SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZA AÇIK MEKTUP
ANADİLDE EĞİTİM HAKTIR, PKK İLE ŞARTLANDIRILAMAZ
Sayın Cumhurbaşkanım,
Bu mektubu, bu toprakların en eski ve köklü halklarından biri olan Kürtlerin ve Zazaların, her geçen gün yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan dillerine ve kültürel varlıklarına sahip çıkmanız umuduyla kaleme alıyorum. Yüzyıllardır Anadolu’nun dağlarında, vadilerinde, ovalarında konuşulan Kurmançça ve Zazaca, bugün yalnızca “seçmeli ders” statüsüyle sınırlı bir şekilde eğitim sistemine dâhil edilmiştir. Oysa bu iki dil, Boşnakça, Gürcüce veya Arnavutça gibi dış referanslı azınlık dillerinden farklı olarak, Türkiye’nin sınırları içinde doğmuş, gelişmiş ve yalnızca burada yaşama şansı olan endemik dillerdir. Bu yüzden Kurmançça ve Zazacayı diğer dillerle aynı statüde görmek, bir kültürel haksızlıktır.
Ancak ne yazık ki Türkiye’de Kürt meselesi, uzun yıllardır yalnızca bir “terör” sorunu olarak tanımlanmış ve kamuoyu bu çerçevede şekillendirilmiştir. Bu yaklaşımın doğal sonucu olarak, Kürt halkının dilsel ve kültürel hakları da PKK adlı silahlı örgütün eylemlerine endekslenmiş ve âdeta rehin alınmıştır. Bugün bazı çevrelerde hâlen dile getirilen anlayış şudur: “PKK tamamen silah bırakırsa, ondan sonra Kürtçe ana dilde eğitim de konuşulabilir.” Bu yaklaşım hem hukuken hem ahlaken hem de insani değerler açısından sakıncalıdır. Çünkü evrensel bir insan hakkı olan ana dilde eğitim, hiçbir silahlı örgütün kararına bağlanamaz; bağlanmamalıdır.
Abdullah Öcalan’ın yakın zaman önce yaptığı silah bırakma çağrısına rağmen örgütün bütünlüklü biçimde bu çağrılara uymamış olması, Kürt halkının diliyle, kültürüyle, eğitim hakkıyla arasına daha fazla duvar örülmesine gerekçe yapılamaz. Bu tür bir tutum, hak talebinde bulunan milyonlarca masum vatandaşı kolektif biçimde cezalandırmak anlamına gelir ve bu, modern hukuk devletleri açısından asla kabul edilemez bir uygulamadır.
Bugün Kurmançça ve Zazaca, Millî Eğitim Bakanlığı tarafından yalnızca “seçmeli ders” olarak sunulmaktadır. Ancak uygulamada bu dersler ne yeterli öğretmen kadrosuna sahiptir ne de bilimsel, pedagojik temellere dayalı müfredatlarla desteklenmektedir. Birçok bölgede ders talep edilse bile, öğretmen bulunamadığı için ya açılmamakta ya da başka derslerle ikame edilmektedir. Bu durum, sadece göstermelik bir hak sunumu değil, aynı zamanda bu dillerin yavaş ama sistematik bir şekilde unutulmasına da zemin hazırlamaktadır.
Boşnakça, Arnavutça, Abazaca, Gürcüce ve Adığece gibi dillerin seçmeli statüde yer alması elbette bir zenginliktir. Ancak bu dillerin kendi bağımsız devletleri, eğitim sistemleri ve dış destek mekanizmaları vardır. Zazaca ve Kurmançça ise sadece bu topraklarda yaşayan halklara aittir ve hayatta kalmaları Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin takınacağı tavra bağlıdır. Bu açıdan, Zazaca ve Kurmanççanın diğer dillerle aynı statüde değerlendirilmesi, eşitlik değil, eşitsizliğin süreklileştirilmesidir.
Kurmançça ve Zazaca bugün dünyada hiçbir özerk ya da bağımsız bölgede resmî dil statüsüne sahip değildir. Örneğin Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nde resmî dil, Kurmançça değil, Sorancadır. Bu durum, Kurmançça ve Zazaca konuşan milyonlarca insanın, dünyada kendi dilleriyle eğitim alabilecekleri hiçbir anayasal düzene sahip olmamaları anlamına gelmektedir.
Dolayısıyla Türkiye, bu iki dili yaşatmak ve gelecek kuşaklara aktarmak konusunda tarihin omuzlarına yüklediği eşsiz bir sorumluluğun sahibidir. Çünkü başka hiçbir devlet ya da bölge bu sorumluluğu üstlenemez; üstlenmemektedir. Bu dillerin kaderi, sadece bu topraklara bağlıdır. Eğer Türkiye Cumhuriyeti bu iki dili yaşatmazsa, Kurmançça ve Zazaca yeryüzünde sessizce yok olacak dillerdir. Bu da yalnızca bir halkın değil, insanlığın kültürel hafızasının bir parçasının silinmesi anlamına gelir.
Sayın Cumhurbaşkanım,
Bu nedenlerle, Kurmançça ve Zazacanın korunması, yaşatılması ve gelecek kuşaklara aktarılması adına, aşağıdaki somut adımların atılmasını bir vatandaş ve bir eğitimci olarak talep ediyorum:
- Kurmançça ve Zazaca için anadilde eğitim hakkının anayasal güvence altına alınması ve bu dillerde eğitim veren okulların PİLOT BÖLGELERDE KURULMASI.
- Okul öncesi ve ilköğretim düzeyinde Kurmançça ve Zazacanın eğitim dili olarak uygulanabileceği modellerin geliştirilmesi ve bu alanda bilimsel çalışmaların desteklenmesi.
- Üniversitelerde Kurmançça ve Zazaca öğretmenliği bölümlerinin açılması veya mevcut bölümlerin kapasite ve nitelik olarak güçlendirilmesi; bu alanlarda öğretmen yetiştirme programlarının geliştirilmesi.
- Kurmançça ve Zazaca için ilkokuldan liseye kadar standart bir müfredatın oluşturulması, ders kitaplarının hazırlanması ve bu süreçte sivil toplum kuruluşlarının, dil bilimcilerin ve bölge halkının katılımıyla şeffaf bir kurulun oluşturulması.
- TRT ve diğer kamu yayın organlarında Kurmançça ve Zazaca içeriklerin arttırılması, çocuklara ve gençlere hitap eden programlara öncelik verilmesi.
- Zazaca ve Kurmançça konuşan topluluklara yönelik sosyal, kültürel ve akademik teşviklerin geliştirilmesi (örneğin yerel hikâye yarışmaları, anadilde yazı ve şiir ödülleri, dijital arşiv projeleri).
- UNESCO’nun “tehlike altındaki diller” listesinde yer alan bu iki dilin korunmasına yönelik ulusal strateji belgelerinin hazırlanması ve bu belgelerde anadilde eğitimin temel unsur olarak tanımlanması.
Sayın Cumhurbaşkanım,
Bu mektubu siyasi bir ajandayla değil, içimde taşıdığım vicdani bir sorumlulukla kaleme aldım. Ben bu ülkenin bir vatandaşı olarak, anadilim olan Kurmançça ya da Zazacayı çocuklarımızın, torunlarımızın özgürce öğrenebileceği, konuşabileceği, yazabileceği bir geleceği hayal ediyorum. Bu hayal ne bölücüdür ne de tehditkâr; aksine, Türkiye’nin çoğulcu demokrasisine olan inancın, birlik duygusuna bağlılığın ve insanlık onuruna saygının ifadesidir.
Bu satırları yazarken Gurci halamı hatırlıyorum: Kurmanççadan başka dil bilmeyen, fakat bu dili yazması yasaklandığı için yalnızca hatıralarını sözle anlatan bilge bir kadındı. Ben onun hikâyesini “Benim Adım Gurci” adlı kitapla Türkçe olarak yayımladım, şimdi aynı kitabı “The Daughter of Ararat” adıyla İngilizceye çeviriyorum. Ama içimde hep aynı sızı kalıyor: Keşke halam, kendi dilinde (Kurmançça), kendi kalemiyle anılarını yazabilseydi.
İşte bu yüzden yazıyorum bu mektubu: Sadece halam için değil; konuşamadan susan, yazamadan göçüp giden, anadilinde düş bile kuramadan hayata veda eden tüm insanlar için. Çünkü ana dilde eğitim hakkı, hiçbir silahlı örgütün takvimine veya siyasal pazarlığın inişli çıkışlı yollarına bağlı olamaz. Haklar, pazarlık konusu edilemez; hele ki bir halkın dili, kimliği, varlığı hiçbir örgütün eylem ya da söylemiyle ilişkilendirilemez. Bugün Kürt halkına ana dilde eğitim hakkı tanınmaması, terörün değil, devletin kendi vicdanıyla yüzleşmekten kaçınmasının bir sonucudur. Bu ülkenin hiçbir çocuğu dilinden, kimliğinden ya da geçmişinden utanarak büyümemeli; Türkiye, farklılıkları tehdit değil zenginlik olarak gören bir olgunluğa erişmelidir. Zazaca ve Kurmançça konuşan halklar olarak bizler bu ülkenin ne düşmanıyız ne de yabancısı. Biz, bu toprağın kökü, sesi, nefesiyiz.
Sizi bu tarihî sorumluluğun vicdani ağırlığıyla baş başa bırakıyor, bu çağrıyı bir halkın yüreğinden yükselen sessiz bir feryat olarak kabul etmenizi diliyorum.
Saygılarımla,
Mücahit Özden Hun