SİYASİ OXYMORON (oksimoran): KAZANARAK KAYBETMEK

Değerli Okuyucular:

Ukrayna Savaşı, yanı başımızda bütün şiddetiyle devam etmektedir. Bununla ilgili yazmadan önce sizleri küçük bir tarih ve terminoloji yolculuğuna çıkmaya davet ediyorum.

OXYMORON

Oxymoron (oksimoran),Yunanca iki kelimenin birleştirilmesiyle elde edilen ve edebiyatta sıkça kullanılan bir kelimedir.

Yunanca “OXYS” kelimesi “Keskin”; “MOROS” kelimesi de “Kör (keskin olmayan)” anlamına gelir. Bir örnek vermek gerekirse, Keskin Bıçak / Kör Bıçak tanımlamasını ele alabiliriz.

Gördüğünüz gibi Oxymoron (oksimoran) ifadesi iki zıt ifadeyi içinde barındırır. İsterseniz Oxymoron  kelimesinin anlamını daha fazla örnekler vererek pekiştirelim:

“Kulakları sağır eden sessizlik.” : Kulakları, ancak yüksek bir gürültünün sağır edebileceğini öngördüğümüz için, “sessizliğin” kulağı sağır etmesini garipseriz ama yukarıdaki ifade kendi içinde edebi bir değer taşıdığı için sıkça kullanılır.

“Küçük kalabalık.”: Burada, “kalabalık” kelimesi zaten büyük bir insan topluluğunu ifade ettiği için başına “küçük” gelmesi oxymoron bir ifade yaratmıştır.

“Yaşayan ölü”: Bu ifadede de “ölü” yaşamadığına göre başına getirilen “yaşayan” kelimesiyle yine oxymoron bir ifade türetilmiş olur.

Bu üç örnekten hareketle ne söylemek istediğimi aşağı yukarı anladığınızı düşünüyorum. Birçok ünlü yazar, kitaplarında oxymoron ifadelere yer vermişlerdir.

Örneğin Shakespeare (şekspir), “Romeo ve Juliet” isimli eserinin bir yerinde şöyle yazar: “sweet sorrow”.

“Sweet (suvit) kelimesi “Tatlı”; Sorrow (sorrou) kelimesi de “Acı” anlamına gelir. İki kelimenin yan yana yazılması “Tatlı Acı” gibi bir anlam verir ki bu ifade bir oxymoron denemesidir.

SİYASETTE OXYMORON

Oxymoron ifadesi siyasi terminolojide de kendisine yer bulur. En çok kullanılan oxymoron, “Savaşı kazanarak kaybetmek” ifadesidir. Bir ülke nasıl olur da savaşı kazanıyor ama kaybediyor?

Buna en iyi örnek olarak Waterloo (votırlu) Savaşı verilir. Önce kısaca Napolyon’dan bahsedelim. 1789 Fransız Devrimi, yüzlerce yıldır insanoğlunun en önemli yönetim biçimi olan imparatorluklara son verir, onların yerine “ulus devlet” denilen yeni bir yönetim biçimini ortaya çıkarır. Fransız kraliyet ailesi giyotinle idam edilir. Yeni bir dönem başlar.

Waterloo Savaşı 

Napolyon’un amacı Avrupa’daki imparatorlukları yıkmak yerlerine “ulus devlet”lerin kurulmasını sağlamaktı. Birçok savaşlar olur. En sonunda, Avrupa’da tahtlarının sallantıda olduğunu gören imparatorlar birleşirler. En güçlü iki imparatorluk, İngiltere ve Prusya ittifak ederler.

“Ulus Devletlerin” Kurucu Babası: Napolyon

Napolyon’un ordularıyla, imparatorların orduları Belçika’da Waterloo denilen yerde 16 Haziran 1815’de karşı karşıya gelirler. Napolyon, savaşı kaybeder. Tutuklanıp Afrika’nın güneyinde St. Helena isimli İngiliz adasına sürgüne gönderilir. Orada mide kanserinden ölür. Uzun süre de varlığı unutulur. Nihayet, 15 Aralık 1840’ta cenazesi Paris’e getirilir, büyük bir törenle Les Invalides’e gömülür.

Napolyon savaşı kaybetmiştir ama çok geçmeden anlaşılır ki aslında Napolyon savaşı kazanmıştır. Nasıl mı?

1848 DEVRİMLERİ

1848 yılında Avrupa “ulus-devlet” devrimleriyle sarsılır. Ayaklanma ve özgürlük hareketleri ülkeleri kasıp kavurur. Özellikle İtalya, Almanya, Fransa, Avusturya, Polonya, Romanya ve Macaristan imparatorlukları paramparça olur. Napolyon’un özlediği ve uğruna bir ömür verdiği “ulus-devlet”ler her yerde mantar gibi biter. Bu dönemde Rusya, Osmanlı Devleti, Birleşik Krallık ve Hollanda Krallığı ayaklanmalardan daha az etkilenirler.

1856’de çıkarılan Islahat Fermanı’nın amacı Fransız Devrimi’nin etkilerini dengelemektir. Fransız Devrimi’nin yaymış olduğu milliyetçilik akımlarından etkilenen Balkan halkları isyanlar çıkarmakta, bağımsızlıklarını ilan etmek istemektedirler. Osmanlı Devleti, gayrimüslim azınlıkları ülkeye bağlamak amacıyla Islahat Fermanı’nı ilan etmek zorunda kalır. Ancak bütün bu tedbirler boşunadır. Çarlık Rusya’sı, 1917’de; Osmanlı İmparatorluğu da 1918’de sona erer, yerlerine ulus devletler kurulur.

Evet, Napolyon Waterloo Savaşını kaybetmişti ama aslında savaşı kazanmıştı çünkü istekleri sonraki yıllar tek tek gerçekleşmişti.

KÜRDİSTAN

Kürdistan’ın neresi olduğunu artık herkes biliyor. “Dört Parça” ifadesi siyasi literatürde kendisine uzun zamandan beridir yer bulmuş durumdadır. Kürtler; Irak, İran, Suriye ve Türkiye’de yaşamaktadırlar.

Son 150 yıllık dönemi ele aldığımızda şunu görmekteyiz: Her parçadaki Kürtler, sırayla ve birbirinden bağımsız büyük acılar yaşamışlardır. Irak’ta Şeyh Mahmud Berzenci, Şeyh Ubeydullah, Molla Mustafa Barzani ilk akla gelen isimlerdir. Hepsi de katliama maruz kalmışlardır. Kürtlerin diri diri toprağa gömüldüğü Enfal Hareketi, kimyasal silahlarla yok edildiği Halepçe saldırısı, göçler, sürgünler, infazlar ve diğer zulümler saymakla bitmez. İran’da Sımko, Qazi Muhammed, Abdurrahman Qasımlo isimleri, onların hunharca öldürülmesi, hatta yakın zamanda Humeyni rejiminin Kürt halkını katletmesi hafızalardadır. Türkiye’de Şeyh Sait İsyanı, Ağrı Dağı İsyanı, Dersim Direnişi, idamlar, katliamlar, sürgünler binlerce kitaba konu olmuştur. Suriye’de yaşananlar yıllardır gözler önündedir.

Bütün bunları niçin yazıyorum biliyor musunuz, Kürtler her ne kadar dil, mezhep, din, kültür bakımından kendi içinde çeşitlilik gösterse de yılların verdiği “ortak acıyla” yeni ve birleşik bir ulus olarak doğmuştur. Dört devlet, Kürtleri kendi hallerine bıraksalardı, ulus bilinci zayıf, parçalı bir yapı olacak, belki de asimile edilmeleri kolaylaşacaktı.

Ancak dört devlet, Kürtleri yok etmek, isyanlarını kanla bastırmak için işbirliği (CENTO gibi) yaptılar. Qazi Muhammed, Şeyh Sait ve diğerleri, tıpkı Napolyon gibi, son savaşlarını kaybettiler ama aradan geçen zamanla savaşı kazandıklarını bugün rahatlıkla görebiliyoruz. Kürtler hep yenildiler ama güçlü ve birleşik bir ulus bilinci ortaya çıktı. Bu da Kürt tarihinin “oxymoron” karakteridir.

UKRAYNA

Ukrayna’nın tarihini ele almayacağım. Yakın zamana göz attığımızda, Ukrayna halkının Rusların hakimiyetinden rahatsız olduğunu ta İkinci Dünya Savaşı yıllarından biliyoruz. Ukrayna halkı, Nazi ordularına direnmedi. Beyaz Rusya’da olduğu gibi gerilla savaşını da örgütlemedi. Hatta birçok Ukraynalının Nazi saflarında gönüllü yer aldığı da bilinmektedir.

Sovyetler Birliği çöktüğü zaman, Ukrayna bağımsız bir devlet oldu ama ulus bilinci hiçbir zaman güçlü değildi. Ukrayna siyaseti, Rusya ve Batı Dünyası arasında salınıp durdu. Kendine özgü bir ulus kimliği ve iradesini ortaya koyamadı.

Kırım’ın ilhakında da bunu net gördük. Aslında, Rusya, Ukrayna’yı işgal etmeseydi, Ukrayna bir anlamda Batı’nın kukla devleti rolünde var olmaya devam edecekti. Ancak şimdi her şey farklı bir yönde gelişecek.

Rusya, bu savaştan zaferle çıkacak, istediklerini elde edecektir. Buna hiç şüphe yok! Ancak Rusya’nın unuttuğu bir şey var: Ukrayna halkı ilk kez işgalcilere karşı direniyor, ölüyor, acı çekiyor. Ukrayna ulusu, tarihinin en önemli savaşını kaybederek, aslında tarih sahnesine de ilk kez güçlü bir şekilde yeni bir “ulus” olarak çıkıyor. Bu anlamda savaşın gerçek galibi Ukrayna olacaktır. Bu da Ukrayna tarihinin “oxymoron” karakteridir.