Değerli Okuyucular:
Bugünkü yazımda 19ncu ve 20nci yüzyıllarda Kafkasya’dan İran Körfezine uzanan bölgede yaşanan ulus-devlet mücadelelerinin kısa bir özetini sunmaya çalışacağım:
Fransız İhtilali’nin ulus-devlet ve ulusal kimlik etkileri hızla Avrupa ve dünyaya yayılırken bundan en çok etkilenen bölgelerden birisi de etnik, dini ve mezhepsel anlamda mozaik bir yapı oluşturan Kafkasya’dan İran Körfezi’ne uzanan bölgedir. İç içe yaşayan etnik gruplar, ulus idealleri için birbirine yabancılaşıp iç savaşa tutuşurken, diğer yandan dini ve mezhepsel farklılıklar da bu süreçte önemli bir rol oynamışlardır.
FRANSIZ DEVRİMİ, ULUS-DEVLET KAVRAMI VE MİLLİYETÇİLİK
Ulus-Devlet ve Milliyetçilik denilince akla 1789 Fransız Devrimi gelir. 1789 yılında patlak veren bu büyük sosyal ve politik değişim, tarihte derin izler bırakmıştır. Fransız Devrimi, sadece Fransa’da değil, dünya genelinde toplumsal yapılarda, hükümet biçimlerinde ve düşünsel akımlarda köklü değişikliklere yol açmıştır.
Fransız Devriminin Başlangıcı: Bastille Hapishanesi Baskını (14 Temmuz 1789)
Devrim, özgürlük, eşitlik ve kardeşlik gibi ideallerle yükselen bir halkın, yüzyıllar boyunca süregelen monarşik ve aristokratik yapıları sorgulamasının bir sonucu olarak ortaya çıktı. Ancak bu devrimin belki de en kalıcı mirası, ulus-devlet kavramının ve milliyetçilik düşüncesinin yükselişi olmuştur.
Fransız Devrimi öncesinde, insanlar daha çok yerel kimlikler, aile bağları ve feodal bağlılıklar ile tanımlanıyordu. Ancak devrimle birlikte, ‘ulus’ kavramı ön plana çıktı. Bu yeni düşünce, bireylerin kendilerini bir milletin parçası olarak görmelerini ve aynı tarihi, kültürü ve dili paylaşan diğer bireylerle birlikte ortak bir kimlik etrafında birleşmelerini sağladı. Bu, siyasi sınırların, kültürel ve etnik kimliklerle daha uyumlu hale gelmesine yol açtı ve sonraki yıllarda Avrupa’da ve dünya genelinde milliyetçilik akımlarının güçlenmesine zemin hazırladı.
ÇARLIK RUSYA’SININ KUZEY KAFKASYA’YA GİRİŞİ
Çarlık Rusya’sının Kuzey Kafkasya’ya girmesinin başlıca nedenleri, stratejik, ekonomik ve siyasi çıkarlara dayanıyordu. Bir yandan sıcak denizlere yani bir yandan Karadeniz’e diğer yandan İran Körfezine ulaşarak Osmanlı ve İran gibi bölgedeki güçlü devletlere karşı deniz üzerinden avantaj elde etmeyi amaçlıyordu. Diğer yandan, Kuzey ve Güney Kafkasya halkları arasında hızla yayılan ulus-devlet ve milliyetçilik hareketlerini imparatorluğun bekası için tehlikeli buluyor, bunları kontrol altına almayı zorunlu görüyordu.1817 tarihinden itibaren Rusya’nın Kafkasya’da hâkimiyet kurmaya çalıştığını görüyoruz.
Kafkasya’daki dengeleri değiştiren Çarlık Rusya’sı subayı: General Yermolov
General Aleksey Yermolov’un komutasında Rusya, Kuzey Kafkasya’daki yerel halkları boyun eğdirmek için büyük bir askeri sefer başlattı. Bu yıllarda Kuzey Kafkasya halkları arasında Fransız Devrimi’nin ulus-devlet ideali hızla yayılıyor, milliyetçilik fikirleri buradaki halkları kendi devletlerini kurma yönünde harekete geçiriyordu. Bölgenin önde gelen halkları Çerkesler (Adigeler), Abazalar, Çeçenler, İnguşlar, Dağıstan Halkları (Avarlar, Lezgiler, Dargiler, Laklar, Tabasaranlar ve Kumuklar), Osetler, Karaçay-Balkarlar, Nogaylar’dı.
Ancak büyük bir sorun vardı: Din ve dil farklılıklarıyla ayrılan Kuzey Kafkasya halklarının Çarlık Rusya’sının güçlü ordularına karşı tek tek direnç göstermeleri mümkün değildi. İşte böyle bir süreçte, aynı mezhep ve dini paylaşan halklar ulus-devlet özlemlerini ikinci planda tutarak, ortak dinsel ve mezhepsel değerler üzerinden bir ittifak oluşturarak Çarlık Rusya’sına direndiler. Özellikle Çarlık Rusya’sı ordularının güzergahı üzerinde olan Dağıstan ve Çeçenistan’da Şeyh Şamil’in liderliğinde İmamlık Hareketi ortaya çıktı ve direnişler yoğunlaştı. Ancak Kuzey Kafkasya’daki halklar dinsel anlamda parçalı bir yapı oluşturuyordu. İmam Şamil’in mücadelesi, Nakşibendi tarikatı çerçevesinde İslami bir liderlik altında yürütülen cihat temelli bir direnişti. Çerkesler geleneksel yaşam tarzlarına oldukça bağlıydılar ve kendi kültürel kodlarına göre hareket ediyorlardı.
İmam Şamil
Çerkezler İslam diniyle çok geç tanışmış (15 yüzyıldan itibaren), yerel inançlarından ve pagan geleneklerinden vazgeçmeleri kolay olmamıştı. Eğer Çerkesler, İmam Şamil’in başlattığı Din Savaşı’na katkı sunabilselerdi ulus-devlet özlemlerini sonraki yıllar gerçekleştirme şansı bulabileceklerdi ve büyük ihtimalle “Çerkes Sürgünü” olayı yaşanmayacaktı. Ancak, İmam Şamil’le birlikte ortak bir direniş örgütlemeleri mümkün olmadı. İmam Şamil, Sünni (Şafi) mezhebindendi. Bu nedenle Güney Kafkasya’daki Şii (Caferi) mezhebinden Azerilerden de gereken desteği göremedi. Mezhepsel farklılıklar Rusların kısa sürede bölgeye egemen olmasını sağladı.
Çarlık Rusya’sı 1864’te bölgeyi tamamen kontrol altına aldı ve büyük bir nüfus hareketine neden oldu. Rusya’nın asimilasyon politikalarına karşı direnen on binlerce Kafkas halkı Osmanlı topraklarına göç etmek zorunda kaldı. Bu sürgün süreci, “Büyük Çerkes Sürgünü” olarak da bilinir ve Kafkas halkları için büyük bir trajediye yol açtı. Kuzey Kafkasya’daki halkların ulus-devlet istemleri uzun bir süreliğine ertelenmiş olacaktı.
Büyük Çerkes Sürgünü (1864)
ÇARLIK RUSYA’SININ GÜNEY KAFKASYA’YA GİRİŞİ
Çarlık Rusya’sının Güney Kafkasya’ya inişi, aşamalı bir işgal ve diplomasi süreciyle gerçekleşti. 18. yüzyılın sonlarından itibaren bölgeye yönelik genişleme stratejisi, Osmanlı İmparatorluğu ve İran gibi bölgedeki güçlerle çatışmayı beraberinde getirdi. Güney Kafkasya, stratejik konumu ve doğal zenginlikleri nedeniyle Rusya’nın büyük önem verdiği bir bölgeydi. Ayrıca bu bölge üzerinden İran Körfezi’ne ulaşma emelleri vardı.
Güney Kafkasya’daki Hanlıklar (1750-1828)
Bu döneme Güney Kafkasya’da Hanlıklar vardı. İç işlerinde bağımsız olan bu hanlıklar İran Kaçar Hanedanlığına vergi veriyordu. Hanlıklarda dil ve din birliği yoktu. Güney Kafkasya’da o yıllar sadece Gürcistan Krallığı güçlü bir varlık olarak öne çıkıyordu. Çarlık Rusya’sı ve Gürcistan Krallığı 1783 yılında Georgiyevsk Antlaşması’nı imzaladı. Bu anlaşma ile Gürcistan, Rusya’nın koruması altına girdi ve Rusya, bölgedeki Osmanlı ve İran etkisine karşı kendisini bir koruyucu güç olarak konumlandırdı. Gürcistan’ın Rus korumasını kabul etmesi, Rusya’nın Güney Kafkasya’ya yerleşmesine zemin hazırladı. Çok geçmeden Çarlık Rusya’sı hanlıkları tek tek kendi kontrolüne almayı başardı.
1804-1813 yılları arasında Rusya, İran’la savaştı ve Gülistan Antlaşması’yla savaşı kazandı. Bu anlaşma sonucunda Azerbaycan hanlıkları Rusya’nın kontrolüne geçti. Bu, Güney Kafkasya’daki Rus varlığını daha da pekiştirdi. 1826-1828 Rus-İran savaşında da galip gelen Rusya, Türkmençay Antlaşması’nı imzalayarak Nahçıvan ve Erivan Hanlıklarını topraklarına kattı. Böylece Güney Kafkasya’nın büyük bir kısmı Rusya’nın hakimiyetine geçti.
10 Şubat 1828 Türkmençay Antlaşması
Hanlıklar Sünni, Şii mezhebine bağlı Müslümanları ve kısmen Hıristiyanları barındırdığından Çarlık Rusya’sının işgal hareketine karşı İran Kaçar Hanedanlığı, İmam Şamil benzeri bir Şii Direnişi örgütleyemedi. Azerilerin ve diğer halkların ulus-devlet özleminin gerçekleşmesi bu koşullarda zaten imkansızdı. Eğer Güney Kafkasya’da Şii Direniş güç kazansaydı, muhtemelen bugün Birleşik Azerbaycan devleti ortaya çıkmış olacaktı.
GÜRCÜ ULUS-DEVLET ARAYIŞI
İlhaktan sonra Gürcüler, kültürel ve dini kimliklerini korumaya çalıştılar. Gürcü Milliyetçiliği ve Ulus-Devlet özlemi, Gürcü Ortodoks Kilisesi’nin içinde saklı bir nüve olarak gelişti. Öyle ki Gürcü Ortodoks Milliyetçisi olmak bir anlamda bağımsız Gürcistan özlemiyle örtüşüyordu.
19ncu yüzyılda Tiflis (Güney Kafkasya’da Çarlık Rusya’sının idari başkenti)
19.yüzyılın ortalarında, Tiflis’te başlayan Gürcü aydınlanma hareketiyle, Gürcü aydınlar kültürel kimliği güçlendirmeye yönelik çalışmalar yaptı. Bu dönemde Gürcü dili, edebiyatı ve kültürü üzerine çalışmalar yapıldı. Gürcü Ortodoks Kilisesi’nin Rusya’ya bağlanması da bağımsızlık arayışını güçlendirdi. Gürcü Kilisesinin bağımsızlığı için savaşmak bir anlamda Bağımsız Gürcistan için savaşmakla bir anlama geliyordu. Yani Gürcü ulus-devlet düşüncesi, Gürcü Kilisesinin kanatları altında saklanmış durumdaydı.
Solda, Çarlık Ordusunun Tiflis’e girişi (16 Kasım 1799) ve sağda Çar’ın Tiflis’e gelişi (29 Eylül 1888)
1905 Rus Devrimi sırasında Gürcüler arasında bağımsızlık talepleri yükselmeye başladı. Gürcü sosyal demokratları ve diğer siyasi gruplar, Rusya’nın zayıflamasını fırsat bilerek bağımsızlık yanlısı faaliyetlerde bulundular. Özellikle Tiflis’te ve diğer büyük şehirlerde bağımsızlık yanlısı hareketler güçlendi.
Gürcü Milliyetçiliğinin fikir babası: İlia Çavçavadze (1837-1907)
1917’de Rusya’da gerçekleşen Ekim Devrimi’yle birlikte Çarlık rejimi yıkılınca, Kafkasya’daki halklar için bağımsızlık fırsatı doğdu. 26 Mayıs 1918’de Gürcistan Demokratik Cumhuriyeti ilan edildi. Bu ilk bağımsızlık dönemi, Sovyet Kızıl Ordusu’nun 1921’de Gürcistan’ı işgal etmesine kadar sürdü.
Gürcistan, 1921’de Sovyetler Birliği’ne katıldı, ancak bu dönemde de gizli bağımsızlık hareketleri ve isyanlar devam etti. 1956’da Stalin’in ölümü sonra, Gürcü öğrenciler ve entelektüeller arasında bağımsızlık talepleri arttı. 1978’de Gürcü dili üzerindeki baskılar protesto edildi.
1980’lerin sonlarına gelindiğinde Sovyetler Birliği’nin zayıflamasıyla birlikte Gürcü bağımsızlık hareketi yeniden güçlendi. 9 Nisan 1989’da Sovyet askerlerinin Tiflis’te göstericilere saldırması sonucunda onlarca kişi hayatını kaybetti, bu olay bağımsızlık taleplerini hızlandırdı.
Gürcistan, Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecine girmesiyle 9 Nisan 1991’de bağımsızlığını ilan etti. Bu tarihten itibaren Gürcistan, bağımsız bir cumhuriyet olarak varlığını sürdürmeye başladı.
ERMENİ ULUS-DEVLET ARAYIŞI
Çarlık Rusya’sı orduları Güney Kafkasya’ya indiği zaman Ermeniler Osmanlı Devleti, İran ve Güney Kafkasya’da dağınık olarak yaşıyorlardı. Gürcüler gibi bir bölgede yoğunlaşmış değillerdi. Ayrıca Ermeni Apostolik Kilisesi ile Rus Ortodoks Kilisesi arasında tarihsel olarak bazı çatışmalar ve gerilimler yaşanıyordu. Bu çatışmalar hem dini hem de siyasi nedenlere dayanıyordu.
Hınçak Partisi Kurucuları (solda) Taşnak Partisi Kurucuları (sağda)
Ermeni Apostolik Kilisesi, Hristiyanlık tarihindeki en eski kiliselerden biridir ve kendi bağımsız geleneği, litürjisi ve yönetim yapısına sahiptir. Rus Ortodoks Kilisesi, Hristiyanlığın farklı bir yorumunu temsil eder ve Rusya’nın dinsel ve ulusal kimliğinin önemli bir parçasıdır. Bu iki kilise arasındaki dini farklılıklar, zaman zaman rekabet ve çatışmalara neden olmuştur.
Çarlık Rusya’sı Ortodoksluk üzerinden Ermenileri kendi nüfuzuna almaya çalışırken, Ermeniler de ulus-devlet özlemlerini Ermeni Apostolik Kilisesi içerisinde örgütlemeye çalışmışlardır.
19.yüzyılın ortalarında Rus Ortodoks Kilisesi bölgedeki Hristiyan topluluklar üzerindeki kontrolünü artırmaya çalıştı. Bu dönemde, Ermeni Apostolik Kilisesi’nin bağımsızlığı ve otoritesi, Rus Kilisesi tarafından sorgulanmaya başlandı. Aslında Rusların korkusu Ermeni kilisenin varlığı değil, kilisenin korumasındaki Ermeni milliyetçi akımlarıydı.
1828 Türkmençay Antlaşması’ndan sonra İran’da ve Güney Kafkasya’da dağınık yaşayan Ermeniler belli bölgelere göç ederek nüfus yoğunluğu oluşturdular. Böylece Ermeniler, daha güvenli bir ortamda kültürel ve siyasi haklarını geliştirme imkânı buldular ve bu durum, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ermenilere de ilham kaynağı oldu. Rusya’daki Ermeni aydınlar, bağımsızlık ve özerklik fikirlerini geliştirmeye başladı. 1887’de kurulan Hınçakyan Partisi (Hınçaklar) ve 1890’da kurulan Ermeni Devrimci Federasyonu (Taşnaktsutyun) örgütleri ulus-devlet ilkesi temelinde, Ermeni Apostolik Kilisesi’nden yardım alarak hızla geliştiler.
1917’deki Rus Devrimi’nin ardından Rusya’nın Kafkasya’daki varlığı zayıfladı. 1918’de, bugünkü Ermenistan topraklarında kısa ömürlü bir bağımsız Ermeni Cumhuriyeti kuruldu. Ancak bu devlet, 1920’de Sovyetler Birliği’nin Ermenistan’ı işgal etmesiyle sona erdi ve Ermenistan, Sovyetler Birliği’nin bir parçası haline geldi. Ermenistan, bağımsız bir cumhuriyet olarak yeniden 1991’de, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla kuruldu.
IĞDIR İÇ SAVAŞI (1919) VE ÊZİDİLER
1919 yılı ağustos ayında bugünkü Iğdır il sınırları içinde bu bölgede yaşayan halklar arasında bir din savaşı yaşanmıştır. Êzidiler, aslen Kürt olmalarına ve Kürtçenin Kurmançça bağımsız dilini konuşmalarına rağmen, ulusal kimlik mücadelesini ikinci planda tutmuş, Caferi Azeri-Sünni Kürtlerden oluşan Müslüman cephe karşısında kardeşleri Müslüman Kürtlerle çatışmaya girmiş, Ermenilerle birlikte hareket etmişlerdir.
Büyük ve Küçük Ağrı Dağı ve nice acılara tanıklık etmiş Aras Nehri
Iğdır bölgesine yerleşik Êzidi nüfus, Aras nehrini geçerek bugünkü Ermenistan’a sığınmıştır. Bugün Ermenistan’da yaşayan Êzidiler, ulus-devlet kurulması yönünde çaba gösteren dünyanın çeşitli bölgelerindeki Kürt hareketlerine aktif destek sunmaktadırlar. Êzidiler arasında dinsel ve ulusal kimlik önceliği halen tartışmalı bir konu olmaya devam etmektedir.
KÜRT ULUS-DEVLET ARAYIŞI: AĞRI DAĞI İSYANI (1926-1930)
Ağrı Dağı İsyanı, 1926 yılında çıkarılan Ağa ve Beyleri Sürgün Yasası’na tepki olarak İbrahim Ağa (Bıro Heski Telli) tarafından önce bir direniş hareketi olarak başlatılmıştır. 1928 yılında Beyrut’ta kurulan Hoybun (Xoybûn) Cemiyeti’nin, Yüzbaşı İhsan Nuri’yi bölgeye göndermesiyle önce modern anlamda ulus-devlet esasında bir isyan örgütlenir ancak milliyetçi fikirler halkta karşılık bulamayınca Şeyh Abdülkadir’in (Kotan) dini önderliği ön plana çıkar.
Ağrı Dağı İsyanı lider kadrosu: (Soldan sağa) Halis Bey (Öztürk), İhsan Nuri Paşa ve Ferzende Bey
(Sağ başta) Şeyh Abdülkadir (Kotan) ve oğlu Hasan Kotan (sol başta)
AZERİ ULUS-DEVLET ARAYIŞI: AZERBAYCAN MİLLÎ HÜKÛMETİ
Azerbaycan Millî Hükûmeti, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Kasım 1945’te Sovyetler Birliği’nin desteğiyle İran’ın Azerbaycan bölgesinde kurulan ve Sovyetler Birliği’nin çekilişiyle Kasım 1946’da İran hükûmeti tarafından yıkılan bir Azeri devletidir.
Azerbaycan Millî Hükûmeti Başkanı Cefer Pişeveri
Bakü merkezli Kuzey Azerbaycan, 1920’den beri Sovyetler Birliği bünyesinde sosyalist bir cumhuriyet olarak varlığını devam ettiriyordu. İkinci Dünya Savaşı’ndan Sovyetler Birliği zaferle çıkınca, sosyalist ideoloji komşu bölgelerde ve ülkelerde önem kazanır. Tebriz merkezli Güney Azerbaycan’da öncelik şöyledir: 1. Sosyalist ideoloji nedeniyle Sovyetlere yakınlık 2. Şii mezhebi nedeniyle merkezi hükûmete yakınlık 3. Bağımsız Azerbaycan Devleti (ulus-devlet özlemi).
Azerbaycan Millî Hükûmeti ve Mahabad Kürt Cumhuriyeti (1946)
Sovyetler Birliği, Kasım 1946’da desteğini çekince Azerbaycan Millî Hükûmeti’nde Şii mezhebine yakınlık nedeniyle merkezi hükûmetle bütünleşmek ön plana çıkmıştır. Sosyalist ideoloji ve Şii mezhebi önceliği olmasaydı Birleşik Azerbaycan Devleti 1920’li yıllarda kurulmuş olabilirdi. Bugün Güney Azerbaycan’da ulus-devlet özlemi, Şii mezhebi içerisinde ikinci plana itilmiştir.
Azerbaycan Millî Hükûmeti Cefer Pişeveri başkanlığında toplantı halinde
KÜRT ULUS-DEVLET ARAYIŞI: MEHABAD KÜRT CUMHURİYETİ
1946’da kurulan Mehabad Kürt Cumhuriyeti’ni Sünni-Şafi Kürtler kurarken, komşu Sakkız, Kirmanşah ve İlam eyaletindeki Şii Kürtler bu oluşuma destek vermemişler, merkezi Şii hükûmetin yanında yer almışlardır.
Qazi Muhammed (önde oturan) ve Mehabad Kürt Cumhuriyeti Hükûmeti yetkilileri
Kuzey Irak bölgesinden Sünni-Şafi Molla Mustafa Barzani, Mehabad Kürt Cumhuriyeti’ne destek için Mehabad’a gitmek zorunda kalmıştır. Ayrıca Cumhuriyet içinde yaşanan Kurmançça-Soranca dil farklılığı da Mehabad Kürt Cumhuriyeti’nin güç kazanmasına engel olmuştur.
Mehabad Kürt Cumhuriyeti Başkanı Qazi Muhammed
Ayrıca Mehabad Kürt Cumhuriyeti, modern anlamda bir ulus-devlet örgütlenmesiyle değil daha çok saygın dini liderlerin öncülüğünde toplumsal bağlar güçlü tutulmuş, ulus-devlet yapılanması ağır adımlarla ilerlemiştir.
ULUS-DEVLET ARAYIŞLARININ BOĞULMASI: IRAK-İRAN SAVAŞI
20’nci yüzyılın sonlarına doğru Irak’ta bir yandan ulusal-kimlik mücadeleleri devam ederken bir yandan Şiiler ve Sünniler arasında sürekli bir gerginlik yaşanmıştır. 1979 yılında meydana gelen İran İslam Devrimi’nin ardından, Saddam Hüseyin, kendisi Sünni Arap olduğundan gerektiğinde Sünni Kürtleri Şii Araplara tercih eden bir siyaset izlemiştir.
İran ve Irak bu savaşın din ekseninde devam etmesini özellikle istiyor böylece kendi ülkelerinde yaşayan Kürt, Azeri, Beluci ve diğer halkların ulus-devlet kurma özlemlerini mezhepsel bir savaşın gölgesinde bir anlamda ertelemiş veya engellemiş oluyorlardı.
Irak-İran Savaşının asıl nedeni, önemli siyasi bir güce dönüşen ve Fars kültürüyle örtüşen Şii mezhebinin bölgede tebliğ edilmesine karşı Sünni Arap hükümetlerinin kendi içlerindeki Şii nüfusu baskı altında tutma ve Şii düşüncesinin bölgesel bir güce dönüşmesini engelleme refleksinden doğmuştur. Keza, Saddam’ın Kuveyt’in işgalinin en önemli nedeni bölgedeki Sünni Arap devletlerinden aldığı maddi ve manevi destekle Şii mezhebinin tebliği gücünü Kuveyt (Kuveyt nüfusunun % 40 Şii’dir) sınırlarında durdurmak, diğer Arap ülkelerine sıçramasına engel olmaktır. Bütün bu engellemelere rağmen bugün İran, dünya Şii hareketinin lideri durumundadır. Lübnan’dan Orta Asya’ya uzanan geniş bir coğrafyada Şii mezhebinin tartışmasız lideri ve kararlı bir savunucusudur.
22 Eylül 1980’de başlayan savaşın sonlarına doğru İran, kendi ülkesindeki Kürtlere örnek olabileceğini bile bile çaresiz bir şekilde Irak’ta otonomi ve ulus-devlet kurma mücadelesi veren Kürtlere yardım ederek, Irak’a karşı üstünlük elde etmek istedi. Sekiz yıl süren mezhep savaşının ortaya çıkardığı otorite boşluğundan bağımsız bir Kürdistan kurulma ihtimalinin gittikçe önem kazandığını fark eden Saddam, 16 Mart 1988’de kendi ülkesi sınırları içindeki Halepçe kentine kimyasal silahlarla saldırdı, 5000’den fazla Kürt sivili katletti. İran da mezhep savaşının neden olduğu otorite boşluğundan Azeri, Kürt, Beluci gibi halkların ulus-devlet özlemlerinin güç kazanabileceğini fark ederek savaşa 20 Ağustos 1988’de son verdi.
Halepçe’de kimyasal silahla öldürülen baba ve kucakladığı bebeği
SONUÇ
Kısacası, Kuzey Kafkasya’dan İran Körfezi’ne uzanan coğrafi koridorda iki yüzyıl boyunca bazen ulus-devlet kurma ve ulusal kimlik mücadeleleri ön plana çıkarken bazen de dini ve mezhepsel tercihler ağır basmıştır. Ulus-devlet özlemleri, dinsel ve mezhepsel kimliklerin içine saklanmak zorunda kalmışlardır.