Değerli Okuyucular,
Ülkemiz 14 Mayıs’ta erken bir seçime gidiyor. Türkiye’deki seçimler bana hep “epik” filmleri hatırlatmıştır. Birçok ülkede (Fransa ve ABD) seçmen oldum, oy kullandım. Seçim propagandalarının ya doğrudan içindeydim ya da izleyicisi durumundaydım.
Şuna tanık oldum: Ülkemizde bir gerçeklik kendisini hep tekrar etmiştir. Çocukluğumdan beri Türkiye’de yapılan seçimlerde hep bir “epik film” kurgusu ve coşkusu yaşanmış, saman alevi gibi kısa ve sıcak bir kargaşadan sonra, ortalık tıpkı aniden dinmiş bir kasırga gibi süt liman olmuştur. Merak etmeyiniz yine de öyle olacaktır.
Bunun nedeni ülkemizin “bilişsel” kodlarında yatmaktadır. İsterseniz başlıkta verdiğim üç farklı konuyu ela alıp daha sonra bunları birleştirmeye çalışayım.
BİLİŞSEL DEVRİM
1970’li yıllarda “bilişsel” kelimesi Öz Türkçeciler tarafından ya henüz icat edilmemişti ya da uygulamaya girmemişti. Psikoloji ve felsefe kitaplarında hatta ders kitaplarında “bilişsel” yerine “kognitif” kelimesi kullanılmaktaydı.
Hayatımın bir diliminde, özellikle Fransa yıllarımda Software (Yazılım) mühendisi olarak çalıştım. Bu yıllarda okuduğum mesleki dergilerde “cognitive (cagnitiv)” kelimesiyle tanıştım. Software (Yazılım) programcılarının vazgeçemediği konulardan en başta geleni “algoritma” geliştirme yeteneği kazanmaktır. Üzgünüm, Öz Türkçeciler “algoritma” kelimesine henüz bir karşılık bulmuş değillerdir. Algoritma, belli bir problemi çözmek veya belirli bir amaca ulaşmak için tasarlanan veya izlenen yol, şeklinde tanımlanabilir. Bilişsel yeteneği güçlü olanlar, algoritma geliştirme konusunda başarılı olduklarından Yazılım Mühendisliğinde de aynı başarıyı devam ettirebilmektedirler.
Şimdi sıra geldi “Bilişsel” kelimesinin tanımına:
“BİLİŞSEL”, NEDİR?
“Bilişsel” kelimesi soyut bir kavramdır. Yani elle dokunmamız veya terazide tartmamız mümkün değil. İnsan beyninin doğal bir ürünüdür. Düşünce, dil, sezgi, hafıza, hatırlama, planlama vb aklınıza gelebilecek tüm beyin fonksiyonları “bilişsel” tanımı içine girer.
Bilim insanlarının meşgul eden en önemli soru şu olmuştur: İnsanoğlunun tarihi serüveninde, hangisi önce gelmiştir: Düşünme yetisi mi yoksa dil mi?
Bugün biliyoruz ki insanoğlu önce düşünmeyi öğrendi sonra dilleri yarattı. Dillerin yaratılışı düşünceyi daha da geliştirdi, yazının icadıyla insanoğlunun bilişsel yeteneği daha da hız kazandı. Bugün günlük hayatımızı kuşatmış olan akıllı telefonlar ve bilgisayarlar işte bu bilişsel gelişimin bir sonucu olarak ortaya çıkmışlardır. Akıllı robotların, insan gibi konuşabilen CHAT GPT benzeri programların günlük hayatımıza girdiği bugünlerde “bilişsel” bir devrim yaşadığımıza hiç şüphe yoktur.
Konumuzu biraz daha derinleştirelim ve “Bilişsel Kod” ifadesine açıklık getirelim.
NOAM CHOMSKY (nom çamski) VE BİLİŞSEL KOD
Noam Chomsky (nom çamski)
Noam Chomsky, Amerikalı dilbilimci, filozof, bilişsel bilimci, tarihçi, sosyal eleştirmen ve politik aktivisttir. Özgürlükçü sosyalist ve anarşist görüşleriyle tanınır. Chomsky, 7 Aralık 1928 tarihinde Philadelphia’da Aşkenazi (Avrupa) Yahudi göçmen bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Pennsylvania Üniversitesi’nde dil bilimi, matematik ve felsefe dersleri alır. 1955 yılında aynı üniversitede doktora derecesini tamamlar. Noam Chomsky, halen MIT Üniversitesi kadrosunda öğretim görevlisidir. 95 yaşına rağmen zihni hala berraktır. Hayatta olup da en çok alıntı yapılan bilim insanı unvanına sahiptir.
Noam Chomsky’nin düşüncelerini bir makalede özetlemek imkansızdır. Ben en önemli tezini ele alıp, “Bilişsel Kod” ifadesine açıklık getirmeye çalışacağım. Chomsky’in ünlü teorisinin İngilizcesi “transformational-generative grammar” olarak bilinir. Türkçesini “dönüşümsel gramer teorisi” olarak çevirmek mümkündür. Chomsky, kısaca şunu söylüyor: Diller, sanıldığı gibi içinde yaşanan çevreyle bağlantılı değildir. Bu yetenek doğuştan vardır. Bunu “bilişsel kod” olarak adlandırır. Bir çocuk annesinden öğrendiği dille bilişsel kodları en iyi kullanma becerisi kazanır. Daha sonra öğreneceği dilleri aynı verimlilikte kullanmaz.
Chomsky, bu nedenle hiçbir şeyin “Ana Dilden” daha önemli olamayacağını, bunu engellemenin en büyük insanlık suçu olduğunu, insanın doğuştan var olan doğal haklarını yok etmek anlamına geldiğini söyler. Haklıdır!
Bu açıklamayı niçin yaptım: Türkiye’de seçmen davranışları ve seçim çekişmeleri seçmenlerin zihninde “bilişsel kod” olarak yer almıştır, yani bir anlamda doğuştan vardır. Yıllardır özelliğini ve içeriğini kaybetmeden tekrar eder.
EPİK FİLM
Başlıktaki ifadelere bir bütünlük kazandırmam için “epik film” tanımını vermek durumundayım.
Epik filmler, destansı filmlerdir. Bu filmler genellikle önemli tarihi, mitolojik veya fantastik olayları tasvir ederler. Epik filmler, iyiyle kötü arasındaki mücadeleyi veya tarihin akışını veya bir medeniyetin kaderini şekillendiren bir arayışı içeren büyük ölçekli hikayeleri ele alırlar. Kahraman genellikle aşılmaz gibi görünen zorluklarla karşılaşır ve amacına ulaşmak için büyük sıkıntıların üstesinden gelmesi gerekir. Ayrıca fedakârlık, kefaret ve daha büyük iyilik temalarını işler.
Aklıma gelen epik filmlerden bazıları şunlardır: Ben-Hur, Doktor Jivago, Truva, Çağrı, Rüzgâr Gibi Geçti, Yüzüklerin Efendisi, Gladyatör, El Cid, Yedi Samuray, Ran, Kagemuşa, Gladyatör, Spartaküs, Arabistanlı Lawrence, Quo Vadis, On Emir, Büyük İskender, Savaş ve Barış, Son İmparator, Titanik
En çok sevdiğim epik filmlerden Yedi Samuray’ın afişi
SONUÇ
Türkiye’de seçim propagandaları tıpkı epik filmlerde olduğu gibi kahramanlık, ihanet, çöküş, intikam, yeniden doğuş, fedakârlık, cesaret, korkaklık, meydan okuma, büyük hayaller gibi coşkulu temalar üzerine kurulmuştur. Bu gerçeklik “Bilişsel Kod” olarak genlerimize kazınmıştır. Korkmayınız, sakin olunuz! Seçimlerden sonra bir Kemal Sunal filmi izler gibi rahat ve huzurlu olacaksınız.
FIKRA… FIKRA… FIKRA…
Son aylarda ve haftalarda yaşadığımız ve tanık olduğumuz acı olaylar hepiniz gibi benim de ruhumun üzerine ağır bir yük gibi bindi. Almanya’da yaşayan kız kardeşim Süheyla Aksoy, telefondaki ses tonumdan hoşlanmayınca beni neşelendirmek için iki fıkra anlattı. Ben de bu fıkraları sizlerle paylaşmak istedim.
YAKTIN BİZİ
Askeri darbeleriyle meşhur bir Güney Amerika ülkesinde, diktatör, bir gün danışmanlarını etrafında toplar, durum değerlendirmesi yapar:
“Sendikaları kapattık, işçileri susturduk. Üniversite ve öğrenciler artık kontrolümüzde. Sansür uyguladık. Gazeteler korkudan bir şey yazamıyorlar. Ancak üç gazete var ki hala kontrolümüz dışına çıkmaya çalışıyorlar. Ne yapıp edip, bir bahane bulup bu üç gazeteyi kapatmamız gerekiyor.”
Ertesi gün danışmanlar, üç gazeteden birer nüshayı diktatörün masasına koyarlar. Hep birlikte masa üzerine yan yana dizilmiş gazetelerin ilk sayfalarına bakarlar.
Birinci gazetenin ilk sayfasında bir yangın haberi vardır. Alevlerin binayı sardığı kocaman bir resim, sayfayı boydan boya kaplamaktadır.
İkinci gazetenin ilk sayfasında bir çocuk resmi sayfayı boydan boya kaplamaktadır.
Üçüncü gazetenin ilk sayfasında bir fahişe resmi sayfayı boydan boya kaplamaktadır.
Diktatör, resimlere bakar, bir anlam veremez. Danışmanlarından bir açıklama ister. Bir tanesi öne çıkar:
“Başkan’ım! Her şey apaçık ortada: Bu üç gazete, zatıaliniz için, ‘Yaktın bizi o… çocuğu,’ demek istiyorlar. Hemen kapatalım bu gazeteleri.”
“8 NOLU KUTU”
Bir doktor, muayenehanesinin kapısına iddialı bir tabela asar: “Her türlü hastalık yüzde yüz tedavi edilir. Vizite 500 Avrodur. Hastalık tedavi edilmezse vizitenin dört katı geri ödenir.”
Uyanık adamın birisi tabelayı okuyunca kendi kendine şöyle der: “Ben bu işten iyi para kazanabilirim. İçeri girer 500 Avroyu öderim. Öyle bir hastalık uydururum ki doktor, tedavi edemez. 2000 Avro ödemek zorunda kalır. 1500 Avro kârım olur.”
Adam, bu niyetle muayenehaneden içeri girer ve şikayetini doktora söyler:
“Doktor Bey! Ağzımın hiç tadı yok! Tedavisi var mı?”
Doktor, hemşireye 8 Nolu kutuyu getirmesini söyler. Doktor, kutuyu açar, içindekinden bir çay kaşığı kadarını adamın ağzına koyar. Adam, tiksinerek bağırır:
“Bu bok ya! Bunu nasıl yaparsın?”
Doktor, hemen ekler:
“Gördünüz, sizi iyileştirdim. Ağzınızın tadı yoktu şimdi artık tat almaya başladınız.”
Adam 500 Avroyu kaptırmanın kızgınlığıyla muayenehaneden çıkar. Ne yapıp edip, parasını geri almak niyetindedir. Bu kez başka bir hastalığı bahane ederek doktora geri döner.
Adam: “Doktor Bey! Unutma hastalığına yakalandım. Tedavisi var mı?”
Doktor, hemşireye 8 Nolu kutuyu getirmesini söyler.
Adam, “8 Nolu kutu” ifadesini duyar duymaz, doktora yalvarır gibi konuşur:
“Yok! Yok! Doktor Bey! 8 Nolu kutuda bok var. İstemiyorum.”
Doktor, hemen ekler:
“Gördünüz, sizi iyileştirdim. Unutma hastalığınız vardı, şimdi artık geçmişi hatırlıyorsunuz.”
Adam tekrar 500 Avroyu kaptırmanın kızgınlığıyla muayenehaneden çıkar. Ne yapıp edip, parasını geri almak niyetindedir. Bu kez başka bir hastalığı bahane ederek doktora geri döner.
Adam: “Doktor Bey! İktidarsızım. Tedavisi var mı?”
Doktor, hemşireye 8 Nolu kutuyu getirmesini söyler. Adam, “8 Nolu kutu” ifadesini duyar duymaz, küfrü basar:
“Senin de 8 Nolu kutunun da hemşirenin de sülalenin de anasını avradını, gelmişini geçmişini s….”
Doktor, hemen ekler:
“Gördünüz, sizi iyileştirdim. İktidarsızlığınız vardı. Şimdi önünüze geleni şey ediyorsunuz efendim.”