TOPLAM GÖRÜNTÜLENME: 314
Değerli okuyucular!
Bir kez daha Yunanca kökenli iki kelime ile karşı karşıyayız. Yunanca kelime demek bir anlamda felsefeye çağrışım anlamı taşır. Ama bugünkü yazımda felsefe ve güncel siyaseti birlikte ele alıp, ilginizi çekeceğine inandığım bir bakış açısı sunmaya çalışacağım.
Kelimelerin etimolojik kökenine girmeye istekli değilim. İki kelimeyi kısaca şöyle açıklamak isterim:
ÜTOPYA denilince akla şu tanım ve ifadeler gelir:
· Ütopya kelimesini ilk kez Thomas More isimli bir İngiliz yazar kullanmıştır
· Şu an mevcut olmayan, ileriye yönelik olarak tasarlanan ideal bir toplumu tanımlar
· Hayal gücüyle ‘iyinin’ ve ‘iyimserliğin’ tasarlanmasıdır
· Bugünü değil geleceği esas alır
· İnsan zihninde ‘özendirme’ duygusunu tetikleyecek bir nitelik taşır
· Bugün var olmayan ideal bir toplum biçimini hedefler
· Mükemmel ve kusursuz bir izlenim bırakır
· Ütopik toplumda birey özgürdür, mutludur ve hiçbir şeyin baskısı altında değildir
DİSTOPYA denilince aklaş şu kelime ve ifadeler gelir:
· İlk kez İngiliz yazar John Stuart Mill tarafından kullanılmıştır
· Otoriter ve baskıcı bir devleti veya sistemi tanımlar
· Bireylerin özel hayatının ortadan kalktığı, devlete ve düzene koşulsuz itaat ettiği bir düzendir
· Kötülük, hırsızlık, dolandırıcılık, yalan, umutsuzluk, hastalıklı, normal olmayan ve şiddet anlamlarını içinde barındırır
· Distopya içinde yaşadığımız toplumla ilgili bir tanımdır
Bu iki zor kelimeyi kısaca tanımladıktan sonra özellikle 70’li yıllarda sol siyasetle ilgilenmiş okurlarım ‘ütopik sosyalizmin’ kurucusu olan şu isimleri hemen hatırlayacaklardır: Henri de Saint-Simon, Charles Fourier ve Robert Owen.
Çok geçmeden Karl Marx ve Fredirich Engels bu bilim insanlarını sert bir dille eleştirmiş, onları hayalcilikle suçlamışlardır. İşin garip ve düşündürücü yanı Marx’ın önerdiği, bireysel özgürlük, istikrar ve mutluluk vaat eden ‘Komünist Toplum’un da aslında ütopik bir toplum olmasıdır. Marksizm’e göre, kapitalizmin yıkımıyla bilimsel ütopik süreç hızlanacak, insanlık distopya belasından kurtulacaktır. Artık sınıf farkı kalmayacak, devlet ortadan kalkacaktır. Ahlaklı bir toplum ve bireyler ortaya çıkacaktır.
Distopya ilgili birçok kitaplar yazılmıştır. Özellikle Rus-Amerikan kökenli filozof ve yazar Any Rand’in Atlas Silkindi ve Amerikalı yazar Suzanne Collins’ Açlık Oyunları isimli kitapları best-seller olmuştur. Ama hemen unutmadan söylemeliyim ki 20’nci yüzyılın ilk distopik romanını (1908) Jack London yazmıştır. Demir Ökçe isimli romanında Jack London, Amerika Birleşik Devletleri’nde oligarşik tiranlığın işçi sınıfı, küçük burjuvazi ve çiftçiler üzerindeki baskısını anlatır. Emperyalizmin yükselişinin ve oligarşiyi “demir ökçe” olarak nitelendirildiği romanında, tröstlerin (büyük şirketlerin) ezilen kesim üzerindeki baskısının sonucu olarak ırkçılık ve faşizmin hortlayacağını nerdeyse önceden haber vermiştir.
Nobel ödüllü Fransız yazar Albert Camus da distopya konusuna el atmıştır:
“Gerek benim kuşağımın insanları, gerekse bugün işletmeler ve fakültelere girmekte olan insanlar köpekler gibi yaşadılar ve yaşamaktalar. İnsanların önünde duvar örülmüş bir gelecekle yüz yüze yaşamaları elbet ilk kez olmuyor. Ama insanlar, daha önceleri bu duvarları sözün ve çağrının yardımıyla aşarlardı. Umut doluydular. Bugün ise kimse konuşmuyor; çünkü dünya bize uyarıları, öğütleri dilekleri duymayan kör ve sağır güçlerce yönetiliyormuş gibi gözüküyor.
Bugün bireyin yüreğinde umutsuzluk, korku, güvensizlik yaratan en önemli konular: Atom bombasının icadı (her an ölme korkusu), teknolojik ilerleme (işsiz kalma korkusu ve insanın kendini küçük hissetmesi) ve nüfus patlamasıdır yani insanın değersizleşmesidir.”
DİSTOPYA VE ÜTOPYA İKİ AYRI KAVRAM MI?
Şimdiye kadar, tüm yazar ve filozoflar distopya ve ütopya kavramlarını iki ayrı tanım ve kavram olarak ele aldılar veya almaya devam etmektedirler. Bana göre bu iki kavram iç içe ve birlikte vardırlar. Distopyayı (kötülüğü/umutsuzluğu) yaşayan insan ütopyayı (iyiliği/refahı) özler ve onun için mücadele eder. Bu anlamda her insan distopya ve ütopyanın eş zamanlı olarak etkisi altındadır. İki bileşenin belirlediği bir rotada yaşam mücadelesine devam etmektedirler. Yani
sokakta çöp toplayan (distopya) biri bir gün herkes gibi evinin ve arabasının olmasını (ütopya) doğal olarak planlamakta ve istemektedir.
VE TÜRKİYE
Değerli okuyucularım! Durup dururken bu kadar sorunun arasında ütopya ve distopya denilen bu kavramları size tanıtmak garibinize gidebilir. Hani suyun içinde yaşayan balık suyun ne olduğunu bilmez bunun gibi biz de her an ütopya ve distopya dünyasının içinde yaşamımızı devam ettiriyoruz.
Önce Türkiye’yedeki distopyaya (pesimizm) göz atalım:
· Savaş, şiddet, terör her yerde hükmünü sürmektedir
· Çocuk tacizleri, kadın cinayetleri
· Geçim sıkıntısı ve bunun neden olduğu boşanmaların artması
· Manevi değerlerin erozyona uğraması, saygının azalması
· İntiharlar ve aile içi şiddeti artması
· Depresyon (Türkiye en fazla anti-depresan kullanan ülkelerden birisidir)
· Yukarıdan aşağıya oluşturulan psikolojik diktatörlük her insanın kalbine ve zihnine girmiş durumdadır. Burada bir açıklama yapma ihtiyacı vardır. Diktatörlükler artık biçim değiştirmiştir. Açıktan zulüm, işkence yapan diktatörlük kavramları tanımı yok olmakta bunun yerine özellikle medya ve sosyal medyayı kullanarak ruhumuzun derinliklerine korku ve endişe duygusu yerleştirilmektedir.
· Sahtekârlık, dolandırıcılık, kayırma, torpil her yerde artmaktadır
· Mafya tipi yapılanmalar hüküm sürmektedir
· Gençlik arasındaki madde bağımlılığı hızla yaygınlaşmaktadır
· Üniversiteye gidemeyen gençlik de üniversiteden mezun olan gençlik de işsizlikle boğuşmaktadır
· Sahte dini cemaatler, ultra-milliyetçi ve faşist cemiyetler her yerde karşımıza çıkmaktadırlar
· Yaşlılara, çocuklara, hayvanlara karşı ihmal ve şiddet had safhadadır
· Ekolojik sorunlar üst üste yığılmaktadır
· Araba, ev, sosyal güvence, iş güvencesi olmadığından gençler arasında evlilik mekanizması çökmüştür
· Başlık parası yüzünden yakın akraba yani gönülsüz evliliklerin bir mecburiyet haline gelmektedir
· Aile, çocuklarının eğitimine bütün servetlerini harcamakta ama mezun olan genç işsiz-güçsüz ortalıkta dolaşmakta bu durum da ailelerde derin bir hayal kırıklığına neden olmaktadır
Şimdi de Türkiye’deki hükümetin ütopyasına (optimizm) göz atalım:
· Rusya ile dostluğumuz güçlendikçe doğal gaz fiyatları makul bir seviyede kalacak ve süreklilik arz edecektir. Doğal gaz ihtiyacımız bu anlamda güvencede olacaktır.
· Kendi silahlarımızı artık kendimiz üretmeye başladık. Yakında füze denemelerine başlarız.
· Misakı milli sınırları içinde gördüğümüz Kuzey Irak Kürt Bölgesini ileride uygun bir zamanda ilhak ederiz.
· Libya ile anlaşarak Doğu Akdeniz’de petrol kuyuları açarız.
· Boğazda birkaç köprü daha yaparız.
· Hızlı trenle Türkiye’yi bir uçtan diğerine bağlanacaktır.
· Üniversite mezunu olmayan genç kalmayacaktır.
Şimdi gelelim en önemlisine, yani halkın ütopyasına (gelecek tasarımına)
· Türkiye komşularıyla barış içinde olmalıdır
· Demokrasi bütün kurumlarıyla yerleşmelidir
· Farklı dillerde, din ve mezheplerde olanların önündeki engeller kaldırılmalıdır
· Şeffaflık, hesap sorulabilirlik mümkün olmalıdır
· İşsizlik sorunu çözülmelidir
· Avrupa Birliği değerleri ve ilkleri esas alınmalıdır
· Partizanlık son bulmalıdır
· Devlet yetkililerine verilen geniş yetkiler sınırlandırılmalıdır
· Parti genel başkanları düşünce suçundan cezaevine gitmemelidirler
· İller ve bölgeler arasında ayrım yapılmamalıdır
· Halk, korkmadan günlük ihtiyaçlarını karşılayabilecek durumda olmalıdır
· İnsanlar siyasi düşüncesini özgürce söyleyebilmelidir
· Eğitim ücretsiz ve aileye külfetsiz olmalıdır
· Her insanın sosyal güvencesi olmasa dahi tedavi hakkı olmalıdır (http://www.igdirdogusgazetesi.com/haber/3462/17/necife-goz-gore-gore-olume-gidiyor-acil-tedavi-lazimyok)
· Modern anlamda tasarlanmış ve insanlık onurunu zedelemeyen barınaklar her yerde olmalıdır
· Gıda, elbise, ev araç gereçleri gibi yaşamın temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek dayanışma ve toplama merkezleri her yerde oluşturulmalıdır
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz:
PSİKOLOJİK DİKTATÖRLÜĞE HAYIR, ÜTOPYAYA EVET!