Son Yazılarımız

BİREY, TOPLUM VE DEPRESYON

TOPLAM GÖRÜNTÜLENME: 244 


Üç siyanürlü aile faciası yüreğimizi acıya boğdu. Kimi suçlayalım? Siyanürü üreteni mi, satanı mı, satın alanı mı, kullananı mı? Yoksa bu şekilde kendimizi sorgulamak, gerçek suçluyu yani toplumu yani devleti yani bizleri yüzleşmemiz gereken bir gerçeklikten saklamak için geliştirdiğimiz bir savunma mekanizması mı?

Ben bir psikolog veya psikiyatrist değilim ama bu durum konuyla ilgili düşüncelerimi yazmama engel değildir.

Biliyorum, şu anda konusunda uzman psikolog ve psikiyatristler her üç vakayı da yakın gözetime almış, siyanürü kullanan aile fertlerinin geçmişini didik didik etmekte, tanıdıklarını, akrabalarını, komşularını, varsa iş arkadaşlarını sorgulayarak bu şahsın karakter ve davranışı üzerinde bilgi toplamakta, siyanürü sadece kendisini değil ama tüm aile fertlerini öldürmekteki nedeni araştırmaktadırlar. Gerçek suçlu, yani bizler yani toplum yani devlet de olup biteni uzaktan izlemekle yetiniyoruz.

DEPRESYON NEDİR?

Depresyon kelimesi günlük yaşamda çeşitli alanlarda kullanılmaktadır: Ekonomik depresyon, siyasi depresyon, toplumsal depresyon vb. Benim üzerinde durmak istediğim bireysel depresyondur. Bir hatırlatma yapmak isterim: Bireysel depresyonun sık sık duyduğumuz anksiyete bozukluğu, obsesif-kompülsif davranışlar veya şizofreni gibi hastalıklarla bir ilgisi yoktur. Bir şizofren intihar etmeyi aklının ucuna bile getirmez ama depresyonlu birisi intiharı her an düşünebilir.

Depresyonlu insanın hayata olan ilgi ve bağı yavaş yavaş azalır ve zamanla yaşama olan sevgisini kaybeder. Böyle durumlarda birey ya aşırı kilo alır ya da çok kilo kaybeder, ya uzun saatler yatakta kalır ya da az uyur. İnsanlarla temastan kaçınır. Günlük aktivitelerini sınırlar. Güçsüz ve enerji yoksunu bir halde ortalıkta dolaşır. Hiçbir şey yüreğinde heyecan yaratmaz, dünyada veya ülkede yaşanan felaketler, vahim olaylar veya diğer sosyal aktiviteler ilgisini çekmez, olup bitene duyarsızdır. Kafası karışıktır, unutkandır, kendisini boşlukta hisseder. Her an kızgınlığın eşiğindedir. En ufak bir huzursuzlukta patlamaya hazırdır. Çoğu zaman belli-belirsiz bir üzüntü ve korkuya boğulmuştur. Süreç böyle devam ettikçe kendisine ve başkalarına zarar verme düşüncesi zihninde yavaş yavaş yer etmeye başlar.

TOPLUMUN YÜZDE KAÇI DEPRESYONLA BOĞUŞUYOR?

İnanır mısınız bu konuda yapılmış ciddi bir araştırma yoktur. Eğer psikolog ve psikiyatrilere giden hasta sayısını esas alırsanız çok yanılırsınız. Depresyonlu insanların çok azı doktora gider veya tedavi için yardım ister. Son 20 yılda depresyonlu insan sayısı bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de salgın bir hastalık gibi hızla yayılmakta, toplumu bir sarmaşık gibi kuşatmaktadır. Tedavi olmak için gittiğiniz doktorların büyük kısmının da depresyonda olduğunu söylersem durumun vahametini daha da iyi anlamış olursunuz.

Depresyonda yaş sınırı yoktur. Altı yaşındaki çocuk da 80 yaşındaki bir yaşlı da depresyonla boğuşabilir. İlkokulları, liseleri, üniversiteleri dolaşın. Sınıflar depresyonla boğuşan çocuklar ve gençlerle doludur. İş yerlerine gidin. Çalışandan patrona kadar insanların büyük çoğunluğu depresyonla iç içedir. Mülteci kamplarında, gecekondularda, köylerde yaşayanları ve işsizleri de unutmayınız. Bu arada kadın ve genç kızların depresyona daha yatkın olduğunu da ayrıca belirtmeliyim.

Yapılan çalışmalara göre dünyada depresyon vakasının en yoğun yaşandığı ülkeler Amerika, Kolombiya, Ukrayna, Hollanda ve Fransa’dır. (Bu vakaların bu ülkelerde yoğun olmasının nedeni insanların tedavi için utanmadan, sıkılmadan psikiyatrilere gitmesindendir.)

Depresyonlu insan sayısı bakımından Türkiye hızla yukarı doğru çıkmaktadır. Sorun şurada: Türkiye’de depresyonun tanımı tam olarak yapılmış değildir veya birçok insan içinde bulunduğu depresyonu bir sır olarak kendisi için saklamakta, psikolog veya psikiyatriste gitmeyi kendisi için bir gurur meselesi yapmaktadırlar. Bu yüzden sayı tahminlerin çok üstündedir. Ayrıca yıllardır devam ede gelen bir tanım, “zenginler daha depresyonlu yoksullar daha az depresyonlu”, şeklindeki değerlendirme de çoktan önemini kaybetmiştir. Depresyon; sınıf, cinsiyet, yaş, etnik grup, din, sosyal statü dinlemeden her yere sızmakta toplumu içten ve dıştan kuşatmış durumdadır.

DEPRESYON ÜZERİNE YAPILAN ARAŞTIRMALAR

Ortaçağlarda şizofrenlerin veya toplumsal ifadeyle “deli”lerin içinde şeytan olduğuna inanılırdı. Bu yüzden “deliler” toplumdan ya soyutlanır gerektiğinde “cadı” varsayılarak yakılırdı.

Sanayi toplumuyla ortaya çıkan, gittikçe yaygınlaşan depresyonunun şizofreni veya “deli” tanımıyla bir ilgisi yoktur. Bu insanlığın tanıştığı yeni bir vaka ve hastalıktır. Bu yüzden insanlık ne yapacağını bilemez durumdadır. Her yıl yüzlerce yeni türden antidepresan ilaç üretilmekte, piyasaya sürülmektedir. İlaçlar üretilirken sandığınızın aksine çok bilimsel yöntemler uygulanmamaktadır. “Random approach” denilen tesadüfi denemeler ile ilaç üretilmekte, piyasaya sürülmeden önce sınırlı sayıda denek (placebo) üzerinde belli bir süre uygulanmakta, devlet kurumlarından satış yetkisi alındıktan sonra ilacın üretimi yapılmaktadır. Milyarlarca dolar gözden çıkarılmakta, daha sonra şirketler ellerini dua eder gibi yukarı kaldırıp, “İnşallah bu kez başarılı oluruz!” demektedirler.

Şu an piyasadaki tüm ilaçlar deneme-yanılma yöntemiyle üretilmiştir. Psikiyatrlar da aynı yöntemi (deneme-yanılma) uygulamakta hasta üzerinde sık sık ilaç değiştirmekte, başarılı bir sonuç elde edinceye kadar bu çabalarına devam etmektedirler. Elbette bu süreçte hasta bir yandan depresyonla boğuşmakta bir yandan da bütçesini zorlamaktadır. Unutmayalım ki antidepresanlar hastalığı iyileştirmek için değil, depresyon seviyesini kabul edilebilir seviyede tutmaya yardımcı olurlar. Depresyonu tamamen iyileştiren bir ilaç henüz bulunmuş değildir.

Birçok araştırmacı ve bilim insanı depresyonu beyinde serotonin ve noradrenalin gibi kimyasalların eksikliği ile açıklamaya çalışmaktadırlar. Bu inandırıcı bir yaklaşım değildir. Yüzbinlerce yıl insanoğlu depresyonla tanışmadı ama nedense sanayi toplumuyla bu illetle

boğuşmak zorunda kalmıştır. Bilim insanları sanayi toplumundan önce niçin depresyonun olmadığını açıklamakta yetersiz kalmaktadırlar. Depresyonu, beyindeki kimyasal maddelerin eksikliğine veya çokluğuna bağlayan anlayış ile yüzlerce çeşit ilaç üretilmiş ama istenen sonuç alınamamıştır. Hatta depresyonu genetik faktör olarak değerlendiren bilim insanları da olmuştur. Ayrıca depresyonla günlük hayatta yaşanan stresi aynı seviyede değerlendiren makaleler de vardır. Stres geçici ve anlaşılabilir bir durumdur. Yeni bir eve taşınacağınız zaman içinde bulunduğunuz durum strestir, depresyon değildir.

DEPRESYONUN NEDENİ

Bütün diğer ihtimalleri bir kenara bıraktıktan sonra asıl can alıcı soruyu sorma zamanı gelmiştir: Depresyonu tetikleyen faktör veya faktörler nelerdir?

Sanayi ve modern toplum insanoğlunun yaşam kalitesiyle ilgili beklentilerinde köklü değişimler yaratmıştır. Bu beklentiler salgın bir virüs gibi özellikle radyo, TV ve İnternetin icadıyla en ücra kasabalara ve köylere ulaşmakta, yaş ve cinsiyet farkı gözetmeksizin herkesi etkisi altına almaktadır. Bir şeytan gibi insanların kulağına fısıldar:

“Kardeşinin evi senin evinden daha güzel, komşun senden daha çok para kazanıyor, iş bulman mümkün değil, başkasının çocuğu senin çocuğundan daha başarılı, daha iyi bir okula gidebilirdin, seçtiğin mesleğin bir önemi yok, işini kaybedersen iş bulamayacaksın, istediğin evliliği yapamayacaksın, daha mutlu bir evlilik yapabilirdin, falanca senden daha zeki, falanca senden daha alımlı ve güzel, boyun kısa, kilon fazla…”

İnsanlar, sonu gelmeyen bu eksikliklerin, yetersizliklerin, şansızlıkların bilincine varmakta, bu “haksızlıklara” sessizce isyan etmekte, hele özellikle aile fertleri ve yakınları bu hatırlatmayı kendilerine yaptığında bu gizli isyan toplumsal bir nefrete ve kızgınlığa dönüşmektedir. Cezalandırabileceği en yakın toplum da kendi ailesidir. Ya siyanür örneğinde olduğu gibi tüm ailesini yok etmeyi planlar ya da aileden uzaklaşıp “isyankar” bir yaşamı devam ettirir. İŞİD gibi terör örgütlerine katılanların çoğu içlerindeki depresyona yenik düşen gençlerdir. Aynı şekilde gençliği madde bağımlısı olmaya iten en önemli faktör, özellikle aile içinde yaşanan depresyondur.

Amerika’da özellikle okullara silahlı saldırıların yapılması toplumu cezalandırmanın başka bir biçimidir. Yapılan araştırmalar okullara silahlı saldırı yapan öğrenciler ya sınıfın en tembeli, en dışlanmışı ya da fiziksel görünüş bakımından en kötü durumda olanlarıdır.

İsterseniz depresyona neden olan bir dizi faktörü dikkatinize sunayım:

1. İşsizlik: Modern toplumda bir insana verilebilecek en büyük ceza onu işsiz bırakmaktır. Hiçbir işe yaramadığı duygusunu insanın yüreğinde ve zihninde yer etmesi büyük bir psikolojik kıskaç ve depresyonun başlıca nedenlerinden biridir. Özellikle üniversite bitirip işsiz kalan veya hak etmediği işte çalıştığını düşünenler kendilerini depresyondan kurtaramazlar.

2. Çalışanların durumu daha da iyi değildir. Patron veya iş arkadaşlarıyla yaşadığı gerginlikler ve özellikle işine son verilmesi gibi durumlar insan yüreğinde onarılması

zor yaralar açmaktadır. Ömür boyu süren bir depresyon ve kızgınlığa neden olmaktadır.

3. Anne-baba ve kardeşler arasında “para” eksenli tartışmaların olması veya kardeş kıskançlığı diğer bir depresyon nedenidir.

4. Kendi çocuklarının başarısızlığına tanık olan anne-baba kesinlikle depresyondadır

5. Erkek veya kız arkadaşından kavgalı ayrılan bir genç depresyondadır

6. İşyerinde cinsiyet, yaş, engelli veya etnik ayrımcılığa maruz kalan biri depresyondadır

7. Eşinin kendisini aldattığını düşünen birisi depresyondadır

8. Başkalarının daha iyi bir yaşama sahip olduğu veya kendisinden daha fazla para kazandığını düşünen birisi depresyondadır

9. Yoğun medya kullanımı nedeniyle kendisinin bazı konularda başkalarından daha eksik ve yetersiz olduğunu düşünen birisi depresyondadır

10. Bir insanın zamanında evlenememesi veya hayal ettiği aileyi kuramaması depresyon nedenidir

11. Çocukluk yıllarında veya daha sonra yaşadığı cinsel taciz ve şiddet depresyon nedenidir

12. Karşılaştıkları sorunların üstesinden gelemeyeceği duygusuna saplanma depresyon nedenidir

Değerli okuyucular! Bu örnekler elbette çoğaltılabilir. Bu aşamada şu soruyu sormak isterim. Ne zamandan beri insanoğlu yukarıdakine benzer sorunlar karşısında kendisini depresyonda hissetmiştir? Binlerce yıl önce de bir baba muhtemeldir ki çocuğuna şiddet uygulamıştır ama bu olgu çocuk tarafından bir depresyon olarak algılanmamıştır. Binlerce yıl öncede kilolu, fiziksel kusurlu insanlar vardı ama bu durum onlarda bir depresyona neden olmamıştır.

İkinci Dünya Savaşından önce işyerlerinde her türlü ayrımcılık yaşanmış ama bunlar birey tarafından depresyon olarak algılanmamış, yaşamın bir tercihi olarak kabullenilmiştir. Zenginlik ve yoksulluk bir “kader” gibi görülmüş, ruhları incitmemiştir.

Kısacası, İkinci Dünya Savaşının bitimiyle dünyada yeni bir toplum düzeni ortaya çıkmış, birey, aile ve devlet ilişkileri yeniden tanımlanmıştır. Depresyon, 1945 yılından günümüze devam eden teknolojik ilerlemenin ortaya çıkardığı yeni değer ve beklentilerin bireyi her yönüyle kıskaca aldığı ve onu mutsuzluğa sürüklediği süreçte ortaya çıkmıştır. Yani depresyonun nedeni sanayi toplumudur.

İsmi “Dilan” (Kürtçe: Düğün) olduğu için hayatı boyunca ayrımcılıkla boğuştuğunu söyleyen bir öğrencim vardı. Bu durumun kendisinde sürekli depresyona neden olduğunu, bu yüzden en kısa sürede yurt dışına gitmek istediğini söylemişti.

ÇÖZÜM

Bütün bu anlattıklarımdan sonra bana sormak istediğiniz soruyu biliyorum: Çözüm nedir?

Elimizde dört çözüm var. Üç tanesi bizim irademizde olup, yetersiz ve günü kurtarmaya yöneliktir.

Dördüncü ve asıl çözüme geçmeden önce irademiz dâhilinde olan üç çözümden bahsetmek isterim:

1. Birinci çözüm, utanmadan, çekinmeden psikiyatristlere gitmek, antidepresan ilaçlar alarak depresyonu kabul edilebilir bir seviyede tutmaktır. Unutmamanız gereken önemli nokta antidepresanlar tam bir çözüm ve iyileşme sağlamaz. Sosyal yaşantınızı zorlukla da olsa devam ettirecek bir özgüven şansı verir ancak depresyonu tetikleyen faktörler devam ettikçe ilaç kullanım süreniz de uzayacaktır.

2. İkinci çözüm, Amerika’da olduğu gibi “depresyon grupları” oluşturmak, bu toplantılarda hem başkalarını dinlemek hem de kendinizi rahatsız eden duyguları tüm samimiyetinizle gruptakilerle paylaşmaktır. Türkiye’de henüz böyle bir uygulama yoktur.

3. Yoga ve meditasyon yapmak: Tüm dünyada yaygın bir kullanımı vardır ancak depresyonu yenmek veya yok etmek için yetersizdir. Hoşça zaman geçirmeniz için bir fırsat olabilir.

Şimdi gelelim asıl ve radikal çözüme: Dünyada değerler ve beklentiler anlamında yeni bir toplumsal alt-üst yaşanmadan depresyon belasından kurtulmak mümkün olmayacaktır. Depresyonu tetikleyen faktör toplumsal değer yargıları ve bunun birey tarafından algılanış şeklidir.

Nasıl ki İkinci Dünya Savaşı yeni değerler ve beklentiler yarattı, depresyon olgusunu ortaya çıkardı yeni bir alt-üst oluş da depresyonu yaratan faktörleri yeniden tanımlayacak, insanlığı bu beladan kurtarabilecektir. Ancak hemen umuda kapılmanızı istemiyorum: Dünyada alt-üst oluş ancak bir dünya savaşıyla gerçekleşebilir. Bir barışsever olarak bu paradoksu nasıl aşacağımızı ben de bilmiyorum. Ama lütfen şunun bilincinde olunuz: DEPRESYON SİZİN SUÇUNUZ DEĞİLDİR. KENDİNİZİ SUÇLU VE YENİK HİSSETMEYİNİZ.