VATİKAN’DA IĞDIRLI BİR BAŞPİSKOPOS

VATİKAN’DA IĞDIRLI BİR BAŞPİSKOPOS

Değerli okuyucularım!

Bu yazımda size bir masal mı anlatacağım yoksa gerçekleri mi, bunu ben de tam olarak bilmiyorum. Yıllardır peşinden koşturduğum bu bilmece, bir türlü tam açıklık kazanmadı. Iğdır, Mersin, İzmir, Roma, İtalya derken birbirinden kopuk ve devamı olmayan yüzlerce anlatımla karşılaştım. Ben duyduklarımı ve tanık olduklarımı size aktarıyorum. Bu hikâyenin kopuk bağlarını onarmak için çok zamanım geçti ve elbette maddi harcamalarım boyumu ve gücümü aştı. Bundan sonrasını konuya ilgi duyacak araştırmacı arkadaşlara bırakıyorum.

Doğrusunu isterseniz bunu kitap olarak yazmayı düşünüyordum. Ancak şu anda elimin altında bitirmem gereken onlarca kitap var. En azından okuyucuma yazmayı planladığım kitabın bir özetini sunmak istedim. Umarım ilginizi çeker.

GİRİŞ

Bir zamanlar Iğdır bölgesinde çok ilginç olaylar yaşandı. Bunun detayına bu makalemde girmeyeceğim. 1920 yılının sonlarına doğru Azeriler ve Kürtler nihayet acı günleri geride bırakıp birlikte, huzur içinde yaşamaya başladılar. Elbette o yıllarda da Kürtler bugün ki gibi“aşiret” olarak örgütlenmişlerdi. Herkesin mensup olduğu ve övündüğü aşireti vardı. Bu yüzyılların sosyolojik bir olgusudur. Kürtler kendilerini tanıttıkları zaman önce aşiretinin adını daha sonra babasının dedesinin adını söyler. İşte geçmişte böyle bir zamanda ilginç bir olay yaşanır. Hatırlarsanız daha önceki yazılarıma size 1926-32 yılları arasında varlığını bazen güçlü bazen bir avuç savaşçı şeklinde devam ettiren Ağrı Dağı İsyanını anlatırken, İsyandan bağımsız olarak hem Iğdır hem de Bayezid Vilayetinde farklı aşiretler arasında yıllara dayalı bir husumetin varlığından bahsetmiştim.

AHMED ŞEMO’NUN KIZ KARDEŞİ HATUN HANIM

Hatun Hanım Mısto isimli kendisinden yaşça büyük biriyle evlenir. Bu evlilikten Bıro isimli bir oğlu olur. (Sonraki yıllar Bıro da evlenir, Mahmut ve Bekir isimli iki çocuğu dünyaya gelir)

Hatun Hanım, Qaso (Kasım) isimli başka birisiyle ikinci bir evlilik yapar. Qaso, Kızılbaşoğlu aşiretiyle yıllar öncesine dayanan bir husumet yüzünden talihsiz bir olay yaşar. 

1926 yılında Kızılbaşoğlu aşiretine mensup bazı saldırganlar Gêloî aşiretine ait koyun sürüsünü İran’a götürmek için saldırıya geçerler, çobanlardan Hatun Hanım’ın kocası Qaso yaralanır. Saldırganlardan birisi yaralı olan Qaso’nun yanına gelir. Qaso, öldürülmemesi için yalvarır ama saldırgan af dilemeyi umursamaz, Qaso’yu acımasızca öldürür. Böylece Hatun Hanım ikinci kez dul kalır.

Talihsiz bir şekilde sürüsünün başında öldürülen Qaso’nun çocuklarının ismi şöyledir: Kudret, Temir, Selim (Bıtto), Mehmet, Tahir (Teyo) ve Musa.  Musa 1920 doğumludur. Teyo, 1918 doğumludur.

İşte, Ağrı Dağı İsyanın en sıcak günlerinde, 1929 yılının Ağustos ayında Kızılbaşoğlu Aşireti ile Gêloî aşiretini arasında geçmişe dayalı var olan husumeti yok etmek ve barış sağlamak için Şeyh Abdükadir, İhsan Nuri Paşa ve BıroHeski Telli gibi önemi şahsiyetler Ahmed Şemo’nun evinde bir toplantı yaptılar. Ahmed Şemo. dirayetli, kararlı, vefalı, cömert, cesur ve her şeyden öncesi aşiretine son derece bağlı bir liderdi. Ahmed Şemo’nun yanında, Temıre Gulê, Hacı Haşem ve Mıhemmede Hesen vardı. Kızılbaşoğlu aşiretini temsilen gelen, Hesene Tozo, mülayim ve halk arasında çok sevilen, barıştan ve iyilikten başka bir düşüncesi olmayan, kin ve intikam duygularımdan uzak birisiydi

Hakem heyetinin huzurunda görüşmeler başlar. Her iki taraf da aralarında geçmişte yaşanan olaylardan karşı tarafı sorumlu tutarlar.  Tartışmalar uzadıkça uzar ancak bütün çabalara rağmen iki aşireti barıştırmak mümkün olmaz. O yıllar İsyancılarla birlikte hareket eden Kızılbaşoğlu aşiretinde bazı isimler intikam yemini ederek zomadan (obadan) ayrılırlar.

İşte Ağrı Dağı İsyanın ve aşiretler arası husumetin iç içe geçtiği böyle bir dönemde Gêloî aşireti zor günler geçirir. Ahmed Şemo’nun dul kalmış kız kardeşi Hatun vefat eder.

Aradan yıllar geçer. Ağrı Dağı İsyanı sona erer. Bir gün Kızılbaşoğlu aşiretine mensup birisi Doğubeyazıt tarafındaki Ortaköy’e gider. Buranın bir Gêloî köyü olduğunu bilmemektedir. Bir eve misafir olur. Sohbet bir zamanlar Gêloî sürüsünü kaçırma sırasında öldürülen Qaso’dan açılır. Kızılbaşoğlu misafir hüzünlü bir şekilde duygusunu belli eder: “Ah keşke iki elim kırılsaydı da bana yalvaran Qaso’yu öldürmeseydim. Hep o günün acısını ve pişmanlığını yaşıyorum.” Sonra detaylı bir şekilde Qaso’ya nasıl ateş açtığını ve öldürdüğünü anlatır.

Bunun üzerine köyün ileri gelenleri gizliden Ahmed Şemo’ya haber gönderirler: “Qaso’yu öldüren saldırgan elimizde, ne yapalım?” Ahmed Şemo’nun kararı kesindir: “Öldürmeyin! Serbest bırakın!” Ahmed Şemo kendisine bağlı bir grup savaşçıyı gönderir, saldırganı sorguya çekerler ama öldürmezler ama yanında götürdüğü hayvanlara el koyup eli boş bir şekilde köyden ayrılmasına izin verirler.

Olaylar bu şekilde gelişirken, 1941 yılında vahim bir olay Gêloî aşiretini sarsar.

TAHİR’İN (TEYO) ORTAYA ÇIKIŞI

Teyo kardeşi M.den daha yaşlıdır. M. 1942 yılında, yani şu ünlü Erzincan Depreminden (1939) üç yıl sonra Erzincan’da askerlik yapmaktadır.

1941 yılında T. köyü kırsalında aşiret değerlerine göre yürekleri titreten bir olay yaşanır. Askerliğini yeni bitirmiş olan Teyo çölde dolaşırken sürülerini otlatan yalnız bir kadın görür. Nefsine hakim olamaz kadına tecavüz eder. Büyük ve ciddi bir suç işlemiştir. Artık aşiretin içine dönmesi mümkün değildir.

Iğdır’a kaçar. Iğdır’a yük getiren ve boş dönen kamyonlardan birine atlar, Erzincan’a gider. Asker olan kardeşi M.’yi ziyaret eder. Elbette olup biteni M.’ye anlatmaz. “Kardeşim, hiç param yok! Bana biraz para ver, Adana’ya gideceğim. Orada kendime bir iş bulur çalışırım.”

Kardeşi elindeki tüm parayı Teyo’ya verir. Teyo bir yolunu bulur, tekrar kamyonlardan birine atlar, Adana’ya gider. Her türlü işe girer, çıkar. Sebze halinde yük taşır. Bostanlarda çalışır. Sonbaharda pamuk toplar. Kışa doğru bir gün artık yapacak iş bulamaz. Cebinde 5-10 lirayla Adana’da sefil bir şekilde dolaşır. Bir arkadaşından Mersin’de iş bulabileceğini duyar. Mersin uzak değildir. Mersin’e gider,  eşya taşımacılığı, su satıcılığı yapar ama bu işlerin de sonu gelir.

MERSİN AZİZ ANTUAN LATİN KATOLİK KİLİSESİ

MERSİN AZİZ ANTUAN LATİN KATOLİK KİLİSESİ

Artık kış gelmiştir. Mersin’de kar yoktur ama sert bir ayaz insanın içine işlemektedir. Teyo, utandığı için ailesine tek satır yazamaz ve para isteyemez. Eğer aşiret konseyinin önüne çıksa cezasının ölüm olacağını bilmektedir. Hatta kendisini öldürmek için aşiretin kiralık bir katil tutabileceğine de ihtimal verir.

Böyle hüzünlü ve yarı ağlamaklı bir günde bir binanın önüne gelir, kaldırım taşına oturur. Başını iki dizinin arasına alıp hüngür hüngür ağlamaya başlar. O sırada binanın kapısı açılır. Alışık olmadığı biçimde giyinmiş birisi Teyo’ya yaklaşır. “Genç adam niçin ağlıyorsun?” Teyo, kısa bir şekilde cevaplar:  “Karnım aç ve yatacağım yer yok!”

Garip giyimli adam yumuşak ve ruhani bir ses tonunda Teyo’nun kendisini takip etmesini ister. Teyo yerinden doğrulur, ceketinin kollarıyla gözlerini kurular, garip görünüşlü adamı takip eder.

Bir salondan içeri girerler. Orta yerde uzun bir masa durmaktadır.Etrafında yine garip giyimli insanlar yemek yemektedirler. Teyo, boş iskemlelerden birisine çekinerek oturur. Önüne sıcak çorba ve ekmek servisi yapılır. Teyo, günlerdir aç-susuzdur. İştahla yemeye koyulur. İkinci kap yemek gelir. Onu da iştahla yer. Etrafına bakınır. Duvarlarda onlarca mum vardır. Hz.İsa’nın çarmıha gerili resmi Teyo’yu etkilerr. Tavana bakar. Her taraf dini motifler ve resimlerle doludur.

Bir genç adam saygıyla yaklaşır, kendisini takip etmesini ister. Teyo, masanın üzerine koyduğu şapkasını alır,ağır adımlarla sonra keşiş olduğunu öğrenceği genç adamı takip eder.Kocaman kanatlı bir kapının önünde dururlar. Keşiş içeri girer, Teyo’nun anlamadığı bir dilde konuşur, arka arkaya yürüyerek ve beli bükülmüş halde odadan çıkar, Teyo’ya el işareti yaparak içeri girmesini ister.

Teyo, çekinerek içeri girer. Odaya göz gezdirir. Her taraf duvar resimleriyle doludur. Birden kocaman bir masanın arkasında kendisini binanın önünde karşılayan yaşlı adamı görür. Yaşlı adam, Teyo’ya oturması için yer gösterir. “Burası bir Katolik kilisesidir. Daha önce bir kilisede bulundun mu?”

Teyo başını “Hayır!” anlamında sallar. Yaşlı adam devam eder: “Burası da Hıristiyanların camisidir. Her dinin kutsal bir yeri vardır. Orada ibadet eder, günah çıkarırlar. Bizim kilisenin adı Aziz Antuan Latin Katolik Kilisesidir. 1840’lı yıllarda Lübnan ülkesinde yaşayan Hristiyanlar,  Dürzü isimli başka dine mensup ahali tarafından katledilince Maruni adını verdiğimiz bu Hıristiyanlar Osmanlı döneminde Mersin’e gelip yerleştiler. 1853 yılında bir kilise inşa etmek için bir araya gelirler ve rahip Antonio onların hatırını kırmaz, Mersin’e gelir.”

Teyo anlatılanların çoğunu anlamıyordu ama bildiği bir şey vardı: Burası bir kiliseydi. Yaşlı adam devam etti: “Osmanlı padişahı 18 Eylül 1855 tarihinde bir ferman çıkarır böylece Mersin Katolik kilisesi inşa edilir. Kiliseye “Antonio”nun adı verilir. Kilisenin yanında Kapusenler manastırı inşa edilir. Hepsi 1898 yılında tamamlanır. Ancak 1923 Cumhuriyet Kurulduğunda devletmanastıra el koyar,  1944 senesinde Mersin Üçocak İlkokulu olarak kullanmaya başlar.

Şu an kilisede çok az sayıda din adamı var. Dini tören yapmamız yasaktır. İbadethane olarak da kullanamıyoruz.Sadece kilisenin bakımı ve temizliği ile ilgileniyoruz. İstersen sen de aramıza katıl, yatacak yerimiz var. Bizimle birlikte buradaki işlere yardımcı olursun.”

Teyo çok sevinçliydi: Karnını doyuracak ve yatacak bir yer bulmuştu.

Yaşlı adam devam etti:

“İsminiz nedir?”

“T. Ç ama herkes beni Teyo olarak çağırır.”

“Teyo, eğer burada kalmak istiyorsan önce Hıristiyan dinini kabul etmen gerekir.”

Teyo’nun zaten Müslümanlık veya başka bir dinle bir ilgisi olmamıştı. Hayatında ne namaz kılmış ne de oruç tutmuştu.

“Ne yapmam gerekir?”

“Önce şunu söylemem gerekir: Ben bu kilisenin Papazıyım. Diğerleri de  keşiştirler. Bana hitap ettiğin zaman, “Papaz Efendi” diyeceksin ama diğerlerine,”Kardeşim!” demen yeterli olur.

Papaz masanın üzerindeki çıngırağı salladı. İçeri az önceki keşiş girdi.

“Buyurun Papaz Efendi!”

“Kardeşimiz Teyo Hıristiyan olmayı kabul etti. Gereken tören hazırlıklarının yapılmasını istiyorum.”

Teyo şaşkındı. Daha bu sabah kaldırıma oturmuş hüngür hüngür ağlıyordu şimdi de kendisine değer veriliyor, tören düzenleniyordu.

Papaz usulca ayağa kalktı. Teyo da saygıyla ayağa kalkıp papazı takip etti. Birlikte başka bir odaya girdiler. Duvarda Hz. İsa’nın çarmıha gerilişini tasvir eden büyük bir resim vardı. Keşişlerden birisi Teyo’yu özel bir odaya götürüp yıkanmasını sağladı. Keşiş elbisesi giydirdi.

“Kardeşim beni takip et!” diyerek Teyo’yu Papaz’ın önüne getirdi. Papaz dualar okudu. “Teyo, söylediklerimi tekrar etmeni istiyorum.”

Teyo gücü yettiğince söylenenleri tekrarladı ve sonunda yüksek sesle, “Evet, İsa Mesih’i kabul ediyorum,” dedi. Papaz, Teyo’nun boynuna bir haç astı. Keşişler sırayla Teyo’ya sarılıp onu kutladılar. Bazı keşişler bayandı. Onlar eğilmekle yetindiler.

Teyo artık Hıristiyan’dı. Hergün bir keşişten Hıristiyanlık üzerine ders alıyordu. Okuma yazması iyi değildi. Bayan bir keşiş İtalyanca ve Latince dersler vermeye başladı. Öğleden sonrası iş zamanıydı. Teyo, kendisine verilen parlatıcıyla çan kulesine çıktı, kocaman çanı pırıl pırıl yaptı. Bu durum hem Papazın hem de keşişlerin hoşuna gitmişti çünkü hiç birisi böyle bir riskli işi yapacak beceriye sahip değildi. Daha sonra ağaçları budadı. Kuru çöpleri bir yere yığdı. Teyo’nun günleri aşağı yukarı böyle geçiyordu.

Bir gün bayan keşişle arasında duygusal bir ilişki doğdu. Utandı. Papazın huzuruna çıktı: “Papaz Efendi! Ben M. isimli keşişe hanımla evlenmek istiyorum. Buna izin var mı?”

Papaz ayağı kalktı. Gülerek yaklaştı: “Peki onun sende gönlü var  mı?”

“Bilmiyorum!”

“Ben M. ile konuşup sana düşüncelerimi söylerim.”

Akşamın geç saatiydi. Keşişlerden bir acele acele yürüyerek Teyo’nun yanına geldi: “Papaz Efendi sizi derhal görmek istiyor.”

Teyo’nun kalbi çarpmaya başladı. Yoksa yanlış bir şey mi söylemişti? Kapı açılıp içeri girdiğinde M. Papazın yanındaydı. Papaz ikisi yan yana getirdi. Papaz: “Teyo, M. de senden hoşlanıyor. Ama önce günah çıkarman gerekiyor.”

Teyo günah çıkarma kabinine girdi. Diz çöktü. Örgülü ahşap pencerenin diğer tarafında Papaz oturuyordu. Papaz sordu:

“Hiç günah işledin mi?”

“Hıristiyan olmadan önce çok büyük bir günah işledim. Şimdi bile utanarak sizinle konuşuyorum.”

“Ne oldu?”

“Bir gün dağlarda dolaşırken birkaç koyunu otlatan genç bir kadın gördüm. Nefsime hakim olamadım. Kadına tecavüz ettim. Korkudan şehri bırakıp bu taraflara kaçtım.”

“Pişman mısın?”

“Evet!”

“Tanrı seni başka günahlardan korusun.”

Papaz ve Teyo kabinden çıktılar. Teyo utangaç ve ne diyeceğini bilmez haldeydi.  Önden yürüdü, M. de onu takip etti. Tüm keşişler toplanmış kapının önünde onları bekliyordu. Hepsi sırayla yeni evlileri kutsadı. Özel bir oda hazırlandı. M. ile Teyo başbaşa kaldılar. Teyo, merakla sordu:

“Nerelisin?”

“İtalyalıyım. Kuzeyde S. isimli küçük bir şehirde doğup büyüdüm. Asıl mesleğim öğretmenliktir.O yüzden İtalyanca ve Latince derslerini sana ben veriyordum.”

Teyo o akşamı M. ile birlikte geçirdi. İkisi de mutluydular. Yaşamları bir zaman bu şekilde devam etti.

Bir gün İzmir’deki St.John’s Katedralinden bir  istek geldi. Yardımcı elemana ihtiyaçları vardı. Papaz bu iş için Teyo ve M.’yı görevlendirdi.

İZMİR ST.JOHN’S KATEDRALİ

İZMİR ST.JOHN’S KATEDRALİ

Teyo ve M. hazırlıklarını yapar ve bir gün otobüse binip İzmir’e giderler. Alsancak semtini arayıp bulurlar. Onları karşılayan Papaz büyük bir özen ve nezaketle kalacakları yeri gösterir. M. ders anlatacaktır. Teyo da inşaat işleriyle uğraşacaktır. Teyo inşaat işleri konusunda iyi bir tecrübe sahibi olmuştu. Katedrale ait hırdavat dükkânının anahtarı Teyo’ya teslim ettiler. Çok geçmeden karı koca çalışkanlıklarıyla göz doldurmaya başladılar.

Bir akşam yatağa girerlerken M. Teyo’nun kulağına biraz da utanarak fısıldar: “Hamileyim!”Teyo bu habere çok sevinir. M. ya sarılıp yatar.

Ertesi gün Teyo’nun hırdavat öteberisi alması için şehre çıkması gerekmektedir. Yolda yürürken Iğdır’daki akrabası Peri Nene Teyo’yu tanır. Teyo, Peri Neneyi tanıdığı halde inkar eder, hızla oradan uzaklaşır. Peri Nene, yanına Ahmed Şemo’nun büyük oğlu Hamit’i alarak tekrar aynı yere gelir, Teyo’nun gelmesini beklerler. Teyo, elinde eşyalarla gelince karşısında hem Peri Neneyi hem de kuzeni Hamit’i görür. Çaresiz olduğunu bilir. Her şeyi itiraf eder. Hatta boynundaki hacı çıkarıp Hamit ’e uzatır: “Sizi Hıristiyan olmaya davet ediyorum. Ruhunuz huzura kavuşacak, Tanrının ve İsa Mesih’in koruması altında olacaksınız!”

Teyo, konuyu uzatmadan hızlı adımlarla oradan uzaklaşır. Geçmişte yaşadıkları yüreğinde huzursuzluk ve telaşa neden olmuştu. Eski günleri hatırlamış, utanç duygusuna boğulmuştu. Katedrale geldiğinde bu durum M.’nin dikkatinden kaçmadı. Teyo, yatağa oturur,  uslu bir çocuk gibi başından geçen herşeyi anlatır: “Onlar beni vurup öldürecekler. Türkiye’den gidelim!”

M. bir zaman düşündü,sonra bir çözüm bulmuş olmanın rahatlığıyla Teyo’nun yanına gelip oturdu, elinden tuttu:

“Benim doğduğum şehre gidelim! Ben öğretmenlik yaparım sen de hırdavatçılık.. Ne dersin?”

Teyo yapılan öneriyi hemen kabul etti. Ancak pasaport almak gerekiyordu. Teyo’nun üzerinde kimlik yoktu. M., Papazın huzuruna çıktı, olup biteni anlattı. Papaz anlayışlı ve yardımsever birisiydi. Birilerinin gelip Teyo’yu öldürmesini kabullenemezdi.

Vatikan Devletinin vatandaşlık ve pasaport yetkileri onun elindeydi. M.’nin pasaportu vardı. Papaz öneride bulundu: “İstersen Teyo ismini değiştirelim. Latince veya İtalyanca bir isim verelim.” Bu düşünce M.’nın hoşuna gitmişti. Kafasından bazı isimler geçirdi.  Birden bulmuş gibi bağırdı: “İsmi Renzo olsun. Benim soyadımı alsın.” Böylece Teyo’nun pasaporttaki adı Renzo P. oldu. Artık “Teyo” isminden kurtulmuştu. O isim hep ruhunda kötü çağrışımlar yapıyordu.

SCHİAVON (VİCENZA) ŞEHRİ İTALYA

Bir ay sonra Teyo ve M., İtalya’nın kuzeyindeki Schiavon şehrine yerleştiler. Kısa sürede hayatlarına çeki düzen verip mutlu bir hayata tekrar kavuştular.M.’nın doğum sancıları yakındı. 17 Ocak 1955’de bir erkek çocukları oldu. Adını Pietro koydular. Sonraki yıllar bir erkek kardeşi ve kız kardeşi dünyaya geldi. Pietro, 10 yaşındayken Teyo bir trafik kazasında öldü.

M. bu haberin bir şekilde Teyo’nun Türkiye’deki akrabalarına verilmesi gerektiğini düşünüyordu. Mersin’deki papazdan yardım istedi. Papaz Teyo’nun ailesini üzmek istemiyordu. Teyo’nun ağzından sanki hayatta imiş gibi bir mektup yazdı.

Papaz Iğdır Kaymakamlığına bir mektup gönderdi. Kendisini tanıttı. Iğdır’da bir zamanlar yaşamış olan T. Ç isimli şahsın Hıristiyan olduğunu ve şu an görevli olarak Afrika’ya gittiğini yazıyordu. Gitmeden önce ailesine gönderilmek üzere bir mektup yazdığını, bu mektubu aynı zarfta gönderdiğini ve bu bilginin ailesine ulaştırılmasını rica ederek mektubunu tamamlıyordu.

1966 yılında Iğdır’daki yakınları Teyo’dan gelen mektubu muhtar aracılığıyla aldılar. Teyo, mektupta durumunun çok iyi olduğunu hepsini sevgiyle öptüğünü söylüyordu. Halbuki Teyo vefat edeli bir yıldan fazla bir zaman olmuştu.

Papaz mektubu göndermişti ama mektubun aileye ulaşıp ulaşmadığını hiçbir zaman bilemeyecekti.

KARDİNAL PİETRO

Annesi, Pietro’nun eğitimine önem verdi. 27 Nisan 1980’de Papalık Gregoryen Üniversitesi fıkıh yüksek lisans eğitimini aldı ve aynı zamanda Papalık Kilise Akademisine gitti. 2014 yılında Kardinal oldu. 2013 yılından beridir Vatikan’da Bakanlık görevini yürütmekte idi. Nijerya, Meksiko ve Venezuela gibi ülkelerde görev üstlendi.İtalyanca, İngilizce ve Fransızca biliyordu.

Okuyucularıma şunu hatırlatmak isterim ki Katolik Kilisesinde Kardinal olmak kolay değildir. Birçok koşulu önceden yerine getirmek zorunluluğu vardır.

Keşiş olmak, erkek olmak, bekar olmak, daha sonra Piskopos olmak. (Piskoposlar Katedralden sorumlu olurlar.)En az 35 yaşında olmak ve beş yıldan beri keşiş olarak görev üstlenmek ve ayrıca teoloji dalında doktorluk derecesinde eğitim sahibi olması gerekir.

Elbette bütün bu koşullar yeterli değildi. Ayrıca Vatikan Şehrinde yapılan Piskoposlar Kongresinde Kardinallik görevinin verilmesi şarttı. Seçilen Kardinalin Papa tarafından onaylanması son aşama idi.İşte bu şekilde seçilen Kardinaller yeni Papayı seçmek gerektiğinde bir araya toplanıp karar verirler.

VE BENİM KARDİNALİ ZİYARETİM



St. Peter’sBasilica

Bir Geloylunun (Teyo) kilise ve katedralde görev yaptığını duymuştum. Yıllar önce Vatikan Devleti ile bazı yazışmalarım oldu. Uzun süre cevap alamadım. Nihayet bir gün İzmir’den cevap geldi: Teyo ve eşi İtalya’ya yerleşmişlerdi. İşim zordu. Hangi şehir, ismini değiştirdi mi, hayatta mı? Israrla yazdım.

Yine uzun bir süre cevap alamadım. Bir gün İzmir’deki bir Katedralden İtalyanca yazılmış bir mektup geldi. Karı koca S. şehrine yerleşmişlerdi. M., öğretmen olarak çalışıyormuş. S. şehri okullarına yazdım. Nihayet bir cevap aldım. Bir oğlunun adının Pietro olduğunu ve Vatikan Devletinde görevli olduğunu yazıyordu. Sonraki yazışmalarıma cevap alamadım.

2015 tarihinde Vatikan’a gittim. Elimde bir isim vardı: Pietro Danışmaya başvurdum. Fransızca konuşarak Pietro ile görüşmek istediğimi söyledim. Onlarca soru sordular. Ben de bildiklerimi ve niçin görüşmek istediğimi açıkladım. Resepsiyondaki kadın heyecanlanmıştı. Pietro Vatikan Devletinin Bakanı olduğu için başka bir ülkedeydi. İki gün sonra gelecekti.

Roma güzel bir şehirdir. Canım sıkılmadan iki günü geçirdim. Üçüncü gün heyecanla Danışma Bürosuna gittim. Olup bitenden Pietro’yu haberdar etmişlerdi. Süslü püslü elbiseler giyinmiş iki İsviçreli askerin arasında beni makamına götürdüler.

Sekreter geldiğimi haber verdi. Heyecanla içeri girdim. Eğilerek birbirimizi selamladık. Oturmamı istedi. Su ikram ettiler. Pietro masasına oturdu. Bana gülerek baktı.

“Babam hep şöyle derdi: Ben Ararat’ın çocuğuyum!Geçmişinden pek bahsetmezdi. Doğru bilgileri annemden alırdık. Bir erkek kardeşim bir kız kardeşim var. Onlar evli ve bir aileye sahipler. Ben bu yolu tercih ettim. Sana okuman için birkaç kitap vereceğim. Babam yanılmıyorsam İzmir’den getirmişti. Hatıra olarak sende kalsın. Benim birazdan Venezuela’dan gelecek bir heyeti karşılamam gerekiyor. Keşke zamanımız olsaydı babamın doğduğu şehir hakkında sizlerden detaylı bilgi alabilseydim.”

Meşgul olduğunu anlayınca daha fazla rahatsız etmek istemedim. Nazik bir şekilde beni kapıya kadar uğurladı, bir dahaki sefere önceden haber vermemi tembihledi. Bir hediye kutusu uzattı. Dışarı çıktım. Aziz Petrus Meydanını köprüye doğru adımlarken zihnimden binlerce şey geçiyordu: Gêloî Aşireti, dedemin kızkardeşinin oğlu Teyo, Mersin,İzmir, İtalya … Ve şimdi Vatikan Devleti Bakanı…Kim bilir bakarsınız bir Geloylu yakında Papa bile olabilir. Şu an basında çıkan haberleri dikkate alırsak Katolik Kilisesinin ruhani lideri Papa Franciscus’un halefi olarak Başpiskopos Pietro’nun ismi geçmektedir.

Birkaç gün sonra Roma’dan ayrıldım. En çok üzüldüğüm konu, Pietro’nun bana verdiği kitapları otel odasındaki çekmecemde unutmamdı. Defalarca telefon açmama rağmen kitapların odada olmadığını söylediler. Elimde Hz. Meryem ve Hz. İsa’yı temsil eden bir tabakla Ankara’ya geldim.

Kitap yazmayı planladığım için bu konuyu aile içinde bile gizli tuttum. Artık hepiniz her şeyi biliyorsunuz. Hazır olun! Yakında bir Geloylu Katolik dünyasının Papa’sı olacak. Geloylular bu konuda çok şanslılar. Yine bir Geloylu olan Merhum Hacı Nebi’nin oğlu Merhum Şeyh Hamza Gölali de bir zamanlar Türkiye’deki Caferi cemaatinin ruhani önderi durumundaydı.

Ayrıca Taşlıça köyünden Faruk Aktaş, İHH İnsani Yardım  Vakfı Başkanı olarak “ruhani” ve “insan sever” yolda emek vermiş, bir uçak kazasında hakkın rahmetine kavuşmuştur.

Tanrı Geloylulara “ Ruhani” bir görev biçmiş ama onlar hâlâ bunun farkında değiller.

ÖNEMLİ NOT: Bu yazı ve araştırmanın her türlü yayın hakkı (kitap, senaryo, belgesel, film vb) Mücahit Özden Hun’a aittir.

IMPORTANT NOTE: This article is under international copyright protection on the name of Mücahit Özden Hun

 1,069 Toplam Görüntülenme