TOPLAM GÖRÜNTÜLENME: 157
Değerli okuyucular!
İlk bakışta yukarıdaki iki kelime arasında bir bağlantı kurmanız zor olabilir. Birisi toplumbilim diğeri psikiyatri biliminin temel tanımları olan bu iki kelime her ne kadar birbirinden uzak olsalar da bir arada ele alındığında ortaya yeni bir kavram çıkmakta, birçok bilinmeyen ve anlaşılamayan toplumsal olayları anlamamıza yardımcı olmaktadırlar.
Geçmişte birçok bilim insanı bu iki kelimeyi birlikte ele almış, ortaya çıkan yeni tanıma “Kitle Psikolojisi” veya “Topluluk Psikolojisi” gibi isimler vermişlerdir. Bu alanda en iddialı çalışmaları yapan iki bilim insanı Fransız Gustave Le Bon (1841-1931) ve Avusturyalı-Amerikalı Wilhelm Reich’dır (1897-1957). Özellikle Wilhelm Reich’ın “Faşizmin Kitle Psikolojisi” isimli kitabı 1970’li yılların sol gençliğinin nerdeyse el kitabı olarak değer görmüş ve ciddi tartışmalara neden olmuştur. Ancak benim amacım bu iki düşünürün tez veya teorilerini tekrarlamak değil, bilinç ve bilinçaltı arasındaki ilişkiye yeni bir boyut kazandırmak, ortaya çıkan tezimi Türkiye’ye gerçekliğine uyarlamaktır.
HİPNOZ
Bildiğiniz gibi “Hipnoz” kelimesinin yaptığı ilk çağrışım, “bilinçaltı” kavramdır. Maalesef “bilinç” veya “bilinçaltı” kavramları elle dokunulabilir veya ölçülebilir nitelikte tanımlar değillerdir. İnsanoğlunun binlerce yıllık gelişimiyle ortaya çıkan ve gittikçe değişime uğrayan bu kavramlar sayesinde insanoğlunun birçok “garip” davranışlarını açıklamak mümkün olmuştur. Burada dikkatinizi çekmek istediğim tek bir nokta vardır: “Bilinçaltı”nın gücü “bilinç”in gücünden 6000 kat daha fazladır. Bu şu anlama gelmektedir: Bizim davranışlarımızı, değerlerimizi, önyargılarımızı belirleyen “bilinç” değil ama “bilinçaltı”dır. Bilinç sadece duyu organlarımızın doğrudan bize sunduğu bilgileri algılamamıza yardımcı olan kısımdır. Bilinçaltı ise bilinç yoluyla elde edilen bilgileri biriktiren, geçmişteki bilgilerle kıyaslayan, bilgileri sınıflayan, sonuç çıkaran ve bu şekilde bizim gerçek davranışımızı belirleyen kısımdır.
Bilinçaltı böylesine bir önem kazandığı için birçok psikiyatristin ele aldığı ve üzerinde çalışmalar yaptığı bir alan olmuştur. Bilinç ve bilinçaltı arasındaki ilişkiyi şuna benzetebiliriz: Okyanusa doğru yol alan bir buzdağı (aysberg) düşünün. Bu buz dağının su içinde kalan yani görünmeyen kısmı (bilinçaltı) görünen kısmından (bilinç) 6000 kat daha büyük olsun. İşte bizim varlığı üzerinde hüküm sahibi olmadığımız bilinçaltımız böylesine olağanüstü bir güce sahiptir. Kısaca şöyle bir çıkarım yapmamız mümkündür: “İnsanoğlu kendini bilinçli ve akıllı bir yaratık olarak bilmekte hâlbuki gerçek davranışları ve kişiliği bilinçaltı tarafından belirlendiği için bilinçaltının kölesi durumunda bulunmaktadır.”
Bireysel hipnoz tedavilerindepsikiyatristler, çeşitli yöntemler uygulayarak hastanın bilinçaltına girmeye çalışmakta, bilinçaltını yeniden “programlamak” için hastaya adım adım ve sistematik sorular sorarak bilinçaltı tanımlarını yeniden programlamaya ve değiştirmeye çalışmaktadırlar. Örneğin benim gibi yükseklikten korkan bir hastaya, bilinçaltı sürekli “yükseklikten korkmalısın” şeklinde negatif bir komut vermekte, ben de bu komuta uymak zorunda kalmaktayım. İyi bir psikiyatrist pekala beni sorgulayarak yükseklik korkusunu ilk tetikleyen olayın ne olduğunu bulabilir, bu bilgiyi bilinç düzeyinde bana sunduğu zaman artık benim de yükseklik korkum yok olacaktır.
BİREY VE TOPLUM (KİTLE)
Şimdi sizleri başka bir tanıma ve gerçekliğe davet edeceğim. Aslında hepimiz farkında olmadan bu gerçekliği günlük yaşantımızda defalarca kez yaşıyoruz ama sistematik olarak düşünemediğimizden bu gerçeklik dikkatimizden kaçmaktadır.
İsterseniz basit bir deney yapalım: Üç kişi alalım. Üçü de birbirinden habersiz ve birbirini tanımıyor olsun. Varsayalım ki bu üç birey de daha önce yılan görmemiş olsunlar. Birinci bireyin yılanı gördüğü zaman korkacağını bu yüzden eline taş alarak öldürmek isteyeceğini, ikinci bireyin bir ağaca bakar gibi duygusuz gözlerle bakakalacağını ve üçüncü bireyin yılanı eline alacak kadar kendisini ona yakın hissedeceğini varsayalım. Şimdi üç bireyi yan yana getirelim yani bir toplum oluşturalım. Biraz uzaklarına da bir yılan koyalım. Sonuç ne olur acaba? Zor bir soru değil mi?
Biliminsanları buna benzer deneyleri defalarca yapmışlardır. Tabii yılan yerine egzotik yani üç bireyin de hayatlarında görmediği hayvanları koymuşlar. Sonuç hep aynı olmuştur: Her birey diğer iki arkadaşına kendi görüşünü söylemiş, tartışma olmuş, konsensüs (fikir birliği) doğmuş, her seferinde hayvanı “tehlikeli” görenin görüşü kabul görmüş, hayvanı öldürmek için her üçü de seferber olmuşlardır. Bu şekilde oluşan fikir birliğine “kitle psikolojisi” denir. Bilinçaltı negatif önermelere açık pozitif önermelere kapalıdır.“Bu hayvan çok tehlikeli bir şeye benziyor, bizi öldürebilir,” diyen bireyin önerisi, diğer iki bireyin bilinçaltına girer, bilinçaltı da bu bireylere geçmişte yaşadıkları tüm olumsuz vakaları hatırlatır. KısacasıBİLİNÇALTI NEGATİF MANÜPLASYONAöncelik verir. Buna negatif hipnotik önerme diyebiliriz. Bu yüzden “Kitle psikolojisi” yani “negatif hipnotikönerme” siyaset dünyasında kullanıldığı zaman ortaya korkunç sonuçlar çıkmaktadır.
SİYASET DÜNYASI
İsterseniz en bilinen örnekten başlayalım: Hitler, Almanların bilinçaltına, Almanya’nın Birinci Dünya Savaşını kaybetmesinin, yüksek enflasyonun, yoksulluğun vb sorumlusu olarak Yahudileri göstermiş, bu negatif hipnotik önerme Alman halkının bilinçaltında kabul görmüştür. Bu tek cümlelik basit önermeyle Hitler, askerleri cepheye ve ölüme severek ve korkusuzca gitmelerine neden olmuştur. Bir anlamda Alman halkını esir almış, robota dönüştürmüştür. Savaş boyunca Hitler, Alman askerlerinin bilinçaltını bu motivasyonla tetiklemiş, askerler de yapılan önermenin doğruluğunu bir an bile sorgulamadan verilen emri yerine getirmişlerdir çünkü bilinçaltı, bilinçten 6000 kat daha güçlüdür.
Şimdi gelelim Türkiye siyasetine: Türkiye’de hangi legal ve illegal parti liderleri negatif hipnotik önerme yöntemine başvurmaktadırlar?
Birinci Dünya Savaşında Enver Paşa negatif hipnotik önermeyle halkın bilinçaltını teslim aldı ve sonu hüsranla bitti. Enver Paşa, Sarıkamış faciasından sanki Ermeniler sorumluymuş gibi, “Ermeniler Anadolu’dan sökülüp atılmadan savaşı kazanamayacağız,” şeklinde negatif bir önermede bulunmuş, Anadolu insanı sivili ve askeriyle topyekun bu negatif hipnotik önermeyi kabullenmiş ve gereğini yapmıştır. Sonucunu ve yaşananları hepimiz biliyoruz. Sonraki yıllar Anadolu insanı sanki bu olaylarda rol oynamamış gibi vicdani bir özeleştiri yapmamıştır. İkinci aşamada bu kez “Turan devletini kurmak zorundayız yoksa yok olacağız,” negatif önerisini ön plana çıkarmış bu kez bu negatif hipnotik önermeyle kitleleri etrafında toplamaya çalışmış, sonu hüsranla bitmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk asla negatif hipnotik önermeye başvurmamış, doğru ve yanlışı Meclis Kürsüsünden halkla paylaşmıştır. Negatif içerikli hipnotik söylemlerden kaçınmıştır. Gerçekliği bütün yönleriyle ele almış, hedeflerini artısı ve eksiyle birlikte tanımlamıştır.
Günümüz Türkiye’sinde iki lider, negatif hipnotik önermeyle halkın bilinçaltını esir almış, onları robota dönüştürmüş, bireyin olayları değerlendirme yapmasının önünü kapatmışlardır. Bu liderlerden birisi legal bir partinin diğeri illegal bir partinin kurucusu ve lideridir. Bu iki önemli isim AK Parti Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan ve PKK’nın (bir anlamda HDP’nin) lideri Abdullah Öcalan’dır.
Sayın Cumhurbaşkanımız, “Yeni Osmanlı” kavramını seçmenlerin bilinçaltına yerleştirmiş durumdadır. “Osmanlıdan bize miras kalan Irak, Suriye, Libya, Balkanlar gibi ülke ve bölgelerde konumumuzu güçlendirmesek mahvolacağız! Bizi parçalayıp yutacaklar!” Seçmen bu negatif hipnotik önermeyi satın almış, bilinçaltına yerleştirmiş, bireysel değerlendirmeyapmadan yapılan önermeyi kabul etmiştir. Sayın Cumhurbaşkanımız, parti içinde bireysel düşünceyi ve değerlendirmeyi ön plana çıkarmak isteyen dava arkadaşlarını süreç içinde tek tek tasfiye etmiştir.
Abdullah Öcalan, PKK’nın kuruluşundan itibaren “Büyük Kürdistan” söylemini militanlarının bilinçaltına empoze etmiş, Kürt halkının iradesini teslim almıştır. “Eğer Büyük Kürdistan’ı kuramasak mahvolduk! Kürtleri asimile edip tarihten silecekler!”. PKK yandaş ve militanları bu negatif hipnotik önermeyi koşulsuz kabullenerek motive olmuş, yaşadıkları ve gördükleri haksızlıkları, köy katliamlarını, infazları meşru görmüş, parti içinde herhangi bir şahsı “hain” ilan edip tecrit etmiştir. Bireysel değerlendirme hakkı elinden alınmış olan parti taraftarları halen negatif hipnotik önermenin etkisi altında sonu belli olmayan bir maceranın içinde yaşamaya devam etmektedirler. Abdullah Öcalan, örgütün kuruluşundan bu yana, PKK içinde bireysel düşünce ve değerlendirmeyi ön plana çıkarmak isteyen dava arkadaşlarını tek tek tasfiye etmiştir.
SONUÇ
Hitler savaşı kaybedip intihar ettiğinde ancak o zaman Alman halkı hipnozdan kurtulabilmiş, bireysel değerlendirme yapabilme şansına kavuşmuştur. “Biz ne yaptık!” diyerek ve hatasını kabullenerek, vicdani bir sorgulama sürecinde güçlü bir demokrasi kurabilmiştir.
Yaptıkları negatif hipnotik önermeler önem kaybettiğinde, AK Parti ve PKK’nın sonunun hüsran ve acıyla sonuçlanacağını, geride hayal kırıklığı yaşayan milyonlarca insan bırakacaklarını söylemek mümkündür. Türkiye’de gerçek demokrasi, bireyin olayları “kitle psikolojisiyle” değil kendi bireysel değerlendirmesiyle ele aldığı zaman kurulacağını söyleyebiliriz. Tarihsel veriler kanıtlamaktadır ki negatif hipnotik önermeler bir gün mutlaka parçalanmakta, yok olmaktadır. Bazı akademisyenler, “falanca partinin şu kadar milyon seçmeni var onların tercihine saygı duymalıyız,” şeklinde değerlendirmelerde bulunuyorlar. Hatırlatmak isterim ki eğer verilen oylar negatif hipnotik önermenin etkisi altında verilmişse hiçbir demokratik değeri yoktur.
AK Parti ve PKK, siyaset sahnesinden çekilmedikleri sürece Türkiye’nin gerçek demokrasiyle buluşması imkânsız görünmektedir.