Son Yazılarımız

İSMAİL BEŞİKÇİ HOCAMA AÇIK MEKTUP

DEĞERLİ HOCAM,

KÜRTLER VE GÜLLER isimli kitabımın Birinci Cildi, Ocak 2022’de okuyucumla buluştu. Kitabımla ilgili olarak “KÜRT AYDINLARI” başlıklı bir değerlendirme yazısını 28 Şubat 2022 tarihinde yayımladınız. Sizin gibi önemsediğim bir şahsiyetin kaleminden kendimi görmek ve değerlendirmek benim için bir onurdu. Bana bu şansı verdiğiniz için okuyucularımın huzurunda sizlere tüm açık gönüllülüğümle minnet ve saygı duygularımı iletmek istiyorum.

Değerli Hocam,

Yazınızda, iki önemli noktayı okuyucumuzun dikkatine sundunuz:

Birinci nokta, kitapta kullandığım “Kürt” kelimesinin doğru bir kullanıp olup olmadığını, kelimenin “KürT” olarak mı yoksa “KürD” olarak yazılması gerektiğini sorgulamamı, bunun için Prof. Dr Aziz Yağan’ın kaleme aldığı, “Kürdce, KürD Hareketi ve KürT Aydınları” isimli makaleyi okumamda yarar olduğunu belirtiyorsunuz.

İkinci noktayı olduğu gibi aktarmakta yarar görüyorum: “Araştırmacı yazar, Mücahit Özden Hun, kitabının ikinci cildinin başına konmak üzere, Kürdistan gibi, bölünmüş, parçalanmış, paylaşılmış, dili, kültürü, demokratik hakları gaspedilmiş bir toplumda, aydınların işleviyle ilgili bir yazı kaleme almalıdır.”

BİRİNCİ BÖLÜM

Değerli Hocam,

İzin verirseniz önceliği “Kürt Aydının Tanımı” konusunu irdelemeye ve bu konudaki düşüncelerimi sizinle paylaşmak istiyorum:

KÜRT AYDININ TANIMI 

Değerli Hocam,

“Kürt Aydını” ifadesini irdelemeden önce çok kısa olsa da AYDIN (intellectual) kelimesinin ilk ne zaman kullanıldığını ve farklı tanımlarını ele almak isterim:

Eldeki bilgiler dikkate alındığında, “Aydın” kelimesini ilk kullanım onuru, ünlü İngiliz şair Lord Byron’a atfedilir. 1813’de kaleme aldığı bir yazısında “Aydın” kelimesini bir “sıfat” olarak değil bir “isim” olarak kullanır, şöyle bir not düşer: “Keşke şu AYDINLARI dinleyecek kadar iyi olabilsem.”

Bu tarihten önce Fransızcaya girmiş olan “Belletrist” ifadesi var ki bu ifade “Yazar” anlamında kullanıldığından, bu tanımı bir kenara bırakarak “Aydın” ifadesini ilk olarak Lord Byron’la başlatmamızın doğru bir yaklaşım olacağına inanıyorum.

“AYDIN” ifadesi ve tanımının, zaman içinde değişime uğradığı ve ayrıca içinde bulunduğu kültüre göre de değişik anlamlar kazandığını, bu nedenle günümüzde bütün dünyanın üzerinde hemfikir olduğu bir “AYDIN” tanımı yapmanın zor olduğunu öncellikle belirtmek isterim. Zaten sizler de böyle olduğunu bildiğiniz için, benden “KÜRT AYDININ TANIMI” konusunda bir yazı kaleme almamın yerinde olacağını önerdiniz.

Haklıydınız! İçeriği “Kürt Aydınları”nın kısa özgeçmişini içeren bir kitabın girişinde böyle bir tanımın yer alması uygun olurdu. Ancak, bu takdiri ve çıkarımı okuyucularıma bırakmayı uygun bulmuştum. Çünkü geniş çaplı okumalarımdan şu anladım:

Her siyasi grubun, her şahsın hatta resmi ideolojinin kendine göre bir AYDIN tanımı vardı. Bu bakış açılarına müdahale etmek istemedim, çünkü kitabım içerik olarak sübjektif yaşanmışlıkları, objektif olarak okuyucuya aktarma görevini üstleniyordu; böylesi bir durumda şahsi görüş ve değerlendirmemi kitaba koymam, içerikle çelişki yaratmış olacaktı.

Şu ana kadar yapılmış, dikkate değer AYDIN tanımlarını şöyle sıralamak isterim:

Fransız düşünür ve yazar Jean-Paul Sartre’ra göre, “Aydınlar”, kendi dönemlerinin vicdanıdırlar. Moral ve etik sorumlulukları, sosyal-politik olayları izlemek ve vicdanlarını işin içine sokarak, uygun gördüklerini topluma özgürce aktarmaktır. Kısacası, “Aydın”, kendisini ilgilendirmeyen bir konuya el atan, onu gündeme getirendir.

Amerikalıların, “Aydın” tanımı farklıdır: Akademisyenle aydın aynı tanımda birleştirilir. Aydınların diğer görevi, devletin işlediği suçları haklı göstermek için sözde bilimsel argümanlar ileri sürmektir. Çünkü okulda üstün başarı gösterenler, kapitalist ekonomi içinde değersizleşebiliyor. Her ne kadar, ortalama vatandaştan daha iyi yaşam koşullarına sahip olsalar bile, okulda gösterdikleri başarının karşılığını piyasada bulamayan başarılı öğrenciler sisteme muhalefet olurlar; bu da Amerikalıların “Aydını” tanımını ortaya çıkarır.

Ekonomist Thomas Sowell başka bir tanım önerir. Ona göre, “Aydın” kimse, meta üreten değil bilgi üreten ve ayrıca ilgi alanlarının (mesleki) dışındaki konularda konuşmak isteyenlerdir. “Aydın” tanımına örnek olarak da İngiliz filozof Bertrand Russell’ı verir çünkü Russel, konusu olmadığı halde, Birinci Dünya Savaşından önce hükûmeti uyararak mantıklı bir silahlanma konusunda uyarmıştır.

Bir başka “Aydın” tanımı şöyledir: Eleştirel düşünen, araştırma ve toplumsal gerçekler üzerinde kafa yoran, bunun yanı sıra toplumsal değerler sistemine çözümler üreten kimsedir. “Aydın”, siyasetle ilgilenir, belli bir pozisyon alır, belli bir ideolojiye bağlanmaktan kaçınır, haksızlığa karşı mücadele eder.

Bazen de “Aydın” tanımı, üniversite karşıtı bir tutum takınmakla eşdeğer olarak düşünülür, akademik kariyerden bağımsız ele alınır.

Bazen de “Aydın” tanımı, “cesaret” le özdeş olarak değerlendirilir. Buna örnek olarak Emile Zola gösterilir. Emile Zola ve Anatole France birlikte, Yahudi aleyhtarı Dreyfus davasında, haksızlığa karşı cesurca öne çıkarlar. Zola, “Suçluyorum! J’accuse!” başlıklı bir yazıyı kaleme alır, bu haber gazetede manşetten verilir. Fransız hükûmetine karşı gelir. Cumhurbaşkanından sorunu çözmesini ister.

“Şafak” isimli Fransız gazetesinde Emile Zola manşetten yayımlanan ünlü “Suçluyorum…” yazısı

Frank Furedi isimli sosyolog, başka bir tanım önerir: “Aydınlar, yaptıkları işe göre tanımlanamazlar. Kendilerini nasıl gördükleri, bir olay karşısında nasıl bir tavır koydukları ve nasıl bir değerler sistemine bağlı kaldıklarıyla kendilerini belli ederler.”

Edward Saïd başka bir tanım yapar: “Gerçek ‘Aydın’, gönüllü olarak kendisini toplumdan uzaklaştıran, olaylara dışardan bakabilen, bu yüzden toplumun kıyısında duran kimsedir.”

Ralf Dahrendorf, başka bir “Aydın” tanımını dikkatimize sunar: “Aydınlar, apaçık olan her şeyden şüphelenen ve kimsenin sormaya cesaret edemediği soruları soran kimsedir.”

Değerli Hocam,

Gördüğünüz gibi “Aydın” tanımı farklı kültürel değerlere, ekollere, sosyologlara, filozoflara göre farklı anlamlara gelmektedir. Anlıyorum, bizim asıl sormamız gereken soru şu: “Kürt Aydının” temel özellikleri ne olmalıdır? Doğrusunu isterseniz, şu ana kadar Kürtlerin toplumsal ve tarihsel gerçekliğini dikkate alarak yapılmış olan bir KÜRT AYDINI tanımına rastlamadım. Yazılanların çoğu Avrupa ve dünyadaki “Aydın” tanımlarının aktarımı şeklinde olmuştur.

KÜRT AYDININ MATEMATİKSEL TANIMI

Değerli Hocam,

Matematik bilimiyle ne kadar ilgili olduğunuzu bilmiyorum. Sizi yormayacak bir açıklamada bulunmak istiyorum. Bütün cisimlerin bir ağırlık merkezi olduğunu duymuşsunuzdur. Örneğin dairesel olarak kesilmiş aynı kalınlıktaki bir demir/taş parçasının ağırlık merkezi tam ortasıdır. Yani merkeze bir ip bağlayıp yukarı kaldırdığımızda bu cisim yere paralel olarak kalacaktır.

Konuyu biraz daha derinleştirelim. Şu şekilleri dikkate alalım: Küp, silindir, koni, tabanı üçgen olan piramit, tabanı dikdörtgen olan piramit, tabanı kare olan piramit, tabanı altıgen/sekizgen vb olan piramitler… Bu üç boyutlu şekillere benzer devasa yapılar inşa ettiğimizi varsayalım. Acaba hangisi aradan geçen binlerce yıla rağmen ayakta kalmayı başaracaktır ve neden?

Bir zamanlar insanoğlu, Tanrıya ulaşmak için en yüksek binayı inşa etmeyi hedefine koymuştu. Babil kulesi aşağı yukarı silindirik bir yapıya sahipti. Depremlere, erozyona dayanamadı, yıkıldı; Rodos heykeli iki ayak üzerindeydi, depremde yıkıldı; İskenderiye Fenerinin birinci bölümü dikdörtgen prizmaydı, bunun üzerine silindir şeklinde ikinci bölüm eklenmişti. İskenderiye Feneri de depremlere dayanamadı yıkıldı. Yıkılmayan tek yapı piramitlerdi. Acaba bunun nedeni neydi?

Babil Kulesi (Silindirik)

İskenderiye Feneri (Taban dikdörtgen prizma üzeri silindir)

Bu sorunun cevabı ağırlık merkeziyle ilgilidir. Bir küpün ağırlık merkezi tam ortasındadır; bir silindirin ağırlık merkezi ortasındadır. Ayrıca görülmüştür ki tabanı üçgen, dik dörgen, kare, beşgen, altıgen vb olan en nihayet dairesel (koni) bütün yapılar içinde sadece tabanı kare olan piramitler depremlere ve erozyonlara binlerce yıl dayanabilmişlerdir. Bunun tek nedeni var: Tabanı kare olan bir piramitte ağırlık merkezi yere en yakın durumdadır. Bu durumda piramidin yıkılması zordur. Üç boyutlu bir cismin ağırlık merkezi yere ne kadar yakınsa o kadar dayanıklıdır.

Tabanı kare olan bir piramit

Değerli Hocam,

Tabanı kare olan piramidin en dayanıklı yapı olduğunu tarihsel süreçte bize kanıtlamış durumdadır.

Eş zamanlı olarak Maslow İhtiyaçlar Piramidini de ele almak istiyorum.

Maslow ihtiyaçlar piramidi

Maslow ihtiyaçlar piramidi

Ülkesi dört parçaya bölünmüş, Horasan, Kazakistan ve dünyanın diğer bölgelerine dağılmış bir halkın çocukları olarak “Aydın” tanımını yaparken bunu en sağlam yapı olan piramide benzeterek ele almalıyız. “Kürt Aydını” bir piramide benzemelidir ki depremlere, erozyonlara, savaşlara, asimilasyonlara, katliamlara dayanabilsin.

Soru şudur: Maslow İhtiyaçlar Piramidiyle karşılaştırarak ele alırsak “Kürt Aydını Piramidi” aşağıdan yukarıya doğru hangi katmanları içinde barındırmalıdır?

MASLOW İHTİYAÇLAR PİRAMİDİ

Ortalama okuyucum bu kavramı duymamış olabilir. Maslow İhtiyaçlar Piramidi şunu önermektedir: Yaşam mücadelesi veren insanoğlu için en önemlisi fizyolojik (yeme-içme, barınma) ihtiyaçlarıdır. Bunu güvenceye aldıktan sonra insanoğlu ikinci katmana yani güvenlik ihtiyacına yönelir. Yiyecek ve güvenlik ihtiyacı güvenceye alındıktan sonra, bu kez bir yere ait olma veya sevgi ihtiyacı ortaya çıkar. Ancak bu üç katman gerçekleştikten sonra diğer ihtiyaçlar ve en nitekim kendini gerçekleştirme mümkün olabilir.

Kürt Aydını Piramidi tanımı, Maslow İhtiyaçlar Piramidine benzer:

BİRİNCİ KATMAN (En alttaki katman): “Kürt Aydını”ın en alttaki katmanı toprağına olan sevgisi ve manevi değerlerine olan bağlılığıdır. Buradaki önemli soru şudur: “Kürt aydını” için “Manevi Değerler ” nelerdir?

a. Aşiret veya geniş aile ağının geçmişini ve değerlerini anlama, saygı duyma; aşiretini veya geniş aile ağını koruma; “aşiret” sosyal gerçekliğini bir “ayıp” olarak değil, Kürt toplumunun var oluş aşamalarından veya biçimlerinden birisi olarak görmeli; “aşiret kimliğini” geri kalmışlık ve ilkellikle özdeş tutup yok saymamalıdır. Kürt Aydının görevi eğer varsa, bağlı olduğu aşireti veya büyük aileyi, çağın gereklerine uygun bir Sivil Toplum gücüne dönüştürmektir. Bugünkü İnternet haberciliği, aşiret üyeleri arasında anlamlı ve dayanışma ruhu yüksek bir manevi değer yaratma gücüne sahiptir. Bunu başaran aşiretlerin olduğunu görmek sevindiricidir.

b. Aşiret veya geniş aile ağının yaşadığı dram, acı, isyan ve trajedileri anlama ve içselleştirme; aşiret veya aile tarihine merak duyma ve yaşananların bilincinde olma;

c. Yaşlılara ve büyüklere saygıyı gösterme, onları onurlandırma; (bu saygının yok olduğunu görmek beni üzmektedir. Kürt toplumunun gizli anayasası, yaşlılara saygıda ve toplumsal değerlere bağlılıkta saklıdır.)

d. Doğduğu yerin toprağını, taşını, dağını, hayvanını, suyunu, doğasını, sevme ve bunlara karşı sorumluluk duygusuyla bağlanma;

(NOT: Kürdistan’ın tamamında aynı dil konuşulmadığından ayrıca aynı din ve mezhebe bağlılık olmadığından ne dini ne de dili bu katmanda ortak payda olarak ele alabiliriz.)

İKİNCİ KATMAN: Bu katman yukarıda sayılan değerlere, derin bir sevgiyle içten ve koşulsuz bağlılık ve sorumluluk taşımak anlamına gelir. Sevgi ve sahiplenme duygusunu ön plana çıkararak birinci katmanı kucaklamak ve bunun heyecanını yaşamaktır. Eğer içinde büyüdüğümüz toplumsal gerçekliği, “ideolojik safsata” ile değersizleştirirsek aslında kendimizi de yok saymış olacağız.

Birinci veya ikinci katmandaki bir Kürt Aydının, Kürt Dilini mükemmel şekilde konuşup konuşmamasının bir değeri yoktur. Pekala, herhangi bir dili (Türkçe, Farsça, Arapça, Rusça vb) konuşarak büyüyebilir ve ilk iki katmana bağlı kalmak koşuluyla bir Kürt olma bilincini yüreğinde ve zihninde taşıyabilir.

Bir örnek vermek isterim: Mümtaz Kotan, Orhan Kotan kardeşler, Ümit Fırat, Kürtçe konuşamazlar ancak her üçü de birinci ve ikinci katmandaki sorumluluklarını mükemmel şekilde yerlerine getirdikleri için, Kürtçe bilmeyen Kürt Aydınları olarak saygıyı hak etmişlerdir.

ÜÇÜNCÜ KATMAN: Kürt Aydını cesur, korkusuz, saygılı ve vefalı olmalıdır. Kürtçeyi mükemmel konuşan ama korkak, arkadaşlarına ihanet etmekte hüner sahibi, kıskançlık hamuruyla yoğrulmuş birisini “Kürt Aydını” olarak tanımlamamız mümkün değildir. Kürdistan coğrafyası “Korkaklık ve ihanete” tahammül edemiyor. Bu yaklaşımdan çabuk etkileniyor ve içine kapanıyor. Ayrıca Kürt Aydını, Avrupa ve Amerika’dakiler gibi bireysel çıkarı için değil, içinde yaşadığı toplumu tehlikelerden korumak ve riske atmamak sorumluluğunu da taşımakla görevlidir. Maceradan uzak olmalı, kendi siyasi “kariyerist” tutkuları için toplumu maniple etmemelidir. Duygusallığı değil sağduyuyu esas almalıdır. Duygusallık, kalbin ve zihnin körleşmesi yani köleliktir. Sağduyu, kendine özgü bir dünya görüşü geliştirme ve özgüven sahibi olmadır.

DÖRDÜNCÜ KATMAN: Bilgiye ulaşma, bu uğurda çaba gösterme ve bu bilgiyi birinci katmanda gönülden bağlı olduğu aşireti veya geniş ailesi ağı lehine kullanma isteğidir. Kürt Aydının, Avrupalı aydınlar gibi bireysel, kendi toplumdan uzak bir yaşam sürdürmesi var oluş gerçekliğine aykırıdır.

Bir Kürt genci hayal ediniz: Doğduğu ailede Kürtçe konuşulmuyor ama Kürt olduğunu biliyor. Birinci ve ikinci katmandaki değerlere bağlı kalıyor. İyi bir eğitimden sonra, halkına dönüp iş adamı, doktor veya avukat olarak gönülden hizmet veriyor. Bu Kürt genci mi, yoksa birinci ve ikinci katmanları önemsemeyen ama Kürtçeyi mükemmel konuşan ve yazan bir Kürd’ün mü Kürt toplumuna yararı olacaktır diye sorarsanız hiç şüphesiz ben birincisinin daha önemli olduğunu savunacağım.

BEŞİNCİ KATMAN: Kürt ulusu içinde yüzyıllardır var olan dil, mezhep, din ve diğer kültürel farklılıkların bilincinde olmak ve bu farklılıklara saygı göstermektir. Bir çok Kürt, örneğin Kurmançça, Zazaca, Soranca, Lurca vb dilleri bir lehçe olarak görürler. Neyin lehçesi yani hangi dilin lehçeleridir, diye sorduğumuzda cevap alamıyoruz. Yukarıdaki dillerin her biri BAĞIMSIZ BİR DİL’dir. Aralarında morfolojik, gramer ve kelime olarak önemli farklılıklar vardır. Sadece gelişigüzel seçtiğim iki dilin karşılaştırmasını yapmak istiyorum:

Kurmançça                                            Soranca

Ergatif yapı var                                      Ergatif yapı yok

İki şahıs zamiri var                                Tek şahıs zamiri var

İsimlerde Eril /Dişil ayrımı                  Böyle bir ayrım yok (Nötr)

Çok fazla detaya girmeden bu iki dilin bir zamanlar aynı kökten (Avesta) gelseler bile bugün artık geriye dönülmez bir şekilde farklılaştığı bir gerçektir. Keyfimize göre ergatif yapıyı kaldıramayız. Keyfimize göre iki şahıs zamirini tek şahıs zamirine indirgeyemez veya eril/dişil vasıflarını yok sayamayız. Bu çabalar Bağımsız Kürt Dillerine ihanettir. Kendisini “Aydın” olarak tanımlayan birçok Kürt, “Emperyalistler zaten bizi parçalamış; bir de kendi kendimizi parçalamayalım,” şeklinde anlamsız bir reflesk göstermektedirler. Kendi dilinin Bağımsız Bir Dil değil de sıradan bir “lehçe” olduğunu düşünen bir kimse o dili hakkıyla öğrenemez.

Bir Kürt aydını eğer bu dilleri “Lehçe” olarak görüyorsa kendisini geliştiremez veya benim ölçülerime göre bir “Aydın” değildir. Unutmayalım, Lehçe ile devlet kurulamaz. Bugün Irak Kürdistan bölgesinde Soranca ve Kurmançça birlikte varlar. Eğer bunlar lehçe olsalardı o zaman “Kürtçe” diye üst bir dil olmalıydı ki bunun da olmadığını biliyoruz.

Kısacası, bir Kürt Aydını; Kurmançça, Soranca, Zazacayı “lehçe” olarak değil, “Bağımsız Kürt Dilleri” olarak görmelidir. Birisi mükemmel şekilde Kurmançça diğeri de mükemmel şekilde Zazaca konuşan iki bireyi hayal edelim. Her biri, asıl “Kürtçe”nin kendi dili olduğuna inanır ve birbirleriyle çatışırlar. Kürt Bağımsız Dilleri de bu çatışmalar yüzünden gelişemedi ve adım atamadı. Bu çatışmalara neden olan eğitimlileri (!) maalesef “Kürt Aydını” sınıflandırmasına koymamız mümkün değildir.

Kurmançça, Zazaca ve diğer Kürt dillerini emperyalistler yaratmadı. Binlerce yıllık süreç içinde gelişerek bugüne vardılar. Hatta 16 yüzyıl şairi Ahmed Xani,  şiirlerinde “Kurmanc” kelimesini kullanır.

Kurmanc ne pir di bê kemal in

Emma di yetîm û bê mecal in

(….)

Ne ji bo sahîb rewacan
Belki ji bo biçûkê kurmancan.

Bu durum mezhep ve dinler için de geçerlidir. Bir Kürt aydını, Kürdistan coğrafyasındaki tüm etnik ve dinsel yapılara saygılı olmayı bir yaşam tarzı olarak benimsemelidir. Êzidi Kürtler, Musevi Kürtler, Müslüman Kürtler (Sünni/Alevi/Şii)…

ALTINCI KATMAN: Yukarıda sıralamış olduğum katmanlardaki koşulları sırasıyla yerine getiren bir Kürt, kendi Bağımsız Dilini öğrenmek, bu dilde yazmak ve konuşmak sorumluluğunu taşımalı, bu iş için yalnız başına da olsa emek vermeli, gücü yettiğince tarihi belgelere sahip çıkmalıdır. Eğer bu yapılırsa kişi, kendisini gerçekleştirmiş olacaktır. İşte gerçek KÜRT AYDINI, bu altı katmanı sırayla, katmanları atlamadan, sonuna kadar devam ettiren kimsedir. Bütün bu süreçleri devam ettirirken “pragmatist” yani sonuç almaya odaklı olmalıdır. Anlamsız “ideolojik” tanımlamalardan uzak kalmalı, kendi gerçekliğini doğal olarak yaşamalıdır.

Biliyoruz, uzun yıllar Kürt Partileri, belediyeleri yönettiler. Hiç bir belediye, bulunduğu bölgenin özelliklerine (Kurmançça / Zazaca) uydun dilde kurslar açmadı, kitap bastırıp dağıtmadı. Bütün bu gerçeklikler el alınarak “Kürt Aydını” tanımlaması yapılmalıdır.

BUGÜNKÜ DURUM NASIL?

Bugün, bu piramit tepetaklak edilmiş durumdadır. Sözde Kürt aydınları arasında Kürtçeyi (Kurmançça, Zazaca, Soranca vb) en iyi konuşma veya yazma konusunda bir rekabet oluşmuş durumdadır. Diğer katmanlar göz ardı edilerek bu şekilde varılan dil zenginliğinin bir değeri yoktur. Sunidir. Doğal değildir. Her an tepetaklak olamaya, birbiriyle çatışmaya ve hatta yok olmaya hazırdırlar.

“Kürt Aydını” tanımı için şuna benzer bir anlayış hakimdir: “Eğer Kürtçe konuşamıyorsan, Kürtçe kitap okuyamıyorsan, Kürtçe yazamıyorsan, kusura bakma seni bir ‘Kürt Aydını’ olarak görmüyoruz.”  Halbuki SİYASİ STATÜSÜ olmayan Kürtler için, Birinci ve İkinci Katmanlar, “Gizli veya adı konmamış bir devlet” disiplinini ima eder, bu yüzden “Kürt Aydını” olmanın  en önemli koşulu olarak da bu katmanların sahiplenilmesi, küçük görülmemesi zorunluluğudur. Örneğin bir ulus devletine sahip aydınlarda (Fransız, Alman vb), birinci ve ikinci katmana bağlı kalma zorunluluğu yoktur.

Günümüzde ideolojik bir slogan ağızlardan düşmemektedir: “Dil, her şeydir. Dil, kimliğimizdir.” Bu elbette önemli bir ifadedir ama diğer katmanları göz ardı ederek, bir saplantı şeklinde, “Zimanê me hebûna meye / Zimanê me nasname meye” tekerlemesi maalesef bir “Kürt Aydını” tanımını içinde barındırmıyor. Bu Jakoben bir yaklaşımdır. Piramidi yukarıdan aşağıya doğru oluşturmak anlamına gelir ki “toplum mühendisliğinin” başka bir tanımıdır. Şu anda Kürt okumuşları arasında böyle bir moda ortaya çıkmıştır ama bu modadan “Kürt Aydını” çıkmaz.

Buna benzer bir moda da “Çocuklarınıza Kürtçe isim verin,” denilerek başlatılmıştı. Dilan, Şilan, Rojhılat, Rabun gibi Kürtçe isim alan çocuklar, okullarda ve işyerlerinde isimlerini utanarak kullanıyorlar, eğer şanslı iseler, kendilerine verilen ikinci ismi kullanmayı tercih ediyorlar. Acaba böyle bir seferberlik başlatanları “Kürt Aydını” sınıflamasına dahil edecek miyiz? Böyle bir yaklaşımla, Kürt kimliği bir kazanım elde etti mi? Ben bunları, “Kürt Aydınlarının çocukluk hastalığı” şeklinde değerlendiriyorum. Gerçek “Kürt Aydını” profili, isim değiştirmelerle değil, Şeyh Ubeydullah’tan beri devam ede gelen Kürdistan mücadelesinin manevi mirası üzerinde yükselmelidir.

Şöyle bir örneği de ele alabiliriz: Mükemmel Kurmançça veya Zazaca konuşan ama Fransa’da yaşayan birisini hayal edelim. Eğer bu kişi, “Kürt Aydın” tanımını zorunlu kılan altı katmanı bir tarafa bırakıp, Jean Paul Sartre’in “Vicdan” kuralını esas alarak yaşarsa, yine “Kürt Aydını” olmaz. “Fransız Aydını” kategorisine girer. “Kürt Aydını” olmanın kendisine özgü tarihsel koşulları ve zorunlulukları vardır.

Bu aşamada okuyucularım şunu sormak isteyebilirler: “Bize ideal bir Kürt Aydını örneği verebilir misiniz?” Elbette! Qazi Muhammed ve Molla Mustafa Barzani, verilebilecek en güzel iki örnektirler. Her ikisi de birinci katmandan altıncı katmana kadar olan bütün gereklilikleri mükemmel şekilde yerine getirmişlerdir.

Bildiğiniz gibi hem Qazi Muhammed hem de Molla Mustafa Barzani, medrese kökenlidirler. Eğitimlerini Avrupa’da veya Amerika’da yapmadılar. Bildikleri yabancı dil kendi coğrafyalarındaki halkların diliydi. 19’ncu ve 20’nci yüzyılda iki kez Kürt Bağımsız Devleti veya Otonomisi söz konusu olmuştur. Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin lideri Qazi Muhammed, Genel Kurmay Başkanı da Molla Mustafa Barzani idi. Eğer kendisi idama gitmese, Şah’ın ordusunun halkına zarar vereceğini bilen Qazi Muhammed, kaçma fırsatı olduğu halde bunu reddetmiş, yalvarmadan, cesurane bir tavırla ipe yürümüştür. Ona bu cesareti ve halkına bağlılığı veren, yukarıda sözünü ettiğim birinci ve ikinci katmandaki manevi değerlerdi. Keza, Molla Mustafa Barzani, Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin yıkılmasından sonra Irak Kürdistanı’na döndüğünde bu kez merkezi Arap hükûmetinin kendisini yakalamak için halkına zarar vereceğini öngörür, uzun yürüyüşe çıkar, Sovyetler Birliğine sığınır. Kendi hayatını kurtarmak için değil, kendi halkına zarar gelmesin diye bunu yapmıştır.  Molla Mustaf Barzani, kısa süreli olsa da Irak’ta Otonomi haklarını elde etmiş, bunu merkeze hükûmete kabul ettirmişti. Bizim bugünükü “Kürt Aydını” tiplemesine uygun kimselerin, “Gerici, fedoal” diye yaftalayacakları bu iki büyük değer, Kürt halkının en büyük kazanımlarının sahibidirler. Konuşmaları, davranışları ve nasihetleriyle Kürt Aydını olmanın gereklerini fazlasıyla yerine getirmişlerdir.  (Burada dikkatinizi bir noktaya çekmek isterim: Gerçek Kürt aydınları, medrese kökenlidirler. Bunun üzerinde düşünmenizi isterim.)

İKİNCİ BÖLÜM

Değerli Hocam,

“Kürt” kelimesi yerine “Kürd” kelimesinin kullanılması gerektiğini ima ediyor, bunun için Prof. Dr Aziz Yağan’ın kaleme aldığı, “Kürdce, KürD Hareketi ve KürT Aydınları” isimli makaleyi okumamda yarar olduğunu belirtiyorsunuz.

Söz konusu makaleyi birkaç kez dikkatlice okudum: Aziz Hoca’nın argümanlarını güçlü ve mantıklı bulmadım. Hatta biraz daha cesaretle şunu ifade edebilirim ki, bu yaklaşım kendi içinde bir “aşağılık kompleksi” tezini taşıyor.

Değerli Hocam,

Bildiğiniz gibi dillerin ismi, her dile göre değişir. Örneğin:

Kürtçe                   Türkçe                     İngilizce                         Fransızca

Tirkî                       Türkçe                               Turkish                           Turc

Kurmancî              Kurmançça                      Kurmanji                   Kurmandji

İngilizî                    İngilizce                            English                           Anglais

Yukarıdaki örnekleri çoğaltmak elbette mümkün. Her dilin kendine göre kuralları var. Örneğin varsayalım Türkçede, “Kürt” demek istiyorum. Elbette, “Kürt” olarak yazılacaktır. Türkçe ses uyumu bunu zorunlu kılar. Örneğin, “Kürt’ün evi” demek istediğimizde “Bunun Kürd’ün evi” olarak yazılmasını da Türkçe ses uyumu şart koşar. Yani Türkçe ses uyumu, gerektiğinde, “T” harfini “D” harfine dönüştürmemizi ister. Aziz Hoca’nın önerisi, sürekli olarak “Kürt” kelimesi yerine “Kürd” kelimesini yazmak şeklindedir. O zaman şu soruyu sormak isterim: “Kürtlerin geleceği” ifadesini Aziz Hoca’nın imla kurallarına uygun olarak ele alırsak, “Kürdlerin geleceği” şeklinde yazmamız gerekir ki bu da Türkçe ses uyumuna uygun değildir.

Değerli Hocam,

Aziz Hoca’nın önerisi kendi içinde kendi diline karşı özgüvensizlik duygusu ve “aşağılık kompleksi” içermektedir. Kabul edilemez. Kürtçe ve Türkçe fonetik kurallarını karıştırarak yeni bir kural yaratamayız

Saygılarımla