Geçenlerde Iğdır gazetelerinin birisinde okudum. Eski Iğdır Cezaevi kapatılmış, 100 mahkûm Havalimanı yolu üzerindeki yeni cezaevine nakledilmişti. Elbette hepsine geçmiş olsun diyor en kısa sürede sevdiklerine kavuşmalarını temenni ediyorum.
Bu haberi okuyunca gözlerim hafiften sulandı. Yok, hayır, ben o cezaevine hiç tıkılmadım. Öyle bir anıdan dolayı boğazım düğümlenmemişti. Nedeni başkaydı. 1970’li yılların sonuna doğru devletin bünyesinde oluşturulan, sivil ve askerlerden oluşan özel bir grup ne yapıp edip babam Merhum Mecit Hun’u cezaevine attırmak için aralıksız komplolar kuruyorlardı. Bir komplodan dolayı bir keresinde kardeşim Hacı Ahmet Hun yakalandı, Erzurum cezaevine gönderildi.
Cebrail Üsteğmen isimli askeri bir görevli güvenini kazandığı bir askere özel bir görev verir. Cebrail Üsteğmen komutasında jandarmalar evimize ani bir baskın yapar, evin altını üstüne getirirler. O bahsettiğim özel görevli jandarma da elindeki torbayı Iğdır’da her evde olduğu gibi bahçemizin bir köşesindeki ocağın üzerinde artık yıllardır dumandan siyahlaşmış çardağın altındaki odun kirişlerden birisinin arasına sıkıştırır. Yaz ayıydı. Annem ve ben sürekli Çimen dediğimiz Karakuyu köyü kırsalındaki tek odalı yıkık dökük evde kalıyorduk. Ot biçme zamanıydı. Babam o gün akşama doğru Diyadinli çok sevdiği bir arkadaşının ölüm döşeğinde olduğu haberini aldığı için kimseye haber vermeden Erzuruma’a doğru yola çıkar. Cebrail Üsteğmen babamın evde olduğunu sanmaktadır. Halbuki evde Ahmet yalnızdır. O da her akşam traktörle Iğdır’a geliyor, evin ihtiyaçlarını alıp sabah erkenden Çimen’e geri dönüyordu.
Ahmet’in anlatımına göre, kapı çalınır. Jandarmalar içeri dolar. Bir asker “Ne istiyorsunuz?” diye soran Hacı Ahmet’i darp eder ve iteler. Ağızlarında sürekli, “Mecit Hun nerede? Mecit Hun nerede?” sorusu vardır. Ahmet de babamın muhtemelen geç saatlerde eve geleceğini söyler. Jandarmalar evin altını üstüne getirirler. O anda bir asker dışarıdan bağırır: “Komutanım aradığımız torbayı buldum!” Saf ve cahil bir asker olduğu belli! İnsan hiç o şekilde bağırarak kendisini ele verir mi! Çardağın arasına kendi elleriyle sıkıştırılmış torbayı, Cebrail Üsteğmen balkonda özenle açar: İçi tabanca, mermi, dinamit lokumu ve el bombasıyla doludur. Güya bu torba bize aitti ve biz de annemin ateş yakıp su kaynattığı ocak ateşinin üzerinde bir yere bu torbayı saklamıştık! Cebrail Üsteğmen’e verilen asıl görev Mecit Hun’u bu cephanelikle birlikte getirmekti.
Nafile! Mecit Hun, o sırada elinde can veren Diyadinli arkadaşının yanında Erzurum Numune Hastanesindedir. Ahmet yakalanır. Hakkında dava açılır. Tutuklanır. Erzurum Cezaevine gönderilir.Bir başka olay daha anlatmak istiyorum: CHP’nin 11 milletvekili transfer ederek iktidarda olduğu günlerdir.
Jandarmalar yine evimizi basar.(Dikkat: O yıllarda Sıkıyönetim olduğu için polis karışmaz) Kardeşim Atila daha 13-14 yaşlarındayken mahalleli gençlere özenip “sustalı bıçak” diye bilinen, üzerindeki düğmeye basınca özel bir mekanizmayla parmak uzunluğunda bir kamayı fırlatan bir bıçak satın almış, nasıl olmuşsa artık MTA’da Mühendis olarak çalışan Atila’nın bu çocukluk bıçağı annemin çeyiz sandığının dibinde kendisine yer bulmuştu. Babam da evdeydi. Ben de oradaydım. Jandarmalardan birisi hakaret ederek babamı iteledi, küfürler etti. Babam benim için bir ilahtı. Mutfağa gidip ekmek bıçağını aldım. Amacım o askere arkadan vurmaktı. Süheyla niyetimi fark edip bıçağı elimden kaptığı gibi mutfaktaki yerine koydu. Jandarmanın birisi yüksek sesle bağırdı: “Komutanım sustalı bıçak buldum!” Bütün jandarmalar komutanın etrafını aldılar. Bıçağın düğmesine basıp fırlayan kamaya baktılar. Hoşlarına gitmişti. Bıçağı kapatıp tekrar düğmesine basıyor, tekrar açıyor, tekrar kapatıyor…
Komutan çok sevinçliydi. Babama seslendi: “Hemen bizimle geliyorsun!.” Annem umulmadık bir şekilde ileri atıldı: “O bıçak benim çeyiz sandığımdan çıktı. O bıçak bana ait. Beni götürmeniz gerekir.” Komutanın planı suya düşmüştü. Annemi üzerindeki göçmen donunu değiştirmesine bile fırsat vermeden alıp götürdüler. Annem bir gece Jandarma Karakolunda alıkonuldu. Ertesi gün tutuklayıp bugün artık terk edilmiş olan cezaevine koydular. Annem 3 ay o cezaevinde hapis yattı. Kocası için kendini öne atan ve babamın cezaevine götürülmesine engel olan annemi rahmetle anıyorum.
Sevgili anacığım, 3 ay hapis yattığın cezaevi yerine bir park yapmayı düşünüyorlarmış. O parka gidip hep seni hatırlayacağım. Keşke parka senin adını verselerdi? Sana yapılan haksızlığın kısmen de olsa bedelini ödemiş olurlardı.