BUFALO ASKERLERİ VE TÜRKİYE CUMHURİYETİ
Değerli okuyucular!
Bugün önce dünya tarihinin iki farklı sayfasından dönüm noktası sayılacak önemli bilgileri dikkatinize sunacağım. Yazımın sonuna doğru bu bilgileri birlikte ele alıp Türkiye Cumhuriyeti tarihine uygulayacağım. Umarım yazı ilginizi çekecektir.
KIZILDERİLİLER
Yazımı anlaşılır kılmak için adım adım gitmek istiyorum. Sizlere önce bufalo olarak bilinen Amerikan bizonunu tanıtmak isterim. Kuzey Amerika’nın en büyük kara memelisidir. Dünyanın en vahşi büyükbaş hayvanlarından birisidir. Geçmişte Amerika’nın gerçek halkı olan Kızılderililerin ana besin kaynağıydı.
Amerika’nın kadim halkı olan Kızılderililer için bufalo kutsal bir hayvandı. Binlerce yıl dini bir sembol olarak görüldü. Bufalo, eti için avlandığı gibi, derisinden “tipi” dediğimiz çadır dikiliyor, ayrıca boynuzlarından silah, kalkan ve çeşitli aletler yapılıyordu.
Bufalo güçlü bir hayvandı. 2 metre kadar zıplayabilir ve saatte 65 km hızla koşabilir. 550 kiloya varan ağırlıklarıyla önlerine çıkan bütün engelleri yerle bir etme gücüne sahipler.
AMERİKA’DA KÖLELİK
Değerli okuyucular!
Unutmayalım ki bugünkü Amerika’nın doğuşu ve ortaya çıkışı ticari nedenle olmuştur. İngiltere’nin sömürgesi olan Batı Amerika topraklarında İngiltere önce çay yetiştirmek istemiş bunun için plantasyon adı verilen dev çiftlikler kurulmuştur. Daha sonra ürün çeşitliliğine gidilmiş özellikle Amerika’nın güneydoğu bölgesinde çayın yanı sıra pamuk, tütün ve şeker kamışı plantasyonları da açılmıştır. Sorun bu dev çiftliklerde çalışacak insan gücünü bulmaktı. Gereken iş gücü Afrika’dan kaçırılıp getirilen siyahi kökenlilerden oluşan kölelerden sağlanmaya başlandı.
Amerika Birleşik Devletleri’nde kölelik, 1776’da Amerikan ulusunun doğuşundan 1865 yılındaki iç savaşa kadar, çoğunlukla Afrikalı ve Afro-Amerikalılardan oluşan taşınır mal statüsünde yasal bir kurumdu. Kölelik, erken sömürge günlerinden beri İngiliz Amerika’sında uygulanmaktaydı ve 1776’da Bağımsızlık Bildirgesi zamanında on üç kolonide yasaldı. Köleleştirilmiş bir kişi yasal olarak bir tür maldı ve diğer kişisel mallar gibi satın alınabilir, satılabilir veya devredilebilirdi. Bir at gibi, yetenekli köleleştirilmiş bir insan çalıştırılabilir ve yeni köleleştirilmiş insanların üretimi için yetiştirilebilirdi. Kölelik, 1865’e kadar eyaletlerin yaklaşık yarısında sürdü.
AMERİKAN İÇ SAVAŞI VE KÖLELİĞİN KALDIRILMASI
Amerikan İç Savaşı (1861-1865), Amerika Birleşik Devletleri’nin Washington’daki yönetimi ile bu ülkeden ayrılmak isteyen 11 Güney Eyaleti arasında çıkmış geniş kapsamlı bir iç savaştır. Dört yıl sürmüştür.
Savaşın nedenini şöyle özetleyebiliriz: 19. yüzyılın ortalarında Amerika Birleşik Devletleri’nin güneydoğu bölgelerinde büyük çiftliklerin ağırlıkta olduğu ve tarıma dayanan bir ekonomi yerleştiğini belirtmiştim. Bu çiftliklerde özellikle pamuk, tütün ve şeker kamışı yetiştirilmekte ve gereken iş gücü Afrika’dan kaçırılıp getirilen siyahi kökenlilerden oluşan kölelerden sağlanmaktaydı. ABD’nin diğer bölgelerinde ekonomi sanayiye yönelmiş ve bunun gerektirdiği serbest iş gücü için kölelik ortadan kaldırılmıştı. ABD’nin batı kesiminde hala yeni eyaletler kurulmaya devam ediyor ve bu yeni eyaletlerin çoğunda kölelik yasaklanıyordu. Bu ortamda güney eyaletleri köleliğin eninde sonunda güneyde de yasaklanacağından endişelenmekteydiler. Bu da güneyin köleliğe dayanan üretim tarzını kökünden tehdit ediyordu. Abraham Lincoln köleliği kaldırmaya söz vererek seçime katıldı ve seçimi kazanınca güneyli 7 eyalet yeni başkanın köleliği kaldıracağına kesin gözle bakarak hemen ABD’den bağımsızlığını ilan ettiler. Bunun üzerine iç savaş başladı. Savaşın sonunda kölelik kaldırıldı ancak bu zaferden beş gün sonra Lincoln bir suikast sonucu öldürüldü.
Savaşın bitiminde güneydeki bütün kölelere özgürlük hakları verildi. Kısa bir süre sonra da köleler oy kullanma hakkını kazandılar. ABD’nin güneyinde köleliğe dayanan tarım ekonomisi sona erdi. Amerika Birleşik Devletleri bölünme tehlikesinin üstesinden gelerek tekrar tek bir ülke olarak birleşmiş oldu. Savaşın sonunda güneydeki siyahilere birçok hak verildiyse de, bunlar kısa süre içinde güneyli beyazlar tarafından geri alındı. Ayrıca savaştan önce ABD’nin güney ve kuzey tarafları eşit zenginlikteyken, savaştan sonra güney ekonomik yıkıma uğradı ve kuzey öne geçti.
BUFALO ASKERLERİ
Kölelik kaldırılınca siyahiler, vatandaş muamelesi görmeye başladılar. Beyaz yöneticiler, özgür siyahilerden oluşan ordular kurdular. Amaçları siyahi orduları kullanarak Amerika’yı Kızılderililerden yani Amerika’nın asıl sahiplerinden temizlemekti. İşte bu amaçla kurulan ve sadece eski siyahi kölelerden oluşan ordulara “Bufalo askerleri” lakabı takıldı.1867-1896 yılları arasında ABD’nin Batı’sında Kızılderililere karşı savaştılar. Yasa gereği beyaz bir Amerikalı subay tarafından komuta edilen ve süvari birliklerinden oluşan bu siyahi askerlere “Bufalo Askerleri” lakabı Kızılderililer tarafından verilmiştir. Bunun nedeni siyahilerin kıvırcık ve siyah saçlarının tıpkı bir bufalonun koyu renkli ve kıvırcık yelesine benzemesiydi. Bu süreçte özgür siyahiler, “Kraldan çok kralcı” bir tutum takınarak Beyazlardan daha acımasız şekilde Kızılderilileri katlettiler.
Bu katliamlardan birisine tanıklık eden Beyaz komutan o akşam defterine şöyle bir not düşer: “Biz beyazlar insaflıydık. Bir Kızılderiliyi bir kez öldürüyorduk ama Bufalo Askerleri bir Kızılderiliyi dört-beş kez öldürüyorlar. İlk kurşunda ölmüş bir Kızılderili cesedine yeniden kurşun sıkmanın hatta bununla yetinmeyip kafalarını kesmelerine bir anlam vermek çok zor. Bu vahşete şahit olmak içimi ürpertiyor.” Evet, Afrika’dan köle olarak getirilen siyahiler özgürlüklerine kavuşunca Beyazlardan daha acımasızca Kızılderili katliamı yaparak ABD’nin kurucu gücü olmaya çalışmışlardır. 1898 yılında ABD’nin toplam asker sayısı 25 000 idi. Bunun % 10’nu (yani 2500) Siyahi askerlerdi. “Asıl Amerika’nın kurucuları bizleriz çünkü Amerika için biz savaştık ve biz öldük,” denilmesin diye Siyahi askerlerin Birinci Dünya Savaşına katılmaları engellenmiştir.
Burada bir not düşmem gerekir: Amerika’da zorunlu askerlik yerine gönüllü askerlik esastır ama her zaman muvazzaf askeri bir kadro (hayatları boyunca asker) vardır. Savaş durumunda gönüllüler orduya alınır eğer hala istenen sayıya ulaşılmamışsa yaş esas alınarak zorunlu askerlik kuralı devreye sokulur. Örneğin 1898 yılında muvazzaf asker sayısı 25 000 iken yine aynı yıl çıkan ABD-İspanya savaşı nedeniyle gönüllerin katılmasıyla bu sayı 75 000’e çıkmıştır.
KIZILDERİLİ/ BEYAZ AMERİKALI / SİYAHİ KÖLE/ ÖZGÜR SİYAHİ
Kızılderililer Amerika’nın gerçek sahipleridir. Bir anlamda kıtanın kadim halkıdır. Beyazlar (İngilizler) sonradan geliyor. Beyazlar, sonraki yıllar siyahileri Afrika’dan getirip köle yapıyorlar. 1865 yılında köleler özgürleştirilip, siyahi ordu (Bufalo Askerleri) kuruluyor. Afrika’dan gelen Siyahiler, Beyazların lehine olacak şekilde Amerika’nın gerçek sahibi Kızılderililere karşı savaşırlar ve neredeyse tamamını yok ederler. İlginç bir durum değil mi? Bu sayede Siyahiler, bir yandan Beyazların onları özgürleştirmesine olan vefa borçlarını öderken diğer yandan Kızılderililerden boşalan topraklara yerleşerek yeni bir hayat başlatmışlardır. Ortak düşman Kızılderililer olduğu için ilk başlarda Beyazlar ve Özgür Siyahiler arasında işbirliği doğmuş ancak artık öldürecek Kızılderili kalmayınca Beyazlar, Siyahilere karşı olan tavırlarını değiştirip köleliğin başka bir formu olan “İkinci Vatandaş” muamelesi göstererek ayrımcılık yapmış, siyahilerin okula gitmesi vb önüne engeller konmuş, beyazlarla aynı lokantada veya mekanda bulunması yasalarla değil ama “de facto” yani fiilen kendiliğinden yasak haline gelmiştir. Siyahilere uygulanan bu ayrımcılığın ortadan kalkması için 1964 yılında Nobel Barış Ödülü kazanan Siyahi Papaz Martin Luther King’in ünlü “Bir hayalim var” başlıklı konuşmasını yapmasına kadar beklenmesi gerekmiştir. Bugün Siyahiler ve Beyazlar her yerde birlikte elele vermektedirler.
Ülkenin gerçek sahipleri Kızılderililer “Rezervasyon” adı verilen toprak parçalarına hapsedilmiş durumdadırlar. Abartısız bir şey eklemek istiyorum: Bugün Amerika’daki Siyahiler, Amerikan’ın tarihine ve gerçek değerlerine, yani vatan, bayrak, milli marş vb. Beyazlardan daha fazla sahip çıkmaktadırlar. Siyahiler toplam nüfusun (330 milyon) %14’nü oluşturmalarına rağmen pozitif ayrımcılık nedeniyle bugün kendilerini Beyazlardan daha güçlü ve öz güven dolu hissetmektedirler. Bir Beyaz haksız yere öldürülürse kimsenin kılı kıpırdamaz veya dünya haberlerine yansımaz ama sabıkalı bir Siyahi bile öldürüldüğünde Amerika’da yer yerinden oynamaktadır. Bugün de facto (fiilen) olarak Siyahiler birinci vatandaş, Beyazlar ikinci vatandaş, rezervasyonlarda yaşayan 5 milyon Kızılderili (% 1.6) de üçüncü vatandaş konumundadırlar.
OSMANLI DEVLETİNİN KURULUŞ FELSEFESİ
Konuyu birden bire değiştirmem sizlerde şaşkınlık yaratmasın. Çok detaylı tarihi konulara girmeyeceğim. Bazı tezlerimi bilginize sunup asıl konumuza geri döneceğim.
Osmanlı İmparatorluğu her ne kadar İslami öğeler üzerine kurulmuş olsa da gerçekten bir Balkan Devleti olduğu gerçeğidir. Söğüt, İnegöl, Bursa ve civarında kök salan Osmanlı Beyliği, İstanbul’u ortada bırakarak Trakya’ya ayak basmasıyla büyüme şansı yakalamıştır. O dönem, İstanbul ve Roma (Ortodoks ve Katolik) kiliseleri arasındaki çekişme yüzünden Balkanlarda ciddi bir bunalım ve siyasi boşluk vardı. Osmanlının önce Trakya’da sonra Balkanlar’da büyümesi zor olmadı. Osmanlı İmparatorluğunun savaştaki asıl vurucu gücü olan Yeniçeriler, Balkanlardaki Hristiyan topluluklardan (özellikle en savaşçı halk olan Sırplardan) devşirme gençlerden oluşuyordu. Anadolu’daki Müslüman ahali Balkanlara göç etti. İtalya’dan Avusturya sınırına kadar olan tüm bölgede Müslüman köyleri Hristiyanlarla iç içeydi. Uyum ve dayanışma vardı. Hatta bu farklılık bir sinerjiye yani yeni bir güce dönüşerek Osmanlının, Hristiyan ahali arasında taraftar bulmasına ve kök salmasına neden olmuştur.
Aynı durumu Balkanların dışındaki Osmanlı topraklarında görmemiz mümkün değildir. Örneğin Yemen’de veya Libya’da veya Cezayir’de vb Türk köyleri yoktu. Bu yüzden Osmanlı 1912 Balkan Savaşlarından yenik çıkınca Balkanlardaki Müslüman Türk ahali İstanbul’a doğru göç etmiştir. (En önemli noktalardan birisi Yunanlıların 1829 yılında bağımsızlıklarını elde ettikten sonra Balkanlarda yaşayan Müslüman Türk ahali bulundukları Hristiyan topluluklar içinde ikinci sınıf ahali durumuna düşürülmüştür.) Bu göç sırasında yüz binlerce Müslüman Türk’ün katledildiğini de hemen belirteyim. Ulus-Devlet konsepti tek tip din ve dili zorunlu kıldığı için yerlerinden olan bu ahali İstanbul’dan Edirne’ye uzanan bölgede perperişan vaziyette yaşamışlardır. Osmanlı Birinci Dünya Savaşından yenik çıkınca (1918) güneyden yani Arap ülkelerden sivil Müslüman Türk göçü olmamıştır çünkü bu ülkelerde sadece Osmanlı ordusu vardı.
İTTİHAT-TERAKKİ CEMİYETİ
Bugün hala Türkiye’deki yönetim felsefesinin temel ilkelerini belirleyen İttihat-Terakki Cemiyeti, 1906 yılının Eylül ayında Selanik’te istibdat yönetimini yıkmayı amaçlayan ihtilalci bir cemiyet olan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti olarak kuruldu.Yönetimi Mehmet Talat, İsmail Canbulat ve Rahmi Bey üstlenmişti. Aynı günlerde Mustafa Kemal, Şam’da Beşinci Ordu subayları arasında Vatan ve Hürriyet Cemiyeti adlı örgütü kurmuş ve hemen ardından kısa bir süre için Selanik’e gidip orada bir şube açmıştı. Osmanlı Hürriyet Cemiyeti önce Vatan ve Hürriyet ile birleşti. Makedonya’da hızlı yayılan ve genç subaylar arasında taraftar bulan dernek, gizlice Selanik’e gidip görüşmeler yapan Doktor Nazım’ın çabaları sonucu merkezi Paris’te bulunan Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti ile 27 Eylül 1907 tarihinde resmen birleşti. Birleşme sırasında cemiyetin adı da değişti ve Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti oldu. Paris, Cemiyetin dış merkezi, Selanik ise iç merkezi olarak kabul edildi.Cemiyet 22 Eylül 1909 tarihinde Selanik’te bir gizli kongre daha düzenledi. Mustafa Kemal kongreye Trablus delegesi olarak katıldı.
Ekim 1912’de çıkan Balkan Savaşı’nın kısa zamanda hezimete dönüşmesi üzerine şiddetli bir milliyetçilik politikası benimseyen İttihat-Terakki Cemiyeti, yenilginin suçunu hükumete yükledi. 23 Ocak 1913 tarihinde Enver Paşa öncülüğünde silahlı bir grubun Bâb-ı Âli’de toplantı halindeki hükumeti basması, Harbiye Nazırı Nâzım Paşa’yı öldürmesi ve sadrazam Kâmil Paşa’nın kafasına silah dayayarak istifaya zorlaması ile İttihat ve Terakki, askeri darbe ile iktidarı ele geçirdi.
İttihat-Terakki Cemiyetinin kuruluş aşamasında yönetim kadrosunda Arnavutlar ve özellikle Kürtler de yer almıştır ancak 1913 yılında Enver Paşa tarafından yapılan darbeden sonra yabancı öğeler İttihat-Terakki’den uzaklaştırılmışlardır. İttihat-Terakki Cemiyeti, Balkan Savaşları sonrası Trakya ve Anadolu’ya göçen Balkan muhaciri Türklerden oluşan bir kadronun eline geçmiş, örgütün siyasi yapısı ve ilkeleri Balkan muhaciri Türklerin lehine olacak şekilde düzenlenmiştir. Kendisi de bir Balkan muhaciri olan Mustafa Kemal, her ne kadar ilk görünüşte örgütten uzaklaşmış olsa bile, örgütün siyasi felsefesine bağlı kalmış, Balkan muhaciri Türkler, Cumhuriyetin kurulmasından sonra devleti ele geçirmiş ve Türkiye Cumhuriyeti İttihat-Terakki’nin olgunlaştırdığı siyasi felsefeyle yönetilmiştir. Kadim Anadolu Türk’ü olan Kazım Karabekir Paşa ev hapsine atıldığında Türkiye Cumhuriyetinde, Balkan muhacirleri birinci sınıf vatandaş, Anadolu Türkleri ikinci sınıf ve Kürtler gibi azınlıklar ise üçüncü sınıf vatandaş olmuşlardır. Aradan 100 yıl geçmesine ve farklı partiler iktidara gelmesine rağmen, iktidarlarının ilk birkaç yılında farklı bir siyaset izleseler bile sonra bir şekilde İttihat-Terakki’nin genel siyasi çerçevesine hapsolup kalmaktadırlar. Bugünkü siyasi iktidar da böyle bir dönüşüm yaşamıştır. Kısacası, ülkenin kuruluş felsefesi, ya bu ülkeyi İttihat-Terakki felsefesiyle yöneteceksin ya da yok olacaksın şeklinde belirlenmiştir.
Hayatının ve eğitiminin büyük bir kısmı Balkanlarda geçen Enver Paşa, (Makedonya Kahramanı unvanına sahiptir) Balkan savaşlarında Müslüman Türk ahalinin yaşadığı drama tanıklık eder. Birinci Dünya Savaşı yıllarında, savaştan hemen önce Balkanlarda Türk Müslüman ahalinin katledilmesi ve tehcire zorlanmasına mukabele anlamında Birinci Dünya Savaşı yıllarında (1915) Anadolu’daki en büyük Hristiyan topluluk olan Ermenileri karşısına alır, benzer şekilde katliam ve tehcire tabii tutar. Ermeni tehciri veya soykırımı, Balkanlardaki Müslüman Türk ahaliye uygulanan tehcir veya soykırıma bir cevaptır.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ BİR BALKAN MUHACİRİ TÜRK CUMHURİYETİDİR
Anadolu İhtilalini başlatan kadronun en önemli isimleri ya Balkanlarda doğup büyümüş ya da İttihat ve Terakki Cemiyetinde kısa veya uzun süreliğine üye olmuş kimselerden oluşmuştur. Bu anlamda kurulan Türkiye Cumhuriyeti, Balkan kökenli Müslüman Türk ahalinin liderliğinde, İttihat ve Terakki’nin felsefesi temelinde kurulmuştur. Gerçek Anadolu ruhu yoktur. Türkiye’de yaşanan sorunlardan birisi de dedeleri Balkanlarda uzun yıllar ikinci sınıf vatandaş durumunda yaşayan, sonra katliam ve tehcire tabi tutulan bu ahalinin Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra devlette önemli mevkileri ele geçirmeleridir. Kendilerini birinci sınıf yani Cumhuriyetin asli kurucuları olarak görmeleri, Anadolu’nun kadim halklarına ikinci hatta üçüncü sınıf vatandaş muamelesi göstermeleri veya onların isteklerini göz ardı etmeleridir.
Özellikle belirli kesimler, “Çanakkale savaşında Kürt var mıydı, Kurtuluş savaşında Kürt var mıydı” diye belli bir algı operasyonuyla Kürtleri önemsizleştirmekte ve “Bu Cumhuriyetin asli kurucuları Balkan muhaciri Türklerdir” şeklindeki bir önermeyi toplumsal hafızaya yerleştirmeye çalışmaktadırlar.
SONUÇ
Nasıl ki Amerika’daki Siyahiler,kölelikten azat edildikten sonra Amerika’nın asli unsuru ve kadim halkı Kızılderilileri yok etmek için Bufalo Askerleri olarak hizmet vermişler ve Kızılderililer yok edildikten sonra, Beyazlarla eşit haklara sahip olacaklarına inanmışlarsa, Kızılderili sorunu kalmayınca Siyahiler, bu kez ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmüşlerdir. Benzer durum başka bir açıdan Anadolu’da da yaşanmıştır.
Anadolu’ya 1913 Balkan göçleriyle gelen Müslüman Türk ahali,Cumhuriyeti kuran kadroların önemli bir kısmının Balkan kökenli olmasına dayanarak bir zamanlar (1829-1913) İkinci Sınıf vatandaş olduklarını unutup kendilerini Birinci Sınıf vatandaş statüsünde görüp, Anadolu’nun yerli Müslüman Türk ve Kürt halkını, Süryanileri, Ermenileri vb halkları ikinci sınıf olarak görmüşlerdir. Yani bir anlamda en çok da Kürtler, kendi kadim topraklarında tıpkı Kızılderililer gibi ya yok edilmiş ya da anadilde eğitim yasağı devam ettiği için yok sayılmışlardır.
1890’lı yıllarda Kürtlere kurdurulan “Hamidiye Alayları” Ermeni katliamlarında önemli rol oynamışlardır. Bu anlamda Hamidiye Alayları tıpkı Amerika’daki Bufalo Askerleri gibi bir rol üstlenmişlerdir.
SELANİKLİ TEYZE
Çok gariptir Batı Anadolu’da yaşayan birçok Türk’e, “Nerelisiniz?” diye sorulduğunda ne yapıp eder, dedelerinden veya ninelerinden birisini Selanik kökenli çıkarırlar. Bu furyaya kendisini kaptıranlardan birisi de Merhume Nazire Teyzem idi. Gözleri Atatürk’ün gözleri gibi maviydi.
Bir gün Kabataş Lisesinde beni ziyarete gelmişti. Elime biraz para sıkıştırdı. O anda yanımızdan geçen ve beni seven Tarih Hocam İsmet Hanım, teyzeme yakın geldi. Beni övdükten sonra teyzeme nereli olduğunu sordu. Teyzem hava atarak, “Biz Selanikliyiz. Uzaktan Atatürk’e akraba oluruz!” diye cevapladı. Tarih Hocam “Ne güzel! Ne güzel!” diyerek kafasını sallayarak uzaklaştı. Teyzeme baktım, gülümsedim: “Teyzeciğim, Bitlisliydin nasıl Selanikli oldun?” diye sorduğumda, “Yalan konuşacak değilim ya! Bak benim de gözlerim mavi.”
Merhume Nazire Teyzem hiç evlenmemişti. Zamanın büyük bir kısmını ya Iğdır’daki evinde ya da İstanbul’da erkek kardeşinin (dayımın) yanında kalarak geçirirdi. Bir hafta sonuydu. Yatılı liseden bir günlük izinle dayıma gelmiştim. Kapı zili çalındı. Kapıyı ben açtım. Karşımda orta yaşlarda bir hanımefendi vardı. Çok kibar bir İstanbul Türkçesiyle sordu: “Selanikli Teyze burada mı?” Önce afallamıştım ama hızla kendimi toparlayıp cevap verebilmiştim. Meğerse teyzem mahalledeki tüm komşulara kendisini “Selanikli ve Atatürk’ün uzaktan akrabası” olarak tanıtıyor, bazen kahve falına bakarak bazen Kur’an okuyarak bazen de elbise dikerek para kazanıyordu.