IĞDIR VE AĞRI DAĞI İSYANI (1)

Değerli okuyucu! Yine zor bir konuyla baş başa kaldık. Hakkında çok az şey bilinen, unutulan veya unutturulan bir konuyu dikkatinize sunmamın nedeni bu isyan hareketinin sonuçlarının halen günümüze kadar varlığını devam ettirmesi, siyasi tartışmalarda kendisine yer bulmasıdır. Yazımı mümkün olduğu kadar kısa ve öz tutmaya çalışacağım.

ORTAK ACI

Özellikle Azeri kardeşlerimin yazıya ilgi göstermesini istiyorum. Bunun nedeni aynı ovayı, aynı toprağı paylaşan Azeri ve Kürtlerin birbirlerinin tarihsel acı ve sıkıntılarına “empati” geliştirmeleri lazımdır. Açıkça söylüyorum Oba, Hakmehmet ve diğer Azeri köylerinde yaşanan katliamlara üzülmeyen veya yaşanan acıları bilmeyen bir Kürt ve aynı şekilde Ağrı Dağı İsyanında yaşananlara üzülmeyen veya bilmeyen bir Azeri birlikte bir vizyon geliştiremezler. Onları et ve tırnak gibi birbirine bağlayacak olan tek gerçeklik paylaşacakları ortak acı ve sevinçleridir. Özellikle Iğdır’daki Kürtlerin kaderini büyük ölçüde etkileyen Ağrı Dağı İsyanını anlamak orada yaşanan acıları samimi olarak hissetmek iki halk arasında Iğdır’ın geleceğini birlikte kurma yolunda atılacak önemli bir adımdır. Yıllar boyu Azeri ve Kürtlerin yabancılaşmasının ve en küçük siyasi bir manevrada karşı karşıya gelmelerinin arkasında tarihsel geçmişlerine birlikte sahip çıkmama gerçeği yatar. Azeriler Hakmehmet ve Oba katliamları için üzüldüler, Kürtler ise Ağrı Dağı İsyanı ve Zilan Deresi için üzüldüler. Şimdi artık ortak bir acıyı paylaşma ve birlikte sahiplenme duygusu geliştirmek lazımdır.

Muhtemelen bazı okuyucularım, “Ağrı Dağı İsyanı” ile Iğdır arasında bir ilişki kurmakta zorlanabilir. Ancak şu hatırlatmayı yapmak isterim: Zirve dahil olmak üzere Ağrı Dağı’nın %65’lik kısmı Iğdır il sınırları içindedir. Bu yüzden burada yaşanmış bir isyan hareketi daha çok Iğdır tarihinin bir parçası olarak görülmelidir.

HALKIN HAFIZASI

Ağrı Dağı İsyanı ile ilgili olarak birçok kitaplar yazıldı. Elbette bu konuda kitap yazmış ve emek vermiş her yazarın görüşüne saygılıyım. Amacım ne onların tezlerini çürütmek ne de yeni bir tez oluşturmaktır. Bu akademik bir yazı olmadığı için dipnotlar ve kaynaklar konusunda ayrıntılı olmayacağım. Ben daha çok halkın hafızasında yer alan ve tazeliğinden hiç bir şey kaybetmeyen bilgilerden hareketle sizlere Ağrı Dağı İsyanını ve o dönemde yaşanan olayları aktaracağım. Bu aşamada bazı okuyucuların, “Halkın hafızasına güvenilerek yazılan bir yazının ciddiyeti olmaz!” şeklinde düşündüğünü duyar gibi oluyorum. Tecrübelerimden hareketle şu uyarıyı yapmak isterim: Resmi kayıtlar, kağıtlar, raporlar yok edilebilir ama halkın hafızası asla! Bir örnek vermek istiyorum. Sadece Iğdır’ın değil Doğu Anadolu’nun siyasi tarihine 25 yıl kadar bir süreyle damgasını vurmuş ve yeni kurulan Cumhuriyet’in koruyuculuğunu idealist bir ruhla üstlenmiş MAH Şefi (MİT) Merhum Hüsnü Bingöl hakkında devlet arşivleri tamtakır bomboş iken Hüsnü Bingöl’ün varlığı bölge halkının hafızasında canlı bir şekilde yaşıyordu. Halkın anlatımlardan hareketle Hüsnü Bingöl’ü tekrar canlandırıp tarihteki yerini almasını sağladık.

Iğdır ve Doğubayazıt bölgesinde doğup büyüyen her Kürt gibi ben de çocukluk yıllarımda aile ve aşiret içi konuşmalarda Ağrı Dağı İsyanı ile ilgili söylenenlere kulak vermiş, hatta bazı liderlerin adları hafızamda kendiliğinden yer etmişti. 1970’li yıllarda sol hareket içinde yer alınca o dönem Ağrı Dağı İsyanı ile ilgili olarak daha çok Kürt Milliyetçisi veya Sol görüşe sahip yazarlar tarafından kaleme alınmış kitapları merakla okumuştum. Yurt dışında bulunduğum süre içinde de Ağrı Dağı’yla ilgili her dokümanı el altında bulundurmuş, özel bir koleksiyon yapmıştım. O yıllar zihnimde Ağrı Dağı İsyanı ile ilgili daha çok “milliyetçi” ve “sosyalist” bir bakış açısıyla yer etmiş bir değerlendirme vardı.

2000 yılında Iğdır Sevdası isimli kitabımı kaleme almak için gerek Iğdır gerekse Doğubayazıt bölgesinde yaptığım söyleşi ve araştırmalarda karşıma çok farklı bir gerçeklik çıkmıştı. Okuduğum kitapların yetersiz kaldığını, isyan hareketine “duygusal milliyetçilik” anlamında keskin tezlerle tek taraflı bakıldığını anladım. Hâlbuki Ağrı Dağı İsyanı, çok yönlü ve iç içe girmiş sarmal bir yapıya sahipti. Amacım bu bakış açısını sizlere aktarmak ve değerlendirmeyi sizin takdirinize bırakmaktır.

İLK KAN

Daha önceki yazılarımda Hamidiye Alaylarından bahsetmiştim. Kazım Karabekir Paşa’nın askeri kabiliyetini artıran, Iğdır bölgesinde yaşanan iç savaşta Müslüman ahaliden yana taraf olan ve fedakârca çarpışan (bu süreçte Êzidi ve Ermeni katliamlarına da neden olduklarını belirtmemiz gerekir) Hamidiye Alaylarının lider kadrosu, 1926 yılında çıkarılan “Ağa ve Beyleri Sürgün” kanunu kapsamında yakalanmış ve sürgüne gönderilmişti. Bu sürgün emrine uymayan, karşı gelen tek bir insan vardı: Bro Heskî Tellî (Bundan sonra İbrahim Ağa).

Ağa ve Beylerin sürgüne gönderileceğini Meclisi Mebusan Milletvekili Şevket Bey’den haber alan İbrahim Ağa, Bayezid Vilayetindeki manifatura dükkânını terk eder, Örtülü köyüne çekilir. Tam o sırada Sürgün Kanunu kararını uygulamak için, askeri bir birlik Çiftlik köyüne doğru yola çıkmıştır bile! Bugün Doğubayazıt’taki Şıhlar Köprüsü mevkiinde çatışma olur, bir asker ölür. Askeri birlik Çiftlik köyüne gitmekten vazgeçer. İbrahim Ağa vakit kaybetmeden yirmiye yakın silahlı adamıyla köyün yukarısındaki kayalıklarda mevzilenir. Sürgüne gönderilmeye hiç niyeti yoktur. Üstelik kan dökülmüş, geriye adım atması da artık imkansızlaşmıştır. Ağrı Dağı İsyanı işte böyle bir olayla ilk startını almış olur. Kim bilir, eğer sürgün kanunu çıkarılmasaydı belki de böyle bir isyan hiç gelişmeyecekti!

1926-1928 YILLARI

İbrahim Ağa direniş hareketini başlatınca önce Bayezid Vilayeti civarındaki asker kaçakları, vergisini veremeyen Kürtler ve diğer kanun kaçakları İbrahim Ağa’ya katılır.1925 yılında patlak veren ve aynı yıl içinde bastırılan Şeyh Sait Kürt İsyanından kurtulabilen lider kadro Suriye, Irak ve İran’a kaçmıştı. İbrahim Ağa güç kazanınca bu kez lider kadro yardımcılarıyla birlikte İbrahim Ağa’nın yanına gider, birlikte Ağrı Dağı’nda bir savunma gücü oluştururlar. Çok geçmeden bu gruba sürgüne gönderilen liderlerin çocukları ya da sürgünden kaçıp gelenler de İbrahim Ağa’ya katılır. Bu yıllarda isyan hareketinin siyasi bir özü yoktur. “Kürt İsyanı veya Kürdistan” gibi kelimeler henüz telaffuz edilmemektedir. İbrahim Ağa, tıpkı Meksika’daki Zapata gibi kendisine yapılan haksızlığa isyan etmiş, devletten kendisine yapılan haksız muamelenin hesabını sormak istemektedir. Tarihe mal olmuş bir yemini vardır:

“Yıllarca bu vatan uğruna Ruslara karşı savaştım. Canımı, malımı feda ettim. Ama şimdi hükümet, bizi sürgüne gönderiyor. Bu bir haksızlıktır. Ben de şu yemini ediyorum: Dinime, Kuran’ıma yemin ederim ki, ölünceye kadar, bu haksızlığın dâvasını göreceğim”

Kısacası ilk aşamada Ağrı Dağı İsyanında aşağıdaki güçler yer almıştır:

• İbrahim Ağa ve ona bağlı Hesesori (Birxkî) aşiretinden savaşçılar

• Kanun ve asker kaçakları

• Şeyh Sait İsyanının yenilgisinden sonra yurt dışına kaçanlar

• Sürgün Kanunuyla sürgüne gönderilen Ağa ve Beylerin çocukları veya sürgünden kaçıp gelenler

Bu süreçte İbrahim Ağa tartışmasız liderdir. İki kez devlet görevlileriyle görüşmesi olur, ancak verilen sözlere inanmaz, direnişini devam ettirir. Bayezid Vilayetinde bunlar olup biterken çok uzaklarda Lübnan’da 5 Ekim 1927’de Xoybûn (Hoybun) cemiyeti kuruluyordu. (DEVAM EDECEK)

 

 15,789 Toplam Görüntülenme