Son Yazılarımız

YENİ BİR “COMMU-NAZİ” ANTLAŞMASI MI?

Değerli Okuyucular:

Rusya’nın saldırı ve işgal hareketiyle başlayan Rusya-Ukrayna savaşı halen devam etmektedir. Bu savaş, aslında daha kısa sürebilirdi. Uzamasının tek nedeni, ABD ve Avrupa’nın, Ukrayna’yı en son teknolojik silahlarla donatmaları, askeri yardımı, bütün engellemelere rağmen devam ettirmeleridir.

Avrupa, yakın tarihinden çok iyi biliyor ki, eğer Rusya bu savaşı kazanırsa, sıra başka ülkelere gelecektir. Rusya’yı Ukrayna’da tutmak veya durdurmak, Avrupa’nın şu an izlemesi gereken en önemli stratejik hedeftir.

Bugün yaşananları daha iyi anlamak için, İkinci Dünya Savaşı’nda olup bitenlere kısaca göz atmakta yarar vardır:

COMMU-NAZİ ANTLAŞMASI

“Commu” kelimesi “Communist (Komünist)” kelimesinin kısaltılmış halidir.

Hitler’in kurduğu partinin Almancası, “Nationalsozialistische Deutsche Arbeiterpartei” (Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi-NSDAP) şeklindedir.

Sonraki yıllar Hitler’in propaganda bakanı olacak olan Goebbels (Göbıls), 1926 yılında Nazi-Sozi adıyla bir broşür yayımlar. Böylece “Nazi” kelimesi ilk kez kullanıma girer.

İlginç taraf şudur: Hitler, arkadaşları ve rejim taraftarları kendilerini asla “Nazi” olarak tanımlamamışlardır. Kendi aralarındaki konuşmalarda, “National Socialist” kelimesini tercih etmişlerdir. NSDAP partisine mensup olmayanlar ve yabancılar, Hitler ve arkadaşlarını “Nazi” olarak çağırdılar. Hitler’in ağzından bir kez dahi “Nazi” kelimesi çıkmamıştır.

MOLOTOV-RIBBENTROP BULUŞMASI

Molotov, Antlaşmayı imzalıyor. Tam arkasında Ribbentrop, onun yanında da Stalin duruyor.

İkinci Dünya Savaşı henüz başlamamıştır. Avrupa’da sular kaynamaktadır. Sovyetler Birliği, önce Fransa ve İngiltere ile masaya oturur, bir antlaşma yapmaya çalışır. Görüşmeler başarısızlıkla sonuçlanınca, Hitler, zaman kaybetmeden, bir gün sonra Dışişleri Bakanı Ribbentrop’u Moskova’ya gönderir. Sovyet Dışişleri Bakanı Molotov ve Ribbentrop arasındaki görüşmeler kısa sürede sonuçlanır, 23 Ağustos 1939 tarihinde Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı (Antlaşması) imzalanır. (Tarihe bu antlaşma ‘Ribbentrop-Molotov Saldırmazlık’ Paktı olarak geçer.)

Bu tarihi antlaşmanın bir “Görünen” bir de “Gizli” maddeleri vardır. Dünya kamuoyu, sadece “Görünen” tarafından yani “Saldırmazlık Paktı” ifadesinden haberdar edilir.

Dünya sosyalist ve komünistleri bunda bir sakınca görmezler. 1939 yılında Sovyetler Birliği, dünyadaki tek sosyalist devlettir. Onlara göre, emperyalistler arası bir savaşta Sovyet Devleti elbette kendisini güvenceye almalıydı. Lenin de Birinci Dünya Savaşı devam ederken, 1917’de “Bu bir emperyalist savaştır. Bizim (Bolşevikler) savaşımız değildir,” diyerek askerlerini tüm cephelerden geri çekmemiş miydi?

Sosyalist ve komünistlere göre Stalin de buna benzer bir tedbir alıyordu. Halbuki, işin gerçeği çok farklıydı ve uzun yıllar saklı kalacaktı, çünkü “Gizli Madde”, Sovyetler Birliği’ni “Emperyalist” bir ülke konumuna getiriyordu.

“Gizli Madde”de yer alan hükümler, Doğu Avrupa (Polonya, Çekoslovakya, Macaristan vb) ve Baltık ülkelerini (Finlandiya, Letonya, Litvanya, Estonya), Nazi Almanya’sı ve Sovyetler Birliği arasında, kesin bir çizgiyle paylaştırıyordu.

Antlaşmayı izleyen günlerde (bir hafta sonra) 1 Eylül 1939’da Hitler, “Gizli Antlaşma” hükümlerine uygun olarak Batı Polonya’yı işgal eder. Sovyetler Birliği’nden ses çıkmaz. Fransa ve İngiltere, Almanya’ya savaş ilan ederler. 17 gün sonra da gizli antlaşma hükümlerine uygun olarak bu kez Stalin de Doğu Polonya’yı işgal eder.

Kısa sürede Doğu Avrupa ve Baltık ülkeleri “Gizli Antlaşma” hükümlerine göre Sovyetler Birliği ve Almanya arasında pay edilir. Öyle olur ki Nazi ve Sovyet askerleri, gizli antlaşmada belirlenen çizgide buluşurlar, hatta sevinçle el sıkışır, birbirlerine sarılırlar.

 Sovyet ve Nazi askerleri Polonya’da el sıkışıyorlar (1939)

Sovyetler Birliği hızlı bir şekilde, “Gizli Antlaşma” hükümlerine uygun olarak Baltık ve Doğu Avrupa bölgesinde, kendi hakkına düşen kısımları işgal eder. Nazi Almanya’sı da Fransa ve İngiltere’ye saldırır. Amerika henüz savaşa dahil değildir.

Stalin, büyük bir stratejik zafer kazandığı düşüncesiyle sevinçli ve gururludur. Sovyetler Birliği sınırlarını, Avrupa’nın ortasına kadar genişletmiştir. Sadece Sovyet Generali Georgi Jukov, gizli antlaşmadan ve gelişmelerden rahatsızdır, ancak bunu yıllar sonra yazacağı hatıralarında gündeme getirebilecektir.

General Jukov (jukıv)

Stalin, Kremlin’den keyifle Avrupa’daki amansız savaşı izler. Fransa’yı kısa sürede mağlup eden, İngiltere’yi denizaltılarıyla blokaja alan Hitler, gözünü doğuya, Sovyetler Birliği’ne çevirir. Bu saldırıyı aylardır planlamış hatta 12. Yüzyılda yaşamış Alman Kralı Barbarossa’nın adını da bu askeri harekâta ithaf etmiştir.

Hitler, generallerini toplantıya çağırır, düşüncesini açıklar. Birisi ayağa kalkar: “Heil (hayl) Hitler! Sovyetler Birliği ile Saldırmazlık Antlaşmamız var. Bunu yapamayız!”

Hitler köpürür: “Bana Antlaşmayı getirin!”

Antlaşma masanın üzerine özenle konur. Hitler ayağı kalkar, antlaşma metnini yırtar, havaya fırlatır: “Artık antlaşma falan yok!”

Almanya, Fransa’yı mağlup edince, henüz savaşa dahil olmamış ABD Başkanı Roosvelt, Stalin’e mesaj gönderir, Hitler’in bir sonraki hedefinin Sovyetler Birliği olacağını söyler. Rivayete göre Stalin bu mesajı okuduğu zaman, piposunu tüttürerek, “Bu kapitalistlerin kafası hiç basmıyor! Hitler,  bize asla saldırmayacaktır.”

General Jukov, aynı görüşte değildir. Hatta öneride bulunur: “Kiev’e kadar olan bölgeyi derhal boşaltıp, siperler kazalım. Hitler saldıracaktır.”

Stalin, sert çıkınca Jukov toplantıyı terk eder.

21 Haziran günü bir Alman askeri, Sovyetler Birliği’ne sığınır. Almanların, Sovyetler Birliğine saldırmak üzere olduğunu söyler. Bu haber Stalin’e iletilir. Stalin, habere gülüp geçer.

Bir gün sonra, 22 Haziran 1941, Nazi Almanya’sı Sovyetler Birliği’ne saldırır. Stalin durumdan haberdar edilir ama Stalin hala inanmak istemez. Jukov, haklı çıkmıştır. Nazi tankları önlerine çıkan köy ve şehirleri yakıp yıkmaktadırlar. Onları durduracak tek bir siper bile yoktur.

Birkaç haftada milyonlarca insan ölür. Nazi tankları Leningrad ve Moskova’ya dayanır. Leningrad düşmek üzeredir. Stalin, Jukov’u Leningrad’a gönderir. Jukov, ünlü stratejisini uygulamaya koyar, Nazi ordularını durdurur.

Stalin, o kadar derin bir hayal kırıklığı yaşar ki, günlerce odasına kapanır, düşüncelere dalar. Jukov, Stalin’i defalarca arar, ulaşamayınca Moskova’ya gelir. Kapıda, KGB Şefi Beria’nın adamları vardır. Jukov’un odadan içeri girmesine engel olmak isterler. Jukov, tabancasına davranır, nöbetçileri iter, odadan içeri girer. Stalin, kanepeye uzanmış, başını büyük bir havluyla sarmıştır. Sanki bu dünyada yaşamıyor gibidir.

Jukov, emredici ses tonunda konuşur: “Yoldaş Stalin! Milyonlarca Sovyet vatandaşı sesini duymak istiyor. Onlara cesaret vermelisin!”

Stalin, radyonun başına geçer, ünlü konuşmasını yapar. O andan itibaren Jukov’un stratejileri uygulanmaya konar, Naziler geri çekilmeye başlar. Çok geçmeden Sovyet zafer sancağı, Reichstag’ın (Alman Parlamentosu) harabeleri üzerinde dalgalanır.

Sovyet Kızıl Bayrağı Reichstag harabeleri üzerinde dalgalanıyor

Not: Rusya tarihinde benzer bir durum 1812’de yaşanır. Napolyon yarım milyonluk ordusuyla Rusya’ya karşı hücuma geçer. General Mikail Kutuzov, Çar’dan Moskova’yı yakmasını ve boşaltmasını ister. Çar reddeder. Çar, Napolyon’un ordusunun Moskova’ya gelmeden yenileceği düşüncesindedir. Napolyon, Moskova’ya 50 km yaklaşınca, Çar mecbur kalır, Kutuzov’un planını uygulamaya koyar, Moskova’yı ateşe verir, şehri boşaltır. Bomboş ve yanmış bir Moskova’yı teslim alan Napolyon büyük bir hayal kırıklığı yaşar. İşte böyle bir zamanda Kutuzov, gerilla ve yıpratma savaşıyla biraz da soğukların yardımıyla Napolyon’un ordusunu yenilgiye uğratır, yarım milyonluk ordudan sadece 10 bin kişi Paris’e geri dönebilir.

İkinci Dünya Savaşı’nın kaderini beş General belirler: ABD’li Patton (patın), İngiliz Montgomery (mıntgamiri), Fransız De Gaulle (dö gol), Alman Rommel (romıl) ve Rus Jukov (jukıv). Şu talihsizliğe bakın ki bunların içinde en güçlüsü Jukov’dur ancak Stalin’in kıskançlığı nedeniyle gölgede kalan, ismi en az bilinen de Jukov’dur.

1970’Lİ YILLARDA SOL GENÇLİKTE SOVYETÇİ-MAOCU TARTIŞMASI

Nazi Almanya’sı ile Sovyetler Birliği arasında imzalanan antlaşmanın “Gizli Maddesi” uzun yıllar saklı kaldı.

1976’da İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Fakültesine kaydımı yaptırdım. Gümüşsuyu Yerleşkesi sol siyasi örgüt ve yayınlarla kaynıyordu. (Orta yolcu) Dev-Sol, (Enver Hocacı) Halkın Kurtuluşu, (Maocu) Halkın Birliği, (Türkiye Komünist Partisi’nin legal gençlik örgütü) İlerici Gençlik Derneği (İGD), Maocu TİKKO (TKP-ML). Sovyet yanlısı Özgürlük Yolu, Maocu KAWA, Maocu Rızgari vb.

1970’li yıllar… Sol gençlik bir yürüyüşte

Örgütler arasındaki en önemli tartışma konularından birisi Sovyetler Birliği’nin Hitler’le iş birliği yapıp yapmamasıydı. Sovyet yanlıları, “Bu bir Maocu uydurmasıdır. Sovyetler Birliğini karalamak için yapılıyor. Stalin, asla Hitlerle iş birliği yapmadı,” gibisinden kesin görüş belirtiyorlardı. Ben de bu gruba dahildim.

Sovyetler Birliği 1989 yılına kadar “Gizli Antlaşmayı” resmi olarak inkâr etti. Fransız Komünist Partisi, 1968 yılına kadar “Gizli Antlaşma” iddiasını reddetti, ancak bu tarihten itibaren FKP, Stalin’in mirasını reddettiği için üstü kapalı olarak “Gizli Antlaşma”nın olabileceğini ima etti, ancak elinde delil yoktu.

Mikail Gorbaçov, Aralık 1989’da böyle bir “Gizli Antlaşma”nın olup olmadığını araştırması için bir komisyon oluşturdu. Komisyon, bulgularını açıkladığında Sovyet Halkı, soğuk duş almış gibi korkunç bir gerçeklikle yüzleşti. Evet, Stalin, Hitler’le iş birliği yapmış, gizli bir antlaşma imzalamıştı. Gorbaçov, komisyon raporunu Sovyetler Birliği Halk Vekilleri Kongresini sunar. İşin ilginç yanı uluslararası hükümlere göre “Gizli Antlaşma” hala yürürlükte olduğu için, Sovyetler Birliği ve Almanya, hemen açıklama yaparak, bu Antlaşmanın artık geçerli olmadığını ilan etmek zorunda kalırlar.

Maocular haklı çıkmıştı. Bu bir anlamda “Sosyal Faşist” sloganını da meşrulaştırıyordu.

Evet, bütün bu hikâyeyi niçin anlattım, diye soracaksınız. Şimdi bunu açıklayabilirim.

ÇİN-RUSYA “GİZLİ” ANTLAŞMASI

Yaşadığımız olaylar, dikkatlice irdelendiğinde Rusya ile Çin arasında, Avrupa ve Asya’yı yeniden paylaşım anlamında, “Gizli Antlaşma” olduğuna şüphe kalmıyor. Örneğin, Çin, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısını asla kınamadı.

Gizli Antlaşma, büyük bir ihtimalle şu eksen üzerinde yapılmıştır: Rusya, adım adım Sovyetler Birliği sınırları içindeki bölgeleri yeniden ele geçirecek, Çin de ilk fırsatta Tayvan’ı alacaktır.

Rusya, ilk adımını attı. Çin de harekete geçmek üzeredir.

Rusya, Ukrayna sınırında gerçek mermilerle günlerce süren tatbikat yaptığında, “Rusya, Ukrayna’ya kesin saldıracaktır,” diye görüş beyan etmiştim. Şimdi de Çin gerçek mermilerle aralıksız tatbikat yapmakta, Tayvan’ı dört bir yandan kuşatmaya almış durumdadır. Pek yakında, Çin, Tayvan’a saldıracaktır.

Rusya ve Çin’in, hedefledikleri ülkeye saldırmadan önce gerçek mermilerle tatbikat yani hazırlık yapması bana bir yaylacılık terimi olan “SERDAN” kelimesini hatırlattı.

ÇİN, TAYVAN’I “SERDAN” EDİYOR

İzin verirseniz masum Kürt pastoral (kır/yayla) yaşamından bir kesit sunmak istiyorum:

Yarı göçer bir ailede büyüdüm. Çocukluğumda, Mayıs-Eylül arasını, yaylada geçirirdik. 50-60 büyükbaş hayvanımız (inek), birkaç boğamız, bir “Kerê Gewr” yani boz eşeğimiz, 4-5 köpeğimiz, hemen hemen inek sayısı kadar da buzağımız (golik) vardı. Büyük kocaman siyah kıl çadırımız ve koni şeklinde beyaz kamp çadırımız yan yanaydı. Siyah kıl çadırın uzak bir köşesinde, etrafı taş duvarla örülü, “Koz” dediğimiz bir buzağı ağılı yer alırdı. Siyah çadırın etrafı, boydan boya, “Çît” dediğimiz, bir çeşit paravanla çevrelenirdi.

Siyah çadırda bir aile. Arka planda ÇÎT var. Bizim çît’ler renkli iplerle kilim deseni gibi işlenirdi.

NOT: Yaylacıların kullandığı “Çit” ile bahçelerde kullanılan çiti karıştırmamanızı isterim. Göçer Kürtler için “Çît”, bir sanat eseri kadar önemliydi. Bir metre boyunda kabuğu alınmış ince meşe dalları özel tezgâhta, renkli (kök boya) iplerle binbir çeşit desenle birbirine bağlanır, bu şekilde elde edilen çitler, kazıklara iliştirilerek siyah çadırın etrafı çevrelenirdi.

Yaylacılıkta günlük yaşamın rutinleri değişmezdi: Sabah erkenden kalkılır, inekler sağılır, çobanlar inekleri alıp, uzak dağların bayırlarında otlatmaya götürürlerdi. Annelerinden ayrı kalan buzağıları, genellikle ben ve kardeşim Leyla, annelerinden uzak bir yere götürür, otlatırdık; daha doğrusu, otlamayı öğrenmelerine yardımcı olurduk. Dişleri çıkmadığı için birçokları hala anne sütüne muhtaçtı. Ot yiyemedikleri için çabuk acıkırlardı.

Akşama doğru, buzağıları kıl çadıra getirir, “Koz” dediğimiz ağıla sokardık. Daha sonra inekler gelirdi. Böylece, süt sağma işlemi başlardı.

Devam etmeden önce Kurmançça gramere ilişkin küçük bir açıklama yapmak isterim:

“SER” kelimesi isim olup “Baş” anlamına gelir.

“DAN” kelimesi fiil olup “Vermek” anlamına gelir.

SER DAN şeklinde ayrı yazıldığında (isim+fiil) “Başvurmak, ziyaret etmek” anlamına gelir.

SERDAN şeklinde bitişik yazıldığında tekrar isme dönüşür, “Başvurma” anlamına gelir.

SERDAN KIRIN şeklinde yazıldığında (isim+fiil) ile yeni bir fiil üretilir. Yaylacılar için bu fiilin anlamı şudur: “Buzağıyı kozdan çıkar, serbest bırak, annesini emsin, annesi de sütünü bıraksın!”

“Serdan” edilmiş inek sağılıyor, buzağı da sabırsızlıkla bekliyor 

İnekler, sütlerini ilk anda bırakmazlar. Bu yüzden SERDAN yapmadan ineği sağmak mümkün değildir. Bir çoban, elini buzağının burnun üzerine yerleştirir, bir memeye süt gelince bu kez buzağının ağzını diğer memeye kaydırır. Bu şekilde dört memeye süt gelince, inek artık sağılmağa hazırdır, anlamı çıkar. Bazen inek sütünü vermek istemez, buzağı kafasıyla öylesine sert bir darbe indirir ki annesi sallanır gibi olur.

Annem, küçük taburesine oturur, ineği sağar, çoban da gün boyu aç kaldığı için yerinde duramayan buzağıyı zapt etmeye çalışırdı. Sağma işlemi bittikten sonra buzağı serbest bırakılır,tekrar annesinin memelerine kavuşurdu.

Gördüğünüz gibi, askeri tatbikatlar, tıpkı SERDAN yapmak gibi bir “hazırlık” anlamına geliyor. SERDAN işlemi yani tatbikatlar bittiğinde Çin, Tayvan’ı “sağacak” gibi görünüyor. Unutulan acı gerçeklik şudur: Tayvan’a saldırı, Üçüncü Dünya Savaşının başlaması demektir. Haydi hayırlısı!

Nereden nereye…

Saygılarımla