Son Yazılarımız

IĞDIR TARİHİ: 1945-65 (ÜÇÜNCÜ BÖLÜM)

IĞDIR TARİHİ: 1945-65 (ÜÇÜNCÜ BÖLÜM)

Değerli okuyucular!

Daha önceki makalemde ifade ettiğim gibi 1950-60 yılları arasında yani Menderes’in Demokrat Partisinin iktidarda olduğu yıllarda Kars ve Iğdır bölgesi tıpkı kaynayan bir kazan gibidir. O yıllar Iğdır, Kars’ın bir ilçesi olduğundan Kars’ta yaşanan siyasi olaylar Iğdır’ı ve Iğdır’da yaşanan siyasi olaylar da Kars’ı etkilemekteydi.

Önceki iki makalemde daha çok siyasi partilere yer vermiş, 1950 Genel Seçimlerinde Iğdır siyasetinden bir kesit sunmuştum. Ama unutulmaması gereken bir gerçeklik var: Iğdır siyasetini etkileyen en önemli faktörlerden birisi belki de en başta geleni Pamuk Tarım Satış Kooperatifi’nin  (PTSK) varlığıydı. Bu yüzden 1950’li yılların Iğdır’ını sosyal ve siyasal anlamda ele alabilmek için Iğdır’da pamukçuluğun tarihine bir göz atmakta ve PTSK’nın kuruluşuna yer vermekte yarar görüyorum.

Ama bundan önce sizleri daha iyi yönlendirmek için iki konuya açıklık getirmek durumundayım:

BİRİNCİ KONU

1946 yılında yapılan Genel Seçimlerle birlikte Iğdır’da bir hareketlenme olur. 1946 yılına kadar tartışmasız bir şekilde Hüsnü Bingöl’ün kontrolünde  olan Iğdır’da yavaş yavaş çatlaklar oluşmaya başlar. İlk çatlak Hüsnü Bingöl ile Azeriler (O Taylı ve Bu Taylı  birlikte) arasında olmuştur. Kürtler ve Terekemeler tartışmasız bir şekilde Hüsnü Bingöl’ün denetimindedirler. Bu genel bir çerçevedir. İstisnalar vardır. Örneğin Hüsnü Bingöl, Ahmed Şemo ve Kerem Güneş (daha doğrusu Güneş ailesiyle) gibi bazı Kürt isimlerle gizli bir çatışma halindedir. 1946 yılına geldiğimizde Ahmed Şemo ve Kerem Güneş hayatta değillerdir. Buna rağmen Hüsnü Bingöl, Naci Güneş’i tuzağa düşürerek Erzurum cezaevine göndertir. Hüsnü Bingöl kendisi gibi Terekeme kökenli Eşref Başaran ve Eşref Kaya’yı PTSK Birlik Başkanı yapar. 1954 yılına gelindiği zaman Hüsnü Bingöl artık emekli olmuş, köşesine çekilmiştir. İlçede çekişme ilk önce O Taylı-Bu Taylı Azeriler arasında olur. Kürtlerin ve Terekemelerin bir etkinliği yoktur. 1954 seçimlerinde Abdürrezak Güneş DP tarafından veto edilince bu kez etnik çatışma Iğdır tarihinde ilk kez ilçede yaşanan siyasi çekişmelerin bir parçası olur. 1955’ten itibaren genel görünüm şöyledir: Kürtler-O Taylı Azeriler-Bu Taylı Azeriler. Elbette istisnalar vardır ama genel görünüş böyledir.

Bir yanda Hüsnü Bingöl ve bir yanda Azerilerin olduğu dönemde gerginliğin ilk hedefi Talat Tufan olur. Hüsnü Bingöl’ün korumasındaki Terekeme grubu tarafından öldürülmek istenir. Bu durumu yazımın ilerleyen kısımlarında daha iyi anlamış olacaksınız. Yıllar ilerledikçe  Hüsnü Bingöl dönemi kapanır ama bu kez O Taylı-Bu Taylı Azeriler ayrışır, özellikle DP’yi ele geçirmek için aralarında amansız bir mücade başlar. Maalesef bu gerginliğin neden olduğu ortamda Bu-Taylı olan Nurettin Kirman O-Taylı Azeriler tarafından şehit edilmiştir.

Nurettin Kirman

İKİNCİ KONU

Iğdır’da kooperatifçilik adım adım gelişmiştir. Önce fabrika kurulmuştur. Daha sonra  Taşburun, Tuzluca, Başköy ve Iğdır Merkez olmak üzere dört Tarım Satış Kooperatifi kurulur.  Bu dört kooperatifin amacı çiftçilerden aldıkları pamukları sınıflarına göre ayırmak ve üreticiye yerinde ödeme yapmaktır.

Toplanan pamuklar fabrikaya gönderilier. Böylece örneğin Aralık’taki bir pamuk çiftçisi zahmet edip ürününü Iğdır Merkeze getirmekten kurtulur. Daha sonra  dört Tarım Satış Kooperatifi ve fabrika, BİRLİK adıyla tek çatı altında toplanır yani dört Tarım Satış Kooperatifi müdürü ve bir de fabrika müdürü olmak üzere toplamda beş müdür vardır. Hepsi de BİRLİK başkanına bağlıdırlar. Birlik Başkanı da Ticaret Bakanlığına hesap vermek zorundadır. Suistimal durumlarında Birlik Başkanlığına ya Ziraat Bankası Müdürü vekalet eder ya da kayyum atanmaktadır.

Şunu da hemen eklemem gerekir: Iğdır’daki pamuk üreticilerinin tümü BİRLİK’e üye değildir. İsteyen çiftçiler kendi ürünlerini bağımsız olarak çalışan çırçır fabrikalarında işletmekte, elyaflar balya haline getirilmektedir. Bu durumda pamuğun satışından da üreticinin kendisi veya piyasadan bu pamukları toplayan aracı tüccarlar sorumludurlar. Aracı tüccarların kendi depoları vardır. Balyaları burada biriktirir pamuk piyasasını dört gözle takip ederler. BİRLİK topladığı pamukları devlete fazla kar marjı koymadan teslim eder. Ancak Anadolu’da devlet denetiminde olmayan özel iplik fabrikalarının sayısı oldukça fazladır. Iğdırlı aracı tüccarlar dolaşıp piyasanın durumuna göz atarlar, depolarında bekleyen pamukları  kooperatiftençok daha yüksek fiyatla satarak ciddi karlar elde etme şansı bulurlar.

Iğdır’da Pamuk Tarlası

PTSK BİRLİK YAPISININ BUGÜNE ETKİSİ

PTSK’nin yapısı ve etkisi anlaşılmadan Iğdır’ın dününü ve bugününü anlamak mümkün değildir. Iğdır ağacının siyasi ve ekonomik gövdesi, 1950’li yıllarda özellikle PTSK’nın varlığıyla kök saldı ve dallara ayrıldı. Ve o ekonomik ve siyasi dallar bugün hala sanki aynı gövdeye ve aynı köke ait değillermiş gibi birbirlerinden ayrı olarak gelişmelerini devam ettirme çabası içindedirler. Yani gövde ölümüş ama dallar büyümeye çalışıyor. Elbettte bu da mümkün değildir. Bu yüzden Iğdır’da siyaset ve ekonomi kendini yeniliyememekte olduğu yerde saymaktadır. Umudunu devletin yatırımlarına bağlamıştır.

Iğdır’ın ruhu 1950 yılına kilitlenmiştir. Talat Tufan’a yapılan suikast girişimi (1953) ve Nurettin Kirman’ın şehit edilmesi(1957) Iğdır’daki siyasi kutuplaşmayı bir anlamda kemikleştirmiş, daha da vahim hale getirmiştir.

IĞDIR’DA PAMUKÇULUK

1940’lı ve 50’li yıllarda Iğdır’daki en önemli tarımsal ve ticaret faaliyet pamukçuluktu. Iğdır toprağında pamuğun ne zamandan beri yetiştirildiği konusunda kesin bir bilgiye sahip değiliz. Fakat tarihsel kayıtlar 11’inci yüzyıldan beri Sürmeli bölgesinde pamuk tarımı yapıldığını bize söylemektedir.

Yeni Cumhuriyet’in bölgedeki en büyük amacı kaliteli ve bol pamuk yetiştirmek olduğundan Iğdır bölgesine özel bir önem verdi. Bildiğimiz kadarıyla 1935 yılında Üçüncü Umumi Müfettişliğin (ülkede yaşanan sosyo-ekonomık ve idari şartların getirmiş olduğu önemli siyasi ve idari yapılanmalardır) kurulmasıyla Iğdır’da pamuk ekimi konusunda önemli adımlar atılmıştır. 1935 yılını izleyen günlerde Iğdır’da birbirinden bağımsız dört adet pamuk tarım kooperatifi kurulmuştur. Verimliliği artırmak ve sorunları yerinde tetkik etmek için Müşavirlik görevini yürüten Şükrü Kasapoğlu Iğdır’a gelir, sorunları yerinde analiz eder.

Balyalanmış Pamuklar

Yeni Cumhuriyet Iğdır’daki pamuk potansiyelini artırmak için 1927 yılında Sovyetler Birliği ile işbirliği halinde Aras nehri üzerinde Serdarabat Barajının kurulması için gerekli diplomatik çalışmalara hız kazandırmıştır. 8 Ocak 1927 tarihinde Sovyetlerle bu konuda Kars’ta bir antlaşma imzalanır ama proje hemen uygulamaya konamaz. Ağrı Dağı İsyanı nedeniyle bölgede güvenlik sorunu baş gösterir.

Iğdır pamuğunun kalitesi yüksek olduğu için her zaman Cumhuriyet hükümetlerinin yatırım yapmasına ve özel ilgisine neden olmuştur. Tohum kalitesi önemli olduğundan daha 1925 yılında İzmir bölgesinden 50 bin ton pamuk tohumu Trabzon’a kadar gemiyle taşınmış ve deve yüküyle Iğdır bölgesine getirilmiş, ekimi yapılmıştır.

Iğdır bölgesinde yetiştirilen pamuk kolay alıcı bulduğu için ihraç ediliyor ülkenin ihtiyaç duyduğu döviz kaynağının bir kısmı bu şekilde temin ediliyordu. Diğer yandan Iğdır pamuğuyla Doğu Anadolu bölgesinde iplik fabrikalarının kurulması tasarlanıyor, tekstil sanayinin gelişmesi öngörülüyordu.  Pamuk ekimi için köylünün ihtiyaç duyduğu krediyi sağlamak için Ziraat Bankası şubesi açıldı.

Iğdır’da 1920 yılından önce de beygir gücüyle çalışan bazı çırçır atölyelerinin kurulduğunu biliyoruz. Ama Iğdır pamuğunun asıl işlendiği çırçır fabrikaları Erivan şehrindeydi.

Pamuk balyalarının develerle Trabzon’a gönderilmesi

Devlet, Iğdır pamuğunu değerlendirmek için bölgede dokuma sanayinin geliştirilmesi gerektiğine inanıyordu. Hatta bu konu 1953 yılında hazırlanan bir raporda hükümetin dikkatine sunulmuş, gereken adımların atılması istenmiştir.

1936 yılında Iğdır’da 7-8 adet çırçır fabrikası vardı. Pamuk ticareti yapan ticarethanelerin sayısı da her geçen gün artıyordu. Ama ne yazık ki bütün çabalara rağmen pamuğun kalitesini ve miktarını artırmak için yapılan çalışmalar istenen sonucu vermiyordu. Pamuk üreticilerinin maddi durumu da içler acısıydı. Pamuk tüccarları bolca para kazandıkları halde üretici mağdur durumdaydı. Almanya, Rusya gibi ülkelere ihraç edilen Iğdır pamuğunun içinden taş parçaları veya buna benzer istenmeyen maddeler çıktığından Iğdır pamuğunun fiyatı aniden düştü.

PAMUK TARIM SATIŞ KOOPERATİFİNİN (PTSK) KURULMASI

Celal Bayar

Ekonomi Bakanı Celal Bayar, Iğdır pamukçuluğunun durumunu yerinde incelemek için 1936 yılında Iğdır’a geldi. Duruma çözüm olarak Iğdır’da bir Pamuk Tarım Satış Kooperatifi (PTSK) kurulması gerektiği sonucuna vardı. Yapılan çalışmalar sonucunda PTSK 21 Ekim 1935 yılında faaliyet başlamıştır.

PTSK’nın hedefleri net olarak belirlenmişti:

  1. Kooperatife üye ortakların mallarına alıcı bulmak
  2. Gerektiğinde pamukları hammadde olarak çırçır fabrikalarında işlemek ve hammadde halinde satışını yapmak
  3. Kazanılan paraların üreticilere aktarılarak durumlarının iyileşmesine katkı sunmak
  4. Fiyat değişimlerinin önüne geçmek ve olabilecek en fiyattan Iğdır pamuğunu alıcıyla buluşturmak
  5. Pamuk üretiminde ülke genelinde  uygulanan standartlaştırma politikalarına Iğdır çevresinde işlerlik kazandırmak
  6. Ortakların ihtiyaç duyduğu her türlü araç ve gereci ucuz bir şekilde temin etmek

Hatta Celal Bayar 1937 yılında kaleme aldığı bir raporda Iğdır pamuğuna referans yapar ve şöyle yazar: “Şarkın belli başlı istihsal maddelerinden birini Iğdır pamukları teşkil etmektedir.Kalitesi yüksek olan bu pamuklar hakkında mahallinde yaptığım tetkikler neticesinde bircihetten pamuk istihsal miktarını artırmak, diğer taraftan da pamuklara emniyetli sürüm vesarf mahalli bulmak zaruretinde olduğumuzu anladım. Bugün istihsal olunan pamukların bellibaşlı piyasalarından biri olan İstanbul’a sevkiyat hemen hemen tesadüfe bağlı gibidir.

Herhangi bir siparişi kabul edip muayyen bir tarihte teslimatta bulunmak imkansızdır. Bunun içindir ki Iğdır pamukları daha fazla hudut kapılarında Ruslara arz edilmekte ve Ruslar dadiledikleri fiyata satın alma imkânı bulmaktadırlar. Bu mıntıka pamuğunun satış işini tanzim hususunda İstanbul’a kadar nakliye işinin muntazam ve emniyetli bir şekilde tesisi, satışkooperatif ve birliği kurulması ve nihayet bu pamukların daimi bir alıcısı vaziyetinde şarktabir iplik fabrikası kurulması teşebbüsleri üzerindeyiz.

Bilhassa bu tedbirler alındıktan sonra mıntıka pamuk istihsalini çoğaltmak zarureti ile de karşılaşacağımız muhakkaktır. Hatta bu tedbirler alınmamış dahi olsa bu yüksek kaliteli pamuklara ihtiyacımızı vardır. Iğdır pamuk sahası geniş ve mümbit olduğu gibi nüfus da kâfi derecede vardır. Bu bakımdan bugünkü istihsalin süratle birkaç misline çıkartılması mümkündür.”

Celal Bayar’ın emirleri doğrultusunda bölgeye uzmanlar gönderilmiş yerinde incelemeler yapılarak rapor halinde Bakanın dikkatine sunulmuştur.

PTSK’nın kurulması pamuk üreticilerini sevindirmiş ancak pamuk ticareti yapan aracıları rahatsız etmiştir çünkü yıllarca üreticilerin sırtından inanılmaz paralar kazanmışlardı. Hatta bu tüccarlar bazı dedikodular yaparak üreticilerin PTSK’ya üye olmalarının önüne geçmeye çalışmışlardır. Bunu haber alan Bakanlık, Kaymakam aracılığıyla bu dedikodulara inanmamaları yönünde telkinde bulunmuştur. Bunun üzerine Iğdırlı pamuk üreticileri de bir araya gelerek Bakanlığa sunulmak üzere bir rapor hazırlamışlar, PTSK’ya olan güvenlerini ifade etmişlerdir.

Pamuk Üreticileri

Celal Bayar, Serdarabat Barajının bir an önce faaliyete geçmesi için acil bir program taslağı hazırlatır. Kooperatif kurma çalışmaları da hız kazanır. Bakanlığın gönderdiği uzmanlar yaklaşık 4000 pamuk üreticisini PTSK’ya üye yaparlar. Elbette aracı tüccarlar bütün bu gelişmelerden son derece rahatsızdırlar. Hatta bir ara aracı tüccarlar ve kooperatif kurucuları Iğdır Halkevinde karşı karşıya gelirler.

Aralarında çok sert tartışmalar olur. Kooperatifi temsilen Sayın Kasapoğlu söz alır ve son noktayı koyar: “Azizim (aracı tüccarlar), siz aramıza girmeseniz, ben köylü ile tamamen anlaşırım ve anlaştım da!”   Bunun üzerine aracı tüccarlar adına hazır cevap ve nüktedanlığıyla meşhur birisi söz alır:

 “Bayım (Sayın Kasapoğlu), biz senelerden beri köylü ile anlaşmışız. Siz bizim aramıza girdiniz. Fabrikamız durdu, alış verişimiz daraldı. Bundan sonra ne yapacağız siz söyleyin!”.

Elbette bu konuşma ciddiye alınmaz ve PTSK tüm görkemiyle kurulur.

Bakanlık başka bir müfettiş gönderir, Iğdır pamuklarını işleyecek bir fabrikanın kurulmasını hedefler. Daha sonra bu fabrikanın Erzurum’da kurulmasının daha uygun olacağı sonucuna varır.

Bu arada ellerinden büyük bir nimetin alınan Iğdırlı aracı tüccarlar halk arasında dedikodu yaymaya devam ederler: “Yeni çiğit pahalıdır. Ekim vakti geçmiştir. Bu yeni tohumlarda hastalıkvardır.”

Bu dedikodunun etki gücünü kırmak için Şükrü Kasapoğlu tüm çabasını gösteriyor, ürkek ve korkak çiftçileri bir araya topluyor, onların gözü önünde dezenfekte ettiği çiğit tohumlarını %50 daha ucuza çiftçilere dağıtıyordu.

“Ekim vakti geçmiştir” dedikodusuna Şükrü Kasapoğlu şu ünlü cevabı verir: “Arkadaş, şu Ağrı’nın bitişiğindeki dağı görüyor musunuz? Buna Pamuk Dağı derler. Sen bilmiyorsan dedene, o dabilmiyorsa ecdadının kemiklerini çıkar da onlara sor, Pamuk Dağının tepesinde gördüğün okar parçası kalktıktan 10 gün sonraya kadar Sürmeli Çukurunda pamuk ekilebilir.”

Bu şekilde Şükrü Kasapoğlu’nun kararlı çalışmalarıyla kurulan PTSK 1937 yılı pamuklarını üreticilerden toplamaya başlar. Yeni getirilen kaliteli tohum sayesinde bereketli bir hasat mevsimi olmuştur.

Pamuklar kalitesine göre üç ayrı sınıfa ayrılmış, geçen yıllarda aracı tüccarların verdikleri paradan %20 daha fazla bir ödeme yapılarak çiftçi memnun edilmiştir. Bununla kalmayıp PTSK’ya ortaklara, teslim ettikleri pamuk kıymetinin %60’ınispetinde avans verilmiştir. Ayrıca Taşburun ve Tuzluca’da iki çırçır fabrikasının kurulmasının kararı alınmıştır. Fabrikalar yapılıncaya kadar Kooperatifler, toplayacakları çiğitli pamuğu kendifabrikalarında temizledikten sonra Birlik Merkezi olan Iğdır’a göndermeleri sağlanmış, Iğdır’da ise Birliğin uzmanları tarafından gelen pamuklar sınıflandırılmış, fabrikada balyalama işlemi yapılmıştır.

Bu arada Iğdır’da bir merkez fabrikasının kurulması için gerekli adımlar atılmış ve fabrika, 29 Ekim 1937 günü Şükrü Kasapoğlutarafından hizmete açılmıştır. Böylece Iğdır merkezde 55 beygirlik dizel motora sahip bir fabrika faaliyete başlamıştır. Fabrikanın da açılışıyla birlikte 1937 yılı pamuk mahsulü bir öncekiyılın rekoltesini neredeyse ikiye katlayarak 3 milyon tona ulaşmıştır. Elde edilen ürününbu kadar çok olmasının bir diğer nedeni de Rusya’dan alınan verimli pamuk tohumlarının1937’de ilk defa kullanılması ve havaların müsait gitmesiydi. Havaların böylesine müsait gitmesi Iğdır halkı tarafından “Kasapoğlu’nun şansı” olarak nitelendirilmiştir.

Kurulduktan1 yıl sonra Iğdır PTSK’nın emrinde ayrı ayrı 5 müessese, 7 çırçır ve 5 pres makinesi işlemekte, bu fabrikalardan uluslararası standart tiplere uygun pamukçıkarılmaktaydı.  PTSK kurulduktan hemen sonra bölgede etkisinin olumlu bir şekilde göstermeye başlamıştır. Daha önceleri ihracat işlemleri, aracı tüccarların elindeyken kaliteye dikkat edilmediğinden ihracatta sıkıntılar yaşanıyordu ama 1938 senesinde Iğdır pamuğu Almanya’nın takdirini kazanmış bu nedenle Almanların talep ettiği bir mal haline gelmişti. “Iğdır” ismi pamuğunun kalitesi sayesinde uluslararası bir üne kavuşmuştu.

Öyle ki PTSK,  pamuğun paketleme ve kalitesinden dolayı Atina’da yapılan bir sergide takdirname kazanmıştır. PTSK kurulmadan önce aracı tüccarlar pamuk hasadını iyisini kötüsüne, temizini kirlisine karıştırarak rastgele bir şekilde işliyordu. PTSK’nın eğitimiyle çiftçiler pamukları daha tarlada iken temizliyor ve sınıflandırıyordu. O dönem Kars Gazetesinde (29 Ağustos 1941) çıkan bir haberde şu ifadeye yer veriliyordu:

“Birlik muhasebesine girin ve 4 bin küsur ortaktan rastgele birinin adı ile soyadını söyleyin, bu ortağın cari ve geçen yıllara ait bütün hesabını size tam 10 dakikada çıkarıp versinler. Kooperatif bir hasat mevsiminde en az 8-10 defa teslimat yapar. Her teslimatta pamuklar sortlara (nevilere) göre ayrılır ve hesabıda ayrı gösterilir. Bu tesellüm (teslim alma) işlerindeki pamuğun miktar ve çeşidine göre avans verilir.Avansı tevzii eden (dağıtan)  kredi kooperatifi ortağın borcuna mahsuben bundan münasip miktar datevkifat (kesinti) yapar. Pamuk, fabrikada işlenir ve bu arada bir takım masraflar yapılır.

Çiftçi gerek hayvanlarına yedirmek, mahrukatta (yakıt olarak) kullanmak gerekse ekim için yeni teslimatı nispetinde vemuhtelif fasılalarla kooperatife başvurarak pamuk çiğidi alır. İşte az evvel size 10 dakikada çıkarılan hesap, böyle muğlâk, böyle girift (karmaşık) ve cidden üzüntülü bir muamelenin katibir ifadesidir. Ve bu şekildeki 4 bin küsur hesabı tanzim ve tedvir eden (yöneten), Amerikan sistemi otomatik bir muhasebe cihazı değil, bir şef ve iki muavinden müteşekkil bir hesap elemanıdır.Böylece Iğdır pamuk çiftçisi, ziraat mevsiminin en kıymetli günlerini kooperatif kapılarında heder etmekten kurtulmuştur. Şimdi köylü, böyle bir iş için 5 defa değil sadece 1 defa kooperatife gelmektedir.”

1937 yılında kurulan PTSK maalesef İkinci Dünya koşullarında oldukça etkilenmiştir. Çünkü Iğdır pamuğunun alıcısı olan Almanya ve Sovyet Rusya savaş halindeydi. Böyle olunca Iğdır’da üretilen pamuk elde kaldı, rekolte düştü.

 Pamuk rekoltesinde (üretiminde) düşüşün başka nedenleri de vardı. Bunları şöyle sıralamamız mümkündür:

● Çiftçilerin pamuk yerine çeltik (pirinç) ekimine yönelmesi

● Sulamanın yetersiz olması

● Bir kısmı tamamen bataklık olan Iğdır’da sıtma hastalığının yayılması

● Pamuk maliyet fiyatlarının yüksek olması nedeniyle çiftçinin arpa ve buğday ziraatına başlaması

● Kalitesiz tohum kullanılması

● Yeterli sayıda depo olmadığı için malların muhafaza edilememesi.

Yukarıdan da anlaşılacağı gibi savaş yıllarının olağanüstü şartları Iğdır pamuk üreticilerinin farklıürünleri ekmeye sevk etmiştir. Bu zorlu süreçte yaşanan ekmek buhranın önüne geçmek isteyen hükümet, Iğdırlı üreticilere pamuk yerine arpa ve buğday ekmelerini tavsiye eder. Daha önceleri Iğdır çiftçisi, pamuk, çeltik ve meyve gibi zengin ürünler varken kendi toprağına arpa bile ekmeye tenezzül etmezdi. Mısırı yalnız çerez, çocuklara eğlence olsun diye bahçelerin etrafına ekerlerdi. Ancak 1941 yılı sonrasında, yüzlerce ton mısırı ne yapacağını düşünedurmaktaydı.

Bu konu ile ilgili olarak dönemin yerel basınında (Kars Gazetesi, 24 Kasım 1943) çıkan bir haberde şu bilgilere yer veriliyordu:

“Çiftçinin hesabı çok kere kendisi için masa başında yapılan hesaptan daha isabetli oluyor. Onun da bu hesap bilirliğinin Iğdır’dakolayca müşahede edebiliyoruz. Son dünya buhranına takaddüm eden (önce gelen) yıllarda kilosu 2 kuruştan satılan buğdayın, 60 paradan satılan arpanın yanı başında taranmamış pamuğun kilosu 45-55 kuruş idi. Ve pamuğun bu cömertliği karşısında köylü pek haklı olarak kadını ve çocuğu ile birlikte emeğinin mühim kısmını pamuğa verirdi.

Derken harp patladı. Her şeyde olduğu gibi toprak mahsullerinde de fiyat yükselişi baş döndürücü bir hız almıştır. Bu hızauymayan veya uydurulamayan pamuktu. Başka yerler bilinmez ama Iğdır’da çiftçiye getireceği kar bakımından arpa ile boy ölçüşemeyecek derecede nankörleşen pamuğu Iğdır çiftçisi terk etmiştir. Ve bu hadise, sanayileşme sahası günden güne genişleyen memleketimiz için bir zarardır. Arpa’yı Göle’de yetiştirebiliyoruz, fakat pamuk için yurdun her tarafında bir Iğdır bulmak imkânsızdır.”

Kars Gazetesi devam eder:

“Sovyet Rusya, Iğdır pamuklarının en büyük alıcılarından biriydi. Zira 1935 yılında 32.000 kilo pamuk,Rusya’ya gönderilmek üzere Trabzon’da depo edilmiştir. Savaş yıllarında gerileyen pamuk üretimini canlandırmak isteyen Iğdır PTSK, kazada yetişen pamuğun rekoltesindeki düşüşü engellemek amacıyla bazı hamleler yapmıştır. Bu hamlelerden ilki kaliteli tohum getirme konusunda yapılmıştır. Zira1941 yılında Ziraat Vekâleti Amerika’dan getirtilen, Amerikan Akala’sı tohumunu Iğdır’a göndereceğini beyan etmiş, ardından 1943 yılında Nazilli Pamuk istasyonundan gönderilen 40 ton orijinal Akala tohumu ücretsiz olarak halka dağıtılmıştır.

Akala Pamuk

Bu dönemde yapılan ikinci hamle, Iğdır’a getirilen tarım makineleridir. Bu dönemde diğer pamuk yetiştirilen bölgelerde olduğu gibi Iğdır’da da görülen makineleşme süreci kapsamında Ziraat Vekâleti, pamuk üreticilerini elle pamuk çapası yapmaktan kurtarmak yönünde bir dizi adımlar atmaya başlamıştır. Böylece hem köylü zahmetli ve külfetli bir işten kurtarılacak hem de mahsulün randımanı artırılarak ve üretim masrafı düşürülecekti. Alınan bu kararın sonrasında 1944 yılının ilk günlerinde 100 pulluğun Iğdır’a gönderilmesine karar verilmiş, daha önceden getirilen pulluklardan başka ayrıca vilayet ihtiyacı için numune pullukla birlikte tırmık ve çayır biçme makineleri de satın alınarak Iğdır’a sevk edilmiştir. Kooperatifçilik sahasında bu gelişmeler yaşanırken Iğdır’da pamuk ziraatını etkileyen faktörlerden biri de hiç kuşkusuz Iğdır Ovası’nın sulanması meselesiydi.

IĞDIR OVASININ SULANMASI VE SERDARABAD BARAJI

Iğdır Ovası, yaklaşık 50 bin hektar genişliğinde olup Türk ve Rus hudutlarını teşkileden Aras Nehri, dar bir boğazdan geçtikten sonra Karakale civarında bu ovaya girmektedir.

Türk Hükümeti, Iğdır Ovası’nın tarımsal potansiyelini daha üst seviyeye çıkarmak ve Sovyetler ile Türkiye’yi ayıran Aras Nehri’nin Iğdır Ovası’nın sulanmasında kullanılması amacıyla 8 Ocak 1927 tarihinde Sovyetler Birliği ile bir anlaşma imzalamıştır. Bu anlaşma ile Aras Nehri üzerinde bir baraj yapılmasına karar verilmiştir.

Serdarabat Barajı ve Iğdır Ovasının Sulanması

Iğdır Ovası’nın sulanması amacıyla yapımına başlanan Serdarabad Barajı’nın açılış töreni 1930 yılının son günlerinde yapılmıştır. Açılış töreninin ardından Sovyetlerin, Türk yetkililere göstermiş oldukları misafirperverlikten dolayı Sovyet yetkililer ve hudut komutanları 6 Aralık 1930 tarihinde Kars’a davet edilmişlerdir. Türkiye Cumhuriyeti, iki ülke arasında imzalanan anlaşma ile hayata geçirilen Serdarabad Barajı’na büyük önem vermiştir. Zira Türk Hükümeti, bu baraj sayesinde Iğdır Ovası’nın sulanacağını ve böylece ovanın veriminin artacağını düşünmekteydi.

1935yılında doğu gezisine çıkan İsmet İnönü de ünlü Doğu Raporunda, Iğdır Ovası ve Serdarabad Barajı ile ilgili şu değerlendirmeleri yapmıştır:

“Iğdır Ovası’nın diğer büyük meselesi de Aras Nehri’nden sulama işidir. Aras Nehri’nin yarı suyu bize aittir. Biz bu yarı sudan iptidaî harklarla (ilkel arklarla) istifade etmeğe çalışıyoruz. Ruslar, Aras üzerindeki bentten büyük bir kanala sualıyorlar Ve bu kanaldan ovayı suluyorlar. Aynı tertip bizim tarafta olmadığı için halk pek sızlanıyor. Karakale’deki Serdarabad Barajı’nı, Türkiye ve Rusya toprağında Ermeni Başvekil Muavini ve Ziraat Nazırı ve işletme mühendisleri ile beraber tetkik ettik. Bent, her iki memleket hesabına yapılmıştır.

Bu durumda biz kendi hesabımızı borçlu bulunuyoruz. Bendin Rus tarafında su alacak ve boşaltacak kapaklar yapılmıştır. Bu kapak tertibatı ve bir anakanal bizim tarafta yoktur. Bunları yapmanın ne kadar para demek olduğunu tahmin edecekbir istinat malûmatı bulamadım. Kapaklar için yetmiş; seksen bin liradan bahsettiler. Kanalla beraber hepsi bir iki yüz bin lira içindedir. Bu masrafları dönüm başına bir sulama ücreti alarak halka ödetmek mümkündür.

Bu halde iş, Ziraat Bankası ile bir malî ve taahhüt tertibine taallûk ediyor denebilir. Asıl mesele inşaatı hangi mühendisin, hangi malzeme ile yapabileceğidir. Suyun doğru taksim olunması gibi nazik bir hudut meselesini Ruslarla beraber halletmekte isabet ederiz zannederim. Zaten çimento, demir malzemesi ancak Rusya’dan alınabilir. Aras Kanalı’nın yapılması bizim yalnız iktisadî menfaatimiz değil, halka karşı siyasî vazifemizdir. Meseleye acele temas etmek zorundayız.”

Mecit Hun

PAMUKOVA GAZETESİ SAHİBİ: MECİT HUN

BARAJ İNŞAATI 15 Ekim 1954

Birkaç ay evvel müteahhit Ragıp Hacaloğlu tarafından inşasına başlanan Serdarabat Baraj Priz inşaatının bitmek üzere olduğu ve barajın bize ait kısmına takılacak kapıların bugün İstanbul’dan yüklenmiş olupta tahminen 25 Ekimde Iğdır’a geleceği ve bu suretle inşaatın en çok Kasımayı ortalarına kadar teslime hazır vaziyete getirileceği memnuniyetle öğrenilmiştir.

***

Savaş yıllarında Türk-Sovyet ilişkilerinde yaşanan gerginlik ve bunun doğurduğu barajın ortak kullanılması meselesi zamanla TBMM’de de gündeme gelmiştir.

Bu problemlerle ilgili olarak 1949 yılında TBMM’de yapılan görüşmelerde Kars Milletvekili Hüsamettin Tuğaç, Serdarabad Barajı ile ilgili bir soru önergesi vermiştir. Tuğaç,bu önergede Başbakan’a hitaben şu soruları dile getirmiştir:

“Kars’ın Iğdır İlçesinde Sovyet Rusya topraklarıyla sınırımızı teşkil eden Aras Nehri üzerinde 1927 Anlaşması gereğince yapılmış olan Serdarabad Barajından, bizim topraklarımız faydalanamamıştır.

Başbakandan bu konuda aşağıdaki sorulara sözlü cevap vermesini saygılarımla dilerim:

1. Anlaşma gereğince barajın temin ettiği sudan yarı yarıya istifademiz icap ederken şimdiye kadar bu cihetin sağlanamamış olmasının sebepleri nelerdir?

2. Anlaşma mucibince ödenmesi gereken paranın 1950 senesinde temini için ne tedbir alınmıştır ve ne düşünülmektedir?

3. Tarafımızdan yerine getirilmesi gereken taahhütler sağlandığı takdirde dahi mukabiltaraf müşkülât çıkarmakta devam eder ve taahhüdünü yapmazsa, bu takdirde hükümetçe ne gibi çarelere başvurmak düşünülebilir?”

Tuğaç’a göre Iğdır, Mısır’a benzeyen bir yerdi. Aras Nehri ise Nil gibi bereket kaynağıydı. Böyle olduğu halde 20 seneden beri Sovyet Rusya, bu barajdan mükemmelen istifade ettiği halde Türk toprakları bu barajdan yeterince istifade edemiyordu.

Türk Hükümeti, Iğdır Ovası’nın iktisaden kalkınmasında mühim bir rol oynayacak olan Serdarabad Barajından daimi surette istifade edebilmek maksadıyla Sovyet Hükümeti emrine, Amerikan Milli Bankasına 449 bin dolar yatırılması şartını kabul etmiştir. Anlaşmaya imza koyan yetkililer, pamuk ve buğday hazinesi olan Iğdır Ovası’nda üretimin artacağını ve Sovyet Hükümeti’ne ödenmesi kabul edilen paranın birkaç yıl içinde amorti edileceğini ifade etmişleridir.

Türk Hükümetinin sürekli temas ve ısrarları üzerine 1953 yılında Sovyetler Birliği’nin anlaşmaya rıza göstermesinin ardından Türk Hükümeti hemen harekete geçerek Iğdır’a bir heyet göndermiştir. Iğdır’a giderek Serdarabad Barajından elektrik enerjisi elde etmek amacıyla etüt hazırlıklarına başlayan heyet, Kiti mıntıkasında yapılacak hidroelektrik santralından elde edilecek 1400-2000 kilovat enerji ile kurulması düşünülen iplik fabrikasınında işletilmesi konusunda çalışmalar yapmıştır.

Bundan hemen sonra barajın Türkiye’ye aitkısmı teslim alınarak kapıları takılmış ve müteahhit Ragıp Hacaloğlu tarafından barajın noksan tarafları da ikmal edilmiştir. Kiti civarındaki toplama havuzundan itibaren ovanın Karasu bölgesine kadar olan kısmını sulayacak kanal projeleri ile sulama haritası bir seneye yakın bir çalışma sonunda sular idaresi tarafından hazırlanarak, Bayındırlık Bakanlığına gönderilmiştir. 3.200.000 lira tutarındaki bu muazzam işin bu suretle ihale edilmesine karar verilmiştir.

DİL GAZETESİ SAHİBİ: MECİT HUN  9 Aralık 1952

TAŞBURUN PTSK SEÇİMLERİ YENİDEN YAPILDI

(Değerli okuyucular! Bu yazıyı okurken PTSK seçimlerinin nasıl çekişmeli geçtiğini ve yaşanan gelişmelerin Iğdır siyasetine nasıl damga vurduğunu anlamış olacaksınız. Unutmamanız gereken en önemli nokta bu seçimin Taşburun PTSK yönetiminin seçimiyle ilgili olduğudur. Mücahit)

Yapılan seçimler sonunda ufak bir farkla Ali Karasu grubu kazandı.Iğdır çapında ehemmiyet kesbeden (önem taşıyan)  Taşburun Pamuk Tarım Satış Kooperatifi genel kurulu dün ikinci toplantısını yaparak üye mevcudunun toplantıyı yapmaya müsait olduğunu tespit ettikten sonra evvelce Ticaret Bakanlığınca bozulan seçimleri yenilenmiştir.

Bizzat mahallinde müşahede ettiğimiz (gözlemlediğimiz)genel kurul içtimai ve seçimlerin seyri hakkında edindiğimiz intiba ve tespit ettiğimiz noksanlıkları şu şekilde hülasa edebiliriz (özetleyebiliriz).

Toplantı mahalline giderken ilk nazar da birçok noksan ve usulsüz vaziyetler gözden kaçmıyor ve mevzuata hâkim bir insanın kolayca dikkatini çekiyordu.

Evvela, cemiyetler kanununa göre yapılan ilanda toplantı mahalli olarak Tarım Kredi Kooperatifi önündeki meydan seçildiği halde ortakların jandarma karakolu bahçesinde toplanması usulsüzlüğün başlangıcı addedilebilir. Toplantıya iştirak eden ortak sayısının 933 olduğu tespit edildikten sonra kongre divanı seçimi yapıldı. Gürültü ve keşmekeş içinde kongre başkanlığını Birlik yönetim kurulu üyesi ve bir evvel ki seçimdeTaşburun yönetim kurulu başkanı seçilen Ali Karasu getirilmekle ikinci usulsüzlük yapılmıştı. Kongre divanı teşekkül ettikten sonra derhal seçimlere başlandı.

Ali Karasu

Milletvekili ve benzeri seçimlerden çok hararetli görünen bu seçimin ortaklar tarafından bir gaye olarak benimsenmediği ve muayyen şahıs veya grupların tahrik ve isteğine göre hareket edildiği açıkça anlaşılıyordu.

Bilhassa seçimden bir gece evvel bazı şahısların Taşburun bucağı köylerine giderek ev ev dolaşıp etek öpmeleri ve seçimle ilgileri bulunmadığı halde ortakları bir iki kişinin arzusuna göre harekete mecbur etmeleri tahrikçilerin şahsi menfaati hedef edinerek sinsi çalıştıklarını vazıh (açık) bir şekilde ispatediyordu.

Seçim esnasında, hastaları sırtla sandık başına taşıma, sahte vekâletnameler tanzim etmek, henüz taraf tutmayan ortakları elden ele kaçırmaktan maada (başka) kanuni ve meşru bir neticeye varmaya mani olan durumlarda kolayca müşahede edilmiştir. Bu meyanda senelerce evvel ölmüş bulunan bazı ortaklar adına sandığa oy pusulası atılmış ve yerlerine imza veya parmak basılmıştır.

Seçimde gayet dürüst ve bitaraf hareket etmeye çalışan Ticaret Bakanlığı komiseri Sayın Hakkı Albayrakoğlu (Kaymakam)  indî bir mütalaa (inceden inceye tetkik etmek)  ile Karakoyunlu köyü ortaklarına ait vekâletnameleri reddetmekle büyük bir hata işlemiş ve seçimin neticesi üzerinde tamamen müessir (etkileyici) olan bir vaziyetin husulüne sebep olmuştur.

Kaymakam Hakkı Albayrakoğlu

Bilindiği gibi kooperatif ana mukavele namesine(sözleşmesine) göre seçimlerde bir ortak vekâletname ile temsil edilebilir. Tanzim edilecek vekâletnamelerin muhtarın tasdikinden geçmesi şarttır. Karakoyunlu köyünden 41 ortağın hamil (sahip) bulunduğu vekâletname bazı Karakoyunlu köylü ortakların vekâletnameleri muhtar tarafından tasdik edilmediği mütalaasıyla (görüşüyle) reddedilmiş ve sözde her iki tarafa da aynı şeklin tatbiki cihetine gidilmiştir ki bu vaziyet tamamen hatalı ve hatta kanunsuzdur.

Zira muhtar vekâletnameleri huzurda tasdik etmeye mecbur olduğuna göre Karakoyunlu’da kalan bir ortağın şuna veya buna vekalet verip vermediğini bilemeyeceğinden tasdike imkan yoktur. Diğer taraftan kanuni şekilde tanzim edilmiş 41 vekâletnamenin reddi, 41 ortağın sebepsiz yere hakkında nıskatı (vazgeçmesi) demektir.

Esasen seçimin 34 oy farkıyla bir taraf aleyhine kaybedildiği nazara alınırsa, kanunen kullanılması şart olan bu 41 oy seçim neticesini butarafın lehine değiştirebilirdi. Bu sebeple dün yapılan Taşburun seçimine meşru bir gözle bakılmaz. İkinci ve mühim bir nokta daha var. Yazımın başında tasrih ettiğimiz (açıkça belirlediğimiz) gibi seçime 833 ortağın iştirak ettiği tespit edilmiştir.

Bu sayıya sonradan kabul edilmeyen Karakoyunlu köylülerine ait 41 vekâletname ile muhtar tarafından tasdik edilmeyen 39 vekâlet namede dâhil olduğuna göre seçime fiilen veya vekâleten 753 ortak iştirak etmiş demektir. Hâlbuki seçim sandığından 857 oy pusulası çıkmış bulunması nazaran fazla zuhur eden 104 oy için bir sebep zikir edilmemiştir.

Hasılı (özet olarak) çok hareketli ve alakalı geçen Taşburun Pamuk Tarım Satış Kooperatifi seçimi Sayın Kaymakamımızla, Birlik genel müdürünün bütün dikkatine rağmen istediğimiz şekilde cereyan etmemiş ve meşru bir neticenin elde edilmesi kanaatimize göre temin edilememiştir.

Burasını da bitaraf bir mülahaza ile belirtmek isterim ki Sayın Birlik Genel Müdürümüz taraf iltizam etmemekle (taraf tutmamakla) ortaklar nezdinde gayet iyi bir intiba bırakmaya muvaffak olmuştur.

Bizzat seçim mahallinde müşahede ettiğimiz bu hususların genel kurul zaptına geçip geçmediğini bilmiyoruz. Bütün bu mücadele ve çalışmalar neticesinde bir veya birkaç kişinin takip ettiği gaye tahakkuk edecek ve birkaç memleket sever kimse(?) ayda 7lira ile 6000 ortağa hizmet edecektir. Neticenin kooperatif ve ortaklarımız için hayırlı olmasını temenni ederiz.

DİL GAZETESİ SAHİBİ: MECİT HUN

İLAN

Pamuk Tarım Satış Kooperatifleri Birliği Genel Müdürlüğünden Iğdır PTSK Birliğinin senelik normal genel kurul toplantısı 3 Ocak 1952 Cumartesi günü saat 10’da Iğdır’da sinema salonunda toplanacağından PTS Kooperatiflerince Birliğe temsilci seçilen ortakların mezkur (adı geçen) gün vesaatte toplantı binasında bulunmaları rica ve ilan olunur.

***

Değerli Okuyucular!

PTSK ile ilgili konuları daha sonraki yazılarımda tekrar ele alacağımdan bu aşamada sizlere birkaç anekdot aktarmak istiyorum:

1960 İHTİLALİ

Değerli okuyucularım! Sizleri birdenbire 1960 yılına götürüyorum.Merak etmeyiniz kaldığımız yerden devam edeceğiz. 1960 İhtilali sırasında PTSK ile ilgili yaşanan ilginç bir anekdotu sizlerle paylaşmak istedim:

TURGUT SUNGAR ANLATIYOR: “ Git görevi devral!”

TURGUT SUNGAR

“1960 İhtilâli olduğunda Şube Reisi Yarbay, Iğdır sıkıyönetim komutanı sıfatıyla idareye el koydu. Tabur komutanı Binbaşı rütbesinde olduğundan, bize antrenörlük yapan Yarbay, bir gecede Iğdır’ın en yetkili adamı oluvermişti!

İhtilâlde Iğdır Ticaret Odası Başkanlığını Cemalettin Güneş yürütüyordu. Daha önce, Cemalettin Güneş’le Yarbay arasında bazı istenmeyen olaylar meydana geldiğinden, İhtilâli izleyen günlerde Yarbay, Cemalettin Güneş’in görevden ayrılması için nüfuzunu kullanmaya karar vermişti.

Ablam Hikmet Hanım, Güneş ailesinin gelini olduğundan, Cemalettin Güneş, benim Yarbayla olan samimiyetime güvenip, bir gün yanına çağırttı. Üzgün şekilde, “Peeeh! Yarbay beni görevden alacak!” dedi. “Ne yapabilirim?” diye sordum. Cemalettin Güneş,“ Daha nesi var mı? Yarbay seni çok seviyor. Senin hatırını kırmaz. Beni görevimde tutmasını kendisinden iste!” dedi. Yarbay gerçekten de beni severdi. Hem babam Şube Reisliği görevini yapmış hem de spordaki başarı ve disiplinime yakından şahit olmuştu. Aramızda dostça bir samimiyet vardı.

Cemalettin Güneş’le beraber olduğum saatlerde, Yarbay, özel kuryesiyle bana bir mektup göndermişti. Çok sonra elime geçecek mektupta, Yarbay, “En kısa sürede Ticaret Odası Başkanlığı görevin devralınız” diye bir istekte bulunuyordu.

Cemalettin Güneş’ten ayrılıp, Yarbayın yanına gittim. Yarbay, mektubu alıp huzuruna çıktığımı zannediyordu. Hâlbuki olup bitenden haberim yoktu.

Masum şekilde, “Yarbayım sizden bir isteğim olacak!” dedim. “Buyur!” diye cevapladı. “Yarbayım, eğer mümkünse Cemalettin Bey görevinde kalsın!”

Yarbay, “Höööt!” diye bağırdı. Ağzı küfre yatkındı. Beni tehdit etti:

“Turgut bu bir emirdir. Babanın hatırını ve aramızdaki dostluğu dinlemem seni içeri attırırım. Vakit kaybetmeden git görevi teslim al!” dedi.

Cemalettin Güneş, heyecan ve merakla beni bekliyordu. “Cemalettin hiç sorma bu işin poxu çıktı! Yarbay, görevi senden almam için beni görevlendirdi,” dedim. Cemalettin Güneş, bu lafım üzerine derin hayal kırıklığı içinde, “Bunu senden beklemezdim! Ben seni gönderdim bana yardım edesin diye ama gidip Yarbayı kendin için ikna etmişsin” dedi.

O an, gün boyu peşimden koşturan Yarbayın özel kuryesi kapıdan içeri girdi, özel kuryeyi uzattı. Cemalettin Güneş, mektupta Yarbayın imzasını görünce işin ciddiyetini anladı, sakinleşti. Evraklarını toplayıp gitti.

TAHKİKAT KOMİSYONU (Turgut Sungar anlatıyor)

Sıkıyönetim ilân edildikten hemen sonra yapılan ihbarları değerlendirmek amacıyla bir Tahkikat (Soruşturma) Komisyonu oluşturuldu. Ortaokul müdürü, nüfus müdürü gibi ilçenin ileri gelen isimlerinin yer aldığı bu komisyona ben de davet edilmiştim. Daha doğrusu bu komisyonda yer almamız için Yarbayın kesin emri vardı. Karşı çıkmamız mümkün değildi.

Her gün yüzlerce ihbar geliyordu. Kim Kürtçü, kim Turancı, kim neyi çalmış kim ne suç işlemiş türünden gelen bu ihbarları değerlendirmek için komisyon üyeleri düzenli aralıklarla toplanmaya başladık.

“PAMUK BATTI!” (Turgut Sungar Anlatıyor)

Yapılan ihbarlardan en ciddisi Pamuk Tarım Satış Kooperatiflerinde yapılan yolsuzluk iddiasıyla ilgili olanıydı. Yapılan suçlama çok basitti. Preslenmiş pamuk balyaları Trabzon’a kadar taşınmış ama İstanbul’a gitmesi gereken bu yük Trabzon limanında kaybolmuştu. Suçu işlediği öne sürülen şahsı ifade vermesi için komisyona davet ettik. Sonra da karşımıza oturtup sorgulamaya başladık:

“Beyefendi, pamukların Iğdır’daki fabrikada preslenip balya yapıldığı doğru mudur?”

“Evet öyledir”

“Bu pamuk miktarının kazasız belâsız kamyonlarla Trabzon’a ulaştığıda doğru mudur?”

“Evet öyledir!”

“Peki, nasıl oluyor da gemilere yüklenen miktar daha az çıkıyor?”

“İzin verin anlatayım. Biz tam balyaları gemiye yüklerken, tekne devrildi, balyalar denize gömüldü.”

“Balyalar suya mı battı?”

“Evet!”

“Nasıl olur, pamuk hiç batar mı?”

“Bunlar preslenmiş pamuktu efendim!”

Komisyon bu olay hakkında kesin yargıya varmadan önce preslenmiş pamuğun suya batıp batmadığını bizzat denemeye karar verdi.Yanımıza ilgili şahsı alarak, bir kamyon üzerinde Aras nehrine doğru yola çıktık. Nehrin durgun ama derin kısmına balya halindeki pamukları attık. Pamuklar yüzmeye başladılar. Üzerlerine çıktık ama yine batmadılar. İlgili şahsa dönüp:

“Görüyorsunuz ki pamuk balyaları batmıyor, ne dersiniz?”

“Burası tatlı su efendim! Demek ki tuzlu suda batıyorlar…”

HAMZA AYGÜN ANLATIYOR

Hamza Aygün

MUHASEBECİLİĞE İLK ADIM  (Hamza Aygün Anlatıyor)

“1949 Ekim ayında 60 lira maaşla Şamil Aslan Bey’in müdürü olduğu fabrika bürosunda göreve başladım. Taşburun, Tuzluca, Başköy ve Iğdır

Merkez olmak üzere dört Tarım Satış Kooperatifi ve bunlardan ayrı “Birlik” kuruluşu vardı. Fabrika, Birlik’e bağlı olarak çalışırdı. Birlik’in muhasebe müdürlüğünü Kasım Özel isminde değerli bir ağabeyimiz yürütürdü.

Kasım Bey’in kendine özgü bir çalışma raconu vardı. Yardımcısı olmadığı için işleri biriktirir; sonra da bunları yazısı güzel ve muhasebe bilgisigeniş fabrika müdürü Şamil Aslan Bey’e havale ederdi. Şamil Bey beni yanına çağırır, yapılan işlemleri detaylı öğretirdi.

Böylece ilk muhasebe bilgimiŞamil Bey’in yanında almış oldum. Sonraki yaşantımda, mesleğimin temelini oluşturan bu güçlü muhasebe bilgisini bana kazandıran bu çok değerli insan, Şamil Bey’i her zaman saygı ile anarım.”

“KİRVE, BU YAZI YAZMAYA BENZEMEZ”(Hamza Aygün Anlatıyor)

Fabrikadaki işçilerinçoğu muvakkat (geçici) olarak çalışırlardı. Kampanya,

Ekim ayından Nisan’a kadar yoğun devam eder, geriyekalan zamanda muvakkat işçilerin işine son verilirdi. Ekim ayında tekrar işçi alımı yapılarak yeni sezona başlanırdı.

Bir gün merakla fabrika bahçesine çıkmış, bahçede çalışan işçilerin arasına karışmıştım. Fabrika müdürlüğü, prestençıkan mahlûcu (çekirdeği alınmış ham pamuk) balyalara doldurma ve ağızlarını çuvaldızla dikme işini müteahhitlere ihale ederdi. Mehmet Atar (Atar’ınoğlu Mehmet) bu işi üzerine almıştı. Akrabalarını yanında getirmiş, bu iş için çalıştırıyordu.Kazandığım para bana az geldiği için belki bir yevmiye koparırım düşüncesiyle Mehmet Atar’ın yanına gittim:

“Ben de çuval dikeyim!” dedim. O da,“Tamam! Bir yevmiye de sana!” dedi.

Elime bir çuvaldız alıp balyalardan birisinin başına oturdum. Çuvaldızı sert balyadan geçirmek ve kuvvetle iki yandan bastırıp torbanın ağzını kapatmak gerçekten çok zordu. Tüm gücümü kullandığım halde bu işe güç yetiremiyordum.

Kan ter içinde kalmış, üstelik elimi incitmiştim. Mehmet Atar, içine düşeceğim durumu herhalde tahmin etmiş, uzakta durmuş yan gözle ve yarı gülerek beni izliyordu. Beceremediğimi görünce yanıma geldi. Kendine özgü aksanıyla,“Kirve, bu yazı yazma işine benzemeeeeez!” dedi.

Mehmet Atar çok efendi bir insandı. Arada bir kumar düşkünlüğü olurdu ama bu onun kişiliğine gölge düşürmezdi.

MAHMUT UZMAN’LA GEÇEN GÜNLERİM(Hamza Aygün Anlatıyor)

Her yıl Bakanlıktan müfettişler gelir defterleri pür dikkat gözden geçirirlerdi. Muhasebe müdürü Kasım Özel, işini ciddiye aldığı için müfettişler tarafından sevilirdi. Kasım Özel disiplinli ve işini seven birisiydi. Her ay sonu“mizan” dediğimiz gelir-gider sağlamasını çıkartır, yıl sonunda da detaylı bir bilançoyu hazırlayıp Ticaret Bakanlığına gönderirdi.

Böyle bir rutin ziyaret sırasında müfettişlerden birisi, artık yakından tanıdığı ve muhasebe bilgisine hayran olduğu Kasım Özel’e, “Niye buradaçalışıyorsun?” diyerek onu İstanbul’da başka bir şirket için çalışmaya teşviketti. Kasım Özel’in tayin olması üzerine (1952) Birlik’te muhasebe bilgisine sahip geriye Şamil Aslan, Aydın Akgün, Musa Başkent ve ben kalmıştık.

Rahim Yadigâr görevden ayrıldıktan sonra Birlik idaresini Ziraat Bankası müdürleri yönetti. 1955 yılında Mahmut Uzman banka müdürü olarak, Birlik ve fabrika yönetiminden sorumlu oldu, muhasebe işlerini bana yükledi. Gerçi muhasebe müdürü olarak Musa Başkent görev yapıyordu ama işlerin asıl yükü benim üzerimdeydi.

Her gün Ziraat Bankasına gidip çalışmaları müdürün dikkatine sunuyordum. Bir gün Mahmut Uzman bana,“Hamza tayinim çıktı, yakında gidiyorum” dedi. Mahmut Uzman’ın bana yardım edebileceğini düşünerek,

“Bana yardımınız olur mu? Bankada iş bulabilir misiniz?” diye sordum. Mahmut Uzman,

“Gerçekten ister misin?” diye heyecanla lafa girdi.

“Evet, dedim, çalıştığım müessesenin (Birlik) bir geleceği yok. Yeni bir yönetim kurulu pekâlâ işime son verebilir” dedim. Mahmut Uzman, kararımdan memnun, “Hemen bir dilekçe yaz getir, gerisine karışma” dedi.

CEZMİ ÖZTEKİN’LE GEÇEN GÜNLERİM (Hamza Aygün Anlatıyor)

Cezmi Öztekin

Pamuk teslimi için Malatya’ya gitmiştim.“200 lira maaşla tayinin Gümüşhane Ziraat Bankasına çıktı. Acele gel” şeklinde bir telgraf aldım.

Iğdır’a dönüp, yolculuk hazırlıklarına başladım. Dostlarla vedalaştığım bir an Cezmi Öztekin’in Birlik’e genel müdürü olarak tayin edildiğini duydum. Birkaç gün sonra da Cezmi Öztekin Iğdır’a gelmişti.

Cezmi Öztekin, 1952-53 yıllarında kısa bir süre için Iğdır Zirai Donatımda müdür olarak görev yapmıştı. Ama, hatır-gönül işlerine kendisini kaptırınca, çiftçi olmayan birçok kimse, Cezmi Öztekin’in samimiyetini kötüye kullanarak kendilerine verilen Zirai Donatımın ilaç ve aletlerini el altından satıp kişisel menfaat sağlamışlardı. Bu türden dedikodular ayyuka çıkınca Cezmi Öztekin’in görevine son verilmişti. Cezmi Öztekin’i uzaktan tanırdım. Kişisel dostluğum veya konuşmam olmamıştı.

Cezmi Öztekin, benimle özel bir görüşme talebinde bulundu.

“Demek gidiyorsun?” diye sorunca,

“Evet” demekle yetindim. Cezmi Öztekin,“Sen gidersen sıkıntıya düşerim. İyi bir muhasebe elamanına ihtiyacım olacak. Eğer bana yardım edersen buraya bir çeki düzen vereceğim. İstesen muhasebe müdürü istersen fabrika müdürü olursun. 400 lira maaşa ek iki ikramiye alacaksın” dedi.

Bu öneri beni cidden çok zor durumda bırakmıştı. Eş-dost çevresi fırsatı kaçırmamamı, Iğdır’da kalmamı telkin ediyordu. 200 lira maaşla memur yaşamının zorluklarını önüme çıkan herkes anlatıyordu. Zor bir karar verip, Cezmi Öztekin’le çalışmayı kabul ettim. Fabrika müdürü olarak tayinim çıktı.

Tayini çıkan Mahmut Uzman’ı uğurlamaya gitmiştim. Vedalaştı. “Bankada geleceğin daha iyi olacaktı!” dedi. Artık geri dönülmez bir adım attığımı o da biliyordu.

Cezmi Öztekin son derece efendi ve kibar bir insandı. Babası TBMM Birinci Dönem Bitlis Mebusanı olarak görev yapmıştı. Iğdır’da Musa Malgaz, Mecit Hun ve Aziz Güney gibi candan arkadaş çevresi vardı.

İŞ DÜZENİ (Hamza Aygün Anlatıyor)

Tuzluca, Başköy, Taşburun ve Iğdır Merkez olmak üzere dört Satış Kooperatifi vardı. Görevleri üyelerin pamuğunu mubayaa edip (satın alıp), Birlik’e teslim etmekti. Fabrika Birlik’e bağlı olarak çalışırdı. Pamuk fabrikada işlendikten sonra tartılır ve maliyet hesabı yapılarak numaralandırılırdı.

Bu işlemler devamlı şekilde Ziraat Bankası’nın gözetim ve denetimi altındaydı.

Numaralandırılmış mallar ambarlarda kilitlenip Ziraat Bankasına rehin ediliyor, karşılığı olan para Satış Kooperatiflerine ödeniyordu. Tek kuruşluk mal dahi zayi olmadan el değiştirirdi.

MEHMET HUN’LA VEFALI DOSTLUĞUM(Hamza Aygün Anlatıyor)

MEHMET HUN

Mehmet Hun hem ilkokul hem de askerlik arkadaşımdı. İlkokul yıllarında biz onu “pişmiş kelle” olarak çağırırdık. Bunun nedeni şu olaya dayanırdı:

O yıllar bit, pire gibi haşereler inanılmaz derece fazlaydı. Müdüriyet

Her gün sıkı bir saç kontrolü yapar, şüpheli öğrencileri karantinaya alırdı.

Kontroller herhalde Mehmet Hun’un canına tak demiş olacak ki bir gün sınıfa başı dam-dazlak giriverdi! Hepimiz onun bu haline gülmüştük. O da bize güldü. Hoca, “Ula, ne öyle pişmiş kelle gibi gülüyorsun!” deyince bu onun lâkabı oldu.

Aslında Iğdır’da kalmamın bir nedeni de Mehmet Hun’du. Gümüşhane’ye gideceğimi öğrendiği gün yanıma gelip,

“Hamza eğer gidersen fabrikada barınamam” dedi. Mehmet Hun’u gerçekten seviyordum. Mert ve hoş sohbetti. Kararımı verdiğim zaman Mehmet Hun’un bu duygusal lafı da gözlerimin önünden geçmişti. Fabrika müdürü olur olmaz, Mehmet Hun’u “Ayniyat Muhasibi” olarak görevlendirdim. Kendisine yol gösterip, muhasebe işinin püf noktalarını öğrettim. Mehmet Hun’la bu şekilde iki yıla yakın bir süre baş başa çalıştım.

Vefatını öğrendiğim zaman çok üzülmüştüm. Allah rahmet etsin.

PAMUK BAREMİ VE KALİTESİ(Hamza Aygün Anlatıyor)

Pamuk baremi (fiyat çizelgesi) borsaya göre Ticaret Bakanlığı tarafından açıklanırdı. Iğdır pamuğu, Adana pamuğundan daha kaliteli olan İzmir pamuğuyla aynı kategoride sayılırdı. Örneğin İzmir 1A pamuğu 80 kuruş olarak belirlendiğinde nakliye masrafı göz önüne alınarak Iğdır 1A pamuğuna 75

kuruş değer biçilirdi. Bu fiyat üzerinden alım-satım işlemeleri tamamlanırdı.

Pamuğun kalitesi, türüne ve toplanma mevsimine göre değişirdi.

Örneğin A ve B pamukları arasında hafif renk farkı olurdu. Bu onların kalitesi hakkında bilgi verirdi. Birisi daha beyaz, diğerinin rengi kreme çalardı. Bu konuda uzmanlık sahibi insanlar vardı. Uzun yıllar pamukçulukla iştigal etmiş, çoğu zaman okur-yazar bile olmayan yaşlı köylüler, ekspertiz (uzman)olarak fabrikada çalışır; pamukları kalitesine göre sınıflandırırlardı. Söyledikleri, tartışmasız kabul görürdü. Son zamanlarda bu işte çalıştırmak üzere Ticaret Bakanlığı, Basri adında bir Adanalıyı görevlendirmişti, ama bu görevi hakkıyla yerine getirecek kişilik becerisine sahip değildi.

PAMUK KALİTE TESPİTİ (Hamza Aygün Anlatıyor)

Her kampanyada Ticaret Odası, Belediye ve Kaymakamlıktan oluşan bir heyet fabrikaya gelip randıman hesabı yapardı. Örneğin 100 kg “1A” kaliteli pamuk çırçırlanır, çıktı ürünleri ağırlıklarına göre yüzdelenip deftere kaydedilirdi: % 45 mahluç, %55 çiğit, %5 toz vs. Aynı işlem diğer sınıflarıiçin de tekrar edilirdi.

İşçi yevmiyesi, belediyenin tespit ettiğirayiç (değer) üzerinden ödenirdi.

“CEZMİ ÖZTEKİN’İ İŞTEN ALDILAR” (Hamza Aygün Anlatıyor)

Biz bu yoğun ve hummalı çalışma içindeyken, bir gün Cezmi Öztekin’in küçük kardeşi Necati Öztekin Iğdır’a geliverdi. Necati Öztekin, her türden dedikodunun katlanarak yayıldığı Iğdır’da, ahalinin beklentisinin aksine bir yönde hareket edince, siyasetin insan avına çıktığı o günün koşullarında, bazı siyasetçiler ve halkın bir kesimi, Birlik Genel Müdürü Cezmi Öztekin’i karşılarına aldılar. Bu yıpratma politikası kısa sürede istedikleri sonucu verdi. Ticaret Bakanlığı Cezmi Öztekin’i görevinden alıp başka bir yere tayin etti. Cezmi Öztekin’in ayrılmasıyla, 1.5 yıl süren fabrika müdürlüğü görevim de sonaermiş oldu.

Yeni oluşturulan yönetimde “muhasip veznedar” olarak görev aldım. 1958’den itibaren pamuk, pancarla ikâme edildiği için, pamuk rekoltesi gittikçe azalıyordu. Kooperatifler ve Birlik hantal ve pahalı bir işletme durumuna düşmüşlerdi. Hatta bir ara her şeyi feshedip, Çukobirlik aracılığıylaalım yapılması kararlaştırıldı. Ankara’dan müfettişler gelip Birlik’in son on yıllık hesaplarını gözden geçirdiler. Zor ve iddialı sınavdan başarıyla çıkmıştık. Müfettişlerin vardığı sonuç kooperatiflerde ve Birlik’te, ortalıkta dolaşan dedikoduların aksine tek kuruşluk suiistimal olmamıştı. Ancak sokaktaki halkı bu gerçeğe inandırmak çok zordu.

AZİZ GÜNEY ANLATIYOR

Aziz Güney

“1960’lı yıllara kadar Iğdır ovasının en önemli gelir kaynağı pamukçuluktu. Bunun birçok nedeni vardı. Pamuk bir endüstri ürünüydü ve kolay kolay bozulmazdı. Ulaşımın ve nakliyenin zor olduğu o dönemlerde pamuğun depolanıyor olması ve istendiği zaman nakledilebilmesi, çiftçileri pamuk ekimine heveslendiriyordu.

Aynı durum sebze ve meyve için geçerli değildi. Bunlar daha çok lokal olarak tüketiliyor, arada bir Doğubeyazıt gibi yakın ilçe merkezlerine gönderiliyordu. Böyle durumlarda 40-50 merkep yüklenir, sıcaklardan korunmak içinde de gece yolculuğu yapılırdı.

Iğdır ovasında pamuk ekimi gittikçe artıyordu. Bunun üzerine 1945’li yıllarda Pamuk Satış Kooperatifleri kuruldu. Ancak bu sistem dejenere oldu.

Birçok suiistimal olayları yaşandı. Şikayet üzerine feshedildiler. Buna rağmen pamukçuluk devam etti, fakat 1952 yılında gelişen bir olay Iğdır’ın kaderini değiştirdi.

1952 veya 53 yılında Menderes Erzurum’da bir miting düzenledi. Ben de katılımcılar arasındaydım. Halk coşkulu bir şekilde tezahürat ediyor, ‘Fabrika isteriz! Fabrika isteriz!’ diye bağırıyordu. Menderes kendini tutamayıp: “Size bir şeker fabrikası verdim gitti!”

Halbuki bu konuda hiçbir etüt ve hazırlık yapılmamıştı. Üstelik bölgede pancar üretimi yapılmıyordu. Bu fabrikanın yapımı 2 yıl sürdü. Köylü teşvik edilerek pancar ekimi başlatıldı.

Haksız bir durum ortaya çıkmıştı: Iğdır’da olması gereken Şeker Fabrikası siyasetçilerin müdahalesiyle sırayla Erzurum, Kars, Ağrı ve Erciş’te açıldı. Bugün bu fabrikalar halen Iğdır pancarıyla besleniyorlar.

PTSK ve PTKK (Aziz Güney Anlatıyor)

Iğdır pamuğu kalite olarak İzmir’den sonra ikinci sıradaydı. 10,000- 20,000 ton pamuk üretimi yapılabiliyordu.. İlk zamanlar pamuk alımı sadece bağımsız tüccarların elindeydi. Bunlar istedikleri fiyatı empoze ediyorlardı.

Bu yüzden köylü istediği fiyatı alamıyor, eziliyordu.CHP tek parti dönemiydi. Kooperatifçiliğe önem veriliyordu. Devlet teşvikiyle PTSK (Pamuk Tarım Satış Kooperatifi) ve PTKK( Pamuk TarımKredi Kooperatifi) kuruldu.

Kredi kooperatifleri bir banka gibi çalışıyor, pamuk ekimi yapacak köylüye kredi veriyor, borçlarını bilahare tahsil ediyordu. Fakat asıl önemli olan satış kooperatifiydi. Köylü pamuğunu kooperatife günün raici üzerinden satıyordu, kooperatif daha sonra bu pamuğu Türkiye pazarına çıkarıyor, elde ettiği kârı da prim olarak köylüye geri veriyordu. Fevkalade bir sistemdi!

İlk zamanlar her şey yolunda gitti. Devlet bir genel müdür atadı. İlçelerde şubeler kuruldu. Pamuğun ham olarak nakli zor olduğu için, çırçır fabrikası kuruldu. Böylece pamuk önce işleniyor, çekirdeği alınıyor, sonra da sınıflandırılıyordu. Bu arada tohum da ıslah edildi. Randıman arttı. Sonuç olarak hem üye sayısı hem de pamuk ekenler çoğaldı.

İlk zamanlar kooperatif genel müdürlerini devlet tayin ediyordu.Daha sonra kooperatifler devletten bağımsız otonom bir özellik kazandılar. Seçimlerle önce bir yönetim kurulu belirleniyordu, yönetim kurulu da bir başkan seçiyordu. İki denetçi de çalışmaları yakından izliyordu.

SUİİSTİMALLER BAŞLIYOR (Aziz Güney Anlatıyor)

Seçimle iş başına gelen kadrolar zamanında çeşit çeşit suiistimaller yapılıyordu. Bunlardan birkaçını şöyle sıralayabilirim:

1. Fatura vurgunu: Diyelim ki kooperatif 5000 ton pamuk satacak. Alıcıyla anlaşıyor. Kilosu 500 lira olan pamuk için 300 liralık faturaalıyor. Aradaki fark cebe!

2. Randıman vurgunu: Pamukta bir randıman olayı var. Eğer pamuk 33% randımanlı diyorsak, bu 100 kilo pamuktan 67 kilo çiğit ve ancak 33 kilo saf pamuk elde edilecek demektir. Örneğin 1000 ton ham pamuk geldi. İşlendikten sonra 33% randımanla 330 ton pamuk elde edilir. Ama onlar bu 330 tonun üzerine bir çizgi atıp yerine 270 tonyazabiliyorlardı. Gerekçe, “pamukta bu yıl randımanı düşük!”. 50ton pamuk cebe!

3. Gece çıkarması: Henüz işlenmemiş pamuklar geceleyin kamyonlarla bilinmeyen istikametlere gönderiliyordu.

Bu şekilde suiistimaller çoğalınca satış kooperatifi feshedildi. Geçicibir süre için devlet kayyum (müdür) tayin etti. Önce Rahim Bey adında emekli bir subay, sonra da Cezmi (Öztekin) Bey kayyumluk görevini üstlendi. Bilahare 1961 veya 1962 yılında Ziraat Bankası kontrolünde eşyaları ve mülkiyeti satışa çıkarıldı. Deprem yılları olduğu için kimsede para yoktu.

Ziraat Bankası müdürü Digorlu İzzet Bey’di. Cemalettin (Güneş) Bey’e 100 000 liralık kredi açtı. Cemalettin Bey de bu parayla mülkiyeti aldı. Daha sonra Ali (Karasu) Bey, Cemalettin Bey’le ortak oldu. Bir değirmen inşa ettiler.

Sonra da mülkiyeti bölüşüp ayrıldılar.

NİÇİN PAMUKÇULUK ÖLDÜ? (Aziz Güney Anlatıyor)

Eğer şeker pancarı ekimi olmasaydı Iğdır’da pamukçuluk devam ederdi. Kooperatifler zamanında tüccarlar da köylüden alım yapıyorlardı.Eğer şeker pancarı teşvik edilmeseydi, kooperatif feshedildikten sonra tüccarlar yine devreye girecek, pamukçuluk devam edecekti.

Bir ara Adana’dan Çukobirlik geldi. Bir iki sene alımlar yaptı sonra feshedildi. Kanımca Iğdır pamukçuluktan vazgeçmekle hata etti. Çünkü şekerpancarı her yerde yetişir ama pamuk Iğdır’a özgü bir üründü. Üstelik devletinyanlış şeker politikası yüzünden Iğdır’ın hakkı olan fabrikalar başka illerde açıldı. Bütün bunlara ses çıkaran da olmadı.

PARAYLA TANIŞAN IĞDIR  (Aziz Güney Anlatıyor)

Iğdır, kooperatifler sayesinde ilk kez parayla tanışmıştı. O dönem kapandıktan sonra insanlar birbirini suçlamadı. Çünkü herkes vurgun işinin bir ucunu tutuyordu. Geride her şeyiyle anlatıp doyasıya güldüğümüz kırıcı olmayan tatlı hatıralar kaldı. İşte bunlardan birkaçı:

DENETİCİLER BAŞKANI ARIYOR (Aziz Güney Anlatıyor)

İlk yapılan kooperatif seçimleri olmalıydı. Mecit Hun ve Nurettin Kirman denetici olarak atanmışlardı. Görevleri, en ufak bir suiistimali araştırıp açığa kavuşturmaktı. Rahmetli Eşref (Başaran) Bey deyönetim kurulu başkanıydı.

Bir gün Piç Hamit namıyla tanınan birisi, ‘suiistimal yapıldı!’ diye yönetimi ihbar ediyor. İddiaya göre 100-200 ton pamuk kaçak yollardan İstanbul’a Panikoğlu adında birine satılmıştı!

İki zehir hafiye denetici olaya el koyarlar. Ancak başkan Eşref Bey İstanbul’dadır. Görev aşkıyla dolu deneticiler vakit kaybetmeden yola çıkarlar.

Nihayet Eşref Bey’i bir otelde kıstırırlar. Eşref Bey suçunu inkar etmez.

Bundan sonrasını Mecit Hun şöyle anlatırdı:

“Aynı otelde yatıp kalkmaya başladık. Parayı geriye almamız mümkün değil. Benle Nurettin, ‘Hiç olmasa masrafları ona ödettirelim!’ diye hergece bir eğlence merkezine gidiyoruz. Birkaç gün sonra Eşref Bey pes etti!

“Vallahi billahi para kalmadı!”

Benle Nurettin bir odada, Eşref de bitişik odada. O gece hepimiz odamıza çekildik. Nurettin gece yarısına doğru:

“Eşref uyumamıştır. Yine gidecek!”, dedi.

Eşref Bey’in kapı deliğinden baktık, içerisi bomboş! Yatakta yelleresiyor! Eşref kaybolmuş!

Hemen üstümüzü giyindik, Beyoğlu’na doğru yola çıktık. Gittiği yeribiliyoruz. İçeri girdik, ne görelim! Eşref büyük bir sofra kurmuş, yanında güzeller, demleniyor.

“Eşref hani para kalmamıştı! Para suyunu çekmişti! Bu ne hal!”

“Vay hoş gelmişsiniz! Gelin oturun!”

Masaya oturduk. Sabaha doğru Beyoğlu’ndan yürüyerek otele doğru gidiyoruz. Tam Galata köprüsünün üzerinden geçerken Nurettin, Eşref’i yakalayıp sıkıştırdı:

“Bu akşam da eğlenmeye gideceğiz!”

“Vallahi para kalmadı!”

“Yalan konuşuyorsun!”

“Malı vermişem, doğrudur, ama parayı almamışam!”

“Yalan konuşuyorsun!”

“Yemin ederem. Bu köprüden geçenlerin tamamı namusuma şey etsinki yalan konuşmuyorum.”

Yine inandık. Bu şekilde otele geldik.

O akşam Eşref yine kayboldu. Meğerse başka bir bara takılıyormuş.Barın adresini bulup içeri damladık. Eşref’i yine uygunsuz vaziyette yakalamıştık!

“Eşref bu ne hal! Bir de namusun üzerine yemin ettin!”

“O boş bir yemindi! Ben yemin ettiğim zaman etrafıma iyice bakmıştım, köprüden geçenlerin hammısı kadındı!”

ELEGEZDEN BİR YEL GELDİ (Aziz Güney Anlatıyor)

Yine bir gün kooperatifin inşaat işlerinde usulsüzlük olmuş. Piç Hamit durumu ihbar etmiş. Buna göre dosya kayıtlarında bahçede bir hangar yapılmış gibi görünüyormuş ama gerçekte öyle bir bina yokmuş!. Bakanlık olaya el koymuş.

Eşref Başaran (oturan) ve Arkadaşları

Kağıt üzerinde yapılmış gibi görünen binayı tespit için müfettiş ve başkan Eşref Beyle birlikte bahçeye çıkmışlar. Bahçenin uzak bir köşesinde çok eskiden kalma bir binanın enkaz yığını varmış. Eşref Bey kendinden emin, bu enkazı işaret etmiş:

“Aha burası bizim hangar, Müfettiş bey!”

“Burada ben bina falan görmüyorum!”

“Müfettiş bey siz Iğdır’ı bilmezsiniz! Elegez’den (Alagöz dağları) biryel esti, vurdu uçurdu!”

“Yahu çatısını götürdü, peki ya bunun duvarları?”

“Ele hammısını (tamamını) götürdü Müfettiş bey.”

PİÇ HAMİT (Aziz Güney Anlatıyor)

Piç Hamit’in asıl adı Hamit Ünver’dir. ‘Piç’ lakabının takılmasının nedeni gözünden bir şeyin kaçmamasıydı. Örneğin Kooperatif üyesi değildiama orada ne olup bittiğinden haberdardı. Her yerde kulağı vardı. Gözü açık,hin oğlu hin birisiydi. Peki ya kimdi bu Piç Hamit?

Piç Hamit Rusya’dan mülteci olarak gelmişti. Fakat herhangi bir başvuruda bulunmadığı için elinde ne mülteci kimliği ne de TC pasaportu vardı! Belli bir geliri de yoktu. Avantadan geçinirdi. Onun bunun işini takip eder, komisyon alırdı. Bazen de sahip olduğu ‘gizli’ bilgileri satardı. Piç Hamit’in özellikle büyük paraların döndüğü yerlerde kulağı vardı. O yıllar Pamuk Satış Kooperatifinde büyük paralar el değiştirirdi.

Bahri Çavuş, PiçHamit ( Ünver),Aziz Güney

Kooperatif başkanları Eşref Kaya ve Eşref Başaran’ın her ikisi de,MİT bölge şefi Hüsnü Bingöl gibi Terekeme idiler, ondan büyük destek görüyorlardı. Piç Hamit onlara rahat vermiyordu. Piç Hamit’in duyarlı kulaklarını kapatmak için MAH Müfettişi Hüsnü Bingöl’den yardım istediler:

“Bu adam başımıza bela! Hele bir araştırın bu kimin nesi?”

Hüsnü Bingöl, Piç Hamit hakkında tahkikat yaptırdı. Hiçbir yerde onun hakkında bir kayda rastlamayınca, ‘Zararlı yurt dışına çıkarılsın!’ şeklinde bir rapor tanzim etti.

1952 yılının kış ayında Piç Hamit’i bir deveye bindirip polis eşliğinde İran sınır kapısına gönderdiler. İran kabul etmeyince bu kez Irak’a doğru yola çıkardılar. Kuzey Irak Barzani’nin kontrolündeydi. Barzani yönetimi,“Tamam seni geçici bir süre için barındıracağız, ancak tekrar geri döneceksin!” koşuluyla ona kabul ettiler.

Piç Hamit Irak’tan Türkiye’ye iltica için başvurdu. Birkaç ay sonra Türk hükümeti, ‘Türkiye üzerinden Amerika’ya gitmek koşuluyla’ geçici bir iltica hakkı verdi. Bu süre içinde Piç Hamit İstanbul dışına çıkmayacak ve her akşam polis karakoluna gidip, ‘İstanbul’dayım’ diye imza atacaktı.

Piç Hamit’le çok yakından tanışırdım. Gerçi aramızda 20-25 gibi bi yaş farkı vardı ama birlikte sohbet etmeyi severdik.

Piç Hamit eğitimsiz sıradan bir insan değildi. Rusya’da yüksek tahsil almış, oldukça kültürlü birisiydi.

ORHAN PARLAR ANLATIYOR

Orhan Parlar

IĞDIR’IN İLK ÇIRÇIR FABRİKASI (1928)

Babam, önce küçük çapta ticarete atılmıştı. Erivan’dan tanıştığı Naki Odoğlu’yla ticari ortaklığa girip Iğdır’ın ilk çırçır fabrikasını açmışlardı.

(1928-29) Fabrikanın kurulduğu yer bugünkü Iğdır Lisesi’nin arkasında ki arsa üzerindeydi. (Birkaç yıl sonra Resul Taner ikinci çırçır fabrikasını hizmete sokar.)

Fabrikanın makineleri Rus yapımıydı. Kapasitesi günde 20 ton çekirdekli pamuktan 7.5 ton elyaf pamuk elde etmeye uygundu. Pamuk çekirdeğinden yağ elde etmek için de bilahare küçük bir fabrika (ding) daha kurulmuş ama faaliyete geçirilememişti. Başköy’den Bahçeli Arslantürk dingi operasyonel hale getirmek için yanında alıkoymuş, ama çalıştırmayı o dabaşaramamıştı.

Fabrikanın ilk açılış zamanı hangi isimle ticari kayda geçtiğini bilmiyorum. 1935 yılından sonra Parlar Çırçır Fabrikası olarak bilinir olmuştu.Babam, Naki Bey’le özel bir pamuk kooperatifi kurmuştu. 1938 yılında kadar faaliyette kalan kooperatifin hisselerinin 51% iki ortağa, geri kalanıda 7-8 vilayete dağılmış bulunan pamuk tüccarlarına aitmiş.İşler büyüyünce bir çeltik (pirinç) fabrikasını da açmışlar, bu tempoda1938 yılına kadar fevkalade iyi para kazanmışlar.

ŞARKIN DİLİGAZETESİ    SAHİBİ: MECİT HUN

BİRLİĞİN BAŞKAN SEÇİMİ YAPILDI 7 Ocak 1953

3 Ocak 1953 tarihli Birlik genel kurul toplantısında yönetim kuruluna seçilen Talat Tufan, Sadık Karasu, Kadir Erol ve Muhtar Yıldırım dün Ziraat Bankasında toplanarak başkan seçimini yapmışlardır.2834 sayılı kanun gereğince yönetim kurulu tabii üyesi addedilen Birlik Genel Müdürü de oyunu kullanmış ve başkanlığa Talat Tufan seçilmiştir. Yeni yönetim kurulu ana mukavelename hükümleri gereğince 4Ocak 1953 tarihinden beri vazifeye ve çalışmaya başlamıştır.

(Değerli okuyucular! Burada bir not düşmek ihtiyacı doğmuştur. Uzun yıllar ağızdan ağıza şifahi olarak aktarılan bilgi şöyledir: Önceki yıllar Birlik Genel Müdürlüğü yapmış olan ancak suiistimal iddasıyla görevden el çektirilen Eleşref  Başaranda bu seçimre aday olarak katılır ama başkanlığı Talat Tufan’a kaptırır. Talat Tufan konuşma yapması için kürsüye davet edilir. Talat Tufan kürsüdeyken bir el silah sesi duyular. MAH Müfettişi Hüsnü Bingöl de hükümet komiseri sıfatıyla toplantıyı izlemektedir. Rivayete göre seçimi kaybeden Eşref Başaran ve arkadaşlarının bulunduğu kalabalıktan bir el silah sesi duyulmuş, mermi Talat Tufan’ı hedef aldığı için Talat Tufan da kürsünün arkasına saklanarak ikinci bir saldırıdan kendisini korumak istemiştir.

Hüsnü Bingöl bu olaya gazetede yer vermemesi için o yıllarda Iğdır’daki çıkan tek gazete olan Şarkın Dili gazetesi sahibi olan Mecit Hun’u uyarır. O da gazetede silah olayından bahsetmez. Terekeme kökenli Hüsnü Bingöl’ün,  bir anlamda Terekeme kökenli ve yakın dostu Eşref Başaran’ı koruduğu şeklinde bir rivayet yıllarca dedikodul olarak Iğdır’da var oldu. Mücahit)

PAMUKOVA GAZETESİ SAHİBİ: MECİT HUN    29 Ekim 1954

EŞREF BAŞARAN BİRLİK GENEL KURULU İÇİN DELEGE SEÇİLEMEDİ

Dün yapılan Iğdır PTSK Genel Kurul toplantısında Birlik için tespite dilen delege adayları içinde ismi mevcut olmasına rağmen Eşref Başaran seçimi kaybetmiş ve delege olamamıştır. 60 kişilik liste içinde sadece Eşref Başaran‟ın kazanamaması kooperatif seçimlerinde ihtisas sahibi ortaklar arasında hayretle karşılanmakta ve Başaran‟ın Birlik İdare Heyeti Başkan veya azalığına kuvvetli namzetlerden bulunması hasebiyle rakipleri tarafından kasten listeden silindiği ileri sürülmektedir.

Kendisiyle görüştüğümüz Eşref Başaran müteessir olmadığını, ancak seçimgününün ana mukavelenameye göre ilân edilmeyişini ileri sürerek itirazdabulunacağını, bu itirazı nazara alınmadığı takdirde yedekte bulunmasıhasebiyle delege dostlarından birisini istifa ettirerek yerine geçmeğeçalışacağını beyan etmiş ve muhakkak Birlik seçimine iştirak edeceğim demiştir.

PAMUKOVA GAZETESİ   SAHİBİ: MECİT HUN    29 EKİM 1954

IĞDIR PTS KOOPERATİF SEÇİMİ YAPILDI

Iğdır Pamuk Tarım Satış Kooperatif seçimi dün kooperatif ortakları tarafından yapılmıştır .Seçim neticesinde İdare Heyeti asıl azalıklarına Hüseyin Turan Cihangir Erkut, Ali Rıza Bagane ve Mehmet Sönmez; Yedek azalıklara Abbas Yıldırım ile İsmail Akkuş ve Kontrol Kuruluna da Cihangir Aras il Kenan Dadaş Gürcan seçilmişlerdir. Ayrıca Birlik Genel Kuruluna iştirak edecek olan 60 delege de Genel Kurulca seçilmiştir.

DİL GAZETESİ SAHİBİ: MECİT HUN   4 EKİM 1952

P. T. S. KOOPERATİFLERİ GENEL KURUL İÇTİMALARI

Iğdır Pamuk Tarım Satış Kooperatifleri genel kurul mutat toplantıları devam etmektedir. Bu arada Başköy ve Taşburun bucaklarıyla Tuzluca ilçesinde yapılan içtimalarda yeni seçimlerde yapılmış bulunmakta olup ayrıca Birlik delegeleri de tespit edilmiştir.

Gazetemize birçok ortakların imzasıyla gönderilen mektuplardan anlaşıldığına göre Taşburun bucağında yapılan içtimaa Ticaret Bakanlığı komiseri sıfatıyla iştirak etmesi lazım gelen sayın ilçe kaymakamının rahatsızlığı dolayısıyla tevkil edilen Taşburun bucak müdürü Nuri Atasever‟in taraf iltizam etmesi sebebiyle bu husus 6 köy muhtarı tarafından tanzim edilen bir mazbata halinde kaymakamlık makamına sunulmuş veTaşburun seçimlerine itiraz edilmiştir. Ayrıca bize şifahen verilen malumatta bu hususu teyit ettiğinden Taşburun seçiminin Birlik genel kurulu toplantısından önce tekrar yapılacağını ve yeniden bu bucakta delege seçileceğini tahmin etmekteyiz.

Diğer taraftan Iğdır merkezinde iki gün evvel yapılan genel kurul toplantısında yeni yönetim kurulu ile Birlik delegeleri seçilmiştir. Aldığımız habere göre Iğdır merkez kooperatif yönetim kurulu üyeliğine Ahmet Armağan, Ali Rıza Bagana, Mehmet Sönmez ve Cihangir Erkut getirilmiş ve Birlik genel kurulu için de delegeliği Talat Tufan, Ahmet Armağan, Esat Ogan , Mustafa Gülmez, Timur Turan, Mehmet Sönmez, Hasan Şimal, Mustafa Şimşek, İsmail Aktaş, Ali Kızılay, Kadir Erol, Hasan Turan, Hasan Güneş, İsmail Ağırkaya, Kasım Turan, Sadık Tezel, Hasan Çetinel, Ali RızaBagana, Hüseyin Bağcı, Muhtar Yıldırım, Necef Yıldız, Hasan Yıldız,Mehmet Duman, Kurban Akar, Rahim Aydın, Hüseyin Turan, EşrefBaŞaran, İsa Yiğit, İbrahim Aras, Muharrem Varol, Nağdali Turan, Esadullah Aras, İbrahim Aksoy, İsa Karakuş, Bekir Akkuş, Abdullah Armağan, Cevat Han, Abdulhadi Kuş, Mehmet Ali Haçadağ, Şabap Alagöz, Cihangir Aras, Kerem Turan, Ahmet Işıkçelebi, Sultan Yıldız, Ziyadeli

Eroğlu, Yahya Kızılkaya, Caferkulu Sönmez, Ahmet Bakış, Abdullah

Yıldırım, Celil Aras, Rıza Taş, Celil Orhun, Ali Kum, Süleyman Demirel,

Allaverdi Gül, İsa Karakuş kazanmışlardır. Gazetemizin teksir edildiği sırada Enver Sever’in de delege seçildiği öğrenilmiştir. Birlik Genel Kurlu içtima günü yakında bildirilecektir.

(Değerli okuyucular! Bu uzun listeyi özellikle dikkatinize sunmak istedim. İleride göreceğimiz gibi aynı şahıslar siyasi partilerde de yer almakta bazen aynı partide bazen rakip partilerde yer alarak PTSK içindeki gerilimi bir anlamda siyasete veya siyasetteki gerilimi PTSK’ya taşımaktadırlar. 1950’li yıllar PTSK ve siyasi partiler iç içe geçmiş sarmal bir yapı oluşturmuştu. Mücahit )

DİL GAZETESİ SAHİBİ: MECİT HUN  

BİRLİK SEÇİMLERİ HARARETLE DEVAM EDİYOR

Birliğin 3 Ocak 1953 tarihinde yapılacak yeni yönetim kurulu seçimleri için propaganda ve çalışmalar son hadde varmıştır. Şimdilik temsilcilerin hepsinin iştahlandığı bu 7 liralık koltuğa oturmak için her çareye başvurulmaktadır. Adaylar arasında Talat Tufan, Eşref Başaran, AliKarasu, Sadık Karasu, Sadık Tezel gibi kimseler vardır. Temsilciler de bu şahıslar etrafında gruplaşmakta devam etmektedir. Seçimlerde paranın mühim bir yol oynayacağı tahmin edilmektedir.Tuzluca ve Başköy kooperatiflerince seçilen temsilcilerin bir iki gün sonra Iğdır’a gelecekleri tahmin ediliyor.Seçim için başlanan hazırlıkların her gün yeni bir safhaya girmesi günde bir adayı ümitsizliğe sevk etmetedir.

“BU GAVATLAR…”  (Aydın Akgün Anlatıyor)

Aydın Akgün

Iğdır’ın insan zenginliği sonsuzdur. İçimizden her türden ve her huydan insan çıkar. Ancak bir grup var ki, onların özellikleri anlatmakla bitmez: Iğdır’ın durgun taşra yaşamına hareketlilik ve canlılık kazandırırlar. Bunlardan birisi de “Deli Hakim” lâkaplı M. A. Hakkı aranmaz idi.Soyadının da ima ettiği gibi hemşehrimiz kendisini her şeyden sorumlu tutar, “hakkını” bizzat kendi eliyle söke söke almaya çalışırdı.

Eşref Kaya, PTSK’de müdür; ben, Sayman ve Paşa Turan da Veznedar olarak görev yapıyorduk. Kooperatifin muhasebe ve vezne odası caddeye taraftı. 80 cm yükseklikteki pencerenin yanından geçen herhangi birisi, rahatlıkla içeride olup bitenleri görebilirdi.

Her akşam, Kooperatifin para işinden sorumlu üçümüz, odada bir araya gelir; paraları masaya döküp sayar; hesapları denkleştirdikten sonra da parayı kasaya koyup evin yolunu tutardık. Hemşehrimiz Deli Hâkim’in evi aynı cadde üzerinde biraz ilerimizdeydi.

Her akşam evine giderken, pencereden biz üç “kafadar”ın baş başa verip devletin parasını kendi aramızda nasıl paylaştığımıza (!) birkaç kez tanık olmuştu. En sonunda vicdanı elvermemiş, oturup Ticaret Bakanlığına ihbar mektubu yazmış:

“Sayın Bakan, Kooperatif müdürü Eşref Kaya, Sayman Aydın Akgün ve Veznedar Paşa Turan, her akşam, paraları kendi aralarında bölüştürüyorlar. Vallahi de billahi de bu olayı gözümle birçok defalar gördüm”

Bu ihbar üzerine Bakanlık hemen üç kişiden oluşan müfettiş heyetini Iğdır’a göndermişti. Evim Kooperatife yakın olduğundan bir sabah işçilerde birisi koşarak geldi: “Müfettişler sizi istiyor”

Müfettişler sinirli sinirli ortalıkta dolaşıyor, evraklara göz atıyor, bizi sabırsızlıkla bekliyorlardı. Beni görünce yaptıkları ilk iş, kasanın kapısını sicimle bağlayıp düğümün üzerini mumlu mühürlemek oldu.

“Biz yorgunuz. İstirahat etmek istiyoruz. Bizi otele götürün” dediler.

“Kasabada size uygun otel yok. Sığır celeplerinin kaldığı iki han var;ama rahat edemezsiniz. En iyisi sizi evimde misafir edeyim” dedim.

Müfettişler, evde misafir olmayı sorgulama ahlakına uygun düşmeyeceği nedeniyle redettiler.“Odalardan birisine yatak koyun. Orada yatıp kalkacağız” dediler.

İsteklerini yerine getirip, binadaki küçük odayı evlerden getirttiğimiz yataklarla döşeyip, ihtiyaçlarına uygun geçici bir yatakhaneye dönüştürdük İkinci gün sorgulama büyük bir ciddiyetle başladı. Üç müfettiş bizi karşılarına alıp tüm evrakları tek tek gözden geçirdiler. Sorular sorup notlaraldılar. En sonunda, “Şimdi bize lütfen tanık Sayın M.A. Hakkıaranmaz’ı bulup getirin!” dediler.

Soldan Sağa :Hamza Aygün, Kenan Gürcan, Aydın Akgün

Bu ismi duyunca ben ve Eşref Kaya birbirimize bakışıp gülüştük. Öyle ya Iğdır’ın en az ciddiye alınacak birisinin ifadesine dayanılarak bunca zahmetli sorgulama işine başlanmıştı

“Deli Hâkim” kapıdan içeri girdiğinde, Eşref Kaya onu ayakta karşıladı, eliyle onun arkasından, “Bu adamın söyleyeceklerini lütfen fazla dikkate almayın” gibisinden bir el hareketi yaptı. Şansızlık bu ya Deli Hâkim kafasınıçevirdi. Eşref Kaya’yı uygunsuz el hareketiyle yakaladı. Sinirlenip elini masaya kuvvetlice vurdu:

“Görürsen mi müfettiş bey! Bu gavatlar hem paramızı yiyirler hem de bize ‘deli’ diyirler”

Sorgulamadan yüz akıyla çıkmıştık. Ama “Deli Hâkim”in yazdığı dilekçenin neden olduğu müfettiş baskını, kasabada günlerce konuşuldu.

***  

Değerli Okuyucular!

Merhum Talat Tufan, babası Merhum Hacı Ali Ekber Tufan’ın yolundan gitmiş Iğdır’a olağanüstü hizmetleri dokunmuştur. Bu hizmetler ekonomik, siyasi ve sosyal anlamda olacak şekilde çok yönlüdür. Okuyucularıma kısaca şunu hatırlatmak isterim ki eğer Merhum Talat Tufan olmasaydı Iğdır 1970’li yıllarda daha zor günler yaşayacaktı.Talat Tufan, Kürtler ve Azeriler, solcular ve sağcılar arasında vazgeçilmez bir denge adamı ve üstün sağduyu sahibi bir şahsiyetti. Anısını saygıyla yad ediyor ve O’nunla ilgili bir anekdotla bugünkü yazıma son veriyorum.

“SİLAHIN YERİNİ BEN BİLİYORUM”  (Aydın Akgün Anlatıyor)

Yıl 1948. Bir gün teyze oğlu Cihangir, bir daşkanın (at arabası) arkasında Iğdır’dan Melekli köyüne yolculuk yapıyormuş. Yarı yolda, görevi nedeniyle Melekli köyüne giden bir jandarma da arabaya binip hep birlikte yola devam etmişler.

Daşkalar yaylı olduğundan çukur ve engebede zıplar, içindeki her şeyisağa sola sallayarak titretirdi. Arabaya binen jandarma eri omzundan çıkardığı silahı daşkanın içine yerleştirmişti. Silah zıplaya zıplaya kimse farkında olmadan yere düşmüştü.

Daşka, Melekli köyüne vardığında, jandarma şaşkınlıkla silahının arabada olmadığını görmüş. Kendisine verilecek cezadan korkan jandarma eri, teyze oğlunu hırsızlık (!) olayının zanlısı olarak yakalayıp karakola götürmüş.

Karakol komutanı bu pervasız (!) hareket yüzünden köylülere ders vermeye kararlıymış. Yanına aldığı jandarma birlikleriyle köye gelmiş; ilerigelenleri bir araya toplayıp sıra dayağından geçirmeye başlamış.

Kuzenim Talat Tufan, elini kaldırıp, “Silahın yerini ben biliyorum.Eğer bana bir at verirseniz gidip getiririm” demiş. Talat Tufan’ı yola salmışlar.Talat Tufan, o hızla Iğdır’a gelip, ailece tanıştığımız Savcı Abbas Fahri Akın’a olup biteni anlatmış. “Eğer elinizi çabuk tutmazsanız askerler köylüleri perişan edecek” demiş.

Savcı, köye geldiğinde gördüğü manzara karşısında şaşkına dönmüş. Durumun ciddiyeti Talat Tufan’ı haklı çıkartacak denli vahimmiş. Jandarmalar köyün erkeklerini tek sıraya dizmiş yaşına başına bakmadan sıra dayağı çekiyorlarmış. Savcı zorlukla sivil halkı bu densiz komutanın elinden kurtarabilmiş.

DEVAM EDECEK