KEMALİST SOL, KEMALİST SAĞ
Değerli okuyucularım!
Bu yazıyı kaleme alma planım bir zamandır zihnimin bir köşesinde duruyordu ama son bir haftada yaşadığım olaylar bu süreci hızlandırdı. Son bir yıldır hatta özellikle 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra her yıl artan bir oranda sağ ve sol cenahtaki parti veya şahısların Mustafa Kemal Atatürk’ün isminin arkasına sığındıklarını, O’nun ismini kullanarak kendi “sol veya sağ” düşüncelerine bir kılıf hazırladıklarını görüyorum. Neden şu anda buna ihtiyaç duyulmaktadır diye kendimi bir zaman sorguladım. Yılmaz Özdil gibi ciddi sayıda yazar grubu çoktandır bu işi bir ranta çevirdiler bile… Mustafa Kemal hakkında kitap yazıp ceplerini doldurdular. Bu kesim gittikçe çoğalmakta ve yeni bir siyasi denge Türkiye’ye damgasını vurmaktadır.
Artık tüm legal ve illegal partileri unutunuz! Ak Parti, CHP, MHP, İYİ PARTİ, HDP, TKP gibi legal partilerin yanı sıra aklınıza gelebilecek tüm illegal partileri yok sayınız. Gittikçe belirgin bir şekilde ortaya iki akım çıkmaktadır: Kemalist Solcular, Kemalist Sağcılar. Bir açıklama yapmam gerekir: Kemalist Solcular, durgun ve sessizdirler. Önceki yıllar olsaydı Kemalizm’i önce Sosyal Demokrat çizgiye, daha sonra Sosyalizme ve en nihayet Komünizme çekecek siyasi bir yaklaşımları vardır. Unutmayalım 1971 İhtilali esasında Doğan Avcıoğlu, İlhan Selçuk gibi isimlerin arkasında olduğu “Sol” bir darbe olarak planlandı ama son anda engellendi. Ama şu anda bırakınız Komünizm veya Sosyalizmi, Sosyal Demokrat düşünce bile zorlukla ayakta kalabilmektedir. Kısacası Kemalist solcular şu an masum, kendi halinde ve zararsız bir izlenim bırakmaktadırlar.
Kemalist Sağcılara gelince durum çok farklı! Lastik gibidir. Biraz çekince önce muhafazakar bir yapı ortaya çıkar. Biraz daha çekerseniz milliyetçi, biraz daha çekerseniz ultra milliyetçi ve en nihayet “Faşist” bir yapı tüm kurumlarıyla hortlar ve devleti teslim alır.
Lütfen bana bu sayıları nereden aldınız diye sormayınız. Bu benim şahsi öngörümdür. Aslında sağduyu sahibi her okuyucu bunun böyle olduğunu aşağı yukarı görmektedir. Tek farkla ki bu tespiti ve sınıflandırmayı ilk kez ben kaleme alıyor ve kamuoyu ile ilk kez ben paylaşıyorum.
Birçok okuyucumun tepkisini öngörebiliyorum. Kızgınlığınıza hatta küfürlerinize saygı duyuyorum ama artık ülkemizde siyaset geriye dönüşü olmayacak şekilde iki görüş etrafında kümelenmektedirler: Kemalist sağcılar ve Kemalist solcular.
Elbette Mustafa Kemal adına ileri sürülen bu görüşlerin hiç birisinin Mustafa Kemal’in özgün dünya görüşüyle bir ilgisi yoktur. Mustafa Kemal’i eleştireceğimiz tek nokta Ulus-Devlet yapısını kurmak için ülke içinde baskı ve kontrolü İstiklal Mahkemeleri aracılığıyla devreye sokmasıdır. Bunu sadece Kurmançlara, Zazalara değil aynı zamanda Kazım Karabekir Paşa gibi en yakın dostlarına da yapmıştır. Hatta İsmet İnönü ile küs olarak öldüğünü biliyoruz. İşin şaşırtıcı yanı Mustafa Kemal’i sertlikle ve diktatör olmakla suçlayan İnönü, 1945-50 yılları arasında Cumhurbaşkanı iken rakiplerine karşı daha da sert bir tavır takınmıştır. İnönü’nün baskı uyguladığı tüm bu kesimler Demokrat Parti’de bir araya gelmiş, DP, 1950 yılında iktidara gelince “Boraltan Köprüsü” yalanını bahane ederek İnönü’yü ipe göndermek istemiştir ama ordu içindeki dengeler İnönü lehine olduğundan bu teşebbüsünden vazgeçmiştir. Ama sonraki yıllar özellikle 1957 seçimlerinden sonra İnönü’yü neredeyse evinden çıkamaz hale getirmişlerdir.
1957-60 yılları arasında İnönü’nün yaşadığı zulüm ile ilgili iki fıkra anlatmak istiyorum. Bunu bana Merhum Kars Milletvekili Osman Yeltekin anlatmıştı. Birinci fıkrayı Iğdır Sevdasında yayımladım ancak ikincisini yer olmadığı için arşivde sakladım:
Merhum Osman Yeltekin anlatır: “DP iktidarı İsmet Paşa’ya karşı ülke çapında bir blokaj ve geziden men etme kampanyası başlatmıştı. İktidar kendisine bağlı mülki ve idari amirleri devreye sokarak Paşa’yı her yerde taciz ettirip siyasi propaganda yapmasına engel oluyordu. Bu gezilerin birçoğunda Paşa’yla yan yana bu saldırıları göğüsledim.
Paşa’nın konvoyunun İncesu ilçesinden geçerek Ankara’ya dönmesine izin verilmediği bu yüzden Kayseri il merkezinde mahsur kaldığını haber aldık. Bir grup partili milletvekili Kayseri’ye doğru çıkıp Paşa’nın yardımına koştuk. Ancak bizi bekleyen tablo pek de iç açıcı değildi. Belediye Başkanı, Vali ve jandarma alay komutanı el ele vererek Paşa’ya ve bizlere karşı hakaret derecesinde saygısızlık ediyor, otel ve lokantaları bizi kabul etmemeleri yönünde tehdit ediyorlardı. Nihayet Paşa, il başkanının evine yerleşti. Bizler de evin etrafında nöbet tutarak güvenlik sağlamaya çalıştık. Sabah olunca il ve ilçelerden gelen partili arkadaşlar Paşa’nın ve oradaki 40 mebusun onuruna kahvaltı verdi. Biz zevkle kahvaltımızı atıştırırken içeriye il başkanı girdi.
Yanında bir bayan ve bir kız çocuğu vardı. İl başkanı, “Paşam dün önünüzü kesen jandarma alay komutanını hanımı ve kızı elinizi öpmeye gelmişler” dedi. Bayan saygıyla Paşa’ya yaklaşıp elini öptü.
“Paşam, emin olun, kocamın size karşı davranışından çok üzgünüm. Dün gece onu yatağa sokmadım” dedi. Paşa gülümseyerek kadına baktı ve onu teselli eder gibi şöyle dedi:
“Kocan bir emir kuludur. Kendisine verilen emri yerine getirdi. Şimdi senden isteğim, evine git ve kocandan özür dile”
Merhum Osman Yeltekin ikinci bir fıkra daha anlattı: Yine İnönü ile yurt gezisine çıkmışlar. Uşak ilinin bir ilçesine girişleri DP’lilerin kışkırtmasıyla engellenmiştir. Paşa, biraz bekler, askerlerin ve polislerin duruma müdahale edeceğini düşünür. Ama ne gelen vardır ne de giden. Konvoyda yiyecek ve su da kalmamıştır. Osman Yeltekin aşağıya bahçelere doğru iner, yarım saat sonra gömleğinin içine doldurduğu üzümle geri döner. Paşa’nın arabasının kaportasının üstüne koyar. Elbette su yoktur. Paşa üzümden alır, tadına bakar:
“Çok tatlı! Buyurun isteyen alsın!”
Osman Yeltekin üzümü yerken iç geçirir:
“Paşam keşke buranın ahalisi tatlı olsaydı da üzümü acı olsaydı.”
İnönü nüktedandır:
“Öyle olsaydı şimdi bu üzümü yiyemeyecektik.”
Gülüşürler.
Bu iki fıkrayı niçin anlattım biliyor musunuz, muhafazakarlık (DP) biraz çekilirse milliyetçilik biraz çekilirse ultra milliyetçilik ve biraz daha çekilirse faşizm gelir.
Mustafa Kemal “faşist” bir zihniyete sahip değildi. Turan düşüncesine şöyle bir ilgi göstermiş ama ciddiye almamıştır. 1918 yılında kurulan Azerbaycan Devletinin ilk Cumhurbaşkanı Mehmet Emin Resulzade gibi önemli bir şahsiyeti 1931 yılında Türkiye’den kovmuştur. Evrensel ve çağdaş değerlere önem vermiş, ön plana koymuştur.Demokrasiden ve farklı partilerin yarış içinde olmasından yanaydı. Çok partili sistem için 1930 yılında bir adım attı. Hilafet ve padişah yanlılarının seçimi kazanma ihtimalini hissedince seçimleri iptal etti. Haklıydı.500 yıllık bir imparatorluk mirası nedeniyle hilafet ve padişahlık kurumuna olan bağlılığın birkaç yılda sona ermeyeceğini doğru hesaplayamamıştı ama hatasını anlayınca geri adım atmak zorunda kaldı. Kararı doğruydu.
Şimdi gelelim Türkiye’nin siyasi geleceğine: Tabloya baktığımızda net bir şekilde görüyoruz ki hangi partiden olursa olsun farklı parti mensuplarını birbirine bağlayan gizli bir güç vardır: Partinin adından bağımsız olarak seçmenler ya Kemalist Sağcıya da Kemalist solcu bir düşünceyle birbirlerine yakınlaşmaktadırlar.
Şu an Kemalist sağcı düşünce ağır basmaktadır. Nasıl olsa her partide Kemalist sağcı destekçilerimiz yani sivil desteğimiz olacak umuduyla bazı güçler bunu bir fırsata çevirmek isteyebilirler. Ben bunun ayak seslerini duyar gibi oluyorum. Beni korkutan masum Sağcı bir görüşle başlayan böyle bir hareketin hızla Faşizme kaymasıdır.