Değerli Okuyucular:
Her şeyden önce hepinize mutlu, sağlıklı ve huzurlu bir yıl diliyorum.
Yeni yıla, Iğdır’ımızın geçmişiyle ilgili bir yazıyla girmek istedim. Umarım ilginizi çeker.
Değerli Okuyucular,
Bir şehrin veya bölgenin tarihini yazarken, her türden belge en ince detayına kadar dikkate alınmalıdır. Saha çalışması, söyleşiler, anılar ve tarihi belgeler birbirleriyle örtüştüğü zaman en doğru bilgiler de okuyucuyla buluşmuş olur.
Iğdır Tarihi, belge yoksunu olduğu için manipülasyon ve tahrifata açıktır. Her söylenenin neredeyse “doğru” kabul edildiği bir anlayış uzun yıllar hükmünü sürdü. Iğdır’ımız tıpkı bir “puzzle” gibi parçaları bir araya getirerek, şüphe duymayacağı bir tarih kronolojisini ortaya çıkarmak zorundadır.
Iğdır’la ilgili en önemli belgelerden birisi de anı kitaplarıdır. İkinci Dünya Savaşı’nın bittiği günlerde, Iğdır’ın en kritik döneminde, Eylül 1945-Haziran 1947 yılları arasında (1 yıl 9 ay) Iğdır’da Kaymakamlık yapan Sadık Artukmaç, anılarını 1995 yılında “Bir Yaşamın Öyküsü” adı altında yayımlar. 206 sayfalık kitabında, 42-59’ncu sayfalar arasında, yani 17 sayfa kadarını Iğdır’da yaşadıklarına ayırır. (Yazımın sonunda bu sayfalara orijinal haliyle yer vermiş bulunuyorum.)
“Bir Yaşamın Öyküsü” kitap kapağı
Bugünkü yazımdaki asıl niyet, Sadık Artukmaç’ın anlatımlarını, daha önce sahip olduğumuz bilgiler ışığında değerlendirmeye almak, doğrulara biraz daha yaklaşmaktır.
Öncelikle, anı kitabının yazarı ve Iğdır eski Kaymakamı Sayın Sadık Artukmaç’ın biyografisine kısaca göz atalım:
SADIK ARTUKMAÇ KİMDİR?
Sadık Artukmaç, 17 Şubat 1910 tarihinde Yozgat’ta dünyaya gelir. Baba adı Ömer Hayrettin, anne adı Fethiye’dir. 1928 yılında sınavları kazanarak Ankara Erkek Lisesi’nde yatılı okur. 1930-31 öğretim döneminde liseyi bitirir. Sadık Artukmaç, 1936 yılı Ankara Hukuk Fakültesi mezunudur. Ankara Defterdarlığı ve PTT Başmüdürlüğü Memurluğu, Mahallî İdareler Genel Müdürlüğü Memurluğu, Cumhuriyet Halk Partisi’nde memur; Elmadağ, Dikmen Bucak Müdürlüğü; Şarkışla, Divriği, Iğdır, Kağızman, Sarıkamış, Çorlu, Şile, Aksaray Kaymakamlığı; İçişleri Bakanlığı Mahallî İdareler Genel Müdürlüğü Köycülük Dairesi Başkanlığı, Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Tetkik Dairesi Üyeliği, Tapu Kadastro Genel Müdür Yardımcılığı, Türkiye İş Bankası Hukuk Müşavir Yardımcılığı, Yazarlık, Cumhuriyet Senatosu Yozgat Üyeliği (15 Ekim 1961-14 Ekim 1973), Cumhuriyet Senatosu Başkanlık Divanı Kâtip üyeliği yapar. Sadık Artukmaç, 15.10.1961 genel seçimlerinde CHP’den Yozgat Cumhuriyet Senatosu seçilir. Sonraki yıllar CHP’den istifa eder, önce Cumhuriyetçi Köylü Merkez Partisi (CKMP), sonra da Adalet Partisi’ne (AP) geçer. Eşi Mahmure Hanım, Fizik-Kimya öğretmenliği yapar. Iğdır yıllarında Iğdır Ortaokulu Müdiresi olarak görev üstlenir. 1975 yılında emekli olan Artukmaç’ın idare hukuku konusunda yayımlanmış on kitabı bulunmaktadır. Evli ve üç çocuk babasıdır. |
SADIK ARTUKMAÇ’IN IĞDIR YILLARI
Sadık Artukmaç’ın tayini Divriği’den Iğdır’a çıkınca, sağa sola, dostlarına Iğdır’ı sorar. Aldığı cevaplar iç karartıcıdır: “Sivrisinek kaynıyor. Sıtma yuvası ve mahrumiyet bölgesi.”
Sadık Artukmaç, bu korkularla 3 Eylül 1945 tarihinde Iğdır’a adımını atar. İkinci Dünya savaşı henüz bitmiştir. Nazi Almanya’sı 8 Mayıs 1945’te; Japonlar da 15 Ağustos 1945’te teslim olmuş, savaş iki cephede de sona ermiştir. Ancak Iğdır, üç ülkeye sınır bir ilçe olarak önemli tehlikelerle yüz yüzedir. İsteseniz adım adım değerlendirmeye alalım:
Mahabad Kürt Cumhuriyeti ve Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti
1. İran sınırında, Ocak 1946 tarihinde Sovyetler Birliği’nin desteğiyle Mahabad Kürt Cumhuriyeti kurulur. Iğdır, Ocak 1946-Aralık 1946 yılları arasında Mahabad Kürt Cumhuriyeti’ne komşudur. Sadık Artukmaç, bu dönemde Iğdır’da Kaymakam olarak görevini ifa etmektedir. İran tarafında, Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin Maku Bölgesi Valisi Şeyh Abdülkadir Bey’dir. Şeyh Abdülkadir Bey, aynı zamanda hem Sakan (Sakî) aşiretinin lideri hem de İran tarafındaki Celali aşiretinin lideridir.
Sakan Aşireti ve Maku Eyaleti Valisi Şeyh Abdülkadir (Kotan)
2. İkinci Dünya Savaşı sırasında, Sovyet vatandaşı olan, fakat Alman ordusu saflarına geçerek Nazilerin yanında savaşan, özellikle Kafkasya ve Orta-Asya kökenli askerler, savaş bitince kaçacak ve saklanacak ülke aramaya koyulurlar. Nazilerin yenileceği kesinleşince İnönü, formalite icabı 23 Şubat 1945 yılında Almanya ve Japonya’ya savaş ilan eder. Böyle olunca Yalta Konferansında alınan kararları da kabullenmiş olur. Bu Konferansın en önemli maddelerinden birisi müttefikler tarafından yakalanan Sovyet askerlerinin Stalin’e derhal teslim edilmesidir.
İnönü, ilk anda Nazi işbirlikçisi lejyonlarda görev yapmış Sovyet vatandaşlarının Türkiye’de enterne edildiğini fazla seslendirmez. Aslında o yıllarda Türkiye’de birçok mülteci kampı vardır. Bu kamplarda savaştan kaçan her milletten insan yer almaktadır. Müttefikler, antlaşma hükmüne uyarak Sovyet esirlerini, Sovyetler Birliği’ne teslim ederler. Askerleri acı son beklemektedir.
Türkiye de son anda Nazi Almanya’sına savaş açtığı için, yapılan antlaşmaya uygun olarak kendisine gelen Nazi üniformalı Sovyet askerlerini, Stalin’e teslim etmekle yükümlüdür. Halbuki, Türkiye’nin tarafsız ülke olduğunu düşünen Nazi üniformalı Sovyet askerleri son umut düşüncesiyle Türkiye’ye sığınmışlardır. Türkiye, bu askerleri Yozgat kampında alıkoyar. Stalin, onların derhal teslim edilmesini ister. Yoksa da Kars, Ardahan, Iğdır’a saldırmakla tehdit eder.
Bu askerler 6 Ağustos 1945 yılında Tiknis/Akyaka/Kızılçakçak kapısından Sovyetlere teslim edilirler. 3 Eylül 1945 tarihinde görev başı yapan Kaymakam Sadık Artukmaç, bu olaydan bahsetmez. Bu da “Boraltan Köprüsü” efsanesinin yalan ve uydurma olduğunun başka bir açıdan kanıtlanmasıdır.
3. Kaymakam Sadık Artukmaç’ın eşi Mahmure Hanım, Iğdır Ortaokul Müdiresi olur (3 Eylül 1945). O dönemde Mecit Hun da vekil (yedek) öğretmen olarak Cebir, Hendese (Geometri), Fizik, Kimya ve Biyoloji derslerini vermektedir. Mecit Hun, Ocak 1946’da askere alınır. Öğretmen yetersizliğinden dolayı Kaymakam da vekil öğretmen olarak “Türkçe” derslerine girmektedir.
4. Kaymakam Sadık Artukmaç, Iğdır’da pamuk üretimi, hayvancılık, bağ ve bahçeciliğin önemine değinir. Şeftali ve üzümü ünlüdür. Üzümünden yapılan şarap lezzetlidir. Naki (Odoğlu) Bey’in isminden bahseder. Şarabı öylesine lezzetlidir ki ABD Hükûmet Danışmanı Max Thornburg övgüyle söz eder.
Naki (Nağı) Odoğlu
Max Thornburg Kimdir?
Max Thornburg, 10 Ekim 1892 ABD Kaliforniya doğumludur. Petrol yöneticisi ve ABD Hükûmet danışmanıydı. Berkeley Üniversitesinden Kimya Mühendisi olarak mezun olur. Ünlü petrol şirketlerinde görev yapar. Hükûmet tarafından petrol konularında uluslararası danışman olarak atanır. Bu amaçla dünyayı dolaşır. Böyle bir yolculukta 15 Haziran 1947’de yolu Iğdır’a düşer. Kaymakam, kendisini Taşburun’da ağırlar, Naki Bey’in şaraplarını ikram eder. Thornburg şöyle der: “Hayatımda bu kadar güzel şarap içmedim. Her gittiğim yerde bunu söyleyeceğim.” Max Thornburg’un amacı, gittiği ülkelerle ilgili bir rapor hazırlayıp ABD Hükûmetine sunmasıdır. Türkiye ile ilgili görüşlerini bir kitapta toplar: Thornburg 13 Ekim 1969’da vefat eder. |
5. Nağı Bey’in şeftali konservesi yapıp Almanya’ya ihraç ettiğini biliyoruz. Kaymakam Sadık Artukmaç, bunu doğrular. İstanbul ve Ankara’ya gönderildiğinden bahseder. Ah keşke! Nağı Bey, Türkiye’nin en büyük şarap fabrikasını Iğdır’da açsaydı. Iğdır’ın ürünlerini daha büyük ölçekli fabrikalarda konserve yapıp satabilseydi! Iğdır’ımızın çok fırsatlar kaçırdığı böylece bir kez daha ifade edilmiş oluyor.
6. Max Thornburg, “Pamuk yetiştiriyorsunuz. Niçin bir tekstil fabrikası açmıyorsunuz?” diye sorar. Acı bir gerçeği hep birlikte öğreniyoruz: Mareşal Fevzi Çakmak, sınır bölgelerinde (bununla özellikle Iğdır’ı kastettiğini anlıyoruz) fabrika kurulmasına karşıdır. Çünkü, bu fabrikaların düşmanın (Rusların) olası bir saldırısında ele geçirileceğini, onca emeğin boşa gideceğini düşünür. Cumhuriyet Türkiye’sinin niçin Iğdır’a yatırım yapmadığını da böylece öğrenmiş oluyoruz. Thornburg, tavsiyelerine devam eder: “Kars ve Doğubayazıt’a giden yolları yapın, iç pazara açılın.” Iğdır, 1950’de Demokrat Parti (DP) zamanında ilk kez yol sorununa ciddi şekilde ele atma şansı bulacaktır.
7. Sadık Artukmaç, Sovyet sınırının disiplinli olduğunu söylüyor. İkinci Dünya Savaşı’nın hemen akabinde sınırın disiplinli olmasını büyük ölçüde Hüsnü Bingöl’e borçlu olduğumuzu unutmamalıyız.
8. Sadık Artukmaç, İran sınırının sorunlu olduğunu söylüyor. Haklıdır çünkü kaymakamlık yaptığı dönemde (Eylül 1945-Haziran 1947), İran sınırı üç kez el değiştirmiştir: Sadık Artukmaç’ın görev yaptığı 1 yıl 9 aylık sürede İran sınırındaki durum aşağıdaki gibidir:
Eylül 1945-Ocak 1946: Rus İşgali
Ocak 1946- Aralık 1946 Mahabad Kürt Cumhuriyeti
Aralık 1946-Haziran 1947 Pehlevi Hanedanlığı
Sıkıntılar büyüktür. Sınırda ciddi bir otorite boşluğu olduğunu anlıyoruz. Ancak Sadık Artukmaç’ın, her üç dönemi de “Rus İşgali” olarak vermesini hatalı bir görüş olarak değerlendiriyorum.
9. Sadık Artukmaç, Iğdır şehir merkezinde Azeri Türkleri ve Kürtlerin yaşadığını ifade eder. Aralarında karşılıklı sevgi ve saygı olduğundan bahseder. Halkı över. Serbest düşünceli ve ilericidir. Gülmesini ve eğlenmesini bilmektedir. Köylüsü, kentlisi uygar insanlardan oluştuğunu ifade eder. Müzikli aile toplantılarının gelenek olduğunu, halkın Rus kültürünün etkisinde kaldığını söyler.
Bütün bu anlatımların doğru olduğunu biliyoruz. Azeri ve Kürtler arasındaki gerginlik, Demokrat Parti’nin (DP) 1950’de iktidara gelmesiyle başladığını, 1954 seçimlerinde Abdürrezzak Güneş’in (Edê Bey), DP tarafından veto edilmesiyle ilk ciddi kırılmanın yaşandığını biliyoruz.
Ayrıca, Sadık Artukmaç, Kazaska ve Dimme oyunlarından bahseder. Kazaska, bir Rus halk oyunlarındandır. Dizleri yere vura vura oynanır. Bu oyunların hâlâ Iğdır’da oynanıp oynanmadığını bilmiyorum.
(Değerli okuyucular! Değerli Hocam Akay Aktaş, bana bir yazı göndererek bu oyunlara açıklama getirdi. Aynen aktarıyorum: “Bu oyunlar çocukluğumuzda ancak oyunbaz çiftler tarafından oynanırdı. Merhume annem bu oyunları severdi ve en iyi şekilde oynardı. Ayrıca Timur Selçuk Bey’in annesi merhume Nahide Selçuk da bu konuda oldukça yetenekliydi. Kazaska oyunu eşli oynanırdı. Bu oyuna daha çok aristokrat kesim ilgi duyardı. Zor bir oyun şekli olduğu için sonraki kuşaklarca terkedildi, unutuldu. Bir anlamda Çaça Ça oyununa benzerdi.”)
10. HATA: Sadık Artukmaç, bir tarih hatası yapar. “40 yıllık Rus işgali”nden bahseder. Halbuki, Iğdır (Sürmeli Bölgesi) 1828’den beri Rus yönetimindedir; yani Iğdır Bölgesi (Sürmeli) 90 yıl Rus Yönetiminde kalmıştır.
11. Iğdır merkezdeki Kilisesinin kapalı olduğunu yazar. Kilisenin 1950 yılında yıktırıldığını, aynı taşlarla Merkez Cami’nin yaptırıldığını biliyoruz.
Iğdır Ermeni Kilisesi
12. Şehir merkezinde Ruslardan kalma büyük bir park vardır. Ağaçlandırılmış ve yemyeşildir. Sadık Artukmaç, parkın içinde bir gazinodan bahseder. Memurlar ve subaylar çalışma saati sonrası burada toplanır. Briç, tavla, satranç oynar. Yemek yenir, içki içilir.
Bu gazinonun Rahim Bey’in gazinosu olduğunu Mecit Hun’un anılarından biliyoruz. Mecit Hun, şöyle anlatır:
“Erivanlı Rahim Bey’in gazinosu (kulübü) bugünkü standartlardan daha lüks bir oturma yeri idi. Büyük bir titizlik ve disiplinle idare ediliyordu. Dışarıda, parmaklıkla ana caddeden ayrılmış bir ön bahçesi vardı. Iğdır’ın ileri gelen tüccar, esnaf ve bürokratları havalar müsait olduğunda burada oturur, çay, nargile içer sohbet ederlerdi.
Oyun oynamak isteyenler içeride otururlardı. Burada daha ziyade briç, bezik gibi salon oyunları vardı. İçeriye belli kişiler girebilirdi. İçeridekilerden birisi ile görüşmek isteyen durumu kapıdaki görevliye bildirir ve aradığı kimsenin gelişini beklerdi.
Ben, lise çağına gelinceye kadar Rahim Bey’in gazinosuna giremedim. Görüşmek istediğim adamları hep dışarıda bekledim. Çok temiz giyimli olan işletme sahibi Rahim Bey, hiçbir zaman oturmaz, işyerinin temizliğini ve düzenini kontrol ederdi.
1937 ve daha sonraki yıllara gelindiğinde burası daha da önemli bir buluşma ve oturma yeri oldu. Markara (Alican) köprüsünden Ruslarla ticaret başlamış ve Iğdır’a yabancı iş adamı akını başlamıştı. Iğdır, bu tarihte şehir görünümüne giriyordu. O tarihlerdeki Rusya ile olan ticaretin Iğdır’a ve bölgeye getirdiği hareketi ayrı bir bahiste anlatacağım.
Yine o yıllarda çok bakımlı, oturulabilir bir parkımız vardı. Belediye meydanındaki bu parka akşamları birçok Iğdırlı veya Iğdır’da görevli memur, aileleri ile birlikte gelir, gece geç saatlere kadar otururlardı.”
13. Sadık Artukmaç, selefinin (kendisinden bir önceki kaymakamın) isminin Nacit Akat olduğunu söyler. Bugün Gazetesi’ndeki habere göre Naci Akat, Karaisalı (Adana) Kaymakamı iken 22 Temmuz 1942 tarihinde Iğdır’a Kaymakam olarak tayin edilir.
Bugün Gazetesi’nde Kaymakamların Tayin ve Nakil ilanı
Hüsamettin Tuğaç Kimdir?
Tam adı Ahmet Hüsamettin Tuğaç’tır. Ailesi aslen Azerbaycan’ın Şemkir Rayonu Karacemirli köyündendir. 1889, Hasankale (Erzurum) doğumludur. Harp Akademisi mezunudur. I. Dünya Savaşı sırasında Kafkasya Cephesi’nde Çarlık Rusya’sı birliklerine esir düşer. Bu dönemde başından geçenleri Bir Neslin Dramı adlı eserde anlatır. Tiflis Tahran ve Viyana Ataşemiliterlikleri, Genelkurmay Haber Alma Dairesi Subaylığı, Dâhiliye Vekâleti Seferberlik Müdürlüğü, İâşe Müsteşarlığı Tedarik ve Dağıtım Genel Müdürlüğü, Yazarlık, TBMM VII. Dönem (1943) Ağrı, VIII. (1946) ve IX. Dönem (1950) Kars Milletvekilliği yapmıştır. İstiklal Madalyası sahibidir. Hüsamettin Tuğaç, 2 Ocak 1975 tarihinde vefat eder. Yıl 1930. 23 Nisan Bayramı. Hüsamettin Tuğaç, sekiz yaşındaki kızı Solmaz ve Mustafa Kemal Atatürk Almanca, Fransızca, Farsça ve Rusça bilen Hüsamettin Tuğaç, evli ve iki çocuk babasıydı. |
SADIK ARTUKMAÇ VE HÜSNÜ (BİNGÖL) BEY ÇEKİŞMESİ
Hüsnü (Bingöl) Bey
Sadık Artukmaç, 1 yıl 9 ay kadar Iğdır Kaymakamlığı yapar. Kaymakamlığının 2-3’ncü ayında ciddi bir sorunla yüz yüze gelir. Hüsnü (Bingöl) Bey isimli Milli Emniyet Müfettişi (o zamanki MİT), Kaymakamı atlayarak Jandarma ve Emniyet Teşkilatına emir vermekte, Komünist veya kaçakçı olduğunu düşündüğü şahısları mahkeme kararı olmadan tutuklamakta, özel cezaevine kapatıp sorgulamaktadır. Sadık Artukmaç, elbette böyle bir durumla daha önce karşılaşmamıştır. Bu hadsize (!) haddini bildirmek için kolları sıvar. Şaşırdığı durum, kendisinden önceki Kaymakam Naci Akat’ın bu duruma itiraz etmemiş olmasıdır.
Sadık Artukmaç, Jandarma Komutanı ve Emniyet Müdürünü yanına çağırır, uygulamanın yanlış olduğunu hatırlatır. Onlar da hak verir. Bunun üzerine Sadık Artukmaç yeni bir uygulama başlatır ve emir verir: “Benim yazım ve iznim olmadan kimseyi tutuklamayacaksınız.”
Hüsnü Bey, bu durumdan rahatsız olur. Yüz yüze görüşürler. Sadık Artukmaç, Hüsnü Bey’in isteğini reddeder. Belki de Hüsnü Bey, ilk kez reddedilmektedir. Bu haber, halk arasında değilse de memur ve subaylar arasında duyulur. Hüsnü Bey’in otoritesi sarsılır.
Hüsnü Bey, Kars Valisi Esat Onat Bey’e başvurur. Durum ciddidir. Vali, Iğdır’a gelir ve kaymakamı uyarır: “Her konuda serbestsin ama Hüsnü beyle iyi geçinmelisin. İstersen sizi Ardahan’a naklettireyim. Orada da ortaokul var. Eşiniz ortaokulda çalışmaya devam edebilir.”
Sadık Artukmaç’ın cevabı olumsuzdur. Sadık Artukmaç’ı rahatsız eden durumlardan birisi de Hüsnü Bey’in emekli olduğu halde Binbaşı üniformasıyla dolaşmasıdır.
Hüsnü Bey, muhtemelen o dönem Kars Milletvekili olan Hüsamettin Tuğaç’a başvurur, yardım ister. Hüsamettin Tuğaç, Erzurum Genel Müfettişlikten bir başmüşavirin Iğdır’a gitmesini sağlar. Sadık Artukmaç, bu durumdan rahatsız olur. Aldığı duyum ve bilgi, Hüsamettin Tuğaç’ın Hüsnü Bey’in yakın akrabası olduğu yöndedir. Bu bilgi doğrudur.
Hüsnü Bey’in kızı Şükran Bingöl şöyle ifade etmektedir (Kaynak: Iğdır Sevdası)
“Kolordu Komutanı Fahri Belen’in bir kız kardeşi Kars Milletvekili Hüsamettin Tuğaç, bir kız kardeşi de amcamla evliydi. Hüsamettin Tuğaç ve dedelerim, Kafkasya’da aynı kasabada ve aynı mahallede büyümüşler.”
Sadık Artukmaç, Hüsamettin Tuğaç’ı “Ağrı Milletvekili” olarak tanıtıyor. “1946 Genel Seçimleri”, 21 Temmuz 1946 tarihinde yapıldığı için, bu çatışmanın bu tarihten önce olduğunu anlıyoruz. Çünkü daha önce Ağrı Milletvekili olan Hüsamettin Tuğaç, 21 Temmuz 1946 seçimlerinde Kars Milletvekili olarak parlamentoya girer.
SADIK ARTUKMAÇ-RESUL TANER ÇATIŞMASI
Resul Taner
İkinci Dünya Savaşı henüz bitmiştir. Gaz, bez ve önemli ihtiyaç maddeleri vesika ile halka dağıtılmaktadır. Tek parti dönemidir. Resul Taner, CHP İlçe Başkanıdır. Güç ve otorite sahibidir.
Sadık Artukmaç’ın anlatımına göre bir gün Resul Taner, ziyaretine gelir. Vesikaların öncelikli olarak CHP üyesi ahaliye dağıtılmasını ister. Sadık Artukmaç bu öneriye şiddetle karşı gelir ve kendi deyimiyle Resul Taner’i “kapı dışarı” eder.
Haziran 1947’de Sadık Artukmaç, Kağızman kaymakamlığına naklen (aniden) tayin edilir. Sadık Artukmaç, büyük bir şoktadır. Bunun arkasında iki müsebbip (suçlu) arar: Hüsnü Bey ve Resul Taner
Resul Taner Kimdir? (Kaynak: Iğdır Sevdası)
Resul Taner’in doğumu 1901-1904 arasında bir yıldır. Doğum yeri Kamerli kasabasıdır. Ailesinin maddi durumu iyi olduğundan, okul eğitimi için Moskova’ya gider. Ortaokul ya da lise mezunu olarak diplomasını alıp Kamerli’ye geri döner. Savaş yıllarında tüm kardeşler beraberce Başköy’e göç ederler. Babası Hacı İbrahim’in vefatından sonra Resul Taner fabrika yönetimini eline alır. 1933-36 yılları arasında, basit bir motorla çalışan un değirmenine ek olarak Alman malı bir çırçır fabrikası inşa eder. Ayrıca o yıl Iğdır’a ilk Torna-Freze sistemini de getirip kurar. 1936 yılında Iğdır’ın o günkü koşullarına göre ciddi yatırım sayılabilecek Çeltik Fabrikasını kurar. Çeltik Fabrikası diğer iki fabrikayla aynı bahçededir. 100 metrekarelik alan üzerine ve tek çatı halinde inşa edilen bu kocaman bina Iğdır’ın en büyük fabrikasıydı. Almanya’da bir Sanat Okulu tarafında özel olarak iki adet üretilen motorlardan birisi Bombay’a (Hindistan) ikincisi de Iğdır’da kurulan fabrikaya monte edilmişti. Resul Taner 1950 yılının ocak ayında kalp yetmezliğinden henüz 50 yaşına basmadan vefat etti. Resul Taner, Ticaret Odası ve CHP ilçe başkanlığı yapıyordu. Bu görevlerini vefatına kadar aralıksız sürdürdü. |
IĞDIR DİLUCU SINIRININ BELİRLENMESİ
Iğdır Dilucu Bölgesi (Kırmızı işaretli bölge Dilucu’dur)
Dilucu, bugünkü Kâzım Karabekir Tarım İşletmesinin olduğu noktadan başlar, gerçekten de bir “dile” benzer şekilde uzanır. Dilucu bölgesinde ne geçmişte ne de şimdi yerleşim yeri yoktur. Dilucu’nun önemi şundadır: Kuzeyde Aras nehriyle (o dönem) Sovyetler Birliğiyle sınırı vardır, güneyde Karasu Çayı ile İran’la sınırı vardır. Dilucu bölgesi bugün Ermenistan’ın güney sınırının, Nahcivan sınırının ve İran sınırının doğal iki sınırlarla yani Aras Nehri ve Karasu Çayı ile ayrıldığı bir tampon bölgedir. Devletler, tarih boyunca, nehirleri veya buna benzer doğal engelleri sınır olarak kullanmışlardır.
Iğdır basınında bazen spekülatif yazılar çıkmakta, “Dilucu” bölümünü Mustafa Kemal Atatürk’ün, Türki Cumhuriyetlere açılan bir kapı olsun diye para ile satın aldığı yazılır. Bu doğru değildir. Dilucu’nun önemi, iki nehir arasında olmasıdır. Bunu zaten Sadık Artukmaç’ın anılarından anlamaktayız. Eğer parayla satın alınmış olsaydı, sınır tespiti çoktan yapılmış olurdu. Cumhuriyet kurulalı ilk kez bu bölgeye gidilip sınır taşları konacaktır.
Sovyetler, 1,2 ve 3 nolu sınır taşlarının yerine konması için Türkiye’den yani Iğdır Kaymakamlığından istekte bulunur. Bunun için iki ülke heyetlerinin Dilucu’nda bir araya gelmesi gerekmektedir. Sovyetler, daha önce de bu istekte bulunmuş ama her nedense Türkiye tarafı bu konuda sessiz kalmıştır. Bunun nedeni Dilucu’nun güvenli olmayışıdır.
Sadık Artukmaç, Dilucu bölgesinin bataklık ve sazlık olduğunu, ayrıca İran tarafından gelen çapulcuların bir anlamda bu bölgede cirit attığını söyler. Sadık Artukmaç, idealist bir kaymakam olarak, ne olursa olsun sınır taşlarının yerine konmasından ve sınırın karşılıklı imzalarla taahhüt altına alınmasından yanadır.
Sadık Artukmaç, bu anlatımında iki hata yapar:
Sadık Artukmaç’ın yanıldığı birinci nokta, Dilucu bölgesinin değil de Dilucu’na giriş yapılması için aşılması gereken bölgenin, sazlık ve bataklık olmasıdır. Sadık Artukmaç, İlçe jandarma komutanı ve Taşburun nahiyesi müdürüne, sazlığın yakılması için emir verir. Anlattığına göre, ateşe verilen sazların alevi Iğdır ilçe merkezinden bile görülebilmektedir.
Dilucu bölgesi, bugünkü Kâzım Karabekir İşletmesi’nin olduğu yerden başlamakta, güneye doğru uzanmaktadır. 1946 yılında Kâzım Karabekir İşletmesi’nin yerinde ne vardı?
Bu bölgede 1919 yılına kadar 12 pare Brukan köyü bulunuyordu. Köyler düz arazide kurulu olduğundan, 1919’da yani Kaça-Kaç döneminde Brukan Aşireti, Ermeni komitacıların saldırılarına dayanamaz, köylerine terk ederek Osmanlı Devleti’ne sığınır. İronik bir durum yaşanır. Osmanlı Devleti de Brukan Aşiretini, 1915 Ermeni Tehciri nedeniyle Van’da boşalmış olan metruk Ermeni köylerine yerleştirir. O günden sonra Iğdır’da terkedilmiş bulunan Brukan köylerinin bulunduğu bölgeye kimse yerleşmez. 1953 yılında Aras Nehri nedeniyle meydana gelen su taşkınlarını kontrol altına almak için 12 pare köyün bulunduğu bölgede, Merhum Ziya Ayrım’ın yönetiminde Devlet Üretme Çiftliği kurulur.
Ziya Ayrım
Sadık Artukmaç, bir heyet oluşturur. Erzurum’dan haritacı bir Albay getirtir. Orgof’ta (Suveren) bulunan askeri birlikten yardım alır. Tam teçhizatlı manga ile birlikte yola koyulur. Tercüman olarak Rusçayı çok iyi bilen Iğdır Belediye Başkanı Osman Ataman’ı yanına alır.
Heyet, atlı olarak, 1946 ilkbaharında Dilucu bölgesine doğru yola çıkar. Sadık, Artukmaç, yanmış sazlık alanda harabe haline gelmiş köylerden bahseder ve bunların Şeyh Sait İsyanı sırasında yerle bir edildiğinden bahseder.
Sadık Artukmaç, bu ifadesinde hatalıdır. Iğdır bölgesi Kürtleri, Şeyh Sait İsyanı’na katılmamışlardır. Şeyh Sait İsyanı özünde Zaza-Sünni bir isyandı. Iğdır bölgesi Kürtleri Kurmanç-Sünni idiler. Bırakınız isyana katılmayı, Bro Heski Telli, Şeyh Sait İsyanı yenilgiyle sonuçlanınca, İran’a kaçmak isteyen isyanın önde gelen liderlerini sınırda yakalar, kendi eliyle Türk yetkililerine teslim eder.
Sadık Artukmaç’ın gördüğü köylerin harabe olmasının nedeni şudur:
Ağrı Dağı İsyanı, 1930 yılında yenilgiyle sonuçlanır. Devlet, Ağrı Dağı’nı ve civar Kürt köylerini yasak bölge ilan eder.
AĞRI DAĞI İSYANI SONRASI İLAN EDİLEN YASAK BÖLGEDEKİ KÖYLER (Kaynak: Mecit Hun / Iğdır Sevdası)
Aşağıdaki köyler Ağrı Dağı İsyanı sonrasında yasak bölge içine dahil edilirler:
ARALIK İLÇESİ
Gomık / Gömük (1993’de devlet tarafından boşaltıldı)
Dilican (1930’dan sonra tekrar kurulmadı)
Ahura (Yenidoğan)
Tezharaba (1930’dan sonra tekrar kurulmadı)
Çetindere (1930’dan sonra tekrar kurulmadı)
Maksozillo (Esenkaya)
Atıcı (1930’dan sonra tekrar kurulmadı)
Karahacılı
Kolikent
Adetli
Hıdırlı
KARAKOYUNLU İLÇESİ
Kafirköy (İslamköy)
Beri (Aktaş)
Taraş (Yazlık)
Bulakbaşı
IĞDIR MERKEZ
Korhan
Belelak (Kavaktepe köyüne bağlı mezra)
Abdolak (Kavaktepe köyüne bağlı mezra)
Kavaktepe
Gevrolar (Orta Gevro, Yukarı Gevro) (Suveren’e bağlı mezra)
Karagüney
Caf (Suveren köyüne bağlı mezra)
Elmagöl
Yasak bölge, 1950 yılında Demokrat Parti (DP) tarafından kaldırılır.
Sadık Artukmaç’ın gördüğü köylerin harabe olmasının nedeni Şeyh Sait İsyanı değildir. Ağrı Dağı İsyanı sonrası devlet tarafından alınan Yasak Bölge kararı sebebiyle buradaki köylerin16 yıldan beridir (1930-46) insansız olmasında yani terkedilmiş olmasından dolayıdır.
Heyet, en güneydeki yani “dil”in tam ucundaki 1 Nolu taşa doğru giderken, Dilucu’nu mera olarak kullanan İranlı çapulcuların saldırısına uğrar. Sadık Artukmaç, bu saldırı da Osman Ataman’ın çok korktuğunu ifade eder. Halbuki Osman Ataman, Millî Mücadele kahramanlarından, Güneybatı Kafkasya Cumhuriyeti İçişleri Bakanı Ali Rıza Ataman’ın yeğenidir. Anlamak çok zor! Heyet, Ruslarla mutabakat sağlar, sonraki günler Markara (Margara / Alican) köprüsünde sınır tespit tutanakları imzalanır.
Ali Rıza Ataman (1) ve yeğeni Osman Ataman (2)
ORGENERAL KURTCEBE NOYAN IĞDIR’DA
Sadık Artukmaç, İranlı çapulculara bir ders vermek niyetindedir. Sık sık sürüleri çalınan ya da saldırıya uğrayan sivillere silah dağıtır. Biliyoruz ki Yasak Bölge nedeniyle bu bölgede sadece Azeri nüfusun yaşamasına izin verilmektedir. Yukarıda sıraladığım Kürt köylerinin tamamı boştur, terkedilmiştir. Tek bir Kürd’ün bile Yasak Bölgeye girmesi yasaktır. Bu anlatımdan silah dağıtılan ahalinin Azeriler olduğu çıkarımını yapıyorum.
Bu kez akla başka bir soru geliyor: O yıllar, bugünkü Aralık ve Karakoyunlu ilçesi sınırları içinde kalan Azeri nüfus büyük ölçekli sürü besliyor muydu? Cevabını bilmiyorum. Kısacası, hangi sivillerin silahlandırıldığının cevabı yok! Kürtler, Hüsnü Bey’e bağlıydılar. Hüsnü Bey’in izni ve onayı olmadan Kaymakamla birlikte hareket etmeyeceklerini düşünüyorum. Genellikle Azeri kesim, Hüsnü Bey’in gazabına hedef olmuştur. Kaymakam, göreve başlar başlamaz Hüsnü Bey’i karşısına aldığı için bu durumun Azeri ahalide sevinçle karşılandığı muhakkaktır.
150 mavzerin sivil halka dağıtıldığından bahsediliyor. Ağrı Dağı İsyanının yaraları henüz kapanmadan ve Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin kurulduğu böyle bir dönemde Kürtlere mavzer dağıtılmasının riskli olacağını düşünerek, İran’da öldürülen sivillerin Azeri olma ihtimali yüksektir. Hüsnü Bey’in onayı olmadan böylesine hassas bir operasyonla Kaymakam Bey, Hüsnü Bey’i dikkate almadığını Iğdır halkına kanıtlamak istemiş olabilir.
Kaymakamın organize ettiği siviller ve askerler, birlikte hareket ederek, İranlı çapulcuların peşine düşerler. Takip nedeniyle İran’ın 30-40 km kadar içlerine girerler. Çatışmada üç Iğdırlı sivil öldürülür. İran’la diplomatik sorun yaşamamak için ölüler, Türkiye sınırları içine geri getirilirler. Olayın yaşandığı aylarda (İlkbahar 1946), İran’ın sınır bölgesi Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin denetimindedir.
Bütün tedbirlere rağmen, Türk asker ve sivillerinin, silahlı olarak İran sınırından içeri girdiği bilgisi Erzurum’daki Üçüncü Ordu Komutanı Orgeneral Kurtcebe Noyan’a ulaştırılır (muhtemelen Hüsnü Bey tarafından). Hassas bir dönemdir. Uluslararası bir kriz yaşamamak için Orgeneral Kurtcebe, Iğdır’a gelir. Olayın detayını öğrenir. Kaymakamı dikkatle dinler ve hak verir.
Bu arada Kaymakam, bir türlü bileğini bükemediği Hüsnü Bey’i şikâyet eder. Orgeneral Kurtcebe, Hüsnü Bey’i huzuruna çağırtır, Orduevi’nde bir görüşme yapar. Üniformalı dolaştığı için fırça atar. Sivil giyindirir. Bu, Hüsnü Bey’in otoritesine ve prestijine vurulmuş ikinci darbedir.
Orgeneral Kurtcebe Noyan Kimdir?
Asıl adı İsmail Hakkı Kurtcebe Noyan’dır. 1888 Sivas doğumludur. 1909 yılında Harp Okulu’nu, 1911 yılında Piyade Sınıf Okulu’nu, 1920 yılında Harp Akademisini bitirir. Aynı yıl Anadolu’ya geçerek Türk Kurtuluş Savaşı’na katılır. (Savaştan sonra Kırmızı şeritli İstiklâl Madalyası ile taltif edilir) 1937 yılında Tuğgeneral rütbesine terfi eder. Tuğgeneral rütbesi ile 2. Süvari Tümen Komutan Vekilliği yapar. 1938 yılında Tümgeneral rütbesine terfi eder. Tümgeneral rütbesi ile 2. Süvari Tümen Komutanlığı ve 5. Kolordu Komutan Vekilliği yapar. 1941 yılında Korgeneral rütbesine terfi eder. Korgeneral rütbesi ile 5. Kolordu Komutanlığı, Genelkurmay Harekât Başkanlığı ve 3. Ordu Komutan Vekilliği yapar. 1946 yılında Orgeneral rütbesine terfi eder. Orgeneral rütbesi ile 3. Ordu Komutanlığı, Yüksek Savunma Meclisi Genel Sekreterliği ve Yüksek Askeri Şura Üyeliği yapar. 6 Haziran 1950 tarihinde Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na atanır. Kara Kuvvetleri Komutanı iken 7 Mayıs 1951’de vefat eder. Evli ve iki çocuk babasıdır. |
SİVİL AHALİDE PANİK
İkinci Dünya Savaşı tüm şiddetiyle devam etmektedir. Savaş boyunca ve hemen sonrasında Iğdır halkı yarı korku içindedir: Ya Sovyetler Iğdır’a saldırırsa!
1941 yılından itibaren Iğdır’ın zenginleri, Sovyetler Birliği’nin her an saldıracağı düşüncesiyle Iğdır’ı terk ederler. Şöyle bir durum yaşanır: Ailenin bir ferdi, para ve altınları alarak ya Ağrı’ya, Erzurum’a ya da İstanbul’a gider. Örneğin Hacı Gulem Parlar ve Hacı Nağdali Parlar kardeşlerden, Hacı Nağdali Parlar 1941 yılında yükte hafif pahada ağır ne varsa yanına alıp Ağrı’ya yerleşir. Benzer şekilde, Bağır Aras ve İbrahim Aras kardeşlerden, İbrahim Aras İstanbul’u tercih eder. Nağı Odoğlu’nun eşi ve çocukları da 1943 yılında İstanbul’a yerleşirler. Nağı Bey, Iğdır’dan ayrılmak istemez. O, gerçek anlamda bir Erivan sevdalısıdır. Iğdır’ı Erivan’a yakınlığından dolayı sevmektedir.
1946 yılı ağustos ayında Sovyet ordusunun Iğdır, Kars ve Ardahan’a saldırmak üzere hareket ettiği dedikodusu halkın arasında yayılır. Kars ve Ardahan ahalisi Erzurum’a doğru yollara düşer. Iğdır’daki askerler ve aileleri de Erzurum’a doğru yola çıkarlar. Sadık Artukmaç, sivil ahalinin yollara düşmesini istemez. Jandarma Komutanı ve Emniyet Müdürü ile görüşerek, tek bir sivilin bile Iğdır’dan ayrılmasına izin vermez. Vur emri çıkartır. Öyle ki Belediye Başkanı Osman Ataman, “Ruslar, beni ve ailemi tanıyor. Bizi öldürecekler!” diye yalvarır. Kaymakam, Osman Ataman’ın ayrılmasına izin vermez. (Bu, Osman Ataman’ın ikinci kez korkuya kapıldığı andır.)
Ayrıca, o yıllar Iğdır’da motorlu araç olmadığını, Sovyet ordusunun motorize gücünün yüksek olduğunu öğreniyoruz.
SITMANIN SONU
Sıtma sonucu dalak büyümesinin temsili resmi. (Bir zamanlar Iğdır’da her köşe başında sıtmaya yakalandığı için karnı şişen insanlar çaresiz bir şekilde kıvranıp dururlardı)
Iğdır, çok eski zamanlardan beri göl veya bataklıktır. Sular, zamanla çekilir ama bataklık alanlar hâlâ önemli bir bölgeyi kapsamaktadır. Sıtma, Iğdır’ın baş belâsıdır.
Sadık Artukmaç’ın anılarından öğreniyoruz ki Sıtma Savaş Teşkilâtı Başkanı Doktor Şevki Savuç görevini ciddiye almış bulunmaktadır. Sadık Artukmaç, sıtma hastalığının hemen hemen hiç kalmadığını yazar. Bu bilginin doğru olmadığını Mecit Hun’un 1950’li yılların başında çıkardığı gazetelerden biliyoruz. Sıtma, uzun yıllar Iğdır’ın baş belası olmaya devam eder. 1960’lı yıllarda Iğdır’ı halka gibi çepeçevre saran ve birbirine paralel iki kanal açılınca bu bataklıklar kurutulabilmiştir. Muhtemelen Kaymakam Bey, böyle bir ifade kullanarak kendisine pay çıkarmış olabilir.
BAŞARILI İKİ ÖĞRENCİ: MUSTAFA AŞULA VE CAFER TAŞKINSU
Sadık Artukmaç, vekil öğretmen olarak eşinin müdire olduğu Iğdır Ortaokulu’nda Türkçe dersi de verir. İki öğrencisinden hayranlıkla söz eder: Mustafa Aşula ve Cafer Taşkınsu. Bu vesileyle, Iğdır’ımızın medarı iftiharı bu iki şahsiyetin hayatlarına kısaca göz atalım:
Mustafa Aşula Kimdir?
Mustafa Aşula, 1930 Iğdır doğumludur. Babası Zülfikâr Aşula, Ermenistan’ın Kamerli kasabasından Iğdır’a göçmen olarak gelir. Zülfikâr Bey’in mesleği, berberlikti. Temiz huylu, iyi giyimli ve kendi halinde bir zanaatkardı. Bir oğlu bir de kızı vardı. Oğlu Mustafa Aşula, Iğdır’ın yetiştirdiği nadir devlet adamlarındandır. İlkokulu ve ortaokulu Iğdır’da tamamladıktan sonra Kars Alparslan Lisesi’ni leyli mecani (yatılı) bitirir. Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 1955 yılında mezun olur. 1959 yılında Ankara Üniversitesi’nde Hukuk Doktorası yapar. 1959 yılında Dışişleri Bakanlığı’na girerek çeşitli kademelerde görev üstlenir. San Francisco Başkonsolosluğu ve Libya büyükelçiliği görevlerinde bulunduktan sonra 1985’te Dışişleri Bakanlığı Ekonomik İşlerden sorumlu Müsteşar Yardımcısı olur, ardından OECD daimî temsilcisi, Pakistan Büyükelçisi ve son olarak Kazakistan büyükelçiliği görevlerini ifa eder. Mustafa Aşula, 1995 yılında yaş haddinden emekli olur. 1999 Türkiye Genel Seçimlerinde Fazilet Partisi Ankara 1. bölge 6. sıra milletvekili adayı, 2002 Türkiye Genel Seçimlerinde de Demokratik Sol Parti Iğdır 1. sıra Milletvekili adayı olur, ancak her iki seçimde de milletvekili seçilemez. Mustafa Aşula, ilk ve ortaokul yıllarında çalışkanlığıyla kendisini kasabaya kanıtlamıştır. Ortaokul yıllarında, Saniye Hanım isminde başarılı bir Fransızca Hocası vardır. Saniye Hanım’ın ön ayak olduğu okul piyesinde Mustafa Aşula, baş rolde oynar, temsil boyunca Fransızca konuşarak dinleyicilerin beğenisini kazanır. Mustafa Aşula’nın başarısı günlerce kasabada konuşulur. 50 yıl Iğdır’dan uzak kalan Mustafa Aşula, dönüş yolunu Azerbaycan ve Nahcıvan üzerinden Iğdır’a yapar. İngilizce, Fransızca ve Arapça bilen Mustafa Aşula Ankara’da bir şirkette görev yapar. Evli, iki kız babasıdır. Mustafa Aşula 17 Temmuz 2020 tarihinde Ankara’da vefat eder. Gölbaşı Mezarlığına defnedilir. Allah rahmet eylesin! |
Cafer Taşkınsu Kimdir?
Cafer Taşkınsu, 1928 Iğdır doğumludur. Reşit Taşkınsu’nun oğludur. Iğdır Ortaokulu’nu bitirip öğrenim hayatına devam edenlerden birisi de Cafer Taşkınsu’dur. İTÜ Elektrik Mühendisliği bölümünden mezun olduktan sonra uzun yıllar TEK’de Daire Başkanlığı görevini üstlenir. Hemşerilerine karşı oldukça duyarlı ve yardımseverdir. Bunlardan birisi de Hacı Akyüz’dür. Hacı Akyüz, hayatını anlatırken Cafer Taşkınsu’yu aşağıdaki gibi betimler: (Kaynak: Iğdır Sevdası) Hacı Akyüz “Askerlik dönüşü, 1970 yılında çok değerli hemşerim Cafer Taşkınsu’nun özel ilgi ve yardımıyla TEK’e girdim. Türkiye’nin en büyük termik santralı Zonguldak Çatalağzı işletmesinde idare müdür muavini olarak göreve başladım. Genç ve ataktım. İşlerimi dikkatle yapıyor, şevkle çalışıyordum. Ancak başarılı olmam için bu yeterli olmuyordu. Benden yaşlı çalışma arkadaşlarım, 24-25 yaşındaki bir gençten emir almayı onur sorunu yapıyorlardı. Çok geçmeden hakkımda şikayetler çoğalınca, genel müdür olayı yerinde incelemek yapmak üzere, işletmeye geldi. Türkiye genelindeki tüm TEK idarecilerinin katıldığı bütçe hazırlık toplantısında çok başarılı bir sunum yapınca, genel müdür, benimle ilgili çıkartılan şaibeleri bir kenara bırakıp, çalışmamı takdir etti: “Senin gibi başarılı bir elemanı kaybetmek istemem. Ancak burada kalman da senin için huzurlu olmayacak!” Cafer Taşkınsu’nun önerisiyle Seydişehir Gaz Türbinleri işletmesinde görev yapmayı kabul ettim. Ancak çok geçmeden, sorumluluk olarak çok daha az bir göreve getirildiğimi anlayınca, istifa etmek için fırsat kollamaya başladım.” |
OSMAN ATAMAN VE RIZA YALÇIN ÇEKİŞMESİ
26 Mayıs 1949 tarihinde Belediye Başkanlığı seçimi vardır. İki aday karşı karşıyadır: Osman Ataman Rıza Yalçın. Rıza Yalçın’ın Kaymakam Sadık Artukmaç’a şikayetinden anlıyoruz ki Osman Ataman daha önceki seçimleri “hile” ile kazanmıştır. Rıza Yalçın bu kez kararlıdır. Oy kullanılan sandıkların gizli sayım için korunmaya alındığı Belediye Binasını adamlarıyla birlikte kuşatmaya alır.
Rıza Yalçın
Burada okuyucumu önemli bir konuda bilgilendirmek istiyorum: 1946 mahalli ve genel seçimlerinde “açık oy, gizli sayım” kuralı uygulanmıştır. Örneğin, Belediye Başkanlığı seçiminde, seçim kurulu huzurunda oyunuzu açık olarak desteklediğiniz adaya kullanıyorsunuz. O an, herkes, kime oy kullandığınızı görüyor ve biliyor. Daha sonra sandıklar gizli bir yere götürülüp oylar sayılır. Elbette bu “şaibeli” bir seçim yöntemidir. Türkiye, 1950 seçimlerinden itibaren “gizli oy, açık sayım” ilkesiyle daha demokratik bir yöntemi benimser.
Oylar açık kullanıldığı için Rıza Yalçın, sandık başlarındaki adamları sayesinde kaç oy aldığını ve kazandığını biliyor, ama gizli sayım hilesinden de korkmaktadır. Kaymakam da Rıza Yalçın’a destek çıkar. Oylar hakkaniyetli bir şekilde sayılır. Rıza Yalçın, büyük bir oy çoğunluğu ile seçimleri kazanmıştır. 1950 mahalli seçimlerinde Mir Ali Ural Belediye Başkanı olur. Rıza Yalçın, daha sonra Bağır Aras’ın yerine CHP Iğdır İlçe Başkanlığı yapar ve 1954 seçimlerinde CHP listesinden Kars Milletvekili olarak parlamentoya girer.
ORGOF (SUVEREN) SUYU
Iğdır uzun yıllar içme suyunu ilkel bir yöntemle temin etmiştir. Her evin önünde, zenginliğine göre büyük ve küçük su damıtma taşı vardı. Şehrin ortasından akan ark ve derelerdeki Aras nehrinin killi ve çamurlu suları, damıtma taşlarına konur, alttaki küçük bir delikten temiz (!) su damla damla kovalara dolardı.
Su arıtma taşı
Kaymakam, Orgof (Suveren) köyünden Iğdır şehir merkezine temiz pınar suyu getirme projesine el atar, ancak projeyi tamamlama şansı bulamadan tayini çıkar.
Yeni Belediye Başkanı Rıza Yalçın, bu projeyi başarıyla sonuçlandırır. Oğlu Avukat Ataman Yalçın, şöyle ifade eder (Kaynak: Iğdır Sevdası)
“Iğdır’a elektriği ilk olarak Rıza Yalçın getirmişti. Iğdır’ın içme suyunu Orgof’tan getirme projesi de babama kısmet olmuştu. Babamın kendisine övünç payı çıkardığı hizmetlerinden birisi de Narınçoğlu bağını alıp, kasabanın en güzel mezarlığı olarak hizmete açmasıydı.
Babam, Narınçoğlu Mezarlığı (Asri Mezarlık) projesine öylesine sevinmiş ki eve geldiği zaman anneme, ‘Hanım, bugün çok güzel bir iş yaptım. Ağaçlar arasında yemyeşil bir mezarlığı belediye için satın aldım,’ demiş.
Rıza Yalçın, vefat ettiğinde Narınçoğlu’na defnedilir.”
BAŞKÖYLÜ (ARALIKLI) HAFIZ İSMİNDE BİR AZERİ
Iğdır’ın o yıllar mahrumiyet veya ihmal edilmiş bir bölge olduğunu en iyi aşağıdaki anekdottan anlıyoruz. (O yıllar Iğdır, Kars’ın ilçesidir)
Sadık Artukmaç, şöyle yazar:
“Iğdır’ın Başköy bucağında Hafız isminde 60 yaşlarında hoş sohbet ve çok zeki Azeri Türklerinden bir kişi vardı. Esprili ve fakat çok terbiyeli ve anlamlı konuşmalar yapardı.
Başköy’e gittiğim ve evine misafir olduğum Hafız, bir gün bana: ‘Kaymakam Bey, bu memlekette kanun çıkar. Bu kanun Sivas’ta topallar; Erzurum’da felç olur, Kars’ta ise ölür.”
EK BİLGİ
Sadık Artukmaç’ın anılarından anlıyoruz ki aşağıdaki şahsiyetler Eylül 1945-Haziran 1947 tarihleri arasında Iğdır’da görev yapmışlardır:
- Tugay Komutanı: Tuğgeneral Hüsnü Ersü
Hüsnü Ersü (1893-1956)
- Hükûmet Tabibi: Dr. Haydar Tuğral
NOT: (Bu yazım yayımlandıktan sonra Merhum Naki Odoğlu’nun kardeşi Amcabey’in oğlu Hâluk Odoğlu Bey, bana 15 Şubat 1937 tarihli AÇIK SÖZ gazetesinin PDF’ni gönderdi. Gazetede yer alan habere olduğu gibi yer veriyorum. Hâluk Bey’e teşekkür ediyorum. Mücahit)
Muhabir mektupları Köşesi
SENEDE 400,000 KİLO PAMUK VEREN IĞDIR
Doğu İllerinde gümrük işlerinin bu en mühim yerinde içtimaî (sosyal) ve iktisadî hayat
Iğdır (Hususî muhabirimizden)
Doğu illerinde gümrük işlerinin en önemli yeri Iğdır’dır. Buradaki hasılat milyonlara varmaktadır.
Burada çok güzel ve geniş bahçeli bir ordu eviyle hudut boylarında kurulmuş olan iki karakol, insanın göğsünü iftiharla kabartan binalardandır. Bunlardan başka mükemmel karargâh binası da yaptırılmıştır. Değerli ümeramızdan Albay Ethem Şevki Alptekin, bu kıymetli binaları parasız pulsuz ve hazineye yük olmadan sırf kendi becerikliğiyle yaptırmıştır. Bu komutan, Iğdır’da tam manasıyla varlıklar göstermiş ve büyük sevgiler içinde buradan ayrılarak Sarıkamış’a gitmiştir.
Karargâhın arkasında, tel ile çevrilmiş olan gayet kıymetli bir fidanlık da onun eseridir. Bu fidanlıkta pek çok miktarda kavak ve karaağaç fidanları diktirmiş ve bu suretle ilerde lüzum görülecek inşaatın kerestesi şimdiden hazırlanmıştır.
Nakdeli (Burada Hacı Nağdali Parlar kastediliyor. Mücahit) ve ortakları (Naki Odoğlu) tarafından işletilen pamuk ve çeltik fabrikaları hepsinden mühimdir. Iğdır’da her yıl 400,000 kilo pamuk ve 240,000 kilo çeltik yetiştirilmektedir.
Gerek pamuk ve gerekse çeltik fabrikalarında çift çift mazotla işleyen üç motorla çekirdeklerden ikinci defa pamukları çıkaran linter (çırçır) makinesi vardır. Sekiz makinenin bir arada muntazaman işlemeleri ekonomi hayatında en büyük muvaffakiyet (başarı) amili olduğuna şüphe yoktur. Bu fabrikalar, yüzlerce işçi ve amelenin de maişetlerini temine sebep olmakta ve yılda 2000 usta ve amele ile bunlarına çoluk ve çocuklarının nafakaları hep buradan çıkmaktadır.
Abbas ve Bekir Odoğlu adındaki iki genç (Nağı Odoğlu’nun iki oğlu. Mücahit), müteşebbis (girişimci) ve çalışkan kardeşin sarfettikleri mesai memleketimizin varlığı namına şayanı takdirdir (dikkate değerdir).
Iğdır’da birçok kahve ve gazinolar varsa da bunların içinde gazinocu Rahim, herkesin sevgisini kazanmıştır.
Bu itibarla Iğdır’ın ileri gelenleri hep buraya devam etmektedirler. Mevki itibariyle de herkesin zevkini okşamakta ve mevsiminde İstanbul’dan gelen incesaz takımları burada çalmaktadırlar.
KAYMAKAM SADIK ARTUKMAÇ’IN ANI KİTABINDA IĞDIRLA İLGİLİ SAYFALAR:
(Not: Bu kitap, “Nadir Kitap” İnternet sitesinden ikinci el olarak satın alındığından, sayfa içindeki çizgiler bana ait değildir. Mücahit)