Değerli okuyucular!
İnsanoğlu varoluşundan beri garip bir davranış biçimi içinde olmuştur. Bir şeyi keşfettiği zaman bütün enerji ve yeteneğini keşfettiği alanda kullanmış, diğer ilgi alanlarını düşük seviyede devam ettirmiştir. Bu yüzden sonraki yüzyıllarda geriye dönüp aynı kalitede eserler yaratması mümkün olmamıştır. İsterseniz ilkel insanlardan günümüze doğru insanlığın ilgi odaklarından bazılarını sırayla ele alalım:
YONTMA TAŞ DEVRİ DÖNEMİ
İnsanoğlu elini kullanmayı öğrendikten sonra ilk işi taşları yontmak ve bunları çeşitli amaçlar için kullanmak olmuştur. Yontma taş devrinde insanoğlu farklı taşlardan öylesine muhteşem keskin aletler yapma yeteneği kazanmıştır ki bugün en yetenekli ustalar bile ellerinde elektrikli aletler olmasına rağmen taşları bu mükemmellikte yontamamaktırlar. Binlerce yıl süren yontma taş devrinde insanoğlu tüm zekâsını ve yeteneğini taşları yontmakla geçirmiş bu konuda olağanüstü bir yetenek kazanmıştır.
İnsanoğlu maden devri başlayınca taş kullanımı terk eder bu kez madenleri kullanarak muhteşem eserler ortaya çıkarır. Maden devrinde yaşayan birisine, yontma taş devrinden kalma bir taşın benzerini yapmasını isteseydiniz, maden devri insanı, “Bunu yapmak imkansız!” diye cevaplayacaktı. Bırakınız maden devri insanını bugün bile yüksek teknolojiyle benzer kalitede taş aletlerin üretilmesi şüphe götürücüdür.
MİMARİ (SARAYLAR, ANITLAR) DÖNEM
İnsanoğlu ev yapmasını öğrendiğinde ilk zamanlar yuvarlak yapılar ve penceresi tavanda olan ev tiplerini tercih etmişi, bugün bildiğimiz şekliyle giriş kapısı ve yan duvarlarında pencereleri olan ev yapımını öğrendikten sonra bu modele günümüze kadar bağlı kalmışlardır. İnsanoğlu o yıllarda tüm zekasını ve enerjisini ev ve anıt yapmaya yani mimariye harcamıştır. Çok geçmeden saraylar, piramitler, devasa anıtlar ortaya çıkmıştır. Dünyanın yedi harikası dediğimiz eserlerin tamamı bu dönemden kalmadır. O dönemlerde Mısır’da 100’de fazla piramit yapılmıştır. Bugün Mısır nüfus ve teknolojik olarak 5000 yıl öncesine göre çok daha güçlü olmasına rağmen bir Keops piramidi yapabilecek güce sahip değildir. İnsanoğlu uzun yıllar anıt ve saraylar yapılması konusunu ciddiye almış, bütün zeka ve enerjisi daha iyisinin yapılmasına harcamıştır. Ancak bu ilgisi ve becerisi sonraki yüzyıllar gittikçe azalmıştır.
MS 126 yılında tamamlanan Pantheon dünyanın en büyük kubbeli binasıdır. Kubbesinin çapı 43 metredir. Mimar Sinan’ın en görkemli eseri Selimiye Camiinin kubbesinin 31.30 metre olduğunu ve MS 1575 yılında hizmete açıldığını düşünürsek aradan geçen 1500 yıllık bir sürede insanoğlunun ihtişamlı anıt ve saraylar yapmaya olan becerisinin azaldığını söyleyebiliriz.Bugün istesek de ne bir piramit ne de bir Ayasofya benzeri bir anıt yapabiliriz.
PEYGAMBERLER DÖNEMİ
İlk peygamber Hz. Âdem’den son peygamber Hz. Muhammed’e gelinceye kadar arada birçok peygamber gelip geçmiştir. Kuvvetli bir rivayete göre bu peygamberlerin sayısı 124 bin, diğer rivayete göre de 224 bin kadardır. Bunlardan sadece 25 tanesinin ismi Kur’an-ı Kerim’de geçmektedir.
Kısacası insanoğlu, uzun bir dönemini Peygamberlerin ortaya çıkması ve topluma manevi yön verme çabası ile geçirmiştir. 124 bin peygamberin dünya yüzünden gelip geçtiğini hayal etmenizi istiyorum. Yani bir dönem insanlık olağanüstü bir “maneviyat” çabası içinde olmuştur. Artık o dönem kapanmıştır. Hz. Muhammed’in vefatından bugüne insanlığa dini önderlik eden hiçbir şahıs 124 bin peygamberden herhangi birisinden daha önemli olamamıştır. Bu listeye Hz.Mevlana, İmam Şafii, İmam Hanefi, Humeyni, Said-i Nursi gibi din adamlarını da dahil edebiliriz.Bu dini şahsiyetlerin bilgileri derin olabilir ama peygamber seviyesine çıkamamışlardır çünkü insanlık peygamberler dönemini bir anlamda Hz. Muhammed ile kapatmıştır. (NOT: Amerika’nun Utah Eyaletine yerleşik Mormonlar, Joseph Smith’i (1805-1844) Hz. İsa’dan sonraki son peygamber olarak görürler.)
KLASİK MÜZİK DÖNEMİ
Klasik müzik 18’inci ve 19’uncu yüzyıllarda zirve dönemini yaşar. Bach, Mozart, Beethoven, Chopin, Brahms, Haydn, Schubert, Vivaldi, Wagner, Schumann, Mendelason, Franz Liszt, Handel, Debussy, Rahmaninov, Prokofyev, Paganini, Strauss, Verdi, Bela Bartok, RimskiKorsakov, vonWeber, Musorgski, Bizet gibi isimler bu yüzyıllarda yaşamışlardır. Bugün artık böyle bestecileri çıkarmak imkansızdır. Bu dev isimlerin yanında örneğin en önemli bestecimiz Fazlı Say ufak bir ayrıntı olarak kalmaktadır. Kısacası, büyük besteciler dönemi de artık kapanmıştır.
EDEBİYAT DÖNEMİ
Aynı şekilde edebiyat da 19’ncu ve kısmen 20’inci yüzyıllarda zirve dönemini yaşar ve inişe geçer. Charles Dickens, Mark Twain, JaneAusten, John Steinback, George Orwell, Faulkner, Nabokov, Tolstoy, Dostoyevski, Çehov, Kafka, Oscar Wilde, JackLondon, Balzac, Victor Hugo gibi isimler bu yüzyıllarda yaşamışlardır. Artık insanlık bu kalitede yazarlar çıkarmakta zorlanmaktadır. Yani bir anlamda edebiyat dönemi de zirve yaparak düşüşe geçmiştir.
RESİM DÖNEMİ
Yine aynı şekilde resim de 19’uncu ve kısmen 20’inci yüzyıllarda zirve dönemini yaşar. Van Gogh, Monet, Picasso, Salvador Dali, Munch, Matisse,Renoir, FridaKahlo, Cezanne, Degas, Gaugin, Manet, Seuratgibi isimler bu yüzyıllarda yaşamışlardır. Artık insanlık bu kalitede ressamlar çıkarmakta zorlanmaktadır. Yani bir anlamda resim dönemi de zirve yaparak düşüşe geçmiştir.
SİLAHLANMA DÖNEMİ
İnsanoğlu ulus-devletlerin kurulmasıyla (1789) silah yapımına olağanüstü bir ilgi göstermiştir. 19’uncu yüzyılda başlayan ve günümüzde zirvesini yaşayan silahlanma yarışı ancak üçüncü dünya savaşı benzeri büyük bir felaketle düşüşe geçecek ve yok olacaktır. Şu an dünyamızda bütün buluşlar yeni silahların üretiminde kullanılmaktadır. Ulus-devletlerin savunma harcamaları her geçen yıl daha da artmaktadır. Kısacası günümüz dünyasına damgasını vuran konu ne edebiyat, ne müzik, ne resim, ne mimarlıktır ne de başka bir şeydir. Büyük zekâlar daha öldürücü silahlar icat etmek için olağanüstü bir çaba sarf etmektedirler.
FİLOZOFLAR DÖNEMİ
İnsanoğlu, felsefe anlamında zirve dönemini M.Ö. 5’inci ve 4’üncü yüzyıllarda Yunanistan’da yaşadı. Felsefenin tüm soruları bu dönemde formüle edildi ve büyük zekâlar en büyük çabalarını bu felsefi soruları cevaplamakla geçirdiler. Sonraki yüzyıllardaki filozoflar Yunan felsefesi üstünde yükseldiler. Sokrates, Aristo, Platon, Pisagor, Demokritos, Thales, Anaksimandros, Epikür,Anaksagores gibi isimler bu yüzyıllarda yaşamışlardır. Artık insanlık bu kalitede filozoflar çıkarmakta zorlanmaktadır. Bu dönemin ünlü filozoflarından birisi de Diyojen idi.
IĞDIRLI DİYOJEN: NİNO SEFER
Nino Sefer Iğdır’ın unutulmaz isimlerinden birisidir. Iğdır’ın bir anlamda Diyojen’idir.Avare ve bir kuruş paraya muhtaç bir durumda Iğdır sokaklarını dolaştı, kimileri tarafından “Deli” muamelesi gördü, kimileri çok acımasız davranıp O’nu gördükleri yerden kovarak uzaklaştırdılar. Kimileri de şefkat ve cömertliklerini Nino Sefer’den esirgemediler.
Değerli hemşerim Faik Kubilay “Küçük Köylüler” isimli kitabında Nino Sefer’i manevi olarak ölümsüzleştirdi. Aşağıda okuyacağınız fıkra ve anekdotlar bu ölümsüzlükten geriye kalan kırpıntı ve hatıralardır. Nino Sefer’i rahmetle anıyoruz ve O’nun ismini ölümsüzleştiren değerli büyüğümüz Faik Kubilay’a minnet ve şükran duygularımızı iletiyoruz.
Değerli okuyucular!Nino Sefer medeniyeti reddedip, davranışta, giyimde, barınmada tıpkı Yunanlı filozof Diyojen’e benzeri bir yol izlemiştir. Rahat ve huzur onu rahatsız etmiş, avare bir hayat sürdürmüştür.
NOT: Aşağıdaki fıkralar ilk kez yayınlanmaktadır. Küfretmek Nino Sefer’in hayatının doğal bir parçası olduğu için bu kısımlara müdahale etmeden yayınlamayı uygun gördüm.
VARİLDE YAŞAM
Diyojen bir fıçının içinde yaşıyordu, Nino Sefer’in hayatının bir kısmı da varillerin içinde geçti. Özellikle yağmurlu ve soğuk günlerde varilin içi hem sıcak hem de güvenliydi… O’nu rahatsız eden tek şey mahalleli çocukların varili taşlamalarıydı. Taşlar varili delip geçemediği için bu terbiyesizliği önemsemiyor, kafasını yolda bulduğu ve katlayarak yastık yaptığı eski bir havlu parçasının üzerine koyup kendince düşüncelere dalıyordu. En çok da çocukluk yılları gözünün önünden geçiyordu. “O ne vahşetti öyle! Her gün dayak her gün dayak… “ diye iç geçirir, sonra pişman olur, atılan dayaklara şükreder: “Eğer o dayaklar olmasaydı benim şimdiki gibi özgür bir yaşamım olmayacaktı. Evlendireceklerdi. Avradın derdini çek, çoluk-çocuk için durmadan çalış, tarlada öküzlerin peşinden koş… Yok! Yok! Ben hayatımdan memnunum. Dur beni ‘deli’ bilsinler. Dünyada en güzel şey özgürlüktür.”
“ALLAH” ÜZERİNE SÖYLEŞİ
Nino Sefer uyuşuk ve yorgun halde dolaşırken bir hemşerisi alicenaplık yapar, çay içmeye davet eder. Çekingen ve ürkek bir duyguyla da olsa Nino Sefer iskemleye oturur, ikram edilen çayı yudumlamaya başlar. Kendisini davet eden şahsın durumu iyi ve zengindir. Nino Sefer’e sorar:
“Niçin bu kadar yoksulsun! Babadan miras falan kalmadı mı?”
“Menim Allah’ım yoksuldu senin Allah’ın zengindi. Bu yüzden yoksul kalmışam!”
Dindar olan adam irkilir:
“Nino Sefer günah işliyorsun! Allah tek ve birdir!”
“O zaman niye seni zengin edir meni de kasıb (yoksul)? Dene görüm?”
Adam parayı öder sessizce uzaklaşır.
SAĞCI GENÇLER
Nino Sefer’in sol görüşlü dergileri köylerde dağıttığını bilen sağ görüşlü gençler Nino Sefer’i aralarına alıp O’nu sağ görüşe ikna etmeye çalışırlar. Birisi lafı açar:
“Komünistler Allah’a inanmıyorlar!”
“Komünistlere bunu heç sormadım! İnşallah doğrudur!”
“Komünistlerde namus yoktur. Herkes birbirinin karısıyla yatıyor.”
“Menim avradım yoktur. Avradı olanlar bunu düşünsün.”
Sağcı gençler konuya nereden gireceklerini bilemez olurlar.
“Sana dergi versek Komünistlerin dergileri gibi köylerde dağıtır mısın?”
“Yok! Bakkallara kese kağıdı yapmaları için satacam. Böyle yapsam derginiz her eve girecek. Men de biraz para kazanacam.”
LEYLEKLER
İlkbahar artık yüzünü göstermeye başlamıştır. Leylekler Iğdır’a geri dönüp yuvalarına kavuşmuş, çeki düzen vermeye başlamışlardır bile….Nino Sefer de bir elektrik direğinin altında durup merakla bir çift leyleği seyre dalar ve kendi kendine söylenir: “Onların da parası yok ama evleri var. Onlar da bir parça yiyecek için dolaşıp duruyorlar ama karı-koca birlikte bir yuvaları var.”
Sonra birden düşünür: “Leylekler ortalıkta ne kadar yılan, akrep varsa yiyorlar. Yiyecek sorunları yok!” Etrafına bakınır,çarşıdaki kalabalığa bakarak söylenir: “Menim dişlerim yoktu ki bu pezevenk yılanları, akrepleri yiyeyim.”
AT ARABASI
Nino Sefer yolun ortasında dalgın dalgın yürürken hızını alamayan bir at arabası üzerine doğru gelir, arabacı bütün gücüyle dizginlere asılır, araba biraz da olsa yavaşlar ve yana döner ama atlardan birisi Nino Sefer’e çarpar. Nino Sefer yere savrulur, acıyla yerinden doğrulur. Arabacı acımasızca yoluna devam eder. Kimse de Nino Sefer’in yardımına koşmaz. “İnşallah intikam sırası bana da gelir!”
Ertesi gün Iğdır’da deprem olur. İnsanlar etrafta koşuşmaktadırlar. Bağrışmalar, çağrışmalar gökyüzüne yükselir:
“Evimizin yarısı yıkıldı!”
“Duvarımız çatladı!”
“Kızılay’da çadır kalmadı!”
“Ahırın kapısı yıkıldı! Atlar içeride kaldı!”
Nino Sefer bir taşın üzerine oturur, koşuşturup duran insanları seyre dalar: “Dün ben düşende kimse yardımıma gelmedi. Bugün de siz düştünüz. Yalvarsanız da yardımınıza gelmeyeceğim.”
DÜĞÜN
Nino Sefer mahallede dolaşırken bir düğün sesi işitir. Kalabalığın içine karışır. Davul zurna eşliğinde oyun oynayanları seyre dalar. Nino Sefer, bir gence sorar: “Bu kimin düğünüdür?” Bir genç ve arkadaşları Nino Sefer’i kafaya almaya çalışırlar:
“Ay Sefergardaş! Bu senin düğünündür. Haberin yok mu?”
“Niye daha önce haber vermediniz?”
“Kızı bu sabah zor bulduk!”
“Kaç yaşındadır?”
“85 yaşında!”
“Cenazesi ne zamandı?”
KAYSI AĞACI
Nino Sefer yol boyunca ilerlerken duvarın öte yanındaki kaysı ağaçları gözüne ilişir. Sarı-kırmızı renkteki olgunlaşmış kaysılar Nino Sefer’in iştahını açar. Duvarı atlar, ağaçlardan birisine tırmanır. Görünmemek için de mümkün olduğu kadar ağacın en yüksek dalında kendisine bir yer yapıp oturur. Bir yandan kaysıları yiyor bir yandan çekirdekleri cebine koyuyor. Köpek ulumaları nedeniyle bahçe sahibi yol boyunca uzanan ağaçlarda yine hırsızlık olduğunu anlar. Köpekler Nino Sefer’in ağacının altında durup yukarı doğru havlarlar. Bahçe sahibi, Nino Sefer’i aşağı inmeye davet eder.
Bahçe sahibi Nino Sefer’i tanımıştır ama acımasızlığından ödün vermez:
“Sefer gardaş, doğru söyle! Kaç tane kaysı yedinse o kadarının parasını alacağım.”
“Ay gardaş! Ben oraya uyumak için çıktım. Kaysı yeseydim ağacın altı çekirdek dolu olardı.”
Bahçe sahibi ağacın etrafını dolaşır gerçekten de bir tane taze kaysı çekirdeğine rastlamaz.
“Kusura bakma Sefer gardaş! Günahını almışam! Ama bir daha benim bahçeye girme yoksa köpekler seni parçalar.”
Nino Sefer duvarı atlar, biraz ileride taşların olduğu bir yerde oturur, cebinden çıkardığı kaysı çekirdeklerini kırıp yemeye başlar. Bahçe sahibi de gelen sese meraklanıp duvarın üzerinden Nino Sefer’e bakar. Uzaktan bağırır: “Ay utanmaz! Onlar benim kaysının çekirdekleri, değil mi?” Nino Sefer çekirdekleri kırıp yemeye devam ederken cevap verir: “Söz verirem! Gelecek sefer sadece çekirdekleri kırıp yiyecem, kaysılara dokunmayacam. Heç canını sıkma!”
SİNEMA
Aras Sinemasında bilet kesen Abdullah Amca yufka yüreklidir. Bir gün tam da seansın başladığı bir anda Nino Sefer’in şaşkın gözlerle sinemadan içeri baktığını görür. Abdullah Amca, Nino Sefer’in parası olmadığını bilir, el işareti ederek içeri gelmesini ister: “Git istediğin koltuğa otur filmi izle! Senden para almayacağım.”
Hayatında ilk kez film seyreden Nino Sefer beyaz perdede gördüğü insanlara, olaylara bir anlam veremez. Gördüklerinin perde içinde saklı olduğunu düşünür. Dağlar, şehirler, güzel kadınlar… Başı döner! Film bittikten sonra Abdullah Amcanın yanına gider: “Men orada güzel bir avrat gördüm. Onu özüme (kendime) nasıl alabilerem?”
“Yarın gel! Ben o avradı sana teslim edeceğim?”
Abdullah Amca akşam olunca film rulosunu masaya koyar, aktristin olduğu bir film karesini kesip çıkarır, film şeridini tekrar yapıştırır, ruloyu yerine yerleştirir.
Nino Sefer ertesi gün heyecanla Aras Sinemasına geri gelir. Abdullah Amca, cebinden çıkardığı negatif film parçasını Nino Sefer’e uzatır: “Işığa tutup baktığında o sevdiğin avradı göreceksin?”
Nino Sefer, film karesini güneşe tutar, gerçekten de dün gördüğü kadını görür ama kafası karışmıştır. Abdullah Amca’ya döner, sitem eder bir ses tonunda sorar:
“İndi (şimdi) men bu avradı neter (nasıl) si….cem?”
İKİ SARHOŞ
Akşamın biraz da geç saatlerinde Nino Sefer İdirmava caddesinde kendince volta atarken ikisi de bekar, zil zurna sarhoş iki kafadar birbirlerine destek vererek zorlukla yürümektedirler. Karşılarında Nino Sefer’i görünce O’na takılmadan edemezler:
Gençlerden birisi:
“Sefer gardaş! Yemin billah! Evli olsaydım avradımı sana verecektim!”
Diğeri de aynı iddia da bulunur.
“Sefer gardaş! Allahıma dinime! Evli olsaydım avradımı da baldızımı da sana verecektim.”
Nino Sefer sarhoşların kendisiyle kafa bulduğunu anlar, cevaplar:
“Men sizin avratlardan vaz geçtim. Ananız da mıyoktur?”
TELEFON DİREKLERİ
Nino Sefer bir gün Aralık ilçesine un taşıyan bir traktör vagonun en üstüne oturur. Nino Sefer’i tanıyan şoför bu durumdan rahatsız olmaz. Nasıl olsa uzak bir yola çıkmıyordu! Traktör yol aldıkça Nino Sefer parmaklarını kullanarak yol boyu uzanan telefon direklerini saymaya koyulur. Onuncu parmağa gelince tabii on birinci parmağı olmadığından yeniden birinci parmaktan itibaren ‘bir, iki…” diye saymaya devam eder. Traktör Aralık’a varıncaya kadar parmaklarını ciddiyetle açıp kapatır. Şoför arada bir geriye dönüp duruma göz atar. Nihayet Aralık’a vardıklarında şoför merakla sorar:
“Sefer gardaş parmaklarınla ne sayıyordun?”
“Iğdır’dan Aralık’a kaç tane telefon direği olduğunu sayıyordum.”
Şoför meraklanır:
“Kaç tane varmış?”
“Üç tane”
ÖNCE AVRAT
Seçim dönemidir. Bir partinin milletvekilleri grup halinde Iğdır’a gelmişlerdir. Halk gelen misafirlerine ilgi gösterir, ellerini sıkar, çay ikram ederler. O sırada Nino Sefer de kahvehanedeki kalabalığın önünden geçmektedir. Bir Iğdırlı, Nino Sefer’i işaret ederek, “İlçemizin en yoksuludur. Kalacak yeri bile yoktur. Milletvekili:
“İsmi nedir?”
“Sefer!”
Milletvekili uzaktan bağırır:
“Sefer Bey, buyur yanımıza gel!”
Sefer ürkek ve çekingen adımlarla yaklaşır. Milletvekili konuya giriş yapar:
“Yakında seçimler olacak. Bizim partiye oy verirseniz sevinirim. Bizim amacımızda sizin gibi yoksul vatandaşlarımıza aş, iş ve kalacakları bir yer bulmaktır!”
Nino Sefer bu cömert teklife sessiz kalmaz:
“Avrat da vereceksiniz mi?”
“Tamam, kabul! Avrat da vereceğiz. Oyunu verecek misin?”
“Avratı si…ten sonra karar verecem”
DEMİREL’İN KAFASI
1970 yılının sonlarına doğrudur. Milliyetçi Cephe Hükümetleri solcu camiada derin bir nefret uyandırmıştır. Böyle bir günde Süleyman Demirel, Başbakan olarak Iğdır’a gelir. Ahali etrafını alır, Süleyman Demirel de ana caddede en önde yürüyerek miting alanına doğru gider. Demirel konuşmasında Komünistlere, Sosyalistlere, Solculara söylemediğini bırakmaz. Bu konuşma sol görüşlü Nino Sefer’in zoruna gider.
Demirel kürsüden iner. Kalabalık eşliğinde Belediye bahçesindeki açık hava çayhanesine oturur. Iğdır çayı içerken Nino Sefer kalabalığı yararak Demirel’in karşısına dikilir. Demirel keyifli keyifli sırıtmaktadır. Nino Sefer:
“Başbakanım ne tesadüf! İkimizin de benzer yanı var!”
Demirel meraklanır:
“Nedir o benzerlik vatandaş kardeşim?”
“Senin kafan menim kıçıma benziyor. Tek farkla, menim kıçımda bir delik var, senin kafanda delik yoktur.”
POLİSE DİRENİŞ
Polisler yakaladıkları iki solcu genci ölesiye dövmektedirler. Nino Sefer de olay yerine gelir. Dövülen gençlerden birisini tanır. Sık sık cebine para koyan yüreği insan sevgisiyle dolu bir gençtir. Nino Sefer yapılan haksızlığa tahammül edemez, hep cebinde taşıdığı taşlardan birisini alır, öper ve polislerden birisinin kafasına fırlatır. Yıllardır taş atma konusunda beceri kazanmış olan Nino Sefer’in taşı tam da istediği gibi polisin alnının ortasına isabet eder, polis sersemler. Derken Nino Sefer ikinci taşı cebinden çıkarır, öper ve diğer polise fırlatır. Taş O’nun da alnının tam ortasına isabet eder, sersemler. Gençler fırsatını bulup kaçarlar. Polisler kendilerini toparladıklarında karşılarında Nino Seferi görürler. Polislerin her biri Nino Seferi bir kolundan yakalayıp sürükler gibi karakola götürürler. Iğdır’a yeni atanan Komiser kızgındır:
“Niçin polislere taş attın?”
“Ben polislere teşekkür etmek için taş attım!”
“Nasıl?”
“Devletimi çok seviyorum. Doğru iş yaptığında polisleri alınlarının ortasından öpüyorum. Taşları fırlatmadan önce iyice öpmüştüm.
FAYTON TEKERİ
Yağmurlu bir gündür. Nino Sefer yağmuru sevmezdi. Böyle günlerde sığınacak bir yer bulmakta zorlanırdı. Bir köşeye sıkışır, tavuklar gibi tüner, yağmurun kesilmesini beklerdi. Yine böyle bir günde bir dükkanın yağmur almayan köşesine çömelmiş boş gözlerle caddeye ve yağmura bakıyordu. “Yağmur nimettir, güzelliktir ama tarlası, bağı bahçesi olanlar için… Menim gibileri için zulümdür,” diye söyleniyordu.
Nino Sefer bu şekilde düşüncelere dalmışken, yoldan bir fayton geçer, arka tekerlerden biri çıkar caddenin ortasında bir zaman kendi başına yuvarlanır sonra yere düşer.Faytoncu, durumun farkına varmamıştır. Nino Sefer arkadan bağırsa da sesini duyuramaz. Tekeri yerden kaldırıp çocukluğunda çember oyununda yaptığı gibi döndüre döndüre oturduğu yere getirip duvara dayar.
Çok geçmeden bir tekerini yolda kaybettiğini anlayan faytoncu, başka bir faytoncu arkadaşıyla tekeri aramaya koyulurlar. Faytoncu geldiği yolu geri geri gider. Yağmurlu havada cadde boş olduğu için tekeri bulacağına emindir. Fayton, Nino Sefer’in kendisini yağmurdan koruduğu köşeden geçer ama tekeri göremezler. Çok geçmeden fayton dönüş alır, aynı yolu tekrar gerisine geriye takip eder. Tekerini kaybetmiş olan faytoncu dört gözle sağa sola bakmaktadır. Aniden Nino Sefer’i ve duvara dayadığı tekeri görür. Arkadaşına seslenir.
“Eyle, eyle! (dur!)Deyesentekeritaptım (buldum)”
Faytoncu sevinçle tekere doğru gider. Amacı alıp götürmektir. Elini tekere uzatmışken Nino Sefer, “O menim tekerimdi,” diyerek uyarır. Nino Sefer’i tanıyan faytoncu bunun imkansız olduğunu bilir. Hatta bir ara baldırı çıplak, güçsüz, takatsiz Nino Sefer’i iteleyip tartaklamak geçer içinden. Tekeri zorla kucaklar, Nino Sefer’in kendisine yaptığı küfürlere aldırmadan tekeri faytona yerleştirir ama adam tekeri kucaklayıp götürmek için eğilirken ceketinin yan cebindeki cüzdanını yere düşürdüğünün farkında değildir.Tekeri faytona yükler. Arkadaşı uyarır: “Nino Sefer’e biraz harçlık ver! Kalbini kırma!” Tekeri kaybolan faytoncu sinirlidir: “Canı cehenneme! Deliyle mi uğraşacam! Sür gidek!” Fayton çekip gider.
Nino Sefer tekrar köşesine oturmak isterken yerdeki cüzdanı görür. Alır, köşesine gider. Cüzdan para doludur. Kendi kendine söylenir: “Eğer arkadaşını dinleyip bana harçlık vermek isteseydi cüzdanının yere düştüğünü fark edecekti. Bu cüzdan artık menimdir. ”Nino Sefer, faytoncu tekrar geri gelir korkusuyla yerini değiştirir, tekrar sessiz bir köşeye çekilir,çömelir, boş gözlerle yağmura bakar: “Yağmur bazen de gaddar insanlardan intikam almak için bir nimettir.”
SİGARA SEFASI
Nino Sefer sigara içmez. Bir gün kendisini çok iyi tanıyan gençlerin oturduğu kahvehaneye yakın giderken gençlerden birisi Nino Sefer’i kolundan tutup masaya getirir. Çay ikram edilir. Sigara tüttüren gençlerden birisi sorar:
“Sefer gardaş sigara içirsen mi?”
“Yok!”
“İstiyirsen bir tadına bak!”
Nino Sefer itiraz etmez. Eline aldığı sigarayı ciğerine doldurmadan ağzına çekip üfler, çekip üfler. Sigara da hızla biter. Genç adam söze girer:
“Sefer gardaş! Sigara öyle içilmez ki! Derin nefes alıp içine çekecek sonra da dumanı burnundan yavaş yavaş çıkaracaksın!”
Nino Sefer’e bir sigara daha uzatırlar. Nino Sefer söylendiği gibi sigaradan derin bir nefes alır, ciğerini doldurduğu dumanı burnundan çıkarmak isterken şiddetli bir öksürüğe tutulur. Ölecek gibidir! Dakikalarca kendine gelemez. Bir bardak su içer. Kendisine sigara uzatan gence seslenir:
“Köpoğlu! Men senin niyetini bilirem. Sigara dumanıyla meni öldürüp malıma mülküme el koyacaktın değil mi?”
“Ay Sefer gardaş! Senin ne malın-mülkün var ki el koyayım? Bir özünsen bir de üstündeki yırtık pırtık çul.”
“Senin ananı si..cek aha bu çükümü malımdan olarak saymırsan mı?”
MASADA SOHBET
Nino Sefer’in gönlünü almak ve cebine harçlık koymak isteyen iyiliksever bir vatandaş, masada birlikte çay içerken sorar:
“Sefer gardaş! Esnaf sana nasıl davranıyor!”
“Bazısı iyi davranıyor bazısı kapıdan kovuyor!”
“Kapıdan kovanlara zarar veriyor musun?”
“Analarına, avratlarına küfür ediyorum…”
“Bu küfürler onları kızdırmıyor mu? Mesela seni dövebilirler.”
Nino Sefer sadece masadakinin duymasını istercesine fısıldar gibi konuşur:
“İnan ki herkes anasından avradından bıkıptı. Küfür edince rahatlıyorlar. Hoşlarına gedir!”
DIŞARIDAN OKUL BİTİRMEK
Gençler Nino Seferi aralarına almış sohbet etmektedirler. İyi niyetli bir genç söze girer:
“Sefer abi, hiç okula gittin mi?”
“Yok!”
“İstersen ilkokulu dışarıdan bitirirsin?”
“Sonra?”
“Ortaokulu dışarıdan bitirirsin?
“Sonra?”
“Liseyi dışarıdan bitirirsin?”
“Sonra?”
“Dışarıdan avukat olursun!”
Nino Sefer, ‘dışarıdan avukatı’cümlesini yine sokaklarda yaşamak olarak algılar.
“Ay gardaş! Men zaten hep dışarıda yatıp kalkıram. Avukat olduktan sonra da dışarıda yatıp kalkacaksam bu kadar zahmete niye gireyim?”
YOL KESEN KAZLAR
Nino Sefer’in yolu İdirmava’ya düşer. Arkın içinde onlarca kaz vardır. Nasıl oluyorsa kazlardan birisi kafasını uzatarak son sürat Nino Sefer’in üzerine doğru gelir. Nino Sefer gerisin geriye kaçar. Biraz bekler. Ortalığın yatıştığını düşünüp tekrar yürümek ister. Bu kez 3-4 kaz birden peşine düşer. İşin ciddi olduğunu anlayan Nino Sefer uzaktan bağırır:
“Menim küçelerden (sokaklardan) başka gidecek yerim yoktu. O hakkımı da elimden aldınız. Sizin ananınızı avradınızı s…im.”
GENÇ AŞIK
Gençler çok sevdikleri Nino Sefer’i aralarına almış sohbet etmektedirler. Gençlerden birisi, Nino Sefer’e bir arkadaşını göstererek şöyle der: “Sefer gardaş! Bu arkadaşımız aşık olmuş. Yemeden içmeden kesilmiş. Morali çok bozuk! Ne önerirsin?”
Nino Sefer genç adama bakar, elini “hele şunun keyfine bak” anlamında havada sallar. “Aşık olmaktan başka işiniz gücünüz yok mu?Sabahtan akşama kadar boş boş dolaşıyorsunuz. Menim başımı kaşıyacak zamanım yoktur. İstiyirsen menimle gel küçe küçe (sokak) dolaşak, gör bak adam karın doyurmak, yatacak yer bulmak derdinden başını kaşıyacak zaman bulabilirem? O zaman aşkı meşki unutup gideceksen!”
HAKARET
Kendisine çay ikram eden bir genç sorar:
“Sefer abi! Sana çok hakaret ediyorlar. Zoruna gitmiyor mu?”
Nino Sefer başını adama doğru uzatır, şöyle der:
“Ay gardaş! Bunu eyi bil! Hakaret, hakaret edeni utandırır, menim gibi hakarete uğrayanı değil.”
ÇOK KONUŞMA!
Nino Sefer’in öğle yemeği genellikle ekmek arası helvadır. Ekmeği bir yerden helvayı bir yerden bulup karnını doyurmayı adet edinmiştir. Kahvehanelerin önünden geçerken mutlaka birileri ya iyilik olsun ya da kafa bulmak için Nino Sefer’i masalarına davet ederler. Yine böyle bir günde Nino Sefer zorlukla bir araya getirdiği ekmek arası helvasını yerken, masadakilerin gürültülü şekilde konuşmalarına tahammül edemez:
“Biraz sessiz olun! Dinlemesini öğrenin. Allah çok dinlememiz için iki kulak, az konuşmamız için de bir dil vermiş! Siz de deyeseniz on dil var!”
EN GÜZEL ŞEY
Nino Sefer’e sorarlar:
“Dünyada en iyi şey nedir?”
“Parasız öz başına (özgür) olmak! Paran oldu mu artık kölesin.”
YOL VERME
Nino Sefer, bir gün çok dar bir sokakta ilçenin kibirli ve zengin adamıyla karşılaşır. İkisinden birisinin yol vermesi gerekmektedir. Nino Sefer’i hor gören kibirli zengin, “Ben senin gibi bir serseriye yol vermem!” der. Nino Sefer kenara çekilir ve şöyle der: “Ben veririm!”
KARPUZ
Iğdır’da talihsiz bir olay olur, sağcı ve solcu gençler kavga ederken Nino Sefer arada kalır, iki tarafın yumruklarına istenmeden hedef olur. Aradan birkaç gün geçer bir kamyon dolusu Adana karpuzu Belediye’nin önünde halka satışa sunulur. Karpuzu getiren girişimci yabancıdır. Karpuzların kaliteli olduğunu göstermek için bir karpuzu ortadan kesip karpuz yığınının üzerine koyar. Hava sıcaktır. Nino Sefer’in canı karpuz çeker. Cebinde beş kuruş parası yoktur. Satıcıya yanaşır:
“Karpuzun rengi güzeldi, tadı nasıldı?”
Satıcı, “Şahane!” diyerek ayağa kalkar, karpuzun ortasından bir parça keser, bıçak ucunda Nino Sefer’e ikram eder. Nino Sefer tadını beğenir: “Buradaki bütün karpuzlar bunun gibi tatlı mı?” diye sorar. Satıcı iddialıdır: “Hangi karpuzu istiyorsan keseyim! Rengi ve tadı aynı değilse bana da Adanalı Arif demesinler.” Satıcı gelişigüzel aldığı bir karpuzu ikiye böler. Sağ tarafın ortasından biraz kesip Nino Sefer’e uzatır. Nino Sefer beğenir ama belli etmez: “Sol tarafın ortasından ver görüm!” Tekrar bıçak ucunda kendisine ikram edilen karpuzu afiyetle yiyen Nino Sefer yavaş yavaş uzaklaşırken bir yandan da söylenir: “Sizin karpuzun sağı solu ile bizim sağcı solcu gençlerinin tadının içini si…im.”
TAŞLI KAVGA
Nino Sefer’in en çok korktuğu şey özellikle ilkokul öğrencileriyle taş kavgasına tutuşmaktır. Bir gün Nino Sefer’in yolu talihsiz bir şekilde tam da ilkokulun dağıldığı saate denk düşer. Çocuklar “Nino! Nino!” diye bağırarak Nino Sefer’i taş yağmuruna tutarlar. Nino Sefer’in cebinde her zaman kavgaya veya intikama hazır bir şekilde taşları vardır. Yılların vermiş olduğu tecrübeyle Nino Sefer kendisine atılan taşlardan hedef olmaktan kendisini kurtarır ama attığı her taş tam isabet olarak çocukların kafalarında patlar. Beş çocuğun kafası kanlar içinde kalır. Veliler çocukların ellerinden tutup polis karakoluna götürür, Nino Sefer’den şikayetçi olurlar. Polis, Nino Sefer’i yakalayıp getirir. Polis sorar:
“Bu çocukların başını sen mi kırdın?”
“Evet!”
“Niçin?”
“Bana taş attılar, ben de karşılık verdim.”
Nino Sefer’in haklı olduğunu anlayan polis, O’nu serbest bırakır ama bu kez veliler isyan eder. Nino Sefer, velilere dönerek şöyle der:
“Eğer benim başım beş yerinden kırılsaydı ben hangi çocukları gelip polise şikayet edebilecektim? Bir düşünün da ay imansızlar!!”
IĞDIR SEVDASI KİTABINDA NİNO SEFER
NOT: Değerli hemşerim Cemal Kılıçlı’nın 2002’de yayın hayatına giren Iğdır Sevdası kitabına Nino Sefer ile ilgili olarak verdiği bilgileri dikkatinize sunuyorum.
(Her toplumun bir ayaktakımı vardır. Fransızlar, clochard; Almanlar,penner ;İngilizler vagabond yada tramp diye çağırır onları. Iğdır da bu derbederlere, avarelere, aylaklara, ayyaşlara bağrını açtı, onları kucakladı;zor da olsa bir beraberliği yürütmeye çalıştı. Zavallı Behçet, Baxşo, NinoSefer, Oho Sılo, Ali Çavuş, Deli Hakim bu isimlerden birkaçıdır. Mücahit)
Aslen Arapkir köyünden olan Nino Sefer, PirliEli’nin yeğenidir. Pirli Eli,yetenekli bir sırıkçı olarak bilinirdi.
Nino Sefer’in rahatsızlığı hakkında çeşitli rivayetler vardır. Bir anlatıma göre, hareketli bir genç olan Nino Sefer, bir düğün yerinde yallı (halay) başını takatten düşünceye kadar çekmiş; üzerindeki ter akşam ayazında soğuyunca zatürreye yakalanmıştı. Bu hastalığı izleyen günlerde Nino Sefer ruh sağlığını kaybetmişti.
Bir diğer anlatım suçu ailesinin üzerine atar. Kardeşleri her gün Nino Sefer’i bir tavuk kümesinde yaşamaya mahkum ederler; bununla yetinmez şiddetle döverler. Çocuk sağlıklı büyümez, toplumdan kopar.
“ANANI AVRADINI Sİ….İM!.”
Nino Sefer ilk yıllar şık dolaşırdı. Takım elbisesi, kravatıyla bir beyefendi izlenimi bırakırdı.
İstanbullu bir mühendis DSİ’ye görevli olarak Iğdır’a gelir. İlk kez geldiği ilçeye ayağını basar basmaz ilk işi iyi bir otelin nerede olduğunu sormak olur. Nino Sefer’in karşıdan centilmen havasında kendisine doğru yaklaştığını görünce, ileri atılır:
“Affederseniz beyefendi! Bir istirhamım var!”
“De!” (Söyle!)
“İyi bir otel biliyor musunuz?”
“Senin ananı avradını s…”
Mühendis tereddüde düşmüş.Kasabanın şık giyimlisinin ağzı böyle bozuksa kim bilir diğerleri ne kadar kabadır, diye fikir yürütür. Korkusundan soru sormadan sağa sola yürüyerek bir otele kendini zor atar. Şansızlığına, Iğdır’ınen kötü otelinde bir gece uyumak da varmış.
“ SAVCI BEY..”
Nino Sefer’in dışarıdan gelmiş memur kesimiyle arası gayet iyidir.Hatta fırsatını bulduğunda onlarla dertleşirdi bile.Yine bir gün savcıyla oturmuş hem çayını yudumlamakta hem de sohbet etmektedir.
“Savcı bey, bildiğin gibi değil bu götverenler seni de deli eder…”
“ABLAM OLMASA….”
Nejat Birdoğan ortaokulda öğretmen olarak görev yapıyordu.Bir gün kasaba merkezinden geçerken, Nino Sefer’in yerden aldığı taşı Reşit Taşkınsu’nun kahvehanesinin kocaman vitrinine fırlattığını görür.Camlar kırılıp yere serilir. Bu büyüklükte bir camı, günler süren zahmetli bir yolculukla İstanbul’dan ancak getirilebileceğini bilen Nejat Bey, Nino Sefer’in “delilik” bile olsa bu davranışını hoş karşılamaz, yanına gidip bir sille atmış.
O akşam Nejat ve eşi Gülsen Hanım kol kola sinemadan çıkıyorlarmış. Nino Sefer de tam karşıdan geliyormuş. Nino Sefer, Nejat Beye yakın gitmiş,kulağına eğilerek şöyle der:“Nejat Hoca, ablam yanında olmasa, senin avradını si..erdim ama…”
“AMAN KOYMAYIN…”
Iğdır minibüsleri Kars merkezdeki Iğdır Palas otelinin önünde yolcularını indirirdi. Her nedense Kör Aziz isimli bir avare, her gün minibüsün geliş saatinde Iğdır Palasın önünde hazır olur, cebine doldurduğu taşları Iğdırlılara ve otele fırlatarak ana avrat küfür edermiş. Minibüs şoförü ve Iğdırlılar, şehir merkezinde bir “deli”yle boğuşmayı gururlarına yediremedikleri için bu duruma sessizce katlanırlarmış. Ama bir gün şoförün aklına güzel bir fikir gelmiş.
Nino Sefer de Kars’a giden minibüs yolcuları arasındadır. Minibüs,Iğdır Palas otelinin önünde durduğunda, virajlı ve zahmetli yolculuktan bıkmış Nino Sefer kendisini dışarıya zar zor atmış, ama çıkar çıkmaz da KörAziz’in fırlattığı taşlara hedef olmuş. Nino Sefer, vakit kaybetmeden topladığı taşları eline alıp Kör Aziz’in peşine vermiş. İşin ciddiyetini anlayan Kör Aziz,sokaklarda can havliyle koşturmaya başlamış: “Aman koymayın! Bu deli beni öldürecek!” O günden sonra Kör Aziz bir daha o semte uğramamış.
NOT: Nino Sefer’in bir heykelinin yapılmasını ve önemli bir meydanda teşhir edilmesini öneriyorum. Umarım Iğdır asıllı bir heykeltıraş konuya ilgi gösterir.