Son Yazılarımız

MODERN BİR KÜRT PARTİSİNİN BEŞ TEMEL İLKESİ

MÜCAHİT ÖZDEN HUN

mucahithun@yahoo.com

1930-1965yılları arasındaki sessiz dönemi bir kenara bırakırsak Türkiye’de geçmişten bugüne çeşitli isimler altında legal veya illegal Kürt partileri hep mevcut olmuştur. Şu anda bile HDP (Halkların Demokratik Partisi), HAK-PAR (Hak ve Özgürlükler Partisi),PAK (Kürdistan Azadi Partisi), HÜDA-PAR (Hür Dava Partisi), PSK (Kürdistan Sosyalist Partisi), Kürdistan Demokrat Partisi-Türkiye, Azadi Hareketi, Kürdistan Komünist Partisi vb partiler faaliyetlerini devam ettirmektedirler.

Her partinin program ve tüzüğü birçok yönden birbirine benzer ifadeler içerse de uzak hedef olarak bazılarının Büyük Kürdistan (Pan-Kürdizm), bazılarının Özerklik, bazılarının Federalizm vb tezlere sahip olduklarını ve bu temelde ayrıştıklarını görmek mümkündür. Kimisi Kürdistan’ı sömürge olarak değerlendirir, kimisi feodal üretim ilişkilerinin halen devam ettiğini iddia eder kimisi de umutlarını dış güçlerin desteğine ve sempatisine bağlayacak bir siyaset izler.Ayrıca PKK gibi silahlı mücadeleyi esas alan irili ufaklı birçok illegal partilerin veya terör yapılanmalarının da var olduğunu kabul etmemiz gerekir.

1965 yılından bugüne baktığımızda legal veya illegal Kürt partilerinin program ve tüzük anlamında hep kendisini tekrar ettiğini, aynı söylemlerin tıpkı atlıkarınca gibi dönüp dolaştığını görüyoruz. Bunun temel nedeni bütün bu partilerin çağın koşullarına göre yeni bir vizyon oluşturamaması, ideolojik yapılanmalara saplanmaları ve bu ideolojik kalıpları halka dayatmaları, ayrıca Türkiye Kürdistan’ındaki sosyolojik yapının çeşitliliğini ya göz ardı etmek ya da anlamamakta ısrar etmek ve ulus-devlet gerçeğini kavramamış olmasında yatar.

BEŞ TEMEL İLKE

1.MODERN KÜRT PARTİSİNİN VİZYONU GERÇEKLEŞEBİLİR OLMALIDIR

Vizyon bir yol haritasıdır ve aynı zamanda parti üyelerini birleştiren ilham verici bir söylemdir. Vizyon iki de bir değiştirilen bir ifade değildir. Türkiye’deki Kürt partilerinin en büyük eksikliği VİZYON hedeflerini net bir şekilde ifade edememeleridir. VİZYON kelimesi Misyon kelimesiyle karıştırılıyor. Misyon değişen durumlara göre izlenen stratejinin yeniden belirlenmesi anlamına gelir. Örneğin bir çiftçi bir gün sonra tohum ekimi yapmayı planlamaktadır. Bir gün sonra umulmadık şekilde tüm gün süren sağanak bir yağış yüzünden çiftçi planını ertelemek yani misyonunu değiştirmek zorunda kalır. Başka bir işle iştigal ederek gününü değerlendirir. Çiftçinin VİZYON’u örneğin bir önceki yılın iki katı kadar ürün elde etmek olabilir. Misyon değişkenlik arz ederken VİZYON granite yazılmış bir yazı gibi kalıcı ve yol göstericidir.

Türkiye’deki partilerden örnek vermek gerekirse en büyük parti olduğu için HDP’yi ele almak isterim.  HDP ve 1990’lı yıllardan beri kurulup kapatılan önceli partiler, VİZYON ifadelerini sürekli değiştirmişlerdir. İlk önce dört parça Kürdistan’ı kapsayan “Büyük Kürdistan” ifadesi VİZYON olarak belirlenmiş ancak sonraki yıllar bu VİZYON değişime uğramış, “Büyük Kürdistan” vizyonundan vazgeçilmiş, sadece Türkiye Kürdistanı’nın bağımsızlığı hedeflenmiş, daha sonra bu hedeften de vazgeçilerek Federal Kürdistan’a buradan de Otonomiye ve şimdi de anlaşılması zor bir ifadeye yönelmiştir. HDP, VİZYON’u olmayan bir partidir dersek yanıltıcı bir ifade kullanmış olmayız. Aynı durumu diğer partilerde de gözlemlemek mümkündür.

Diğer yandan VİZYON ifadesinin “gerçekleşebilir” bir öze sahip olması gerekir. Belki “Büyük Kürdistan” ifadesiyle kitlelerin duygularını okşamak mümkün olabilir ancak asla gerçekleşmeyecek böyle bir hedefi VİZYON olarak belirlemek partinin hedeflerine ulaşmasının önünde ciddi bir engel olacağı gibi kitlelerin enerjisini ve yapıcı gücünü heder etmek anlamına da gelmektedir.

Türkiye’de kurulacak bir Kürt Partisinin VİZYON’u Cumhuriyet Türkiye’sinin tarihsel ve sosyolojik gerçekliğine uygun olarak belirlenmelidir. Kürdistan’ın diğer parçalarındaki partilerin VİZYON’nu kopya edilmemeli, her dört parçadaki Kürt partileri içinde bulundukları Ulus-Devlet’in özelliklerini esas alarak VİZYON’larını belirlemeli ve mücadelelerini içinde bulundukları ülkenin koşullarına uygun olarak yürütmelidirler.

Türkiye’de kurulacak Modern Kürt Partisinin hedefi Kurmanç ve Zaza uluslarının kimlik ve anadilde eğitim hakkının kazanılması, Türkçeye paralel olarak bu dillerin gelişimini sağlamak ama bunu yaparken Türkçeyi resmi dil kabul ederek hedefine ulaşmak olmalıdır. Türkiye Cumhuriyetinde ne Kurmançça ne de Zazaca ülke çapında ikinci resmi dil statüsüne kavuşma şansına sahip değildirler Türkiye’deki Kurmanç ve Zazaların sosyolojik yapısı (dilsel ve mezhepsel farklılıklar) dikkate alındığında Türkiye Kürdistan’ında BAĞMISIZ, FEDERAL ve OTONOM yapılarının kurulması imkânsız ve anlamsızdır. Türkiye’de Kürtler ülkenin her yerine dağılmış, diğer halklarla iç içe geçmiştir. Kurmançların ve Zazaların yoğun olduğu bölgelerde eğitimsel anlamda üniversite kurulması hedeflenebilir hatta sivil öz yönetim anlamında bazı çalışmalar yapılabilir ve hatta nüfusun belli bir yüzdesi esasında bazı bölgelerde Kurmançça veya Zazaca, resmi dil Türkçenin yanı sıra yerel resmi dil olarak kabul görebilirr ama siyasi ve askeri anlamda ÖZ YÖNETİM mücadelesi Kurmançlara ve Zazalara zaman kaybettirmekten başka bir anlam taşımamaktadır.

2.MODERN KÜRT PARTİSİ,DİLSEL ANLAMDA KURMANÇÇA, ZAZACA VE DİNSEL ANLAMDA SÜNNİ/EZİDİ/ALEVİ FARKLILIKLARINI ÖNEMSEMELİDİR

Sosyolojik anlamda Türkiye Kürdistan’ında beş temel yapının olduğunu dikkate almamız gerekir:

  1. Kurmanç-Sünni
  2. Kurmanç-Alevi
  3. Zaza-Sünni
  4. Zaza-Alevi
  5. Êzidiler

Bu sosyolojik gerçekliği görmeyen, inkâr eden, küçümseyen hatta bunu dile getirenleri, “Kürdistan’ı bölmekle” itham ederek Türkiye’de Modern bir Kürt Partisi kurulamaz. Kâğıt üzerinde bu beş farklı sosyolojik yapılanmayı “KÜRT” diyerek bir bütün olarak değerlendirip bunlar arasındaki sosyolojik farkı dikkate almayan partilerin başarılı olması mümkün değildir. Modern bir Kürt Partisinde dinsel ve dilsel faktörler eşit derecede önemsenmelidir. “KÜRT” kelimesi yukarıdaki gruplardan sadece birine referans olarak değil tamamını kapsayacak şekilde kullanılmalıdır.

Burada dikkatiniz çekmek istediğim başka bir nokta var: Êzidiler her ne kadar Kurmançça konuşuyor olsalar da muhtemelen sahip oldukları dini değerleri ve kimliği Kurmanççanın üzerinde tutacaklardır. Bu onların doğal hakkıdır. Buna benzer bir durum örneğin Tebriz başkentli Güney Azerbaycan’da da yaşanmaktadır. Azerbaycan dilinin eğitimi yasaktır. Bu bölgede yaşayan Azeriler “Caferilik” inancını etnik ve dilsel kimliğin üzerinde tutmaktadırlar. Ulus-Devlet çerçevesinde bu tercihlere saygı duymak gerekir.

Sosyalist Kürt Partileri, dini yapılanmayı ve inançları göz ardı ettikleri için daha çok dilsel yani Kurmançça-Zazaca yapılanmasını esas almaktadırlar. Hatta “tek bir Kürdistan” kurulması düşüncesiyle Zazaların kendi dilleri yerine Kurmanççayı öğrenmeleri gerektiğini öne süren dil şovenistlerinin de olduğunu biliyoruz. Modern Kürt Partisinde dilsel-dinsel denge mutlaka dikkate alınmalı ve VİZYON’unun bir parçası olmalıdır.

3.MODERN KÜRT PARTİSİ, DİĞER PARTİLERLE VE DEVLETLE ÇATIŞMA HALİNDE DEĞİL HARMONİ VE BARIŞÇIL BİR YAKLAŞIMA SAHİP OLMALIDIR

Maalesef yılların getirdiği bir alışkanlık insanların zihninde bir olgunun olumsuz anlamda yer etmesine neden olmuştur: “Eğer bir Kürt Partisi varlığını devam ettirmek ve üye sayısını çoğaltmak istiyorsa, diğer partilerle arasına mesafe koymalı ve devlete karşı hep suçlayıcı bir tavır içinde olmalıdır.”  Bu anlayış 1965’en beri hep devam ede geldi. Parti,VİZYON’nunu “Bağımsız Kürdistan” veya “Federal Kürdistan” olarak belirlendiğinde ULUS-DEVLET yapısının kaçınılmaz bir sonucu olarak elbette devletin temel değerleriyle çatışma yaşanacaktır. Bu gereksiz çatışma ve gerginlikler Kurmançlara ve Zazalara çok şey kaybettirmiştir. Ulus-Devlet gerçeğini esasını dikkate alarak yol alınsaydı bugün Zazalar ve Kurmançlar, Resmi Dil Türkçenin yanı sıra kendi dillerini de üniversite düzeyinde olacak şekilde geliştirme şansına sahip olacaklardı.

Türkiye’de 1923’de kurulmuş olan ULUS-DEVLET yapısı Kürtlerin özlük ve otonomi haklarını inkâr ederek kurulmuş, Kürtler de isyan ve direnişle bu haksızlığa cevap vermiş ama başarılı olamamışlardır. Kısacası dünya Kürtleri hiçbir yerde ULUS-DEVLET’lerini kuramamışlardır. Geriye dönük olarak bunun cezasını birilerine kesmek, hatta tarihi geriye götürerek, “Atatürk Kürtlere otonomi hakkı tanımıştı ama sonra inkar etti,” diyerek verilmeyen otonomi hakkının hesabını sormaya çalışmakZAMANIN RUHUNU yaşamamak anlamına gelir. Türkiye’de Kurmançların ve Zazaların aleyhine olsa bile artık yerleşik bir ULUS-DEVLET yapılanması vardır. Geriye dönerek hesap sormak anlamsızdır. Doğru yöntem var olan koşullarda, diğer partilerle Demokrasi mücadelesi çerçevesinde mücadele ederek Kurmançların ve Zazaların dinsel ve dilsel haklarının geliştirilmesi ve kimlik haklarının Anayasa’da güvenceye alınması sağlanmalıdır. TÜRKİYE KÜRTLERİ SİLAHLI MÜCADELEYE SON VERMELİ VE ARTIK BU YÖNTEMİ KINAMALIDIR. BU YÖNTEMLE NE BÜYÜK KÜRDİSTAN KURULABİLİR NE DE EN BASİT HAK OLAN ANA DİLDE EĞİTİM HAKKI KAZANILABİLİR.

4.DÖRT PARÇADA (TÜRKİYE, IRAK, İRAN, SURİYE) YAŞAYAN KÜRTLERİN (KURMANÇLAR, SORANLAR, ZAZALAR VB) KENDİ KAZANIMLARI VE MÜCADELELERİ O ÜLKE GERÇEKLİĞİNİN BİR PARÇASI OLARAK GÖRÜLMELİDİR.

Türkiye’de kurulan Kürt Partilerinin en büyük hatalarından birisi de diğer parçalarda yaşanan Kürt Hareketlerinden doğrudan etkilenmeleri veya etkilenmek için kendilerini zorlamaları hatta devamı olacak şekilde örgütlenmeleridir. Örneğin eğer Mesut Barzani Kuzey Irak’ta Bağımsız Kürdistan ilan ediyorsa Türkiye’deki Kürt partileri de aynı yolu izlemeli şeklinde bir anlayış hâkimdir. Kürtler (Kurmançlar, Soranlar, Zazalar, Goranlarvb) kendilerine bir iyilik yapmak istiyorlarsa içinde yaşadıkları ULUS-DEVLET gerçeğinin dinamiklerini dikkate almalı buna uygun stratejiler geliştirmelidirler. Kuzey Irak’ta Bağımsız Kürdistan kurulması sorunu IRAK Ulus-Devlet gerçekliğinin bir sorunudur. Biliyorsunuz bugün Kazakistan’da 250 bin Kürt yaşamaktadır. Birçoğu ya Stalin tarafından sürgüne gönderilmiş bir kısmı da Ermenistan-Azerbaycan savaşında Ermenilerin Kızıl Kürdistan’ı işgal ederek Kürtleri sürgün etmeleri nedeniyle Kazakistan’a göç etmişlerdir. Orada yaşayan Kürtler artık Kazakistan devletinin Ulus-Devlet yapılanmasının bir parçası durumundadırlar. Kazakistan Devleti isterse Kürtlerin hakkını reddedebilir hatta Azerbaycan’ın yaptığı gibi onları asimile edebilir. Bu sorun Türkiye’de yaşayan Kürt partilerinin dikkatini kardeş diller anlamında çekmeli, ancak siyasi anlamda Kazakistan veya diğer ülkelerin iç işlerine karışacak şekilde ifade ve söylemler parti programında yer almamalıdır. Dikkatinizi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 11 Aralık günü okuduğu “ARAS” şiirine çevirmek isterim. Bu şiir özünde Kuzey ve Güney Azerbaycan’ın birleşmesi özlemini dile getirir. İran devleti bu şiire hemen tepki göstermiştir. Haklıdır. Çünkü Tebriz başkentli Güney Azerbaycan İran Ulus-Devlet’inin bir parçasıdır. İran’daki Azeriler ana dilde eğitim gibi haklarını İran Ulus-Devlet gerçekliği içinde kalarak aramalıdırlar.

5.MODERN KÜRT PARTİSİ “SOSYALİST” KELİMESİNİ KULLANMAMALI, AYRICA “FEODALVE AŞİRET” KELİMELERİNİN KULLANILMASINA SON VERİLMELİDİR. FEMİNİST KOMPLEKSTEN VAZGEÇİLMELİDİR.

Marksist öğretinin temel öngörüsü toplumda sınıfların varlığını kabul etmesi ve toplumların sınıf çatışmaları sayesinde bir üretim biçiminden diğerine dönüşerek ilerlediğini iddia etmesidir. Bu hipotezin yanlış olduğu Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle kanıtlanmıştır. Marks’ın yaşadığı 19.yüzyılda Vahşi Kapitalizm tüm haksızlığıyla boy göstermişti. Çocuk yaştakiler bile günde 15 saat çalışmaya mecbur ediliyordu. Bu haksızlıkları gidermek amacıyla sendikalar ortaya çıktı ve Marks, işçilerin yani proleterlerin örgütlenerek burjuvalardan iktidarı devralarak insancıl ve eşit haklara sahip bir toplumun kurulması için yazılar kaleme aldı. Bugün anlıyoruz ki Marks’ın öngördüğü gibi sosyalist üretim biçimi kapitalist üretim biçimden daha üstün değildir. İnsan yaratılışına daha uygun olan VERİMLİLİĞİN artırılması yani rekabetin ve pazar ekonomisinin varlığı, rekabetin olmadığı, durgun, sönük Sosyalist üretim biçiminden daha üstündür.

Modern Kürt Partisi bu anlamda kapitalizmin en son vardığı aşamada yani artık sınıfların yok olduğu dönemin koşullarına uygun olarak yapılanmalı, klasik “İşçi sınıfı, burjuva” ifadelerinden uzak durmalıdır çünkü bu kelimelerin artık gerçek yaşamda bir anlamı ve değeri kalmamıştır.

Ayrıca Modern Kürt Partisinde “Feodal” ve “Aşiret” kelimelerine yer verilmemelidir. Feodalizm bir üretim biçimidir ve Fransız Devrimiyle yavaş yavaş tarihin çöplüğüne atılmıştır. Yıllardır Kürt ve Türk solu içinde Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki üretim biçimi “Feodalizm” olarak değerlendirilmiş, toplumsal yapısı da “Aşiretsel” olarak küçümsenmiştir. Aşiretçilik, insanlığın başlangıcından beri varlığını devam ettiren sosyolojik ve toplumsal bir olgudur, bir üretim biçimi değildir.Modern Kürt Partisinin yapması gereken aşiretleri “Sosyal Dayanışma Dernekleri” adı altında Sivil Toplum gücüne dönüştürmek, bu sosyolojik bütünlükten bu anlamda yararlanmaktır. Buna güzel bir örnek olarak Metina, Celali, Bruki ve Redki sosyal dayanışma derneklerini göstermek mümkündür. Bu derneklerin kurucularını kutluyorum. Bunlar gerici ve ilkel yapılar değildirler. Modern Kürt Partisinin vizyonu çerçevesinde bu sosyal dayanışma dernekleri çok önemli SİVİL TOPLUM kuruluşlarına dönüşebilirler.

Bazı partilerin “kadın hakları” ve “kadınların siyasette temsili anlamında kota sistemi” kurduklarını biliyoruz. Feminizm kendi dönemini artık kapatmıştır. “Eş Başkanlık” yapılanmaları ilkel feminizmin tezahürü ve öz güven eksikliğidir. Kadın hakları artık Anayasa’da ve yasal tedbirlerle tamamen güvence altına alınmıştır. Bırakınız kadın haklarını günümüzde hayvan hakları için bile yasal düzenlemelerin uygulamaya girdiğini biliyoruz. Kurulacak partide kadın-erkek dengesine değil daha çok “verimlilik” kavramı esas alınmalıdır.

SONUÇ:

Bu beş ilkeyi benimsemiş Modern Bir Kürt Partisinin kurulmasının hem Kurmançlara/Zazalara/Êzidilere hem de Türkiye Cumhuriyetinin kendisini bölgede güçlü bir devlet olarak kabul ettirmesine katkı sunacağını düşünüyorum. 

ORİJİNAL IĞDIR FIKRALARI

(Değerli okuyucular! Bir önceki yazımda MISTO’nunhikâyesini okuyanlar çok üzüldüklerini ifade ettiler hatta bana sitem edenler bile oldu. Biraz bu dostlarımın üzüntüsünü dindirmek, biraz da vicdan azabımdan kurtulmak için sizlere hiçbir yerde yayımlanmamış Iğdır fıkralarını hediye ediyorum.)

NOT: Aşağıdaki anekdotlar bir dönemin Iğdır gerçekliğini yansıtıyor. İsmi geçen şahsiyetleri rahmetle ve hürmetle anıyoruz.

BEDAVA ÇAY

1970’li yılların ortasıdır. Iğdır sağ-sol olarak keskin bir çizgiyle ikiye ayrılmıştır. Belediye Başkanı sağ görüşlü Merhum Hüseyin Akbulut’tur. Sol görüşlü olan Merhum Hamit Hun’un büyük bir kaysı bahçesi vardır. Hamit Hun Belediyenin haksız olarak bahçenin arka duvarını yıkarak yeni açılan yola dâhil ettiğini düşünmektedir.  Hamit Hun önce Talat Tufan gibi dostlarını araya sokar ama sonuç alamaz. Hüseyin Akbulut inat ediyor duvarın belediyeye ait sınırlar içinde kaldığını iddia ediyormuş. Hamit Hun avukat tutmak istemiş ama Av. Muzaffer Öztekin, Hamit Hun’un çaresizliğini fırsat bilerek öyle bir meblağ telaffuz etmiş ki Hamit Hun’un kalbi duracak gibi olmuş.

Hamit Hun belediye binasının önünde yürürken kendi kendine söylenir:

“Yahu, gidip Belediye Başkanıyla yüz yüze konuşayım!. Bu benim vatandaşlık hakkım! Ne diye avukata dünyanın parasını vereyim.”

Bu düşünceyle Hamit Hun, Belediye Binasının giriş kapısına doğru yürümeye başlar. O günün siyasi koşullarında CHP’li yani solcu ve “Komünist” Hamit Hun’un Belediye Binasına doğru geldiğini gören kapıdaki görevli telaşlanır, sert bir ses tonunda Hamit Hun’u durdurur:

“Ne istiyorsun?”

“Belediye Başkanına bir şikâyetimi arz edecektim!”

“Bir dakika bekleyin! Hemen geri geliyorum.”

Görevli koşar adım merdivenleri çıkar, Belediye Başkanının odasından içeri girer, nefes nefese durumu açıklar:

“Başkanım, Hamit Hun kapıda! Sizi görmek istiyor. Ben bu Komüniste ne diyeyim?”

Başkan derhal ayağa kalkar, yan odaya geçer. İçeri al. Odamda otursun. “Başkan meşgul,” diye oyalayın. Birkaç çay içtikten sonra çekip gider.

Hamit Hun, Belediye Başkanının odasındaki koltuğa gömülür. Görevli bir açıklama yapar:

“Başkanın biraz işleri var. İndi geler! Siz hele bir çay için!”

Hamit Hun kendisine kristal bardaklarda ikram edilen çaydan içer. Bir çay daha gelir ama Başkan hala ortada yoktur. Hamit Hun’un da yapacağı başka bir işi yoktur. Bir çay, ikinci çay, üçüncü çay derken mesai saati dolar. Görevli içeri girer, sahte ve üzgün bir yüz ifadesi takınır:

“Başkan çok yoğundu. Bugün kısmet olmadı.”

Hamit Hun da nazik bir şekilde kalkar, kitapevine uğrar akşam gazetelerini koltuğunun altına koyup evine döner. Ertesi gün sabahleyin Hamit Hun Belediyeye gitmek için tekrar yola çıkmıştır. Rahmetli Hacı Cihangir Turan eczaneyi yeni açmış, iskemlede oturmaktadır. Hamit Hun’a seslenir:

“Hamit hayırdır, sabahın bu erken saatinde nere gidiyorsun?”

“Hiç sorma! Talih kuşu başıma kondu! Bütün gün oturup bedava çay içeceğim bir yer buldum. Dün akşam okuyup da bitiremediğim gazeteleri de yanıma aldım. İstersen bir ara misafirim olursun!”

Hacı Cihangir Turan merakla sorar;

“Neresi?”

“Belediye Başkanının makam odası!”

HÜSNÜ BİNGÖL’ÜN PİPOSU

1932-1954 yılları arasında Iğdır’ı titreten Milli Emniyet Genel Müfettişi Hüsnü Bingöl pipo meraklısıdır. Bunu bilen dostları ziyaretlerinde mutlaka bir pipoyu hediye olarak getirirler. O dönemde Hüsnü Bingöl, Sovyet karşı casus şebekesinin bir numaralı hedefidir. Sovyetler Hüsnü Bingöl’ü öldürmek için her yolu denemektedirler.

Hüsnü Bingöl her gün öğlen sıcağı kırıldıktan sonra finosuyla Belediye bahçesine gidip, tanıdık ve dostlarıyla sohbet etmeyi severdi. Bir yandan Türk kahvesini yudumlarken duruma göre ya nargile içer ya da piposunu ağzına yerleştirir, zevkle derin derin çekerdi.

Yine bir gün Hüsnü Bingöl görkemli bir şekilde oturmuş piposunu tüttürmektedir. Dostlarından biri lafa girer:

“Efendim, duyuyoruz her gelen misafir size yeni bir pipo hediye ediyor ama siz hep aynı pipoyu kullanıyorsunuz. Niçin diğerlerini de arada bir kullanmıyorsunuz?”

Hüsnü Bingöl sert sert bakar:

“Yarın o pipolardan bir tanesini sana getireyim. Sen bir gün kullan. Eğer ölmezsen ben kullanayım!”

Durumu anlayan dostu kekeleyerek konuşmasını tamamlar:

“Yok, efendim ne demek! Bu pipo size gerçekten çok yakışıyor.”

BU GAZETEYLE OLMUYOR

Bir gün koyu Galatasaraylı olan Merhum Kinyas Hun sinirli sinirli yürümektedir. Elindeki gazeteyi tomar haline getirmiş, sağ elinde tutarak sol elinin avuç içine sertçe vurmakta bir yandan da sesli sesli söylenmektedir:

“Artık bir değişiklik yapmak zamanı geldi! Evet, artık mecburum!”

Kinyas Hun’un bu şekilde yürümesi ve kendi kendine konuşması sevenlerinden birinin dikkatinden kaçmaz. Yanına yaklaşır:

“Kinyas Abi ne oldu? Sizi rahatsız eden bir durum mu var?”

“Galatasaray iki haftadır üst üste maç kaybediyor. Biliyorsunuz ben spor haberlerini hep Milliyet gazetesinden takip ediyorum. Bundan sonra Hürriyet gazetesi almaya karar verdim.”

RUTTO YUSUF

Rutto Yusuf, Hüsnü Bingöl’ün İran’daki en önemli istihbarat elamanıdır. Makü’denUrmiye’ye, Tebriz’den Tehran’a kadar geniş bir alanda Rutto Yusuf’a bilgi taşıyan ajanları vardır. Rutto Yusuf da istihbarat elamanı olduğunu saklamak için kaçakçılık yapıyormuş gibi hareket etmektedir.

Bir gün yolu Tebriz’e düşer. İnanılmaz güzellikte porselen tabaklar görür. “Bunları Iğdır’da satsam iyi para kazanırım,” diye düşünür. Atın iki heybesini porselen tabakla doldurup Iğdır’a doğru yola çıkar. Aksilik bu ya Iğdır’a gelinceye kadar porselen tabakların nerdeyse tamamı ya kırılır ya da çatlar. Rutto Yusuf çok sinirlidir. Birden aklına şahane bir fikir gelir. Iğdır’a yaklaşınca atını dörtnala sürer, Hüsnü Bingöl’ün çalışma odasına gelir.

“Efendim size önemli bir haber getirdim! Bir İranlı ajan sizi öldürmek için Iğdır’a gelmiş!”

Hüsnü Bingöl anlamlı bir şekilde kafasını sallar. Rutto Yusuf devam eder:

“Bu acil haberi size zamanında ulaştırmak için dörtnala yola koyulunca bütün porselen tabaklarım kırıldı.”

“Ne kadar para verdin?”

“20 Tümen”

Hüsnü Bingöl odasına girer. Çekmeceden parayı alıp balkona çıkar, Rutto Yusuf’a 30 Tümen uzatır. Rutto Yusuf sevinçlidir ve zeki buluşundan dolayı kendi kendisini kutlamaktadır. Rutto Yusuf tam ayrılmak üzereyken Hüsnü Bingöl arkadan seslenir:

“10 Tümen fazlalığı çok güzel bir yalan uydurduğun için verdim!”

GÖDEKLİ KÖYÜ

1940’lı yıllardır. Bir gün bir Azeri bir Kürt iki ahbap Gödekli köyünden Iğdır’a doğru yola çıkarlar. Elbette o yıllar motorlu araçlar olmadığı gibi at arabası veya fayton da çok nadirdir. Biraz yürüdükten sonra Azeri’nin aklına bir fikir gelir: “İkimiz yürüdüğümüzde ikimiz de yorulacağız. Gel şöyle yapalım! Önce ben senin sırtına bineyim. 500 adım beni taşı. Sonra sen benim sırtıma bin, ben seni 500 adım taşıyayım böylece ikimiz de dinlenerek yola devam ederiz.

Bu fikir Kürd’ün aklına yatar. Önce Azeri Kürd’ün sırtına biner. 500 adım tamamlanınca bu kez Kürt Azeri’nin sırtına biner. Tekrar 500 adım tamamlanınca Azeri tekrar Kürd’ün sırtına biner. Sonra kısa bir mola verirler. Azeri itiraf eder: “Eskiden ben bu kadar yolu yürüdüğümde daha az yoruluyordum. Biz bir şeyi yanlış yapıyoruz. İstersen hatamızı düzeltelim. Gödekli köyüne geri dönüp normal şekilde Iğdır’a doğru yolu çıkalım.”

Kürt hemen ileri atılır: “Kirve, sırta binme senin fikrindi. Sen Gödekli’ye geri dön, tekrar normal adımlarla buraya gel. Ben seni burada bekleyeceğim.” Azeri Gödekli’ye geri döner, tekrar Iğdır’a doğru normal adımlarla geri döner. Çok geçmeden Kürd’ün yanına varır. “Hatamı düzelttim. Gel artık yürüyerek yola devam edelim.” Azeri’yi iki kez sırtında taşıyan Kürt fırsatı kaçırmaz: “Haksızlık var! Sen beni sırtında bir defa taşıdın ben seni iki defa! Gerek ki sen de beni 500 adım sırtında taşıyasın!” Azeri hak verir. Kürt, Azeri ahbabının sırtına biner. Kafası karışan Azeri seslenir: “Şimdi hangi tarafa doğru gideyim. Gödekli’ye mi Iğdır’a mı?” Kürt sırıtarak cevap verir: “Hangi tarafa gidiyorsan git! Yeterki beni sırtında 500 adım taşı!”

NİNO SEFER

(Bir zamanlar Iğdır’ımızın vazgeçilmez ismi olan Nino Sefer çocukluğundan beri akıl hastasıdır. Zamanının çoğunu Iğdır sokaklarında dolaşarak veya uyuyarak geçirir. Hor görülür, taşlanır ama hakkında bir kitap yazılacak kadar da sevilir ve kalbimize ebediyen gömülür.)

Bir gün Nino Sefer bir faytoncuya yaklaşır. “Beni Baharlı Mahallesine götür!” Nino Sefer’i iyi tanıyan faytoncu parayı alamayacağı endişesi taşır ama müşteriye hizmet vermek gibi bir sorumluluğu da vardır. Nino Sefer faytona biner, koltuğa kurulur. Fayton Baharlı Mahallesine gelince Nino Sefer faytoncuyu arkadan dürter: “Şimdi de Topçular Mahallesine gidelim!” Nino Sefer tekrar koltuğuna huzur içinde gömülür etraftan geçenlere ihtiyaç gördükçe selam verir. Fayton Topçular Mahallesine gelir. Nino Sefer faytoncuyu tekrar arkadan dürter. “Şehir merkezine dönelim!” Komutu alan faytoncu şehir merkezine doğru yol alır, Belediye binasının önündeki faytoncular istasyonunda durur. Nino Sefer faytondan iner. Hiçbir şey olmamış gibi yürümeye başlar. Faytoncu arkadan seslenir: “Sefer gardaş, para vermeyecek misin?” Nino Sefer bu söz üzerine birden hızlı hızlı solumaya başlar. Cebinden çıkardığı taşları faytoncuya fırlatır, bir yandan da bağırır: “İki saattir beni boşu boşuna dolaştırıp duruyorsun bir de utanmadan para istiyorsun!”