Değerli Okuyucular:
Bir zamanlar, Sürmeli Ovası’ndaki ahali, ateş çemberinden geçti. Aşağıda okuyacağınız hikâye, Merhum Hacı Hasan Armağan’ın gerçek anlatımdan kurgulanmıştır.
YIL 1905
1905 yılı, sonbahara doğru bir zamandır. Sürmeli Ovası (Iğdır, Tuzluca (Kulp), Aralık (Başköy/Başkent) bölgesi), Çarlık Rusya’sı yönetimindedir. Büyük ve Küçük Ağrı Dağlarını birbirinden ayıran, Serdarbulak yaylasında Rus askeri kışlası vardır. Ayrıca Iğdır Merkezde “Topçular” olarak bilinen bölgede de başka bir Rus askeri birliği konuşlanmıştır. Ermeni, Kürt, Êzidi, Azeri köyleri yan yana, iç içedirler. Barış, huzur, kirvelik ve dostluk kendiliğinden oluşmuştur. Ta ki Uzakdoğu’da Japonlar, Rus Ordusunu mağlup edinceye kadar…
HACER HANIM
Bir atlı birliği, Başköy’deki (Aralık) bir evin avlusuna girer. En öndeki süvari, gür sesiyle bağırır:
“Ay Hacer Hanım! Hele bir kapıya gel!”
Ahşap kapı, gıcırdayarak açılır. Gözleri günlerdir ağlamaktan yorulmuş Hacer Hanım, bitkin ve umutsuz bir tavırla cevaplar:
“Buyur ay gardaş! Ne istiyirsen?”
“Bizi Brukan Aşireti lideri Eli Ağa gönderdi. Oğlun kaç gün önce evden çıktı?”
“Bugün beşi olar! Davarları alıp getti. Akşama dönerem ana, dedi. Bir daha xeber almadık.”
“Yanında ne götürdü?”
“Beş inek, bir boğa, bir eşek bir de öküz vardı.”
“Oğlun kaç yaşındaydı? Yanında kim vardı?”
“15-16 yaşındaydı. Öz başınaydı (yalnızdı). Aras’ın öte yana geçecem, dedi. Orada ot daha kurumamış, dedi.”
Hacer Hanım, başörtüsüyle artık gözyaşı kurumuş gözlerini gayri ihtiyari siler.
“Oğlunun adı nedir?”
“Cevad!”
Hacer Hanım, eşi vefat ettiğinden beri oğluyla tek başına yaşamaktadır.
Süvari birliği hızla uzaklaşır, İran sınırına doğru yol alır.
1905 RUS DEVRİMİ
Rus Çarı II. Nikolay büyük bir hata yapar. Japonlar, 1904 yılının şubat ayında Uzakdoğu’daki Port Artur Askeri Üssündeki Rus donanmasına savaş ilan etmeksizin saldırdığında, Çar, “Ciddiye alınacak bir durum yok!” diyerek Japonları küçümser. Ancak Rus ordusu yenilgi üzerine yenilgi alınca, kötü haber Çarlık Rusya’sını baştan başa dolaşır. Despot yönetimden bıkmış köylüler, işçiler, aydınlar hatta askerler harekete geçerler.
Dünya petrolünün merkezi Bakü, grevlerle sarsılır. İç savaş başlar. Bu bir devrim hareketidir. Bakü şehri, yerle bir olur. Kafkasya’da otorite boşluğu doğar. Grev kırıcılığına yardımcı olur diye Ohranka (Gizli Polis), etnik gerilimi provoke eder. Bakü’de patlak veren etnik çatışma alevlenir, tüm bölgeye yayılır. Ordu, dağınık ve başıbozuk bir haldedir. Bunu fırsat bilen İranlı eşkıyalar, Erivan bölgesini talan ederler. İşte böyle bir anda, talihsiz Cevad’ı da esir alıp, hayvanlarıyla birlikte İran’a götürürler.
BRUKAN (BRUKÎ) AŞİRETİ KIŞLAĞI
Bugün “Kazım Karabekir Devlet Üretme Çiftliği” adıyla bilinen araziler üzerinde bir zamanlar Brukan Aşiretine yıllarca “kışlak” olarak hizmet vermiş 12 pare köy vardı. Köyler, düz arazide kurulduğu için savunmaya elverişli değildi. Iğdır’da İç Savaş başlayınca Ermeni güçleri ovadaki Müslüman ahaliye karşı saldırıya geçer, Brukan Aşireti de daha güvenli bir bölge olarak gördüğü Osmanlı Devleti’ne sığınır, Van’a yerleşir.
***
Cevad’ın hayvanlarıyla kaybolduğu 1905’in sonbaharında, Brukan Aşireti, Aralık ilçesine 10 km mesafedeki bu kışlakta iskân etmekteydi.
BRUKAN SÜVARİ BİRLİĞİ İZ PEŞİNDE
Hamit Ağa komutasındaki, Brukan Aşiretinin en gözde savaşçılarından oluşan 10 kişilik süvari birliği, yönünü İran sınırına çevirir, mola vermeden 100 km’lik mesafeyi geride bırakır, Maku şehrine varır. Hamit Ağa, Helikan Aşiretine mensup, tanıdık bir aileye misafir olur.
Hamit Ağa, durumu özetler:
“İran tarafından gelen eşkıyalar, Erivan’a yakın bir yerde Azeri bir çocuğu ve hayvanlarını alıp götürmüşler. Annesi dul. Tek umudu bu çocuğu… Zavallı kadın günlerdir perperişan… Eli Ağa, çocuğu bulmamızı emretti.”
Ev sahibi, tereddütsüz konuşur:
“Şu an bu bölgede Celali Aşireti içinde kan davası yüzünden huzursuzluk ve çatışma var. Muhtemelen Şikaki Aşireti mensupları bu saldırıyı yapmış olmalı.”
“Hayvanları götürmelerini anlıyorum, çocuğu niye götürüyorlar?”
“Nöker (çoban) yapıp zorla çalıştırıyorlar. Kendi çobanlarının emrinde olduğu için çocuk kaçamıyor, bir zaman sonra da zaten kaçmaktan vazgeçiyor.”
Hamit Ağa, şaşkındır:
“Bizim tarafta (Çarlık Rusya’sı yönetimindeki Kürtler) böyle şeyler olmaz. Eli Ağa ve Eleşref Bey’in haberi olmadan kuş bile uçmaz. Ne tarafa doğru gidelim?”
“Salmas’a yakın yaylalara gidin. O civarda Şikaki Aşireti köyleri var. Salmas’ta kirvem var. Onun her şeyden haberi olur. Selamımı söyleyin!”
Süvari Birliği, geceyi Maku’da geçirir. Ertesi gün erkenden Salmas’a doğru yola koyulur. Atlılar; akşama doğru Salmas’a varır, Helikanlının kirvesini arayıp bulurlar.
Yaşlı adamın, bölgede olup biten her şeyden haberi vardır.
“Geçenlerde Şikakiler, Erivan tarafından epeyce hayvan, 3-4 tane de genci yakalayıp getirmişler. Osmanlı (Devleti) sınırındaki Zirveh köyüne götürmüşler. Ancak oraya gece baskını yapabilirsiniz. Gündüz gözüyle onlarla baş edemezsiniz. Ben birisini göndereyim, kaçırdıkları gençleri hangi evde sakladıklarını öğrensin, siz de gece baskını yaparsınız.”
Yaşlı adam, Brukan süvari birliğini misafir eder. Hamit Ağa, yaptığı hizmetlerden dolayı bir kese altını, yaşlı adama saygıyla uzatır.
İki gün sonra haber gelir. Yaşlı adamın tahmin ettiği gibi yakalanan gençler Zirveh köyünde toprak bir evde göz hapsinde tutulmaktadırlar.
Hamit Ağa, keşif yapan adamı da yanına alır, yola koyulur.
Köye yaklaştıklarında, savaşçılar, atlarını kuytu bir bölgede bir nöbetçiye emanet edip, köye doğru sürünerek ilerlerler.
Toprak dam, bir kayanın dibindedir. Hamit Ağa, en gözde savaşçılarından üçünü görevlendirir, içerdekileri kurtarmalarını emreder. Kendisi ve arkadaşları da ellerinde silah, onları korumaya alır.
Üç savaşçı, toprak damda delik açıp, dört genci çıkarırlar. Sessizce köyden uzaklaşıp Hamit Ağa’nın yanına varırlar. Hamit Ağa, sorgular:
“İçinizde Cevad isimli biri var mı?”
“Menim adım Cevad’tı”, diyerek birisi öne çıkar.
“Ananın adı nedir?”
“Hacer!”
“Tamam! Hızla buradan uzaklaşıyoruz.”
Çobanların kaçırıldığını fark eden Şikakili nöbetçi havaya ateş açarak, köyü uyandırır. Hamit Ağa, dört savaşçısıyla gelen Şikakileri oyalamaya çalışır, diğerlerinin uzaklaşmasını ister. Çatışma, bütün gece devam eder. Hamit Ağa, bacağından hafif yaralanır, ancak ata binip uzaklaşmasına engel değildir.
Hamit Ağa, kısa bir tedavi görür. Birkaç gün sonra Cevad’ı annesine teslim eder. Eli Ağa, köyden topladığı 5-10 inek, eşek, öküzü Hacer Hanım’a gönderir. Hacer Hanım, Eli Ağa’nın evine gider, yardımı ve cömertliği için teşekkür eder.
YIL 1919
Araya yıllar girer. 1917’de Rus Ordusu, ani bir kararla bölgeden çekilince dengeler bozulur. Etnik gerginlik artar. Ermeniler, 28 Mayıs 2018’te Ermenistan Cumhuriyeti’ni ilan eder, Kasım 1918’de Nahçıvan şehri merkezli kurulmuş olan Aras-Türk Cumhuriyeti’ne Haziran 1919’da son verirler. 1919 yılının ağustos ayından itibaren Sürmeli Ovası amansız bir İç Savaş’la boğuşur. Tepeden tırnağa silahlı Ermeni çeteleri, Sürmeli Ovasındaki Müslüman ahaliye karşı acımasızca saldırıya geçer, katliam ve soykırımlar, birbirini izler.
Eli Ağa, Gümrü tarafından gelip Erivan üzerinden Nahçıvan şehrine doğru yol alan silah yüklü trene saldırı planı hazırlar.
Ermeni güçlerinin her gün güçlendiği böyle bir dönemde Brukan Aşiretinin de silahlanması gerektiğine karar veren Eli Ağa, hazırlıklara başlar. Bu arada Ermeni baskınlarına dayanamayan Başköy’ün sivil halkı, perperişan bir vaziyette İran Azerbaycan’ına doğru yola çıkmıştır bile. Cevad; annesi Hacer’i, eşini ve çocuklarını yolcu eder, kendisi de Eli Ağa’nın silahlı birliğine katılır.
ELİ AĞA VE CEVAD’IN ŞEHADETİ
Eli Ağa, Gümrü’den gelip Erivan üzerinden Nahçıvan şehrine doğru yoluna devam eden silah yüklü trene, Şerur kasabasına yakın bir yerde pusu kurar. Şiddetli bir çatışma olur. Eli Ağa, Cevad ve birçok Brukanlı savaşçı olay yerinde şehit düşerler. (Bu talihsiz olay, Brukan Aşireti tarihine Şere Şerur (Şerur Çatışması) olarak geçmiştir.)
Tren, yoluna devam edip uzaklaşır. Brukanlı savaşçılar, şehitleri yan yana defneder, geri çekilirler. Brukan Aşireti, Ermenilerin intikam amaçlı karşı saldırısını beklemeden, savunmaya elverişsiz köylerini terk edip Osmanlı Devleti’ne sığınmaya karar verir.
Bugün Nahçıvan’daki Şerur kasabasına yakın gittiğinizde, unutmayınız ki o toprakların altında, mezar taşı bile olmayan, bilinmeyen bir yerde, Brukan Aşireti lideri Kürt Eli Ağa ile Azeri Cevad, yan yana yatmaktadırlar.
Hacer Hanım, oğlunun ölüm haberini, İran Azerbaycan’ında alır. Tekrar ağlar, gözyaşlarına boğulur. Acıyı yüreğinde taşıyarak vefat eder.
Kürt-Azeri ruhunun birlikteliğini ve manevi mirasını unutmadan, şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum.
MERHUM KİNYAS KARTAL’IN HATIRATINDAN BİR KESİT
“Rahmetli Babam Bedir, bir Ermeni haininin kurşunu ile şehit oldu. Bu Ermenilerin ailemize ve aşiretimize verdiği ilk acı değildi. Son acı da olmadı. Bundan sonra Ermenilerle olan kanlı mücadelemiz devam edip gitti. Onlar bizi o bölgeden söküp atmak istiyorlardı. Kendi bölgelerinde Müslüman istemiyorlardı. Müslümanların olmadığı bir Ermeni yurdu düşünü gerçekleştirmek için uğraşıyorlardı. Tek tek işledikleri cinayetlerle bizi yerimizden söküp atamadılar. Sonradan köyleri basmaya evleri ve ekinleri yakmaya başladılar. Böylece bizimle onların arasında bir ölüm kalım savaşı başladı ve sürdü.”
SİVAS KABAKYAZI KAMPI VE “55”LER OLAYI
27 Mayıs 1960 Askeri Darbesinden 4 gün sonra Milli Birlik Komitesi (MBK), Irak’ta hız kazanan Barzani Hareketine destek verdikleri veya verebileceklerini bahane ederek yaşları 14-70 arasında değişen Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu bölgesinin ileri gelen Şeyh ve Aşiret Reisleri ve mensuplarından oluşan 485 kişiyi Sivas Kabakyazı Askeri Kampında toplar, 9 ay boyunca kampta kendi deyimleriyle “misafir” ederler. 9 ay sonra 55 kişi çeşitli illere sürgün edilir, diğerleri serbest bırakılır. Bu yüzden bu olay tarihe “55’ler” olayı olarak geçer.
Sivas Kabakyazı Askeri kampındayken, üçüncü ayında İç İşleri Bakanının emri ve MBK’nın onayıyla tutukluların kurşuna dizilmesi kararı çıkar. Bu emir Askeri Kamp Komutanına iletilir. Hazırlıklar yapılır. Kamptakiler kurşuna dizileceklerine bildikleri için kimisi vasiyetini yazar kimisi namaz kılar. Brukan Aşireti lideri Kinyas Kartal, kötü haberle sarsılır, rahatsızlık geçirir. Şeyh Sait Efendi’nin oğlu Şeyh Selahaddin Efendi, Kinyas Kartal’ın yanına gelir:
“Kinyas Bey, sen askersin. Bu kadar sarsılmaman lazım!”
Kinyas Kartal’ın cevabı manidardır:
“Şeyh, vallahi ben Ruslarla da Ermenilerle de çarpıştım. Ama şartlar böyle değildi. Elim kolum bağlı değildi. Onlarda da silah vardı bende de vardı. Ama böyle silahsız bizleri katletme isteği beni gerçekten çok sarsıyor.”
Askeri Kamp komutanı verilen emri yerine getirmeyi reddeder. Ordu içinde iktidar mücadelesinden dolayı zaten rahatsızlık olduğundan kararın uygulanmasından vazgeçilir, bunun yerine sürgün kararı çıkarılır.
Bu arada, Iğdır’dan Sivas Kabakyazı Kampına götürülen, Merhum Şeyh Mehmet Emin Karadeniz’i de saygı ve rahmetle anıyorum.
ANEKDOT… ANEKDOT…
AĞRI DAĞI VE ÇAR I. NİKOLAY
Alman asıllı Çarlık Rusya’sı vatandaşı Friedrich Parrot, 9 Ekim 1829 tarihinde Ağrı Dağı’nın zirvesine ulaşır. Bu kayıtlı tarihe göre, Ağrı Dağı zirvesine yapılan ilk keşif gezisidir. Parrot, yaşadıklarını 1834 yılında yayımladığı Reise zum Ararat (Ararat’a Yolculuk) isimli kitabında özetler. Bu kitabı, heves ve merakla ilk okuyanlardan birisi de Çar 1. Nikolay’dır. Çar, hem İmparatorluğuna yeni katılmış (1828) Güney Kafkasya’yı hem de kutsal kitapta adı geçen Ararat’ı görmek için Erivan’a doğru yolculuğa çıkar.
Çar, Erivan’da üç gün misafir edilir. Ne ilginçtir ki üç gün boyunca kara bulutlar Ağrı Dağı’nın zirvesini terk etmez; Çar’a da Ağrı Dağ’ını görmek nasip olmaz.
Çar, yarı üzgün, dönüş yolculuğuna çıkar. Ağrı Dağı, tam gözden kaybolmak üzereyken, üzerindeki kara bulutlar dağılır, Ağrı Dağı da tüm ihtişamıyla kendisini gösterir. Çar’ın yaveri, heyecanlanır:
“Yüce Çar’ım! Bakınız! Bakınız! Ararat görünüyor.”
Çar, ilgili olmaz. Yüzünü ekşiterek konuşur:
“Üç gün boyunca Ararat, bana görünmek istemedi. Şimdi de ben O’nu görmek istemiyorum.”
GÖK CAMİ’NİN ŞATAFATI
Rus Yönetimi zamanıdır. Ağrı Dağı yamacında bir Kürt köyünde oturan Şemsettin Ağa, hareketli ve herkesle dostluğu olan birisidir. Erivan şehir merkezinde dolaşırken, yolu Gök Cami’ye (Göy Mescid) düşer.
Caminin Azeri hocası, Şemşettin Ağa’yı tanır, yardım ister:
“Şemsettin Kirve! Heç sorma! Hırsızlar yaman dadanıp! Her gün camiden bir şey aparıp götürürler. Sizin çobanlardan birisini nöbetçi koysak ey olar!”
Şemsettin Ağa da güvendiği bir çobanı camiye gönderir.
Caminin içi, muhteşem halılar, altın kaplamalı şamdanlarla doludur. Çoban, iki hafta da bir, köyündeki ailesini görmek bahanesiyle izin ister, küçük halılardan birisini de her seferinde gizlice beraberinde götürür.
Hoca bakar ki ne zaman ki Kürt çoban camiden ayrılsa bir şeyler eksiliyor, kendi kendine söylenir:
“Demek ki çoban camideyken hırsızlar korkudan gelemiyor ama ne zaman ki çoban ayrılıp gitse bunu fırsat bilip camiyi talan ediyorlar. En iyisi Şemsettin Ağa’dan rica edeyim, çoban izne gidince başka bir çoban göndersin.”
Şemsettin Ağa da isteği kabul eder. Bir çoban izne ayrılırken, diğeri görevi teslim alır.
Hoca fark eder ki, bu durumda, daha fazla halı, eşya falan eksilmekte. Bir anlam veremez. Endişesini Şemsettin Ağa’ya açıklar. Şemsettin Ağa da hırsızlık olayını önemsizleştirmek, çobanları korumak için, güya Hocayı teselli eder:
“Hoca, bizim köyde güzel bir kız yüzünden başımıza gelmedik bela kalmaz. Gençler birbirini öldürür, aileler acı çeker. Caminizde böylesine güzel halılar, böylesine güzel şamdanlar oldukça başınız beladan eksik olmaz! Dua edin kimse gelip sizi öldürmüyor. Üzülmeyin, giden halı olsun, şamdan olsun…”