Son Yazılarımız

EŞSİZ BİR ADAM: AV.ATAMAN YALÇIN

Av. ATAMAN YALÇIN
Rıza Yalçın’ın şahsında Iğdır, siyaset ve
dürüstlük kavramını hem yakaladı hem de pekiştirdi. “Dürüstlük için siyaset” ilkesi temelinde,
belediye başkanı ve milletvekili olarak Iğdır’a
hizmet veren Rıza Bey, bugün mumla aranan
siyasetçi kimliğini ta o zamanlar Iğdırımıza
kazandırmış; ağırbaşlılığı, ciddiyeti ve güven
veren kişiliğiyle, Iğdır’ın siyasi tarihine damgasını vurmuştu.
Hayatım
1937 Iğdır doğumluyum.Altı çocuklu
bir aileden geliyorum. 1976’den beri Bursa’da ikamet ediyorum. Evli üç çocuk babasıyım.

Babam Rıza Yalçın


Babam Rıza Yalçın, Karakoyun ilçesi yerlisidir. Onun babası Haydar
Bey ve kardeşleri “Karakoyun Beyleri”ne mensupturlar. Ailemdeki bu “Beylik” o yıllar o kadar öne çıkan bir özellik arz ediyormuş ki, Sürgün Kanunu
nedeniyle az kalsın ailemden fertler de hedef olup, sürgüne gönderilecekmiş!
Babam 1906 doğumlu olduğu için ilk ve ortaokulu Rus okullarında
okumuştu. Ortaokul için de Erivan’a gitmişti.
Babamın okul arkadaşlarından birisi de Kinyas Kartal imiş! Her ikisi
de daha sonra milletvekili olup dostluklarını TBMM’de devam ettirdiler.
Babam ortaokulu (Rıznakiye) bitirdikten sonra eğitimine devam edememişti. Rusça’yı bilir fakat konuşmazdı. (Milletvekili kimlik fişinde “az
Rusça bilir” diye bir kayıt vardı.)
Askerlik görevini şubede yazıcı olarak tamamladıktan sonra amcası
Aziz Yalçın’ın kızıyla evlendi.
Babamın, Eşref isminde bir erkek, üç de kız kardeşi vardı. Uzun yıllar
Bursa’da “Kömürcüoğlu” firmasında görev yapan Eşref amcam, kansere yakalandı. Iğdır’da vefat etti.
Babam 1939-1950 yılları arasında Iğdır Belediye Başkanlığı yaptı.
1950 yılında CHP İlçe Başkanı oldu. Bu görevini 1954 yılına kadar devam ettirdi. O yıl CHP’den milletvekili seçildi. Bu görevi 1957 yılında sona erdi. Babam 1961 yılında bu kez YTP (Yeni Türkiye Partisi)’den parlamentoya girdi.
Av. Ataman Yalçın
Iğdır Sevdası
591
Babam, 1966 yılında Iğdır’a dönmeye hazırlandığı günün arifesinde
Ankara’da vefat etti.
Rıza Yalçın Belediye Başkanı (1939-1950)
Babam “Milli Şef Dönemi” boyunca Iğdır Belediye başkanlığı görevini yürüttü.
Tek parti yönetimi vardı. Babam, CHP’nin ileri gelen sıfatıyla hem
Iğdır Belediyesi hem de Halkevleri
başkanlığını yürütüyordu.
Belediyenin sermayesi çok
azdı. Buna rağmen “Keşiş Bağı” denilen yeri satın alıp bizzat kendi eliyle
kavak ekimi yapmıştı.
Resim arşivlerimizde, babamı
o yıllarda fidan ekimi yaparken gösteren ve onun çalışma azmini güzel
örnekleyen birkaç resim vardı. İşini
sevdiği ve halkına hizmet etmekten
mutlu olduğu kendisini apaçık belli
ediyordu.
Sultanabat Beylerinden “Narınçoğlu Bağı”nı almış, içini kavaklandırmıştı. Çok geçmeden asri mezarlık olarak halkın hizmetine açtı.
Babam Iğdır’ın su sorununa
da el attı. Hatırlıyorum, 12 Kasım’da
öğrenciyken okulun arka bahçesinden akan dereden kurtlu ve çamurlu suları
içerdik.Babam şehrin üç yerinde artezyen kuyuları açtırınca, halk nihayet temiz suya kavuşmuştu.
Feyzullah Zengi’nin, Emek Eczanesi’nin bitişiğinde bir kahvehanesi
vardı. Babam dost ve misafirlerini orada ağırlardı. Çay ve diğer masraflar,
borç olarak deftere kaydedilir, ay sonunda, 180 lira tutarındaki maaşıyla ilk işi
Feyzullah Bey’i yanına çağırtıp, borcunu temizlemek olurdu. Cebinde kalan
çok az parayı da ev işlerinde harcamak üzere elime tutuştururdu.
1950’li yılların ortalarına doğru bir ara Fazıl Baykal belediye başkanlığı görevini üstlenmişti. Keşiş bağındaki kavakları kesip sattığı haberi
gelince babam, hiç unutmam büyük bir kızgınlıkla,
“Niçin bunu yapıyorlar! Ben bir eser yarattım siz de bir eser benimkine ekleyin” diye söylenip durmuştu.
Rıza Yalçın
Av. Ataman Yalçın
592
Babam asla siyasi rakiplerinin aleyhinde konuşmazdı. Oğlu olarak
tüm hayatım boyunca, babamın ağzından bir siyaset adamının arkasından
söylediği tek söz, Fazıl Baykal’a olan kızgınlığı nedeniyle söylemiş olduklarıydı.
Babamın 1930 ve 1940’lı yıllarda Osman Ataman’la Belediye başkanlığı için bir çekişme içinde olduğu doğruydu. Ancak babam ev ortamında
kesinlikle Osman Ataman’ın aleyhine tek söz etmezdi. Hatta bir ara başkanlığı babamdan alıp Osman Ataman’a vermişlerdi. Kardeşi Ali Ataman’ın devlet
nezdindeki saygınlığı ve buna bağlı olarak Hüsnü Bingöl’den gördüğü özel
ilgi, “Ataman” ailesini hem halk hem devlete nezdinde daha tarafsız bir konumda görünmesine neden oluyordu.
Bu haksız duruma rağmen babam ne şikayetçi oldu ne de aleyhte konuşma yaptı.
İnönü Sevgisi
Babam sanki doğuştan CHP’li idi. Kendisini partinin değerlerine adıyor, malını mülkünü bu yolda feda ediyordu..
İlk dönem milletvekilliği (1954-57) sırasında beni yanına alarak Mecliste İnönü’yle tanıştırmıştı. Paşa’nın elini saygıyla öpmüş, çekingen yanı
başına dikilmiştim.
Babamın İnönü’ye özel bir sevgisi vardı. Hatta 1960’lı yıllarda YTP’-
den ikinci dönem milletvekilliği sırasında (1961-1965), İnönü hakkında soruşturma açılması için imza toplanırken, babam ciddi bir kararlılıkla,
“O tarihi bir şahsiyet, ele ayağa düşmesi için imza atmam!” diyerek
karşı gelmişti.
“Söyleyin burada yokum!”
Babam politikayla barışık değildi. Elinden geldiğince politik çalışmalardan uzak durmaya çalışırdı. Ama insanlar onun arkasından koşar, politikaya heveslendirirlerdi. Bunlardan birisine kendim bizzat tanık olmuştum.
Hukuk Fakültesinde son sınıf öğrencisiydim. Türkiye’de genel seçimler için büyük bir hazırlık vardı. Babam da herhangi bir partiye yakalanmamak
için Iğdır’a dönmüş, kendisini Karakoyun’daki baba evinde saklar olmuştu.
Gerçekten de çok geçmeden Ankara’daki siyasiler babamı arayıp sormaya başladılar. Bunların arasında Ekrem Alican’ın kurduğu YTP mensupları
özellikle ısrarcıydılar.
Babam gitmeden önce ev halkını tembihlemişti:
“Eğer sorarlarsa, nerede olduğumu sakın söylemeyin”
Bir gün şatafatlı bir parti heyeti evimize geldi. Köşe bucak babamı
Iğdır Sevdası
593
arıyorlardı. Biz de ellerimizi yana açıp, “Vallahi biz de bilmiyoruz!” demekle
yetindik. İçlerinden birisi gülerek, sanki durumu anlamış gibi,
“Biz onu bulmasını biliriz” diyerek ayrıldılar.
Babamı bulmuşlar, liste de üçüncü sıraya koymuşlardı.
O seçimlerde YTP üç milletvekilliği kazanınca babam tekrar milletvekili olarak parlamentoya girmişti.
Babam seçim propagandası çalışmalarına istekli olmazdı. Seçim sonuçlarının açıklandığı akşamı çok iyi hatırlıyorum. Tasasız, erkenden yatağa
girip uyumuştu. Sabah olunca Kars’tan gelen partililer,
“Gözünüz aydın, seçildiniz!” diyerek babamı kutladılar.
Babam, benim ileride siyasete atılmama istekli değildi. Fırsat buldukça,
“Politikaya girersen hakkımı helâl etmem!”, diye nasihat ederdi.
“Kasım Gülek duşun altında yıkanıyordu..”
1950’li yılların sonlarına doğru bir zamandı.
Tek başına iktidara gelen DP, çıkardığı yasalarla bir yanda CHP’-
nin kalesi olarak gördüğü Halk Evlerini kapatmaya çalışıyor, bir yandan da
CHP’ni yurt çapında ablukaya alıyordu. Tarihinin en büyük yenilgisini yaşayan CHP, gözden düşmüş, önemini kaybetmişti.
CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek, daha sonra “çarık giydik yollara
düştük” şeklinde özetleyeceği bir karşı kampanyayla işleri rayına oturtmayı
ümit etmişti. Her tarafı dolaşıyor partiyi yeniden örgütlemeye çalışıyordu. Bu
amaçla geldiği Iğdır’da evine uğradığı ilk insan babam olmuştu.
Ben o yaz ablam ve eniştemle Zor yaylasına gitmiştim. Ağustos ayının sıcak bir günü yayladan inip Iğdır geldim.
Vücudum Iğdır sıcağıyla kavruluyordu. Soğuk duş almak için sabırsızlanıyordum.
Yaz aylarının yakıcı sıcağında biraz serinlemek umuduyla, bahçemizin ıssız bir köşesinde, duvara bir su deposu ve teneke huni monte etmiş, taşra
usulü bir duş kurmuştum.
Bahçenin kapısını hızla geçip duşlu bölmeye yöneldim. A, bir de ne
göreyim hiç tanımadığım birisi, çırılçıplak duş alıyor! Bir an, “Acaba yanlış
eve mi geldim?” diye tereddüt etmedim değil.
Evin önüne gelip merdivenlere oturdum. O an açılan bahçe kapısından babam girdi. Meğerse bu adam CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek imiş!
Babamla siyaset işlerini konuşmaya gelmiş!
Babam, CHP ilçe başkanlığı görevini kabul edip partinin Iğdır bölgesinde yeniden örgütlenmesi için kolları sıvadı. Bu görevi 1954 yılına, CHP’-
den milletvekili seçilinceye kadar aralıksız devam etti.
Av. Ataman Yalçın
594
Babamın listeye girmesi, daha doğrusu milletvekili olması yönünde
bir teklif alması, biraz da tesadüf olmuştu. Şöyle ki, 1950’de CHP’den parlamentoya girmiş olan üç milletvekili, Abbas Çetin, Latif Aküzüm ve Veyis
Koçulu, bilahare DP’ye geçince, 1954 seçim listelerinin hazırlanması sırasında güney ilçelerini temsil edecek isim konusunda CHP’de boşluk doğmuş,
böylece babamın ismi ön plana çıkmıştı.
Ticaret mi Siyaset mi?
Babamın ticari yaratıcılık konusundaki yeteneğine söz yoktu. Maalesef, siyaset babamın bu özelliğini geliştirmesine ve ön plana çıkarmasına açık
bir engeldi.
Siyasetten fırsat buldukça, ticaret hayatını organize ediyor, yeni yeni
fikirler üretiyordu. Bu çalışmalar kısa sürede ürünlerini vermeye başlamıştı.
Karakoyun, Dize ve Iğdır merkezde olmak üzere üç tane un değirmenini açıp
işletmeye soktu.
Lans marka paletli bir traktörümüz vardı. Un ve çeltik makineleri bu
traktörle çalışırdı.
Bir dükkan açıp, bisiklet ve radyo bayiliğini ele geçirdi. Bu ticaret
kısa sürede önemli bir hareketlilik kazandı, ama siyaset belâsı çok geçmeden
önüne çıkıp babamın dikkatini başka noktalara sevk edecekti.
Babam Milletvekili
1954 seçimlerinde CHP, babamı üç ilçedeki çalışmalarıyla baş başa
bırakmıştı.
Ne yazık ki babamın elinde bu çalışmayı yürütecek nakit parası yoktu. Ev ve arazilerimizi ipotek altına koyarak para çekti. Borçlanarak seçimi
kazandı.
Milletvekili maaşı 2200 lira idi. Bu para Ankara’daki evimizin ve
gelen gidenlerin masrafını bile karşılamaktan uzaktı. Bu yüzden babam her
yıl arazilerden bir kısmını satarak borçlarını ödemeye ve ayakta durmaya
çalışıyordu.
1957 seçimlerinde CHP, Iğdır bölgesinden Behram Öcal’ı aday göstermeye eğilimliydi. Adaylık müracaatı yapıldığında babam temkinli davrandı. Her adayın partiye usulen yüklü para yatırması gerektiğinden babam,
Mehmet Hazer’e,
“Eğer Behram Bey’e söz vermişseniz boşu boşuna çocuklarımın rızkını elden çıkarmayayım” demiş.
Herhalde tekrar adaya gösterileceği konusunda istediği güvenceyi
alamadığı için olsa gerek babam aday olmadı.
1958 yılında Ankara’dan Iğdır’a dönüp Güven Emlak bürosuna aça-
Iğdır Sevdası
595
rak yeni bir işe koyuldu. Bu uğraşısı 1960 İhtilaline kadar devam etti.
Babamın Vefatı
Babamın ikinci dönem milletvekilliği 1965 yılında sona ermişti.
Seyranbağları’nda bir apartmanın beşinci katında oturuyorduk.
Seçim dönemi kapanır kapanmaz babam artık Iğdır’a dönmek arzusundaydı. Buna hazırlık olması amacıyla beni önceden Iğdır’a göndermiş,
oradaki eve çeki düzen vermemi istemişti. O tarihte yeni evlenmiş, avukat
olarak Iğdır’a yerleşmeyi ümit ediyordum.
Iğdır’a taşınacakları günün arifesinde, babam, annem ve kız kardeşim
eşyaları kamyona yükledikten sonra, can sıkıntılarına çare olur diye, o akşamı
açık hava sinemasında geçirmeye karar vermişler.
Sinema dönüşü babam yorgun yatağına uzanmış, kız kardeşimi yanına çağırarak,
“Ayaklarımı ov!” diye istekte bulunmuş. Kardeşim, başucuna oturup
babamla ilgilenmiş. Yüksek tansiyondan muzdarip babam, o an hareketsiz yatağa yığılmış. Beyin damarı çatlaması, babamın ani vefatına neden olmuştu.
Mecit Hun’un da aynı şekilde vefat ettiğini öğrenince, “Meslek aynı
olunca ölüm de aynı oluyor” demekten kendimi alamamıştım.
Okul Hayatım
İlkokulu 12 Kasım’da bitirdim. Ancak ilkokul üçüncü sınıfı İstanbul
Kasımpaşa’da dayımın yanında okuduktan sonra tekrar Iğdır’a dönmüştüm.
Ortaokuldaki sınıf arkadaşlarım arasında Nizamettin Onk, Behman
Turan ve Aralık’tan Tağı Toktamışoğlu ilk aklıma gelenler. Ebe Hanım’ın kızı
Sevim Özel dışında bütün sınıf erkekti.
Ortaokuldan sonra maddi sorunla karşılaştım. Durumu iyi olan aileler
çocuklarını Erzurum ve İstanbul liselerine gönderiyorlardı.
Babam maddi sıkıntı içindeydi. Hani derler ya, “Politika insanı aç bırakır!”. İşte babam bu atasözün güzel bir örneğiydi. Herkes babamı “Beyler”
ailesinden olduğu için müreffeh sanırdı ama gerçekte babam iki yakasını bir
araya getiremiyordu.
Şansıma annemin halasının oğlu Muhtar Demirbulak Kars’ta oturuyordu. Onun yanında kalarak 1953-1954 öğrenim dönemini Kars Lisesinde
okudum. Babam 1954’de milletvekili olunca Ankara’ya taşındık. Atatürk
Lisesine kaydımı yaptırıp ikinci ve üçüncü sınıfları orada bitirdim.
“Babam meslek hayatıma karar verdi”
Gönlümde yatan meslek Ziraat mühendisliğiydi. Çocukluğumdan
beri doğa ve hayvan sevgisiyle doluydum. Mesleğimin de bu konularla ilgili
Av. Ataman Yalçın
596
olmasını arzuluyordum
Behram Turan, Adnan Başkentli ve diğer birçok arkadaş gibi ben
de, yeni açılmış Erzurum Atatürk Üniversitesinde yüksek öğrenime devam
etmeyi arzuluyordum. Ama her ihtimale karşı Ankara Hukuk Fakültesine de
kaydımı yaptırmıştım.
Babam kararsızlığımı görünce, avukatlığı tavsiye etti. Gerçekten de
avukatlık eğitimi birçok mesleğin temeliydi. İstersen savcı, hakim, kaymakam, valilik veya serbest meslek konusunda seçim yapma hakkım olacaktı.
Bu düşünceyle Hukuk Fakültesi’ne başladım. 1962 yılında mezun oldum.
Mezuniyetten sonra beni en çok düşündüren ne yapacağımdı. Bir an
önce para kazanıp bağımsız olmak istiyordum.
Babam milletvekiliydi ama iş bulmam konusundaki çabalarıma fazla
ilgi göstermiyordu. Kendisine göre bir prensibi vardı. Çocuğunun geleceği
dahi söz konusu olsa siyasi dürüstlüğünden taviz vermek onu rahatsız ediyordu.
Bir ara Sırrı Atalay’dan bana iş bulması konusunda ricada bulunmuştu. O da İçişleri Bakanlığında maiyet memurluğu için bir yer önerdi, ancak,
meslek icabı, siyasetçilerin dümen suyunda olmam gerekeceğinden öneriyi
reddettim.
Askerlik yoklaması her altı ayda bir geliyordu. Önümde daha beş
ayım vardı. Bunca zamanı evde oturarak geçirmeye hiç niyetim yoktu. İmar
ve İskan Bakanlığı Personel Müdürlüğü bölümüne memur olarak girdim. Askerliğimi bir yıl erteleyerek, memurluk görevimi devam ettirdim.
İstanbul Halıcıoğlu’nda yedek subay okulundan Levazım Asteğmen
olarak çıktım. Kurayla Maraş’ı çektim. O yıl, Kıbrıs çıkarması hazırlığı vardı. Birliklerimiz sürekli hareket halindeydi. Bağlı olduğum 14.Piyade Alayı
İskenderun’a kaydırılınca altı ayım dağda taşta geçti. Tayinim Milli Savunma
Bakanlığına çıkınca Ankara’ya döndüm.
Askerlikten sonra 1965 yılında Ankara Barosunda staja başladım.
Serbest meslek avukatlık için, on yıl tecrübeli bir avukatın yanında altı ay staj
yapmam gerekiyordu. Böylece annemin halası oğlu Avukat Tevfik Araslı’nın
yanında stajımın ikinci bölümünü tamamlama şansım oldu.
Memuriyet hayatına geri döndüm. Bir hükümet değişikliği sırasında
bağlı olduğum kurumun elemanları sil baştan yeniden tayin edilince, tepki
gösterip görevimden istifa ettim.
Avukat olarak Iğdır’a gitmeye karar vermiştim.
Iğdır Günlerim
Iğdır doğup büyüdüğüm topraklardı. Ama uzun yıllar ayrı kalmıştım.
Yola çıkmadan önce babam elime bir isim listesi tutuşturdu. “Sıkıntın
Iğdır Sevdası
597
olursa bu beylerden yardım iste!” dedi. Ama, tembih ve telkinini de ihmal
etmedi:
“Politikaya karışma, hakkımı helal etmem!”
Iğdır hızla düşman iki kampa bölünüyordu. Ya bir tarafı tutup politikaya gireceksin ya da suya sabuna dokunmayacaksın.
Önümde zor bir tercih vardı. Politikayı düşünsem bile durum beni
kurtarmıyordu. Düşünce yapısı olarak CHP’li idim. Ne de olsa babamın yıllarını verdiği bir partiydi. Ben de ta çocuk yaştan babamın eve getirdiği CHP
eğilimli gazete ve dergileri okuyarak büyümüştüm. Bu partiyi benimsemiştim
ama o yıllar Iğdır’daki CHP yönetimi Azerilere kapalıydı. Orada görev almam mümkün değildi.
Hocalık Yıllarım
Avukatlıktan kazandığım para masraflarımı karşılamıyordu. Ek bir
işle gelirimi artırmaya karar verdim.
Ortaokul ve lisede öğretmen boşluğu vardı. Ortaokul birinci sınıflara
Fransızca hocası oldum.
Hocalığımı ciddiye alıyor, gücüm yettiğince kendimi öğrencilerime
adıyordum.
İkinci yıl lise son sınıflara Sosyoloji, Mantık ve Felsefe derslerine
gitmeye başladım. Öğrencilerimi, giriş sınavlarındaki test sorularına beceri
kazandırmak için özel gayret sarf ediyordum.
Bir yandan avukatlık bir yandan hocalık, yorgun argın eve dönüyordum.
Gazetecilik Yıllarım
Lisede gazete çıkarılması yönünde girişimim olmuştu.
1968 yılında İstanbul’dan “pedal” (matbaa) getirterek, Atalay Sever’in “Hudut Postası”yla, Fazıl Şıktaş’ın “Yeşil Iğdır” gazetesine ek olarak
“Güven” isimli bir gazete çıkarmaya başladım.
Gazete çıkarma fikri, Ali Yardım’ın oğlu Atanur’la yaptığımız sohbetler sırasında olgunlaşmıştı. Atanur, daha sonra vazgeçince, Fikret isimli bir
genci yanıma alarak bu yöndeki çalışmalarımıza devam etmiştik.
Iğdır gibi küçük bir çevrede gazete çıkarmak gerçekten zordu. Siyasi
hesap ve çıkarları zedelenen insanların hedefi olmak, beni bunaltmıyor değildi. Ama bir karar almıştım. Her koşulda prensiplerimden ve dürüstlüğümden
taviz vermeden yoluma devam edecektim.
Sıkıntılarımı örneklemek isterim:
Kasabanın dilinde adı rüşvetçiye çıkmış İş Bankası müdürü vardı.
Elime fırsat ve belge geçtiği zaman aleyhine yazıyordum. Diğer bir gazete de
Av. Ataman Yalçın
598
tam aksine, müdürü öve öve göklere çıkarıyordu.
Müdür elemanıyla haber göndermişti:
”Öğrendim ki arabanız yok. Kredi açayım bir Renault alın”
Bu açıktan bir rüşvet teklifiydi. Ertesi gün gazetemde halka duyurdum. Çok geçmeden müfettişler, duruma el koydular. Müdür başka bir göreve
alındı.
Dostlarım bana karşı geldiler:
“Yahu adam Iğdır’a finansman getirip dağıtıyordu”
Kredinin 10% unu kendisine alıkoyan böyle bir müdürü ilçemde görmek istemiyordum ama mücadelemde yalnızdım.
Bir gün de kaymakamla aram açıldı. Avukat Türkan Hanım “Nişankaya Piyangosu” denilen bir olay anlatmıştı. Kaymakam bir arabayı ustaca
zimmetine geçirmişti. Bununla ilgili epey yazdım. Ama sonuç çıkmadı.
Avukatlık Yıllarım
Daha çok hazine davaları rayiçte olduğundan altı ay dava alamadım.
Mecbur kalıp bu alana yöneldim. Bu kez iki yönlü düşman kazanıyordum.
Davacı, “Aslında siz fazla bir şey yapmadınız ben eğer hakim beyi göremeseydim bu dava lehime sonuçlanmazdı” diyerek emeğimi inkar ediyor veya
davalı, “Malımı elimden alıp hazineye verdin. Allah senin…” diyerek beddua
ediyordu.
İlçede hizmet veren altı avukat vardı: Türkan Aydın, Muzaffer Öztekin, Caner Öcal, Ali Karageyim, Zeki Kara ve ben.
Ayrıca Iğdırlı olmayan üç avukat Ahmet Tunçezen, Haki Başer ve
Şirzat Turan Sadak, ilçede görev yapıyordu..
Belirli bir kesim Iğdır’a gelişimden tedirgin olmuştu. Kulağıma şöyle
duyumlar geliyordu:
“Bu adam buraya politika yapmaya geldi. Babası belediye başkanlığı
ve milletvekilliği yapmış, yörenin ileri gelen bir ailesinin çocuğu. Üstelik arkasında köyleri ve halk desteği var”
Bu ihtimali engellemek düşüncesiyle hakkımda “Ataman Yalçın komünisttir” diye bir dedikodu bile dolaştırıldı.
Gazetemde belediyenin çalışmalarını da titizlikle eleştiriyordum.
Lokantacılar yağlı pis mutfak sularını, “yolları suluyoruz” gerekçesiyle ana caddeye döküyorlardı. Sinekler üşüşüyor, ortalığa ağır bulaşık
kokusu yayılıyordu. Bunları gazetemde yazmış, belediyeyi uyarmıştım. Bana
anlatılanlara göre gazetemi okuyan belediye başkanı, ellerini başına dizine
vurarak,
“Bu benden ne istiyor. Herkes bu adam için iyi diyor ama bakın benimle bile uğraşıyor” demiş.
Iğdır Sevdası
599
Yaratılış icabı kendimden büyüklere karşı mesafeli davranırım. Örneğin Mecit Hun’la aramızda yaş farkı olduğu için tek bir defa olsun görüşme
şansım olmadı. Birkaç kez selamlaştık ama yüz yüze herhangi bir konuyu
konuşmadık.
O yıllar Iğdır’daki politika kulvarı Mecit Hun’la Hüseyin Akbulut
arasındaydı. Geriye kalanlar ikisi arasında sıkışıp kalmıştı.
Güven Partili Yıllarım
Güven Partisi içinde yer almam daha çok arkadaşlık hatırı nedeniyle
oldu. Bir ara Ecevit yanına hemşehrimiz Fikret Ekinci’yi alarak Iğdır’a gelmişti.
Fikret Ekinci Iğdır’ın ilk belediye başkanı Paşa Bey’in oğludur.
Emekli yüzbaşıydı ve 1960 İhtilal döneminde de Türkeş’in yardımıyla Cumhurbaşkanlığı Başmüşavirliğine kadar yükselmişti. Forum dergisinde yazıları
çıkan aydın birisiydi. Bana yakında CHP’den aday olacağını (1969 seçimleri) bu yüzden benim de partide yer alarak kendisine yardımcı olmamı istedi.
Halbuki benim CHP’ye girmem imkansızdı. O seçim dönemi öylece geride
kaldı.
Bu kez 1972 yılında yeniden temasımız oldu. Bu kez Fikret Ekinci
CHP’den ayrılmış Feyzioğlu’nun Güven Partisi’nde yer almıştı. Benim de bu
partiye katılarak güney ilçelerinde örgütlenmeye yardımcı olmamı istedi. Bir
gün evime davet edip kendisine şu ilkemi açıkladım:
“Babama vermiş olduğum bir sözüm var. Kesinlikle politikaya girmeyeceğim ama dışardan destek olma konusuna yardımcı olabilirim”
1969 yılında Belediye Başkanlığına adaylığını koyan Rıza Karasu’yla
birlikte GP’nin örgütlenme çalışmalarına katıldım. Partinin üyesi veya yönetim kurulunda görevli bir yöneticisi değildim. Desteğimi dışardan sunuyordum. Parti için yapılan birkaç mitingde de meydan konuşması yaptım.
1973 Genel Seçimlerinde GP listesinden İl Genel Meclisi üyeliğine
aday gösterildim. Karakoyunlu seçmenler benim için açık oy kullandılar.
3000 oyu köyümden 2000 oyu da Iğdır’dan alarak bir milletvekilinin alabileceği kadar oyla il genel meclisi üyeliğini kazandım.
Öte yandan, Avukat Mustafa Şimşek Belediye Encümen Azalığı için
bir liste hazırlamıştı. Genç ve dinamik isimleri listenin başına koyarak yeni
bir dönemi başlatmak istiyordu. AP’den liste üçte seçimleri kazandım.
Hüseyin Akbulut belediye başkanlığını kazanmıştı ama göreve hemen
başlaması için kısa süreli yasal bir engeli vardı. Meclis azaları toplanıp yeni
bir başkan seçmek zorundaydık.
Bir kulüpte toplandık. DP 10, CHP ve AP birlikte 20 meclis azası çıkarmıştı. Bir de Millet Partisinden Cemalettin Güneş vardı.
Av. Ataman Yalçın
600
Toplantıda belediye başkanlığı ve encümen üyeliğini kendi aramızda
dağıtmak için pazarlığa başladık. Sonuçta Mecit Hun’un adı belediye başkanı
olarak kabul gördü.
Ancak siyasi dedikodular ve baskılar beni bunaltınca, belediye azalığından istifa ettim. Bir sonraki toplantıda Cemalettin Güneş Belediye Başkanlığına seçildi.
Yıpratan Dedikodular
Iğdır’a geldikten sonra yavaş yavaş istemediğim bir dedikodu ve polemik havasına çekilmiştim.
Hayati isminde bir okul arkadaşım vardı. Geçmişte birçok şeyi birlikte
paylaşmış, insanlığına ve dostluğuna değer verdiğim birisiydi. İşçi Partisinin
üyesi olarak Iğdır bölgesini dolaşırken tabelâmı görmüş, ziyaretime gelmişti.
Bu haber kısa sürede ortalığa yayıldı. Yakınlarım:
“Ne işin var o komünistle. O İşçi Partili”
Bu gibi uyarılar kişilik haklarımı zedelediği için yüreğimde sıkıntılar
yaratıyordu. Üstelik ben aile geleneği olarak CHP’li bir tandansa sahiptim.
Çetin Altan ve İlhami Sosyal’ın yayınladıkları Forum dergisi elimden düşmezdi.
“Size ne! Ben insan olarak Hayati’yi seviyor ve değer veriyorum. Bu
yönüyle benim gözümde sizden daha değerli”
“Dürüst ol başka bir şeyden çekinme”
Iğdır’a gittiğimde cebimde para yoktu. Hatta daktiloyu bir arkadaştan
yarı peşin yarı senet karşılığı alıp Iğdır’a gitmiştim. Kitaplarımı bile veresiye
almıştım. Tabii bu yönler bilinmezdi. Genel kanı benim maddi durumumun
çok iyi olduğu, Karakoyun köyünün yarısının (!) bize ait olduğu yönündeydi.
Halbuki topu topu 30 dönümlük yer kalmıştı. Ve bugün o da yok.
Sıkıntılar beni hiçbir zaman korkutmadı. Çünkü her gittiğim yere babamın bana yaptığı değerli bir nasihati beraberimde götürüyorum:
“Dürüst ol başka bir şeyden çekinme”
Dürüstlük belki insanı zengin etmiyor ama şurası bir gerçek ki aç da bırakmıyor.

Mücahit Özden HUN : http://www.igdirsevdasi.com/cilt2/42ataman.pdf