DEMOKRASİ ŞEHİDİ AVUKAT MEDET SERHAT
Aydın, demokrat ve siyasi hayatı boyunca demokrasi mücadelesini bir yaşam tarzı olarak benimsemiş büyük insan ve değerli abim Avukat Medet Serhat 12 Kasım 1994 tarihinde devletin içinde yuvalanmış karanlık eller ve acımasız tetikçiler tarafından acımasızca şehit edildi. Iğdır’ın yetiştirdiği müstesna şahsiyetlerden ve Kürt kimlik mücadelesinin yılmaz savaşçısı Medet Serhat, daha gençlik yıllarında kendisini Kürt davasına atar, 1959 yılında idamla yargılanmak üzere 49’lar olarak bilinen Kürt aydınlarıyla birlikte cezaevine konur. 1960’lı yıllarda Yaşar Kaya ile birlikte Deng Dergisini çıkarır. Mücadelesini kararlılıkla devam ettirir. 1977 yılında CHP’den Milletvekili 1979 yılında da CHP’den Senatör adayı olur. 1980 darbesinden sonra yoğun ve acımasız işkencelere maruz kalır. Tehditler ve baskılara boyun eğmez. Onun bu kararlı ve dik duruşundan O’nu şehit ederek kurtulacaklarını zannederler. Halbuki bugün her Kürd’ün kalbinde O’nun aziz hatırası ve mücadele azmi yatmaktadır. Ruhun şad olsun!
Avukat Medet Serhat ve Doktor Şıvan (Sait Kırmızıtoprak)
Aşağıda okuyacağınız yazıyı 2000 yılında Merhum Medet Serhat’ın eşi Yurdanur Hanım’la yaptığım söyleşiye esasen hazırladım. O gün hazırladığım yazıyı dikkatinize sunuyorum.
IĞDIR SEVDASI KİTABI
ANLATAN: YURDANUR SERHAT
YIL: 2000
GİRİŞ
Iğdır anlaşılmaz kör bir kaderin tutsağıdır: Değerli evlatlarının çoğunu zamansız elden çıkarır. Onların beceri ve tecrübesinden tam siftah etmesi gerekirken, elinde mendil hüzünle onları son yolculuğuna uğurlamaya gider. Bu şekilde aramızdan kopanlardan birisi de Merhum Avukat Medet Serhat’tır.
Medet Serhat; karizması, bilgisi ve yeteneğiyle mesleğinin zirvesindeydi. Ama bir gün, masum şekilde bindiği arabası, pusuda bekleyen “beyaz bir araba” tarafından izlenir, kuytu bir sokakta kıstırılır; ölüm makineleri kan kusar. O artık aramızda değildir…
Yurdanur Hanım, tanık olduğu, acı ve travmayla dolu o anı, cesaret ve metanetle bizler için yeniden yaşadı.
YURDANUR HANIM’IN HAYATI
1940 yılında Zonguldak’ta dünyaya gelmişim. Anne tarafından Kafkasyalıyım. Annemin anne tarafı Gürcü, baba tarafı da Çerkez kökenlidir. Babam Malatyalıydı. (Etnik kökenini hakkında bilgim yok.) Dedem, kısa boylu ve toparlak olduğu için halk arasında “Topuz Şakir” adıyla bilinirmiş. Babam, çocuk yaşta anne ve babasını kaybedince, askeri yatılı okula kaydolmuş. Yakını olarak sadece üvey ağabeyi varmış. O da çocuk sahibi olmadan vefat edince, babam akrabasız ve kimsesiz kalmıştı.
Babam Askeri Rüştiyede (Ortaokul) öğrenciyken, Birinci Dünya Savaşı patlak vermiş, okuldan alınıp cepheye gönderilmiş. Cepheden bu cepheye koşarken Yemen’de İngilizlere esir düşmüş. Serbest bırakıldığı zaman Çanakkale cephesinde görev almış.
Annemin ailesi Kafkasya’dan gelip Çorum’a yerleşmişti. Annem, Ali Rıza Saman isimli, Kuran’ı Kerim’i tefsir etmiş, bölgede tanınmış bir din adamıyla evlenip İstanbul’a göç etmişti. Çok geçmeden annem, payitahtın Fransız ve İngilizler tarafından işgal edilmesine (Mart 1920) tanıklık edecekti.
Üç yıl sonra (Ekim 1923) Türk birlikleri İstanbul’a girdiklerinde, babam, Rafet Paşa komutasındaki askeri birliğin içinde görevliymiş. Kaderin cilvesi, annem ve babam o yılların İstanbul’unu birbirlerini tanımadan ayrı ayrı yaşamışlardı.
Savaştan sonra babam askeri hizmetten ayrılıp öğretmen olarak Çorum’a gitmişti. İlk kocasından boşanan annem de, kızıyla beraber Çorum’a, baba evine geri dönmüştü. Babam ve annem Çorum’da tanışıp evlenmişlerdi.
“Babam yeniden asker”
1939 yılında her an savaşa gireme tehlikesi ortaya çıkınca ihtiyat birlikleri oluşturuldu, babam tekrar askere alındı. Samsun’a gidip birliğine teslim olduğunda, Yarbay rütbesiyle görev yapan Askeri Rüştiye’den sınıf arkadaşı:
“Şükrü, biz senin Samsun’dan ayrılmanı istemiyoruz” diyerek babama Askerlik Şubesinde idari bir görevle alıkoydular. Annem, iki ağabeyim ve ben Çorum’dan Samsun’a taşınıp savaş sonuna kadar orada kaldık.
Bir ağabeyim polis olarak İstanbul’da göreve başlamıştı. 1947 yılında, ilkokul ikinci sınıfa geçtiğim yıl babam vefat edince İstanbul Fatih’e ağabeyimin yanına gittim.
OLGUNLAŞMA ENSTİTÜSÜ
İlk ve ortaokulu Fatih’te bitirdim Cağaloğlu Kız Enstitüsüne (Olgunlaşma) devam ettim. Dikiş bölümünden mezun olduktan sonra gönlümden öğretmenlik geçiyordu ancak aile karşı gelince isteğimden vazgeçtim, terzilik yaparak hayatımı kazanmaya başladım.
GÜVEN PARTİSİNDE SİYASET
1967 yılında Kayseri Milletvekili Turhan Feyzioğlu CHP’den ayrılıp Güven Partisini kurunca benim için beklenmedik şekilde siyaset yolu açılmıştı 1952’den beri Kayseri’de ikâmet eden ablama, arkadaşları GP’ne katılması için baskı yapınca,
“Ben size bu konuda yardımcı olamam. Ama İstanbul’daki kız kardeşimle konuşun, belki sizinle çalışmaya istekli olabilir” demiş. Bir gün GP’in Fatih ilçe başkanlığından bir toplantı daveti aldım. Toplantı sırasında yapılan konuşmalar beni etkilemişti. Siyasete atılmaya heveslendiğimi gören bir arkadaş, “Ahlakın bittiği yerde politika başlar, ne diye bu işe heveslenirsin” diye tatlı dille uyarmasına rağmen elime geçen kozu oynamaya karar verdim.
GP Fatih ilçesi kadın kolu başkanı oldum. Siyasete biraz ısındıktan sonra GP Fatih ilçe başkanlığına seçildim. Görevim gereği partinin lider kadrosunu oluşturan Turhan Feyzioğlu, Ferit Melen, Emin Paksüt ve Fethi Çelikbaş gibi isimlerle Meclise gider görüşürdüm. Kendim için herhangi bir menfaat kollamadığımdan ciddiye alınır, çalışmalarım takdir edilirdi.
MEDET SERHAT’LA TANIŞMAM
Meziyet Çınar (Kâmuran ve Celadet Bedirxan’ın kız kardeşi) GP’nin Kadın Kolu başkanıydı. Sık sık yakın dostlarını evine yemeğe davet eder, konuşma ve sohbet partileri düzenlerdi. Bu toplantılara genellikle Kürt gençleri ilgi gösterirdi. Medet de onların arasındaydı.
Medet’le tanışmam ilk böyle bir toplantıda olmuştu. Arkadaş grubunda, Medet hakkında, “Evli fakat eşinden ayrı yaşıyor, boşanmaya istekli birisi” diye bahsedilmişti. Medet avukat olarak çalışıyor ve Oğuz Bey’in Balmumcu’daki evinde kalıyordu. Aramızdaki arkadaşlık ilişkisi uzun süre mesafeli devam etti.
SENİHA HANIM
Seniha Hanım’la yüz yüze görüşüp tanışma şansım olmadı. Aslen Gümüşhaneli olduğunu biliyorum. Ziya Şerefhanoğlu’yla aynı büroda avukat olarak hizmet verdiği yıllarda, Hukuk Fakültesi öğrencisi Medet’in orayı ziyaretleri sırasında tanışmışlardı. Bu arkadaşlık daha sonra gönül işine dönüşmüş ve birlikte beş yıl kadar nikâhsız yaşamışlardı. Musa Anter ve Eyüp Serhat’ın, “Kendinden bu kadar yaşlı bir kadınla beraber olma” demelerine tepki gösterip Medet’in, Seniha Hanımla evlendiği arkadaş çevresinde rivayet edilirdi. (Seniha Hanım’la Medet arasındaki 17 yıllık yaş farkı vardı)
GÜVEN PARTİLİ KIZ ORADA MIYDI?
Medet, sonraki yıllar bana, “Seni benim kafama Seniha zorla soktu.Eve gelip, Meziyet Ablanın yanından geliyorum, dediğim zaman, Seniha temkinli ses tonuyla, GP’li Yurdanur adlı güzel kız da orada mıydı, diye sorardı. Bu sorgulama yüzünden, sana olan ilgim ve merakım her geçen gün arttı” diye itiraf etmişti.
Medet’in bana olan yakınlık ve ilgisinin farkındaydım. Bir gün yine Taksim’e doğru birlikte yürürken, Medet, -o zamanlar Seniha Hanım’dan ayrı yaşıyordu-
“Yanlış bir evlilik yaptım. Yeniden evlenip çoluk çocuk sahibi olmak istiyorum” dedi. Bu açık bir evlenme teklifiydi. Sözlerine tepki gösterip, “Nereden çıktı bu! Bak ne güzel arkadaşız. Senden bana köy olmaz benden sana kasaba!” dedim. Zaman geçtikçe Medet’e olan ilgimin arttığının farkındaydım. Nihayet bir gün evlenip yaşamlarımızı birleştirdik. 1978 doğumlu Rumet adlı bir oğlumuz var.
MEDET SERHAT TATLI DİLLİYDİ
Medet yakışıklıydı. Etrafındaki insanlara karşı da oldukça efendi ve tatlı dilli olunca bu iki özellik onun cazibesini artırıyordu. Avşa’daki tatil günlerinde bazen eğlenceli durumlarla karşılaşıyordum. Masamıza gelen bayana Medet, “Canım, dilim” diyor, kadın bunun kendisine yapılmış özel iltifat zannedip, havalara giriyordu; tam o sırada başka bir bayan gelince, Medet yine aynı saflık ve güzellikle, “Canım, dilim” diye hitap edince, önce gelen hanımefendi, Medet’in bu iltifatı herkese yaptığını görüp şaşırıyor, hayal kırıklığıyla uzaklaşıyordu. Ben de onları seyredip eğleniyordum.
SİYASET
Medet, CHP’den Kars’tan 1977 yılında Milletvekili, 1979’da da Senatör adayı olarak seçimlere girdi fakat kazanamadı. Medet İstanbul Barosu sekreteriydi. Baro başkanı Orhan Apaydın’ın girişimiyle Medet; Ahmet İsvan, Zühal Olcay, Lâle Mansur gibi elit kesimin üye olduğu Barış Derneğine üye olmuştu. 12 Eylül darbesi olunca, Barış Derneği üyeleri tutuklandılar, 18-36 ay arasında değişen çeşitli hapis cezalarına çarptırıldılar. Medet fırsatını bulup yurt dışına kaçtı, Londra’da saklandı. Barış Derneği davası bir yıla yakın devam etti. Medet geri geldiğinde, tutuklanmasına gerek olmadan cezası vicahiye çevrilip serbest bırakıldı.
MEDET SERHAT’A TUZAK
Medet’in arkadaş çevresi genişti. Bunlardan birisi de deri işiyle uğraşan “Cihanerler” şirketinin sahipleriydi. Antepli olan bu aile, bizleri düğün merasimine davet etmişti.
MEDET DİZLERİMDE UYUDU
Bakırköy Holdiday İnn otelinde yapılan görkemli düğün törenine Sayıştay, Danıştay ve Yargıtay gibi kuruluşların üst yöneticileri de katılmıştı. Tören, akşamın geç saatlerine kadar devam etti.
Eve gitmek için ben, Medet ve Edip Beyin (hakim) hanımı, üçümüz birlikte otelin önüne çıktık. Şoförümüz İsmail, bizi görür görmez arabayı otelin önüne çekti. Medet, Edip Bey’i beklemeden sabırsızca kendisini arabanın arka koltuğuna atınca, mecbur kalıp, kadını saygısızca yapayalnız bırakma pahasına, Medet’in yanına arka koltuğa yerleştim.
Araba yola çıktığında, Medet, “Çok kötü hissediyorum” dedi.
“Kemerini gevşet rahatlarsın”
Medet, söylediğimi yapıp, başını dizlerimin üstüne koydu ve hemen uykuya daldı.
BEYAZ BİR ARABA BİZİ SOLLADI
Bakırköy’den Bostancı’ya trafik sorunu olmadan gelmiştik. Maksim’i geçtikten sonra şoför daha da hızlandı. Eve yaklaşıyoruz diye, gayri ihtiyari çantamı açıp anahtarları çıkarmıştım.
Medet dizimde uyumaya devam ediyordu. “Evin önüne geldiğimizde uyandırırım” dedim kendi kendime. Araba, Noyan sokağına girdi. Işıklardan sola dönüp Ethem Efendi’ye girdiğimizde beyaz bir araba sol tarafımıza yerleşti. Şoförümüz soldaki küçük sokağa dönmek için yavaşlayınca, beyaz araba da tam bu sokağın ağzında park etti. Mecbur kalıp stop ettik, yolun tekrar açılmasını bekledik. Yorgun gözlerle arabaya gözümü dikmiş ne zaman yolu açacak diye öylece bekliyordum. Medet dizimde uyuyordu.
Beyaz arabanın şoföre taraf arka kapısı açıldı içinden güzel giyimli, genç bir erkek çıktı.
MEDET DİZLERİMDE CAN VERDİ
Elinde kısa namlulu makineli bir tabanca vardı. Şoför İsmail’e yaklaştı. Kafasına tek kurşun sıktı. İsmail kafasını geriye doğru atıp tekrar doğrulur gibi öne doğru eğilince, genç adam ikinci kez tetiğe bastı, İsmail sessizce yana doğru yığıldı.
Genç adam, arka koltuğa bize yöneldi. Medet hâlâ derin uykudaydı. Genç adam, elindeki silahı Medet’e doğrultup, tetiğe aralıksız bastı. Ben de Medet’in kafasını kurşun yağmurundan kurtarmak için üzerine abandım. Daha sonra bu hareketimde geç kaldığımı, ilk salvo sırasında Medet’in gözünden girip beynine ulaşan mermilere hedef olduğunu öğrendiğimde anlayacaktım.
Genç adam, ölüm makinesini üzerimize kusturmaya devam ediyordu. Tabancanın her patlayışında, ben, “Ay ay ay!” diye çığlık atıyordum. Yaralanmıştım ama şuurum yerindeydi. Olup biteni çaresiz gözlerle izliyordum. Genç adam, ateşi kesip beyaz arabanın arka koltuğuna bindi.
Çıkmaz sokak olduğundan, arabanın çıkış yapabilmesi için arabamızı yoldan çıkarması gerekiyordu. Nitekim beyaz araba, önden itekleyince, motoru durmuş arabamız yavaş yavaş geriye doğru hareketlendi. Genç adam, son kez arabadan çıkıp ön pencereden içeriye kurşun yağdırmaya devam etti.
Eğilmiş, Medet’in nefes alıp almadığını anlamaya çalışıyordum. Kurşunlar arka döşemeye isabet etti. Eğer o anda Medet’in üzerine eğilmemiş olsaydım kurşunların hedefi olacaktım.
Beyaz araba hızla uzaklaşıp gitti. Bizim araba da çarpıp tak diye durdu. Medet bütün bu olup bitenlerin farkında olmadan uykuda, başı dizimde can vermişti.
Ağır yaralı olarak gücüm yettiğince, “İmdat! Bizi kurtarın!” diye bağırıyordum. Her akşam bu sokak arabayla dolu olurdu. Olay günü sadece üç araba vardı. Gençler, Bağdat Caddesine koşup yardım istediler. Bir polis minibüsü olay yerine geldi. Polis, kapının içerden açılması için yardımımı istedi ama parmağımdan girip tırnağımdan çıkan kurşun yarası nedeniyle düğmeyi basmaya güç yetiremiyordum. Zorlukla kapıyı açıp Medet’i minibüse taşıdılar. Bagajdan Medet’in çantasını yanıma alıp minibüse bindim. Medet’in ruhunu teslim ettiğini ilk o an anlayabilmiştim.
GENÇ ADAM
Bize kurşun yağdıran genç adamı, 1.5-2 m mesafeden görmüştüm. Yüz hatları, şekli şemaili hafızamda kuvvetlice yer etmişti. “Acaba Çatlı mıydı?” diye bana Çatlı’nın resimlerini gösterdiler. Hayır, kesinlikle Çatlı değildi. Çatlı’nın suratı kısa fakat bununki daha uzun ve biçimliydi. Güzel kesilmiş saçları vardı. Gri veya açık yeşil renkte yelekli bir takım elbise giyinmişti.
Üzerimize yağan kurşunların 14 tanesi bana isabet etmişti. Kalbim ve böbreklerim dışında tüm iç organlarım zedelenmişti. Midem tamamen parçalandığı için, kalın bağırsaktan bir mide yaptılar. Aynı şekilde safra kesesi ve dalağım da zedelendiğinden çıkardılar. İsabet alan kalın bağırsağımdan 12 cm kesilip çıkarıldı. İnce bağırsağıma 8 ayrı dikiş atıldı. Akciğerim aynı şekilde ameliyat edildi. Koluma isabet eden kurşunlardan bir tanesi vücuduma dolaşarak büyük şans eseri kalbimin mm uzağından geçmişti!
Hastaneden taburcu edilmiştim. Bir gün kontrol için hastaneye gitmiştim. Doktor beni, dimdik ayakta bulunca şaşırmıştı: “Allah aşkına inanamıyorum! Eğer telefon edip geleceğinizi söylemeseydiniz, ben sizin birkaç ay önce on dört kurşun yarasıyla komadaki kadın olacağınıza kesinlikle inanamazdım”
MEDET SERHAT ZİNCİRLİKUYU MEZARLIĞINDA
Medet 1934 doğumluydu. Vefat ettiğinde 60 yaşındaydı. Ben koma halinde hastanede yatarken Medet için Şişli Caminde cenaze töreni düzenlenmişti. Anlatıldığına göre hemşerileri, dostları ve halktan geniş bir kesim törene katılmıştı.
KATİL GENÇ ADAM: TEVFİK AĞASOY
Taburcu olduktan sonra polisler eve gelip olayın ayrıntıları hakkında bilgi topladılar. Keşif yaptırıp tuzağın nasıl planlandığını öğrendiklerinde, “Biz de burada olsaydık böylesine kesif bir taramada canilere karşı bir şey yapamazdık” dediler.
Aradan 1.5-2 yıl gibi bir süre geçti. Bir gün TV başına oturmuş haberleri izliyordum. Tevfik Ağasoy adlı genç bir adamı, itirafçı diye kamera karşısına çıkarmışlardı. Onun yüzünü görür görmez tüm vücudum ve kollarım titremeye başladı:
“Evet, bize ateş eden genç adam buydu, buna hiç şüphem yoktu!”
Bir gün, karanlık örgüt, Tevfik Ağasoy’u gizli toplantı bahanesiyle davet edip, önemli sırları bilen bu genci tehlikeli bulup temizlemişti. Tevfik Ağasoy’un mezarı da Zincirlikuyu’da Medet’in mezarının iki sıra aşağısındadır. Ne zaman Medet’in mezarına gitsem, Medet ve kabir komşuları için Yasin duası okurum. Sonra da Medet’e dönüp kendi içimden, “Medet bak sana ateş eden Tevfik Ağasoy diyor ki, Medet’i ben öldürdüm ama yenge bana da Fatiha yolladı”
Merhum Demokrasi Şehidi Medet Serhat Ebedi İstirahatgahında