TOPLAM GÖRÜNTÜLENME: 48,983
(Not: Bu yazıyı Iğdır’ımızın büyük değerlerinden Merhum Avukat Medet Serhat’ın aziz anısına atfediyorum.)
Değerli Okuyucular:
Bazı yolculuklar ve beklenmedik sohbetler geçmişe ışık tutar; böyle durumlarda, uzak gibi görünen geçmiş, yakınlaşır bugünle bütünleşir. İnsanlığın yaşam serüveni aslında bu gerçeğin kendi içinde tekrarından başka bir şey değildir. Bildiğimiz başka bir gerçeklik de insanoğlunun geçen zamanla geçmişi daha iyi anlaması, geçmişe daha yakınlaşması, geçmişe daha çok değer vermesidir.
Haziran ayı içinde Iğdır’a bir seyahat yaptım. On gün süren ve yoğun bir tempoda geçen seyahatim sırasında çeşitli ziyaretlerim oldu. Yakın zaman önce rahatsızlanan aile büyüğüm Hacı Kadir Serhat’a geçmiş olsun dileklerimi iletmek için 14 Kasım (Baharlı) Mahallesindeki evinde kendisini ziyaret ettim. Hastalığın yorgunluğu hâlâ üzerindeydi ama hafızası berrak ve güçlüydü. Sohbetimiz farklı konular üzerinde derinleşti. Bu yazımda Iğdır Tarihine not düşmek anlamında değerli büyüğümün anlatımından bazı kesitleri sizlerle paylaşmak istedim.
Her ne kadar kendi içinde bir devamlılık ilkesine bağlı kalsa da bu yazıyı dört bölüm halinde dikkatinize sunmayı uygun gördüm:
Bölüm 1: Bu bölümde, Hacı Kadir Serhat’ın anlatımına yer verdim.
Bölüm 2. Bu bölümde, Ararat Şirketi Hissedarlarından Bekir Can’ın 2015 yılında yayımladığı “Hatıralarım” isimli anı kitabı hakkındaki görüşlerime yer verdim.
Bölüm 3: Merhum Medet Serhat’ın hayatındaki bazı dönüm noktalarını dikkatinize sundum.
Bölüm 4: 2002’de IĞDIR SEVDASI isimli kitabımda yayımladığım Merhum Medet Serhat’ın eşi Yurdanur Serhat Hanım’ın anlatımına olduğu gibi yer verdim.
BÖLÜM 1
HACI KADİR SERHAT AMCAMA TEŞEKKÜRLER
Hacı Kadir Serhat ve Mücahit Özden Hun (Haziran 2024)
Çocukluk yıllarımdan beri Hacı Kadir Amcayı hep bildim, tanıdım. Sık sık babamın yanında görüyor, hürmet ve saygıda kusur etmiyordum. Yurt dışına çıkınca uzun yıllar görüşme şansım olmadı. Tekrar bir araya gelmemiz her ikimiz için de güzel anıların tazelendiği bir an oldu. Çoğu kez, geçmişe dair anekdot ve olayların süslediği, ilgiyle dinlediğim bu verimli sohbet için Hacı Kadir Amcama minnettarım.
HACI KADİR SERHAT ANLATIYOR
1937 yılında Alican köyünde dünyaya geldim. Babam İsa Bey, iki evliydi. İlginç bir şekilde birinci ve ikinci eşlerinin her birinden dört erkek çocuk, üç kız çocuk sahibi olmuştu.
Serhat Ailesi Şeceresi
Bahar annem, Toruna Malbatê aşireti mensubuydu. Ailesi, Köprüköy’dendi. Babası ve kardeşleri zengindi.
İsa Bey’in eşi ve Medet Serhat’ın annesi Bahar Hanım
Üvey annem Hezal Hanım, Redkan Aşiretinin Sileymanî (Hese Pêxas) koluna mensuptu. Uzun yıllar Mürşitali köyüne muhtarlık yapan Mecit Yılmaz, Hezal annemin kardeşi oğluydu.
Mecit Hun ve Mecit Yılmaz (İzmir)
Babam İsa, Alıkızıl (Aşağıtopraklı) köyünde dünyaya gelir. Babası Hesso Ağa, İranlılarla girdiği bir çatışmada yaralanır, Armağan yaylasında vefat eder. Babam da 1954 yılında bir trafik kazasında vefat etti.
(Merhum İsa Yoş’un (Serhat) vefatı için Mecit Hun’un sahibi olduğu Pamukova Gazetesi’nde bir teşekkür yayımlanır. Mücahit)
PAMUKOVA GAZETESİ 20 Ağustos 1954
Gazete Sahibi: Mecit Hun
TEŞEKKÜR
Feci bir kamyon kazası neticesinde kaybettiğimiz kıymetli aile reisimiz ve babamız İsa Yoş’un gerek cenazesinde bulunmak ve gerekse bizzat evimize kadar gelmek suretiyle baş sağlığında bulunan kıymetli dostlarımıza teşekkürlerimizi arz ederiz. İsa Yoş ailesine namına Eyüp YOŞ
KAÇAKAÇ (İÇ SAVAŞ) VE AĞRI DAĞI İSYANI YILLARI
1919’da Iğdır’da Kaçakaç (İç Savaş) yaşandığı dönemde aşiretim savunmaya elverişli olmayan Alıkızıl köyünü terk eder, Osmanlı Devleti’ne sığınır, Eleşkirt (Zêtka) tarafında bir köye yerleşir. Birkaç yıl burada kaldıktan sonra Iğdır’a geri dönerler.
Hacı Kadir Serhat ve eşi Tenzile Hanım
Eleşkirt’te oldukları yıllar babam İsa Bey’in, Abdulmecit Bey’le arası açılır. Hamidiye Alay komutanı Abdulmecit Bey, babam ve dayımı milis güç olarak Hamidiye Alayına alır. Savaş zamanıdır. Babam ve dayımın içinde bulunduğu müfreze grup Digor tarafına gönderilir. Savaş dönüşünde beraberlerinde ganimet olarak hayvan getirirler. Bu malları Abdulmecit Bey’e teslim etmezler. Bunun üzerine Abdulmecit Bey, babam İsa Bey’i ve Süleyman dayımı orduya şikâyet eder. Askerler bu mallara el koymasın diye, hayvanlar 5-10 köylülere dağıtılır. Askerler gelir ancak hayvan bulamazlar. Bir amcamı falakaya yatırırlar. O da olup biteni itiraf eder. Bunun üzerine Iğdır’a geri dönüyorlar. ( Hesso dedemin eşi Vezi nenem ve dayım Eleşkirt’te vefat etmişler.)
Aradan zaman geçer. 1926 yılında Ağa ve Beyleri Sürgün Kanunu çıkarılır. Babam İsa Bey’in de adı listede vardır. Babam sürgüne gönderilmemek için diretir, nasıl oluyorsa babamın adı listeden çıkarılır.
Hacı Kadir Serhat
Daha sonra Ağrı Dağı İsyanı hız kazanır. Babam İsa Bey, İsyana katılmayı reddeder, savaşa karşı çıkar. Alıkızıl (Aşağı Topraklı) köyü 1930 yılı ilkbaharında yasak bölge içine alınınca, aşiretimiz bir yıl Necefali köyünde kalır sonra Ermenilerden boşalmış olan Alican’a yerleşir. Babam, etrafa dağılmış olan akrabalara haber gönderir, onlar da gelip Alican’a yerleşirler.
Demokrat Parti (DP), 1950’de iktidara gelince yasak bölge kalkar, af çıkar. Babam tekrar Alıkızıl köyüne yerleşir. 20 yıl boş kalan evleri harabe hale gelmiştir. Azeri nüfus yasak bölge kararından muaf tutulduğu için onlar köyde kalmaya devam ederler. Bu kez köye dönen aşiretimizle Azeri nüfus arasında mera sorunu yaşanır.
REDKAN AŞİRETİNİN DOĞUŞU
Redkan ve Bekiran aşiretleri konusunda her zaman bir kafa karışıklığı olmuştur. Kimilerine göre Bekiran Aşireti, Redkan Aşiretinin bir koludur, kimilerine göre de Redkan Aşireti Bekiran Aşiretinin bir koludur.
Bu konuya açıklık getirmek isterim:
Gençlik yıllarımda Ali Mirze Bey’in oğlu Hacı İsa Yiğit’in masasında çok bulundum. Iğdır aşiretlerinin tarihini en iyi o biliyordu. Redkan aşiretinin tarihini de Hacı İsa Yiğit’ten öğrendim.
Ali Mirze Bey oğlu Hacı İsa Yiğit
Hacı İsa Yiğit’in anlatımına göre bir zamanlar Redkanlılar Diyarbakır tarafından gelmişlerdi.
Hacı İsa Yiğit şöyle bir efsane anlatırdı:
“Bir zamanlar Diyarbakır bölgesinde zulümkâr bir ağa varmış. Hangi genç evlense, gelin ilk geceyi bu ağayla geçirmek zorundaymış.
Bir gün, bir genç evlenir. Ağa, gelini getirmeleri için kırk atlı gönderir. Atlılar köye varırlar. Aşiret, atlıların gelmesinden rahatsız olur. Kendi aralarında anlaşırlar. Herkes bir atlıyı evinde misafir edecek ve belirledikleri bir saatte bu istenmeyen misafirleri öldürecektir.
Gece olur. Uykunun derin olduğu bir anda ev sahipleri aynı anda istenmeyen misafirlerini öldürürler. Görevini tamamlayan evden dışarı çıkıyor, karşısına çıkan komşusuna, “Görevini tamamladın mı?” anlamında “Hûn red bûn?” diye sorar. O günden sonra bu aşiretin adı “Redkî” olarak tarihe geçer.
Ağa’nın intikam almasından korkan aşiret, vakit kaybetmeden Diyarbakır’dan ayrılır, sabaha doğru Bitlis’e varır, oraya yerleşik olan Bekiran Aşiretine sığınır. Bir zaman sonra Redkan Aşireti, Bekiran Aşiretinden ayrılarak Kafkasya’ya doğru gider. Hacı Ömer Şark ve ailesi, Bekiranlıdır. Iğdır bölgesinde Bekiranlılar, kendilerini güvende hissetmek için Redkan Aşireti çatısı altında görürler. Aşiretlerde buna benzer durumlar normal karşılanır.
SOYADIMIZ
1934 yılında soyadı kanunu uygulamaya girdiğinde babam, önce ALIKIZIL soyadını alır. Daha sonra bir şekilde bu soyadı YOŞ olur. “YOŞ” kelime olarak “Beceriksiz, yabanıl” gibi anlamlara geldiği için abim Medet Serhat 1964 yılında mahkemeye başvurur, bu kez soyadımız YOŞ yerine SERHAT olur.
OKUMAK ARZUM
Her çocuğun zihnini ve yüreğini kemiren bir acı hatırası vardır. Ne zaman etrafımdakiler “okul” ile ilgili bir konuyu konuşsalar elimde olmadan yüreğim burkulur, ilkokulda yaşadığım travma aklıma gelir.
Timur ve Medet (Serhat) abilerim, Iğdır’da tanıdıkların evinde kalarak ilkokula gidiyorlardı. Timur abim, pek istekli değildi. Dördüncü sınıfta okuldan kaçtı. Medet abim, aksine okulda son derece başarılıydı. Ne zaman köye gelse herkes Medet abimin etrafını alır, onu gıptayla seyreder, sorular sorarlardı. Medet abim de yetişkin bir insan gibi olgun cevaplar verir, onların gönlünü alırdı.
Eyüp Serhat ve Mecit Hun (1972)
Eyüp Serhat
Benim ilkokul hayatım Alican köyünde başladı ancak 2-3 ay sürdü. Eyüp Abim, “Bahar’ın çocukları okuyor,” diyerek benim okul hayatımı kıskandı, engel oldu. Ben de okul için aldığım kitapları yanıma alıyor, hayvanlarımızı otlatırken kendi kendime çalışıyordum. Yüreğim okumak arzusuyla doluydu ama kalabalık bir ailede bana yardım elini uzatacak kimse yoktu.
Boş durmuyordum. Çobanlardan birisinin olağanüstü matematik bilgisi vardı. Matematiği bu çobandan öğrendim. O kadar çok ilgiliydim ki bir zaman sonra çobanla matematik soruları üzerine yarışa koyuldum. O çoban sayesinde matematiği öğrendim ve matematik sayesinde başarılı bir ticaret adamı oldum.
KAÇAK KOYUN TİCARETİ
Bir gerçeği kabul etmeliyiz: Doğubayazıt ve Iğdır bölgesinde yaşayan ve küçük baş hayvancılıkla uğraşan her aile mutlaka hayvanlarını kaçak yollardan İran’a geçirmiştir. Bunun nedeni basitti: Etin kilosu İran’da Türkiye’dekinin 4-5 katıydı. Bu da büyük bir sermaye ve kâr demekti.
Ben de bu işe gönül bağlayanlardan birisiydim. Elbette bu yaptıklarımdan Medet Abimin haberi yoktu. Nasıl olduysa Medet Abi, kaçak koyun ticaretimi öğrendi, yasak koydu. İşte böyle bir zamanda Ararat Şirketi kuruldu.
ARARAT ŞİRKETİ
Ararat Şirketinin her birinin hissesi %20 olan beş hissedarı vardı. Hisse dağılımı şöyleydi:
- %20 hisse Medet Serhat ve Kadir Serhat
- %20 hisse Mecit Hun
- %20 hisse Aziz Güney
- %20 hisse Şevki Alagöz ve Hacı Ömer Şark
- %20 hisse Bekir Can
Bekir Can, Tuzluca’ya yerleşik Şemkan Aşireti mensubuydu. Şirkette yer almasının iki nedeni vardı: Farsçayı iyi konuşuyordu ayrıca Tahran’ı da avucunun içi gibi biliyordu. İran’a gittiğimizde tercümanlığımızı yapıyordu. İlk zamanlar, öyle zannettim ki Bekir Can, İran’ın bütün şehirlerini çok iyi tanıyor. Bir gün birlikte başka bir şehre gidince durumun böyle olmadığını anladım.
Bir gün Ararat Şirketi’nin bağlantıları için Mecit Hun’la birlikte Tahran’a gittik. Aklım fikrim kaçak koyun ticaretinde olduğu için et fiyatlarını merak ediyordum. Bir fırsatını bulup tek başıma Tahran’da canlı hayvan ticaretinin merkezi olan ve halk arasında “Goştar” olarak bilinen yere gittim. Piyasa fiyatlarını öğrendim.
Iğdır’a geldiğimizde Cihangir Turan yanıma geldi. Benim bir şekilde Goştar’a gideceğimi ve fiyatları öğreneceğimi biliyordu. Bu merakının bir nedeni vardı: Cihangir Turan, bir İranlı tüccara koyun satma sözü vermiş karşılığında bir miktar kaparo almıştı. Tahran’daki fiyatları öğrenince Cihangir Turan, hayvanlarını ucuza elden çıkaracağını anladı, benden bir istekte bulundu: “Sana bir sürü versem Tahran’a götürebilir misin?”
“Kolay para” yine kapımı çalmıştı. Medet abiye verdiğim sözü unutarak, “Evet!” dedim. Kaçak hayvan işlerini dayı oğlumla birlikte yapıyorduk. Bir otelde buluşup fiyat üzerinde anlaştık. İşte tam da o an birden Medet Abiye verdiğim söz aklıma geldi. Soğuk bir ter vücudumu bastı. Kendi kendimi teselli ettim: “Korkma Kadir, Medet Abi birkaç gün daha Iğdır’dadır, İstanbul’a dönünce kaçak koyun işine devam edersin.”
Akşam Medet Abiyle birlikte bir taksiyle köye dönüyorduk. Medet Abi, kaşlarını çatarak sert çıktı: “Cihangir Bey’le ne konuşuyordun, yine kaçak hayvan işine mi giriyorsun?”
Titrek bir ses tonunda inkar ettim: “Yok bir şey!”
Medet Abi, ruhumu benden daha iyi biliyordu:
“Yalan söyleme, benden bir şeyler gizliyorsun.”
Ben de mecbur kalıp olup biteni anlattım:
“Kusura bakma Abi! Sana verdiğim sözü unuttum.”
Medet Abi, İstanbul’a gidince, gençliğin verdiği para hırsıyla Cihangir Bey’in 400 koyununu kaçak yollardan sınıra aşarak Makü’ye oradan da kamyonlarla Tahran’a götürdüm. İlk kez besi koyunu satacaktım. Besiye alınan koyun diğer koyunlardan %60 daha ağır gelir
Koyunları kantara götürdüğümüzde yağmur yağdı, koyunlar ıslandı. Kantar ağır geldi. Mehmet Üçgen isminde bir simsar vardı. Yanıma yaklaştı, kulağıma fısıldadı: “Kadir, bakıyorum şans senden yana!”
Ben koyunları kantarda tartarken Baran Gozal geldi. O da koyun ticaretiyle ilgiliydi. Nasıl olmuşsa benim sattığım koyunların Cihangir Turan’a ait olduğunu öğrenmişti. Nasihat eder gibi konuştu: “Cihangir Turan, koyunları Tebrizli Ahmet’e satmış, o da bunun karşılığında kaparo vermiş. Tebrizli Ahmet bunu bilsek ki bu koyunlar Cihangir Turan’a ait, rahat durmaz senin başını ağrıtır.”
Karşı geldim, bu koyunların bana ait olduğunda ısrar ettim. Çok geçmeden Tebrizli Ahmet geldi. Belli ki Baran Gozal ona haber göndermişti.
Tebrizli Ahmet, beni mahkemeye vermekle tehdit etti. Nihayet polisler geldi, beni nezarethaneye götürdüler. Simsar da korkudan yardımcı olamadı.
Bizi nezarete koyduklarında, bir polis diğerine “Bunlar Türkiyelidir,” dedi. Nöbetçi asker Kürt’tü. Bunlar, “Azeri mi Kürt mü?” diye sordu. Kürt olduğumuzu öğrenince başladı benimle Kürtçe konuşmaya. Ancak ne o benim Kürtçemi anlıyor ne de ben onun Kürtçesini. Öğrendim ki nöbetçi asker Soranca konuşuyor. Kürtçenin farklı lehçelerinin olduğunu ilk kez öğrenmiş oldum.
Ertesi gün simsarla birlikte mahkemeye çıkarıldım. Simsar akıllı birisiydi. Mahkemeden Tebrizli Ahmet’in tercümanını reddetmemi istedi. Öyle yaptım. Böyle olunca yaşlı birisi gönüllü tercüman oldu. Savcı net konuştu: “Seni serbest bırakırsam Ahmet’in parasını ödeyecek misin?” Bu soru karşısında ceketimi çıkardım: “Savcı Bey, ceketimden başka vereceğim bir şey yok. Koyunlar bana ait değil.” Koyunları satın alan İranlı tüccarın ismini verdim.
ARARAT ŞİRKETİNİN DAĞILMASI
Ararat Şirketi çok hisseliydi. Bir sorun yaşandığında bir sorumlu bulmak zordu. Bursa elmasına talep çoktu ancak organizasyon anlamında sorun yaşıyorduk. Sanırım bir gün Mecit Hun Tahran’da iken Bursa’dan gelen elmaların düşük kalitede olduğuna tanıklık ediyor, bu durumdan rahatsız olup şirketten ayrıldı. Çok geçmeden Aziz Güney de hisse payını alıp şirketten ayrıldı.
Geriye üç hissedar kalmıştık. Zarar etmeye başlayınca 2 milyon TL kadar ihracat kredisi aldık. Ancak bu paranın 600 bin kadarını Hacı Ömer Şark fabrikasına kantar kurmak için aldı. 500 bin kadarını da Mecit Şek’e verdik. Hesaplar kontrol dışıydı.
Elma sevkiyatı için Şevki Alagöz ve Bekir Can, Bursa’ya gittiler. Elimdeki koyunları piyasada satıp Bursa’ya gittiğimde gördüğüm manzara beni rahatsız etti. Şevki Alagöz ve Bekir Can, lüks bir otele yerleşmiş, keyif çatıyorlardı. Başka şirketler İran’a harıl harıl elma ihracatı yaparken bizim şirketin bu vurdumduymaz hali bende umutsuzluk yarattı. Kendi imkanlarımla 55 ton kadar elma toplatıp gönderdim ancak bu yeterli değildi. Artık gerçeği kabullenmek zorundaydım: Şirket dağılmış büyük bir borç altında kalmıştım. Kendimi toparlamam uzun yıllar alacaktı.
İKİNCİ BÖLÜM
HACI BEKİR CAN “ŞEKERLEMELERİ”
Hacı Kadir Serhat Amcam, geçmişle ve özellikle ARARAT Şirketiyle ilgili detaylı bilgiler verince acaba Bekir Can ile ilgili bazı bilgilere ulaşabilir miyim düşüncesiyle bazı araştırmalar yaptım. Karşıma, Bekir Can’ın 2015 yılında İzmir’de yayımladığı “Hatıralarım” isimli kitabı çıktı. 82 sayfalık kitapçığı hemen ısmarladım ve merakla okumaya koyuldum.
Bekir Can’ın “Hatıralarım” kitabı
Bekir Can, 1938 Tuzluca’nın Güllüce köyünde dünyaya gelir. Kitabına aile kökleriyle başlar, çocukluk anılarıyla zenginleştirir. İlkokulu bitirdikten sonra eğitim hayatı olmaz. Bu kez ticari hayatı başlar, şehirleri dolaşır, bolca evlenir, Iğdır’a yerleşir, İran’a kaçak koyun işine el atar, işte böyle bir günde, hayvanları Gomu köyünden İran’a geçirirken burada oturan Medet Serhat’ın dayısından yardım alır, çok geçmeden Hacı Kadir Serhat’la tanışır.
“Hatıralar” kitabında söz dönüp dolaşır, ARARAT Şirketi yıllarına gelir. O yılları şöyle ifade eder (sayfa 39):
“1976’da ben, Mecit Hun, Aziz Güney, Ömer Şark ve kardeşi Şevki, Medet Serhat’la kardeşi Kadir Serhat hep birlikte ARARAT adında bir şirket kurduk. Ararat, Ağrı Dağı’nın eski adıdır. Şirket yüz hisseden oluşmuştu: Yirmi hisse benim, yirmi hisse Mecit Hun’un, yirmi hisse Aziz Güney’in, yirmi hisse Ömer Topal ve kardeşi Şevki Topal’ın (Not: Bekir Can, Şevki Alagöz demek istemiştir. Mücahit), yirmi hisse de Medet Serhat ve kardeşi Kadir Serhat’ındı.”
Bekir Can, daha sonraki satırlarda şirketin faaliyetlerinden bahseder, hatta işe alınan Aziz Güney’in oğlu Mehmet ile Şevki Alagöz’ün oğlu Süleyman’ın sabotaj yaptıklarını, kalitesiz elmaları yükleyip gönderdiklerini, şirketi zarara soktukları bilgisine de önemle yer verir. Bekir Can, hatıralarına şöyle devam eder (sayfa 41):
“Tebriz’le de yüz yirmi beş ton elma ihracatı anlaşmamız vardı. Hacı Shaku, Tebriz’de bu anlaşmayı bizle yaptı. O esnanda Mecit Bey, Iğdır’a çoluk çocuğunu görmeye gitti. Oraya gittiğinde İran’a bizden habersiz gidip Hacı Shaku’dan 150 bin tümen, 20 bin dolar yani, borç alıyor ve ekliyor, malınız gümrükte deyip parayı alıyor, gerçekte böyle bir şey yokken. On güne Hacı Shaku beni arıyor ve diyor ki, Mecit Bey ne zaman Tebriz’e geliyor, sebebini sorduğumda verdiği parayı anlatıyor. Bunu duyunca Mecit Bey Iğdır’dan Bursa’ya geldiğinde diğer ortakları bir araya çağırdım ve olayı anlattım, çok sinirliydim, bu iş böyle yürümez, dedim. Mecit Bey, bu benim borcum, ben vereceğim, dedi. Bir tartışma yaşandı; ayrılmaya karar verdik. Şirketi üstüme almak istedim. Rahmetli Medet Serhat ve kardeşi, biz Bekir Can’ın yanındayız, dediler. Şevki çekimser kaldı, akşam ben de Bekir Can’layım, dedi. Sabah hesabı görüp Aziz ve Mecit Beylerin parasını nakit verdik, mukavele yazdık; bu şirketi Bekir Can, Medet Serhat, Kadir Serhat, Ömer Topal ve kardeşi Şevki Topal’a ((Not: Bekir Can, Şevki Alagöz demek istemiştir. Mücahit) bıraktık diye.
Bekir Can, Mecit Hun’a karşı nefret söylemlerine devam eder. Bunun elbette bir nedeni vardır. Tam da o yıllarda Şemkan (Şemkî) ve Geloylu (Gêloî) Aşireti arasında husumet peyda etmiş, bir kişi ölmüştür.
Bekir Can, hatıralarının bir yerinde Mecit Hun’la ilgili olarak, “çünkü kendisi benim babam yaşımdaydı,” diye bir ifadeyi araya sıkıştırır. Mecit Hun, 1925; Bekir Can da 1938 doğumludur. Aradaki 13 yaş farkı Mecit Hun’u Bekir Can’ın babası yapmaya yeterli değildir. Kısa boylu, ezik büzük, kendi ifadesiyle insan katili, aşağılık kompleksiyle dolu Bekir Can, Mecit Hun’un heybeti karşısında ezilmekte onu “babası” yaşında birisi olarak görmektedir.
Bekir Can, Mecit Hun’u döviz kaçakçılığı yapmakla itham ettiği kısmı şöyle aktarır:
“İşte döviz kaçakçılığı yapmanın belgesi elimde, sen ki babamın yaşındasın ama bunu yapmışsın, işte kâğıdı elimde, dedim. O tarihte döviz kaçakçıları Trabzon’da yargılanıyordu, ona, bak sen Trabzon’u boylayacaksın, dedim, yani orada yargılanırsın, dedim.”
Haydi, haydi Bekir Can! Bacak kadar boyunla, sen bu lafları Mecit Hun’un yüzüne söyleyebilecek cesarete sahip bir adam değilsin. 2015’de hatırlarını yazdığın zaman nasıl olsa Mecit Hun 1998’de Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur düşüncesiyle bu tür ifadeler kullanman aslında senin korkaklığının başka bir tezahürüdür.
2006’da İmişli Şeker Zavodu Genel Müdür iken, Bakü’den beni telefonla arayıp, oğlunuz (veya bir yakınınızın) Şeker Fabrikası’nda işe alınması için benden bir ricada bulunduğunuzda aile dostu olduğunuzu varsayarak yardımcı oldum. Zehir kusan bir yılan olduğunuzu bilseydim sizinle ta o yıllar hesaplaşırdım.
Rantçılık hevesiyle bir ayağı PKK’da bir ayağı FETÖ’de, dört karılı uluslararası oynaş birisi başını uzatıp Mecit Hun’un maneviyatına dil uzatıyor.
Hatıralarınızın bir yerinde Mecit Hun’un sizin için “Hind oğlu Hind” dediğini sizin de bu ifadeden “Yani her şeyi öğrenmeye çalışan biridir,” diye övünç payı çıkardığınızı okudum. Yanlış okudunuz: Mecit Hun size, “Hin oğlu Hin” demiştir. Bu da “Çok kurnaz, her dönemin şartlarına uyabilen kimse” anlamına gelir. Önceleri PKK, FETÖ peki ya şimdilerde ne yapıyorsun seni bacaksız seni!
Umarım bu yazı, Bekir Can’ın kendi ifadesiyle “ölüm onu yakalamadan” onu yakalar, böylece cehennemdeki sorgusundan önce kapkara vicdanıyla yüz yüze kalır. Ayrıca şunu da hatırlatayım ki kitabı baştan sona dolduran “ŞÜKR” kelimesi günahlarınızı affetmeye yeterli değil, bilesiniz!
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
MERHUM MEDET SERHAT’IN MÜCADELESİNDEN KESİTLER
Medet Serhat, 1934 Iğdır Alican köyü doğumludur. İlkokulu, Iğdır merkezde tanıdıkların evinde kalarak 12 Kasım İlkokulu’nda tamamlar. Iğdır Ortaokulu’na devam eder.
Iğdır Ortaokulu Yılları: 1. Fetullah Kakioğlu 2. Medet Serhat 3. Nizamettin Kaya 4. Oruç Demirel 5. Cengiz Taner 6. Fahrettin Karadeniz
Meder Serhat, ortaokuldan sona Erzurum Lisesi’ne kaydını yapar. Sınıf arkadaşı Iğdırlı Kadir Baykal, Erzurum Lisesi yıllarını şöyle anlatır:
“Liseye Erzurum’da başladım (1950). Sınıf arkadaşlarım arasında Medet Serhat, Dr. Kemal Karasu, Oruç Demirel, Nizamettin Kaya ve Fahrettin Karadeniz gibi isimleri sayabilirim. Birinci sınıfta Medet, yabancı bir öğrenci grubuyla kavga edince, “Iğdır grubu” olarak kavgada Medet’in yanında yer aldık. Bunun üzerine okul idaresi bizleri başka liselere sürgün etti. Ben ve Fahrettin Rize’ye; Medet, Trabzon’a; diğerleri de Kars Lisesine gittiler.”
Medet Serhat, Trabzon Lisesi’nden mezun olur, İstanbul Hukuk Fakültesi’ne kaydını yapar.
49’lar Davası
İleri Yurt gazetesinde yayımlanan Kürtçe şiiri Qimil/Kımıl sebebiyle Musa Anter hakkında dava açılır. Kürt üniversite gençliği ve aydınları Musa Anter’e destek çıkarlar. Bunun üzerine bu şahıslara karşı 22 Eylül 1959’da tutuklamalar başlar, 50 kişi gözaltına alınır. Mehmet Emin Batu mide kanamasından vefat edince geriye 49 kişi kalır, dava da bu sayıyla anılır. Medet Serhat da yakalananlar arasındadır. İlk tutuklamada 13 ay cezaevinde kalır. Yargıtay’ın kararı bozması üzerine ikinci kez tutuklanır, bu kez 10 ay 20 gün hapis yatar.
49’lar mahkemede
49’lar bir arada. Ayakta sağdan sola üçüncü sırada Dr. Naci Kutlay, hemen arkasında Medet Serhat
23’ler Olayı
1963’ten itibaren üç Kurmançça /Zazaca / Türkçe dergi ve gazetenin yayınlanması devlette paniğe neden olur. Operasyon yapılır. 23 Kürt aydını gözaltına alınır. Bu olay 23’ler olarak tarihe geçer. DENG Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Medet Serhat da gözaltına alınanlar arasındadır. Mahkeme 1965’de sonuçlanır. Medet Serhat bu kez 1 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırılır.
Medet Serhat’ın Genel Yayın Yönetmeni olduğu DENG dergisinin ilk sayısı
1963 tutuklamaları: Üst sıra sağ başta Medet Serhat
Medet Serhat ve Dr. Şıvan (Dr. Sait Kırmızıtoprak)
Medet Serhat’ın kardeşleri: Eyüp Serhat, Aydın Serhat ve Nebile Serhat Önay
(Soldan sağa) Medet Serhat’ın kardeşi Timur Serhat’ın oğulları Tahir Serhat ve Zorhat Serhat; Medet Serhat’ın kardeşi Hacı Kadir Serhat’ın oğlu Navdar Serhat
MERHUM MEDET SERHAT’IN EŞİ YURDANUR SERHAT ANLATIYOR
(Not: Bu yazı 2002’de Mücahit Özden Hun tarafından yayımlanan IĞDIR SEVDASI isimli kitaptan alınmıştır.)
Iğdır anlaşılmaz kör bir kaderin tutsağıdır. Değerli evlatlarının çoğunu zamansız elden çıkarır. Onların beceri ve tecrübesinden tam siftah etmesi gerekirken, elinde mendil hüzünle onları son yolculuğuna uğurlamaya gider. Bu şekilde aramızdan kopanlardan birisi de Merhum Avukat Medet Serhat’tır.
Medet Serhat; karizması, bilgisi ve yeteneğiyle mesleğinin zirvesindeydi. Ama bir gün, masum şekilde bindiği arabası, pusuda bekleyen “beyaz bir araba” tarafından izlenir, kuytu bir sokakta kıstırılır; ölüm makineleri kan kusar. O artık aramızda değildir…
Yurdanur Hanım, tanık olduğu, acı ve travmayla dolu o anı, cesaret ve metanetle bizler için yeniden yaşadı.
Hayatım
Medet Serhat, Yurdanur Hanım ve oğulları Rumet
1940 yılında Zonguldak’ta dünyaya geldim. Anne tarafından Kafkasyalıyım. Annemin anne tarafı Gürcü, baba tarafı Çerkez kökenlidir.
Babam Malatyalıydı (Etnik kökenini hakkında bilgim yok.) Dedem, kısa boylu ve toparlak olduğu için halk arasında “Topuz Şakir” adıyla bilinirdi.
Babam, çocuk yaşta anne ve babasını kaybedince, askeri yatılı okula kaydolur. Yakını olarak sadece üvey ağabeyi varmış. O da çocuk sahibi olmadan vefat edince, babam akrabasız ve kimsesiz kalır.
Babam Askeri Rüştiyede (Ortaokul) öğrenciyken, Birinci Dünya Savaşı patlak verir, okuldan alınıp cepheye gönderilir. Cepheden cepheye koşarken Yemen’de İngilizlere esir düşer. Serbest bırakıldığı zaman Çanakkale cephesinde görev alır.
Annemin ailesi Kafkasya’dan gelip Çorum’a yerleşmiş. Annem, Ali Rıza Saman isimli, Kuran’ı Kerim’i tefsir etmiş, bölgede tanınmış bir din adamıyla evlenip İstanbul’a göç eder. Çok geçmeden annem, payitahtın Fransız ve İngilizler tarafından işgal edilmesine (Mart 1920) tanıklık edecektir.
Üç yıl sonra (Ekim 1923) Türk birlikleri İstanbul’a girdiklerinde, babam, Rafet Paşa komutasındaki askeri birliğin içinde görevlidir. Kaderin cilvesi, annem ve babam o yılların İstanbul’unu birbirlerini tanımadan ayrı ayrı yaşarlar.
Savaştan sonra babam askeri hizmetten ayrılıp öğretmen olarak Çorum’a gider. İlk kocasından boşanan annem kızıyla beraber Çorum’a, baba evine geri döner. Babam ve annem Çorum’da tanışıp evlenirler.
“Babam yeniden asker”
1939’da her an savaşa gireme tehlikesi ortaya çıkınca ihtiyat birlikleri oluşturuldu, babam tekrar askere alındı. Samsun’a gidip birliğine teslim olduğunda Yarbay rütbesiyle görev yapan Askeri Rüştiye’den sınıf arkadaşı:
“Şükrü, biz senin Samsun’dan ayrılmanı istemiyoruz,” diyerek babamı Askerlik Şubesi’nde idari bir görevle alıkoyar. Annem, iki ağabeyim ve ben Çorum’dan Samsun’a taşınıp savaş sonuna kadar orada kaldık.
Bir ağabeyim polis olarak İstanbul’da göreve başlamıştı. 1947 yılında, ilkokul ikinci sınıfa geçtiğim yıl babam vefat edince İstanbul Fatih’e, ağabeyimin yanına gittim.
Olgunlaşma Enstitüsü
İlk ve ortaokulu Fatih’te bitirdim, Cağaloğlu Kız Enstitüsü’ne (Olgunlaşma) devam ettim. Dikiş bölümünden mezun oldum. Gönlümden öğretmenlik geçiyordu ancak aile karşı gelince isteğimden vazgeçtim, terzilik yaparak hayatımı kazanmaya başladım.
(Ayaktakiler soldan sağa) Medet Serhat’ın eşi Yurdanur Hanım, Seniha Önay (Emine Serhat Önay kızı), (Oturanlar soldan sağa) Timur Serhat, Medet Serhat, Emine Serhat Önay ve Timur Serhat’ın kızı Zelal
Medet Serhat (ayakta) ve kardeşi Timur Serhat
Güven Partisinde Siyaset
1967 yılında Kayseri Milletvekili Turhan Feyzioğlu CHP’den ayrılıp Güven Partisi’ni (GP) kurunca benim için beklenmedik şekilde siyasetin yolu açıldı. 1952’den beri Kayseri’de ikamet eden ablama, arkadaşları GP’ne katılması için baskı yapınca, “Ben size bu konuda yardımcı olamam, ama İstanbul’daki kız kardeşimle konuşun, belki sizinle çalışmaya istekli olabilir,” demiş. Bir gün GP’in Fatih İlçe Başkanlığı’ndan bir toplantı daveti aldım. Toplantı sırasında yapılan konuşmalar beni etkilemişti. Siyasete atılmaya heveslendiğimi gören bir arkadaş, “Ahlakın bittiği yerde politika başlar, ne diye bu işe heveslenirsin,” diyerek tatlı dille uyarmasına rağmen elime geçen kozu oynamaya karar verdim.
GP Fatih ilçesi kadın kolu başkanı oldum. Siyasete biraz ısındıktan sonra GP Fatih ilçe başkanlığına seçildim. Görevim gereği partinin lider kadrosunu oluşturan Turhan Feyzioğlu, Ferit Melen, Emin Paksüt ve Fethi Çelikbaş gibi isimlerle Meclise gider görüşürdüm. Kendim için herhangi bir menfaat kollamadığımdan ciddiye alınır, çalışmalarım takdir edilirdi.
Medet’le Tanışmam
Meziyet Çınar (Kâmuran ve Celadet Bedirxan’ın kız kardeşi), GP’nin Kadın Kolu başkanıydı. Sık sık yakın dostlarını evine yemeğe davet eder, konuşma ve sohbet partileri düzenlerdi. Bu toplantılara genellikle Kürt gençleri ilgi gösterirdi. Medet de onların arasındaydı. Medet’le tanışmam ilk böyle bir toplantıda oldu.
Arkadaş grubunda, Medet hakkında, “Evli fakat eşinden ayrı yaşıyor, boşanmaya istekli birisi,” diye bahsedilmişti.
Medet, avukat olarak çalışıyor ve Oğuz Bey’in Balmumcu’daki evinde kalıyordu. Aramızdaki arkadaşlık ilişkisi uzun süre mesafeli devam etti.
Seniha Hanım
Seniha Hanım’la yüz yüze görüşüp tanışma şansım olmadı. Aslen Gümüşhaneli olduğunu biliyorum. Ziya Şerefhanoğlu’yla aynı büroda avukat olarak hizmet verdiği yıllarda, Hukuk Fakültesi öğrencisi Medet’in orayı ziyaretleri sırasında tanışmışlardı. Bu arkadaşlık daha sonra gönül işine dönüşmüş ve birlikte beş yıl nikâhsız yaşamışlardı. Musa Anter ve Eyüp Serhat’ın, “Kendinden bu kadar yaşlı bir kadınla beraber olma,” demelerine tepki gösterip Medet’in, Seniha Hanımla evlendiği arkadaş çevresinde rivayet edilirdi. (Seniha Hanım’la Medet arasın daki 17 yıllık yaş farkı vardı)
“GP’li kız orada mıydı?”
Medet, sonraki yıllar bana, “Seni benim kafama Seniha zorla soktu. Eve gelip, Meziyet Ablanın yanından geliyorum, dediğim zaman, Seniha temkinli ses tonuyla, GP’li Yurdanur adlı güzel kız da orada mıydı, diye sorardı. Bu sorgulama yüzünden, sana olan ilgim ve merakım her geçen gün arttı,” diye itiraf etmişti.
Medet’in bana olan yakınlık ve ilgisinin farkındaydım. Bir gün yine Taksim’e doğru birlikte yürürken, Medet, -o zamanlar Seniha Hanım’dan ayrı yaşıyordu-“Yanlış bir evlilik yaptım. Yeniden evlenip çoluk çocuk sahibi olmak istiyorum,” dedi. Bu açık bir evlenme teklifiydi. Sözlerine tepki gösterip, “Nereden çıktı bu! Bak ne güzel arkadaşız. Senden bana köy olmaz benden sana kasaba,” dedim. Zaman geçtikçe Medet’e olan ilgimin arttığının farkındaydım. Nihayet bir gün evlenip yaşamlarımızı birleştirdik. 1978 doğumlu Rumet adlı bir oğlumuz var.
CHP Kurultayı Ankara: (Soldan sağa) Medet Serhat, Mecit Hun ve Meclis Başkanı Kars Milletvekili Kemal Güven (dördüncü sırada)
“Medet, tatlı dilliydi”
Medet, yakışıklıydı. Etrafındaki insanlara karşı oldukça efendi ve tatlı dilli olunca bu iki özellik onun cazibesini artırıyordu. Avşa’daki tatil günlerinde bazen eğlenceli durumlarla karşılaşıyordum. Masamıza gelen bayana Medet, “Canım, dilim” diyor, kadın bunun kendisine yapılmış özel iltifat zannedip, havalara giriyordu; tam o sırada başka bir bayan gelince, Medet yine aynı saflık ve güzellikle, “Canım, dilim” diye hitap edince, önce gelen hanımefendi, Medet’in bu iltifatı herkese yaptığını görüp şaşırıyor, hayal kırıklığıyla uzaklaşıyordu. Ben de onları seyredip eğleniyordum.
Medet Serhat ve kız kardeşi Emine Serhat Önay
Siyaset
Medet, 1977 yılında CHP’den Kars Milletvekili, 1979’da da Senatör adayı olarak seçimlere girdi fakat kazanamadı.
Medet, İstanbul Baro Sekreteriydi. Baro başkanı Orhan Apaydın’ın girişimiyle Medet; Ahmet İsvan, Zühal Olcay, Lâle Mansur gibi elit kesimin içinde bulunduğu Barış Derneği’ne üye oldu. 12 Eylül Darbesi olunca, Barış Derneği üyeleri tutuklandılar, 18-36 ay arasında değişen çeşitli hapis cezalarına çarptırıldılar. Medet, bir fırsatını bulup yurt dışına kaçtı, Londra’da saklandı. Barış Derneği davası bir yıla yakın devam etti. Medet geri geldiğinde, tutuklanmasına gerek olmadan cezası vicahiye çevrilip serbest bırakıldı.
Ali Yiğit ve Medet Serhat
Medet’e Tuzak (12 Mart 1994)
Medet’in arkadaş çevresi genişti. Bunlardan birisi de deri işiyle uğraşan “Cihanerler” şirketinin sahipleriydi. Antepli olan bu aile, bizleri düğün merasimine davet etmişti.
“Medet dizlerimde uyudu”
Bakırköy Holdiday İnn otelinde yapılan görkemli düğün törenine Sayıştay, Danıştay ve Yargıtay gibi kuruluşların üst yöneticileri de katılmıştı.
Tören, akşamın geç saatlerine kadar devam etti. Eve gitmek için ben, Medet ve Edip Bey’in (hâkim) hanımı, üçümüz birlikte otelin önüne çıktık. Şoförümüz İsmail, bizi görür görmez arabayı otelin önüne çekti. Medet, Edip Bey’i beklemeden sabırsızca kendisini arabanın arka koltuğuna atınca, mecbur kalıp, kadını saygısızca yapayalnız bırakma pahasına, Medet’in yanına arka koltuğa yerleştim.
Araba yola çıktığında, Medet, “Çok kötü hissediyorum,” dedi. Öneride bulundum: “Kemerini gevşet rahatlarsın!”
Medet, söylediğimi yapıp, başını dizlerimin üstüne koydu ve hemen uykuya daldı.
Medet Serhat, oğlu Rumet ile
“Beyaz bir araba bizi solladı”
Bakırköy’den Bostancı’ya trafik sorunu olmadan geldik. Maksim’i geçtikten sonra şoför daha da hızlandı. Eve yaklaşıyoruz diye,gayri ihtiyari çantamı açıp anahtarları bile çıkarmıştım.
Medet, dizimde uyumaya devam ediyordu. “Evin önüne geldiğimizde uyandırırım,” dedim kendi kendime… Araba, Noyan sokağına girdi. Işıklardan sola dönüp Ethem Efendi’ye girdiğimizde beyaz bir araba sol tarafımıza yerleşti. Şoförümüz soldaki küçük sokağa dönmek için yavaşlayınca, beyaz araba tam da bu sokağın ağzında park etti. Mecbur kalıp stop ettik, yolun tekrar açılmasını bekledik. Yorgun gözlerle arabaya gözümü dikmiş ne zaman yolu açacak diye öylece bekliyordum. Medet, hâlâ dizimde uyuyordu. Beyaz arabanın şoföre taraf arka kapısı açıldı içinden güzel giyimli, genç bir erkek çıktı.
“Medet dizlerimde can verdi”
Elinde kısa namlulu makineli bir tabanca vardı. Şoför İsmail’e yaklaştı. Kafasına tek kurşun sıktı. İsmail kafasını geriye doğru atıp tekrar doğrulur gibi öne doğru eğilince, genç adam ikinci kez tetiğe bastı, İsmail sessizce yana doğru yığıldı.
Genç adam, arka koltuğa bize yöneldi. Medet hâlâ derin uykudaydı. Genç adam, elindeki silahı Medet’e doğrultup, tetiğe aralıksız bastı. Ben de Medet’in kafasını kurşun yağmurundan kurtarmak için üzerine abandım. Daha sonra bu hareketimde geç kaldığımı, ilk salvo sırasında Medet’in gözünden girip beynine ulaşan mermilere hedef olduğunu öğrendiğimde anlayacaktım. Genç adam, ölüm makinesini üzerimize kusturmaya devam ediyordu.
Tabancanın her patlayışında, ben, “Ay ay ay!” diye çığlık atıyordum. Yaralanmıştım ama şuurum yerindeydi. Olup biteni çaresiz gözlerle izliyordum. Genç adam, ateşi kesip beyaz arabanın arka koltuğuna bindi.
Çıkmaz sokak olduğundan, arabanın çıkış yapabilmesi için arabamızı yoldan çıkarması gerekiyordu. Nitekim beyaz araba, önden itekleyince, motoru durmuş arabamız yavaş yavaş geriye doğru hareketlendi. Genç adam, son kez arabadan çıkıp ön pencereden içeriye kurşun yağdırmaya devam etti.
Eğilmiş, Medet’in nefes alıp almadığını anlamaya çalışıyordum. Bu kez kurşunlar arka döşemeye isabet etti. Eğer o anda Medet’in üzerine eğilmemiş olsaydım kurşunların hedefi olacaktım.
Beyaz araba hızla uzaklaşıp gitti. Bizim araba da bir yerlere çarpıp tak diye durdu. Medet, bütün bu olup bitenlerin farkında olmadan uykuda, başı dizimde can vermişti.
Ağır yaralı olarak gücüm yettiğince, “İmdat! Bizi kurtarın!” diye bağırdım. Her akşam bu sokak arabayla dolu olurdu. Olay günü sadece üç araba vardı.
Gençler, Bağdat Caddesine koşup yardım istediler. Bir polis minibüsü olay yerine geldi. Polis, kapının içerden açılması için yardımımı istedi ama parmağımdan girip tırnağımdan çıkan kurşun yarası nedeniyle düğmeyi basmaya güç yetiremiyordum. Zorlukla kapıyı açtım, Medet’i minibüse taşıdılar.
Bagajdan Medet’in çantasını yanıma alıp minibüse bindim. Medet’in ruhunu teslim ettiğini ilk o an anlayabilmiştim.
“Genç Adam”
Bize kurşun yağdıran genç adamı, 1.5-2 m mesafeden görmüştüm. Yüz hatları, şekli şemaili hafızamda kuvvetlice yer etmişti. “Acaba Çatlı mıydı?” diye bana Çatlı’nın resimlerini gösterdiler. Hayır, kesinlikle Çatlı değildi.
Çatlı’nın suratı kısa fakat bununki daha uzun ve biçimliydi. Güzel kesilmiş saçları vardı. Gri veya açık yeşil renkte yelekli bir takım elbise giyinmişti.
“14 kurşun yarası aldım”
Üzerimize yağan kurşunların 14 tanesi bana isabet etmişti. Kalbim ve böbreklerim dışında tüm iç organlarım zedelenmişti. Midem tamamen parçalandığı için, kalın bağırsaktan bir mide yaptılar. Aynı şekilde safra kesesi ve dalağım da zedelendiğinden çıkardılar. İsabet alan kalın bağırsağımdan 12 cm kesilip çıkarıldı. İnce bağırsağıma 8 ayrı dikiş atıldı. Akciğerim aynı şekilde ameliyat edildi. Koluma isabet eden kurşunlardan bir tanesi vücuduma dolaşarak büyük şans eseri kalbimin milimetre uzağından geçmişti!
Yurdanur Hanım ve oğlu Rumet
Hastaneden taburcu edilmiştim. Kontrol için hastaneye gittiğim bir gündü. Doktor beni, dimdik ayakta bulunca şaşırdı: “Allah aşkına, inanamıyorum! Eğer telefon edip geleceğinizi söylemeseydiniz, ben sizin birkaç ay önce on dört kurşun yarasıyla komadaki kadın olacağınıza kesinlikle inanamazdım”
Medet Zincirlikuyu’da
Medet, 1934 doğumluydu. Vefat ettiğinde 60 yaşındaydı. Ben koma halinde hastanede yatarken Medet için Şişli Caminde cenaze töreni düzenlenmişti. Anlatıldığına göre hemşehrileri, dostları ve halktan geniş bir kesim törene katılmıştı.
Medet Serhat, eşi Yurdanur Hanım ve oğlu Rumet
“Genç adam”, Tevfik Ağasoy
Taburcu olduktan sonra polisler eve gelip olayın ayrıntıları hakkında bilgi topladılar. Keşif yaptırıp tuzağın nasıl planlandığını öğrendiklerinde, “Biz de burada olsaydık böylesine kesif bir taramada canilere karşı bir şey yapamazdık,” dediler.
Aradan 1.5-2 yıl gibi bir zaman geçti. Bir gün TV başına oturmuş haberleri izliyordum. Tevfik Ağasoy adlı genç bir adamı, itirafçı diye kamera karşısına çıkarmışlardı. Onun yüzünü görür görmez tüm vücudum ve kollarım titremeye başladı:
“Evet, bize ateş eden genç adam buydu, buna hiç şüphem yoktu!”
Bir gün, karanlık örgüt, Tevfik Ağasoy’u gizli toplantı bahanesiyle davet edip, önemli sırları bilen bu genci tehlikeli bulup temizler.
Tevfik Ağasoy’un mezarı da Zincirlikuyu’da Medet’in mezarının iki sıra aşağısındadır. Ne zaman Medet’in mezarına gitsem, Medet ve kabir komşuları için Yasin duası okurum. Sonra da Medet’e dönüp kendi içimden, “Medet bak sana ateş eden Tevfik Ağasoy diyor ki, Medet’i ben öldürdüm ama yenge bana da Fatiha yolladı”
Mücahit Özden Hun 31 Ağustos 2024 Saat: 14:00