylu, tıknaz, kiloludur. Bir gözünde katarak olduğu için, tek gözlüdür. Yeme içmeyi sever. Aynı zamanda haftalarca açlık ve susuzluğa dayanacak kadar dirençlidir. Kısacası, akıllı, cesur, tedbirli, vakur bir devlet adamıdır. Cömerttir. Medrese ve camiler yaptırır. Vezir olduktan iki ay sonra verdiği şölende aşırı yemekten dolayı kalp krizi geçirip vefat eder (23 Mart 1169). Önce Kahire’ye defnedilir, 1183 yılında mezarı Medine’ye nakledilir.

Surlu William, 1163 seferine atıfta bulunarak Şîrkûh’u şöyle tanımlar:

«Yetenekli ve enerjik bir savaşçı, zafer için hevesli ve askeri işlerde geniş deneyime sahip. Miras kaynaklarının çok ötesinde cömert olan Şîrkûh, bu cömertlik nedeniyle takipçileri tarafından çok sevildi. Ufak, çok şişman ve tıknazdı. Yıllar içinde çoktan çökmüştü. Köklü bir aileden olmamasına rağmen, zengin olmuş ve mütevazı mirasından prens rütbesine liyakat ile yükselmişti. O tek gözünde katarakta yakalanmıştı. Zorluklar altında çok dayanıklı bir adamdı, hayatın o döneminde oldukça alışılmadık bir sakinlikle açlık ve susuzluk çeken biriydi.»

Yerine yeğeni Sultan Selahattin, Mısır Veziri olur

TARİHİN GARİP DÖNGÜSÜ

Sultan Selahattin, Kürt Eseddiye Süvari Birliğini, tıpkı amcası gibi yanından ayırmaz. Bütün savaşlardan galip çıkar.

Sultan Selahattin’in vefatından sonra Eyyubi Devleti uzun süre yaşamaz, yıkılır.  “Eseddiye Süvari Birliği”, Kafkasya’dan getirilen köle askerlerle varlığını devam ettirir. Bu kez, sivari birliği “Memlük” olarak anılır.

Napolyon, Mısır’a saldırınca, “Memlük” Süvari Birliği Napolyon’u yenilgiye uğratır. Süvari Birliğinin taktiğine hayran kalan Napolyon, eniştesi Joachim Murat’ı benzer bir süvari birliği kurmakla görevlendirir.

Napolyon’un eniştesi: Joachim Murat

Napolyon’un Rusya seferi sırasında Murat’ın Süvari Birliği büyük bir kahramanlık gösterir. Bu kez Çar, benzer bir süvari birliğinin kurulmasını ister. Böylece ünlü Rus Kazak Süvari Birliği ortaya çıkar. Çok geçmeden Sultan II. Abdülhamit, Rus Kazak Süvari Birliğini taklit ederek Kürt Hamidiye Alaylarını kurar.

Hamidiye Alayları

Kısacası Kürt Generali Şîrkûh’un savaş yöntemi ve süvari birliği, yüzyıllar sonra, dönüp dolaşır tekrar Kürtlere geri gelir, ancak kopyasının kopyasının kopyası olduğu için içerikten ve özünden uzaklaşır.

(Not: Köşem boş kalmasın diye bu yazıyı hızla kaleme aldım. Özür diliyorum!)

FIKRA…  FIKRA…  FIKRA…

“PİLİNİ BİTİRDİM”

(Yazar Sayın Mehmet Bayrak’ın anlatımından esinlenerek kaleme alınmıştır.)

Bir gün bir köylü şehre iner. Sigarasını yakmak ister ama ateşi yoktur. Kılık kıyafeti düzgün bir şehirliye yaklaşır, sigarasını göstererek:

“Kusura bakmayın, acaba kibritiniz, çakmağınız var mı?”

Şehirli, köylüye el fenerini uzatır:

“Bununla yakınız!”

Köylü feneri yakar, habire uğraşır, ama sigarayı yakamaz. Uğraşır da uğraşır… Şehirli beyefendi de zevkle bıyık altından gülmekte, kendince hoşça vakit geçirmektedir. Sonunda fenerin pili biter, köylü de feneri şehirliye geri verir.

Şehirli, kahvehanede arkadaşlarıyla buluşur, köylüye yaptığı el feneri şakasını anlatır. Şehirli dostları, köylünün enayiliğine kahkahalarla gülerler.

Köylü de akşam köyüne döner, köy kahvehanesine gider. Arkadaşları merak edip sorarlar:

“Şehirde ne var ne yok? Hele bir anlat!”

“Bu şehirliler vallahi tam bir enayi! Adamın birisinden sigaramı yakmak için ateş istedim, o da bana el fenerini uzattı. Benimle dalga geçtiğini anladım! Ben de mahsustan sanki çok cahilmişim gibi el feneriyle sigaramı yakmaya çalışıyor gibi yaptım, pili bitinceye kadar adamı hem ayakta tuttum hem fenerinin pilini bitirdim.”

Köylüler, aptal şehirlinin düştüğü tuzağa kahkahalarla gülerler.