Son Yazılarımız

ÇİN DEVRİMİNİN EMPERYALİST KIZI: SONG BİNBİN

TOPLAM GÖRÜNTÜLENME: 14,684 

Değerli Okuyucular:

Yaşam sürekli bir değişkenlik ve devingenlik içindedir. Sadece yaşam mı? Düşüncelerimiz, siyasi görüşlerimiz ve ön yargılarımız da bu değişimden kendisini kurtaramaz. Geriye dönüp baktığımızda geçen zamanla her şeyin nasıl değiştiğini görür, şaşırırız. Belki hâlâ içinizde, “Ben asla değişmem,” diyenler olabilir. Onlara inanmayınız. Tek kusurları yaşadıkları değişimleri fark etmemek için gösterdikleri gereksiz inattır.

İTÜ’den ABD’ye

Kalıplaşmış önyargıyı parçalamanın ne demek olduğuna kendimden bir örnek vererek başlamak isterim:

Türkiye’de sol gençlik, “68 Kuşağı” ve “78 Kuşağı” ismiyle iki belirgin döneme ayrılır. Ben, 1970’li yılların ortalarından 12 Eylül Askeri Darbesine geçen sürede etkin olan 78 Kuşağına mensubum.

İTÜ’de öğrenci olduğum yıllardı. Elimizde çeşit çeşit sol yayınlar, dergiler, broşürler, bildiriler vardı. Ders kitaplarımıza sıra gelinceye kadar okunması gereken sol kitaplar listesi bir anlamda vicdani bir sorumluluk olarak üzerimizde ağır bir baskı oluştururdu. Birbirimize sorardık: “Yeni çıkan falanca kitabı okudun mu? Mutlaka okumalısın!”

Sohbetlerimizde, tartışmalarımızda, sokak gösterilerimizde, pankartlarımızda sürekli yer verdiğimiz bir ifade vardı: “Kahrolsun Amerikan Emperyalizmi!”

Üniversiteden mezun olup Avrupa’ya gidinceye kadar bu söylem zihnime kazınmıştı. ABD’ye karşı derin bir öfke ve nefretle doluydum.

1986’da Paris’te bir Fransız şirketinde Mühendis olarak çalışmaya başladım. En büyük hayalim Sovyetler Birliği’ne gitmek Moskova Devlet Üniversitesi’nde doktora yapmaktı. Bir yandan çalışıyor bir yandan da yoğun şekilde Rusça öğreniyordum. O yıllar Rusça öğrenmek için gidilecek özel okullar falan yoktu. Hatta piyasada Rusça öğrenmek için kitap bulmak bile imkansızdı.

Tek bir yol vardı: Paris’teki Sovyetler Birliği Büyükelçiliği bünyesinde halka açık Rusça Dil Kurslarına kayıt yaptırmaktı. Öyle de yaptım. Haftada iki kez Rusça kursuna gidiyordum. Sınıf arkadaşlarımın hemen hemen tamamı 1917 Devrimi nedeniyle Paris’e kaçan aristokrat ve zengin Rus ailelerinin çocuklarıydı. Bazıları Rusçayı rahat konuşabiliyor ama yazıp okuyamıyordu. Tek bir hoca olduğu için farklı seviyedeki öğrenciler tek bir sınıfta toplanmıştı.

Ders kitaplarımız Moskova’da basılmıştı. Sovyetler Birliği bünyesinde Rus olmayan halklara Rusça öğretmek için kullanılan kitaplardı. Doğrusu Rusça öğrenme konusunda ilerleme kaydedemiyorduk. Sınıf arkadaşlarım Fransızca konuşarak soylu ve aristokrat ailelerinin Çarlık Rusya’sı hatıralarını anlatıyor, ders de böylece kaynayıp gidiyordu. Sınıfta kocaman bir elektrikli semaver vardı. Katılımcılar ev yapımı börek-çörekleri (pirojki) beraberlerinde getiriyor, çay içerek ders (!) yapıyorduk.

Bir gün Moskova’ya gitmek için Rus Konsolosluk binasına gittim. Amacım Moskova Devlet Üniversitesi’nde okumak için istenen koşulları öğrenmekti. Konsolosluk binası, Büyükelçilik binasından ayrı bir yerdeydi. Konsolosluğa vardığımda başı sonu belli olmayan uzun bir kuyruk gördüm. Tamamı Afrikalı siyahi göçmenlerdi. Benim gibi eğitim vizesi alıp Moskova’ya gitmek istiyorlardı. Yanlarında çoluk çocuk ailece gelmişlerdi.

Kuyruğa girip beklemeye koyuldum. Saatler geçti kuyrukta tek bir adım ilerleme olmadı. Önümde Senegalli bir çift vardı. Fransızca sohbet ettik. 2-3 aydır sabahları erken bir saatte geldiklerini ancak Sovyet yetkililerinin gişeyi sadece birkaç saat açık tuttuklarını, şikayet edince de sert bir şekilde azarladıklarını söyleyince kuyruktan ayrıldım. Sosyalizmin uygulamadaki çirkin yüzünü az da olsa fark etmiştim. Metroda yol alırken ilk kez yüreğimdeki ve zihnimdeki Kutsal Sosyalizm kavramını ciddi anlamda sorguladım.

Nisan 1986’da Sovyetler Birliği’nde (bugünkü Ukrayna) Çernobil şehrindeki nükleer santralde büyük bir patlama olur. Sovyetler Birliği yetkilileri, yaşanan trajedinin boyutunu aylarca gizli tutmaya çalışırlar. Ancak ciddi bir patlama olmuştur; nükleer radyasyon komşu ülkelere sızmaktadır. Bir anlamda mızrak artık çuvala sığmaz olmuştu. 1986 yılı sonbaharında Batılı gazeteler Çernobil’de yaşanan korkunç trajediye sayfalarında detaylıca yer verince ikinci kez Sosyalizm ülküsüyle ilgili derin bir hayal kırıklığı yaşadığımı hatırlıyorum.

1990 yılı Aralık ayıydı. ABD’li bir arkadaş çevrem vardı. Fransa’da bir “Müslüman” olarak ayrımcılık yaşadığımı, sürekli olarak kariyer yapmamın önüne engel çıkarıldığını, promosyon almamın engellendiğini söylediğimde içlerinden birisi, “Bana kalırsa şansını ABD’de denemelisin,” dedi. İlk o zaman “Emperyalist” Amerika’ya gitme düşüncesi zihnimde olgunlaştı.

Yıl başında iki haftalık tatilimiz vardı. Bir haftalığına New York’a gittim. New York Üniversitesi (NYU) binalarını ve Columbia Üniversitesi yerleşkesini dolaştım. New York’un dinamizmi ve insanların özgüveni beni şaşırtmıştı. ABD, çözüm odaklı bir toplumdu. Tam da benim yaşam felsefemle örtüşen bir yaşam anlayışına sahiptiler. Paris’e dönünce ABD’ye gitme planı yaptım.

Birkaç yıl sonra dünyanın en prestijli MBA (İşletme) okullarından Wharton’da öğrenciydim. Ailesi Çin’in güneyindeki Kanton Bölgesinden gelen ABD’de doğup büyümüş Çinli bir bayanla evliydim.

Ex-kayınpederim 1940’lı yıllarda San Francisco’ya gelmiş, China Town’da (Çin Mahallesi) aşçı olarak çalışmıştı. Sonraki yıllar Çin lokantasının olmadığı Utah Eyaletinin başkenti Salt Lake City’e taşınmış, görkemli bir Çin lokantası açmıştı. Eyaletin tek Çin lokantası olduğundan sık sık yerel gazetelerde çıkıyor, röportajlar veriyordu.

1990’lı yıllarda ABD’de iki şehirde “China Town / Çin Mahallesi” vardı: San Francisco ve New York. Her iki Çin Mahallesinde ex-kayınpederin geniş ve saygın bir çevresi vardı.

1995 yılı Haziran ayıydı. Wharton’dan mezun olmuş, Dallas’a gitmeye hazırlanıyorduk. Birkaç günlüğüne New York’a, eşimin kuzenine davet edilmiştik. Alışılageldiği üzere bizleri China Town’da şatafatlı bir Çin lokantasında tüm aile fertleriyle birlikte ağırladılar.

Dört-beş masa birleştirilmiş, büyük bir aile ortamında akşam yemeği atıştırıyorduk. Bir ara konuşmalar ve sohbetler kesildi, fısıldaşmalar ve uzaktaki bir masaya dönüp bakmalar başladı. Eşim, kulağıma uzandı: “Şu gördüğün yeşil elbiseli bayan var ya onun adı Song Binbin. Anlattıklarına göre bir zamanlar Mao Zedung’un gözdesi ve prensesiymiş. Şimdi sanırım Boston’da yaşıyor.”

Doğrusu pek ilgili olmadım. Hatta inanmak istemedim. ABD’yi en büyük düşman olarak gören Mao Zedung’un “gözde prensesi” nasıl olur da ABD’de yaşardı? Sonraki yıllar bir gün eşim bana Mao Zedung ve Song Binbin’in birlikte çekilmiş bir resmini gösterince Song Binbin’in hayatına olan ilgim arttı. Hakkında yazılarını merakla okuduğumu hatırlıyorum.

Geçenlerde New York Times gazetesinde Song Binbin’in vefat haberini okuyunca hatıralarım beni geriye götürdü. Bir zamanlar Türkiye’de “Kahrolsun ABD” diye bağıran sosyalist Mücahit’le, “ABD, kâğıttan kaplandır,” diyen Mao Zedung’un 1966’da başlattığı Çin Kültür Devrimi’nin simge ismi Song Binbin’in hayatları garip bir şekilde ABD’de noktalanmıştı.

Bu yazımda kısaca da olsa Song Binbin’in hayatını sizlere aktararak insanoğlunun nasıl hızlı ve beklenmedik değişimler yaşayabileceğini, “Asla!” kelimesinin içi boş bir değere sahip olduğunu göstermek istedim:

SONG BİNBİN

Song Binbin, ünlü Çinli asker ve devlet adamı General Song Renqiong’u kızıydı.General Song Renqiong, 1949’da kurulan Çin Komünist Partisi’nin Hunan Eyaleti sekreteri olarak görev yapar. Sonraki yıllar Komünist Parti içinde hızla yükselir. Bugün General Song Renqiong, Mao Zedung’la birlikte Çin Devrimi’nin en önemli sekiz isminden birisi olarak kabul edilir.

Song Binbin’in babası ve Çin Devrimi’nin Kült İsmi: Song Rengionq

Song Binbin, böyle bir babanın kızı olarak 1947’de dünyaya gelir. 1966 yılında Song Binbin, 19 yaşında lise öğrencisidir. Mao Zedung, Çin Devriminin önünde engel gördüğü toplum içinde kök salmış “emperyalist kültür kalıntılarını” yok etmek için Kültür Devrimini başlatır. Song Binbin, Çin Komünist Partisi’nin gençlik kollarına katılır, “elit duruşlu ve değişime ayak uyduramayan” sözde gerici unsurları tasfiye etmek için en önde koşanlardan birisi olur.

1960’lı yıllarda Song Binbin

Song Binbin ve arkadaşları, “gerici unsur” olarak gördükleri kendi lise müdür yardımcısı Bayan Bian Zhongyun’u hedef tahtasına oturturlar. 5 Ağustos 1966 günü arkadaşlarıyla birlikte Bian Zhongyun’u bayıltıncaya kadar döverler. Bian Zhongyun, hastaneye kaldırılır ancak kurtarılamaz. Bu haber hızla yayılır ve bir anlamda Kültür Devrimi için model olur.

Song Binbin tarafından linç edilerek öldürülen Lise Müdür Yrd. Bian Zhongyun

Çin Komünist Partisi’ne sempati duyan ve kendilerini “Kızıl Muhafızlar” olarak adlandıran gençler 18 Ağustos 1966 günü Pekin’in Tianmen Meydanında bir milyon kişinin katıldığı büyük bir gösteri düzenlerler. Mao Zedung da bu mitingde hazır bulunur. Çin Devrimi için kendi müdür yardımcısını döverek öldüren (Kültür Devrimi’nin ilk ölüm olayı olarak kayıtlara geçmiştir) Song Binbin bu devasa mitingde en göze çarpan isimdir. Elinde Mao Zedung’un Kızıl Kitabı vardır. Mao Zedung ile birlikte resmi çekilir, gazetelerde yayımlanır. Song Binbin bir günde Çin’in en kahraman kızı ilan edilir. İsmini bilmeyen kalmaz.

Tianmen Meydanında Mao Zedung ve Song Binbin birlikte. Bu resim Kültür Devrimi sırasında büyük portre olarak Çin’deki duvarlara asılır.

“Binbin” kelimesi Çince “kibar, nazik” anlamına gelir. Mao Zedung, “Sana bu soyadı yakışmıyor. Bugünden sonra senin adın Song Yaowu olacak,” der. “Yaowu”, “militan” anlamına gelir. İki gün sonra Çin Komünist Partisi’nin en önemli yayın organı Guang Ming Günlük gazetesinde “Song Yaowu” imzalı bir makale yayımlanır. Böylece Song Binbin, Kültür Devrimi’nin sembol ismi olur. Çin’in diğer bölgelerindeki “Kızıl Muhafızlar” üyesi gençler Pekin’e akın ederler. Tek amaçları vardır: Song Binbin’i görebilmek ve elini sıkabilmek.

Birkaç yıl sonra Kültür Devrimi, kontrol dışına çıkar. 1968’de bu kez beklenmedik bir şekilde Song Binbin’in General babası Kültür Devrimi’nin hedefi olur. Ailece ev hapsinde tutulurlar. Aradan zaman geçer, Song Binbin 1972 yılında Jeoloji Enstitüsü’ne kaydını yapar. Nedeni bilinmez, 1980 yılında ABD’ye gider. Boston Üniversitesi’nde Jeoloji Mastırını tamamlar. Daha sonra dünyaca ünlü MIT Üniversitesi’nde Jeokimya Doktorasını yapar. ABD’de çevre ve şehircilik konularında danışmanlık işlerinde çalışır. ABD vatandaşı olur. 2003 yılından itibaren aralıklı olarak Çin’e gider gelir. “Kültür Devrimi” sırasında yaptıklarından dolayı pişman olduğunu söyler, özür diler.

Çin Kültür Devrimi’nin simge ismi Song Binbin, 16 Eylül 2024 günü ABD vatandaşı olarak, geride, ders alınması ve sorgulanması gereken bir geçmiş bırakarak “Çin Devrimi’nin emperyalist kızı” unvanıyla 77 yaşında New York’da kanserden vefat etti.

Siz siz olun, “Asla!” demeyiniz.